Peygamberimizin Güzel Ahlakından Örnekler

Âl-i İmran Sûresinin 159. âyetinde, “Allah’ın bir rahmet eseridir ki, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer huysuz ve katı kalpli birisi olsaydın muhakkak onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi” buyurmaktadır.

Peygamberimiz şahsına yapılan kötülüklerden dolayı hiçbir şekilde intikam almayı düşünmemiştir. Ayrıca o, insanların en az kızanı, en çabuk razı olanı ve bağışlayanı idi.

Allah’ın emirlerini insanlara anlatmaya çalıştığı sırada, Kureyş müşrikleri ona her türlü hakarette bulunuyordu. Onunla alay ediyor, ölüm tehdidinde bulunuyor, geçtiği yollara çalıçırpı dikenler seriyor, üzerine pislik atıyor, boynuna kement atarak sürüklemeye çalışıyorlardı. Bununla da kalmayıp, ona sihirbaz, büyücü, kâhin, şair diyorlar; öfkelendirip kızdırmak için her türlü yola başvuruyorlardı. Fakat o, kendisine yapılan bütün bu hakaretlere tahammül ediyor,  kızmıyordu.

Aslında kim olursa olsun, herkesin içinde hakarete uğrayan insan muhakkak kızar, öfkelenir, tepki gösterir, karşılık vermeye çalışır. Ancak bunların hiçbirini Peygamberimizde görmek mümkün değildi. O gayet sakin, engin ve sabırlı ve tahammüllü idi. Üzerine aldığı görevi, İlahî daveti sağ salim, sağlıklı biçimde yerine getirmeye çalışıyordu. Kendisine yapılan eziyetlere karşılık vermeyişi de bundan dolayı idi.

Peygamberimiz Mekke’de kurulan Zülmecaz Panayırında insanlara İslâmı anlatırken o sırada kendisini dinlemiş olan birisi şöyle anlatıyor:

“Hz. Muhammed (a.s.m) Allah’ın bir olduğunu, Ona inananların kurtulacaklarını ilan ediyordu. Ebû Cehil de onun üzerine toprak atıyor, ‘Ey insanlar, bu adamı dinlemeyin, sizi dininizden vazgeçirmeye çalışıyor. Sizi putlarımız olan Lât ve Uzza’dan uzak tutmak istiyor’ diye yaygara yapıyordu. Peygamberimiz ise bu tahriklere hiç aldırmıyor, bir kere olsun dönüp Ebû Cehil’-in yüzüne bile bakmıyordu. O kendi görevini yapmaya çalışıyordu.”

Yine bir gün Peygamberimiz, Sahabîlerden hasta olan Sa’d bin Ubade’yi ziyarete gidiyordu. Yolda münafıkların elebaşlarından Abdullah bin Ubey’in de bulunduğu bir topluluğa rast geldi.

Orada bir müddet durdu. İbni Ubey Peygamberimize sataşmaya başladı. Ve küstahça, “Dikkat etsene adam, hayvanın yerden toz kaldırıyor, buradan uzaklaş, hayvanın bizi rahatsız ediyor” diyerek ileri geri konuşmaya durdu.

Peygamberimiz oradakilere selâm verdikten sonra bazı şeyler anlattı.

İbni Ubey, halkın Peygamberimizi dinlediğini görünce iyice çığırdan çıktı ve; “Bize Müslümanlıktan bahsedip durma, sana gelen olursa ona istediğini anlatırsın” diyerek, hakarete varan sözler sarf etmeye başladı. Fakat Peygamberimiz onun terbiyesizliğine bir karşılık vermiyor, anlatmaya devam ediyordu.

Buna karşılık büyük şair Abdullah bin Revaha ayağa kalktı:

“Ya Resulallah” dedi, “buraya her zaman geliniz, bize konuşma yapınız, sizi çok seviyoruz” diye sevincini dile getirdi.

Bu sırada Müslümanlarla münafıklar arasında tartışma başladı. Kavga edecek duruma geldiler. Çok sakin davranan ve hiç öfkelenmeyen Peygamberimiz, onları yatıştırdı ve daha sonra oradan ayrıldı ve yoluna devam etti.

Yahudiler millet olarak Peygamberimizin amansız düşmanıydı. Kinci, kıskanç, açgözlü, dünya düşkünü bir karakter taşıyorlardı. Ayrıca Yahudiler Araplardan ayrı olarak eğitime, bilgiye ve okumaya önem veriyorlardı. Bunun için bütün üstünlüklere kendileri sahip olmalıydı. En zengin insan, en bilgili, en etkili insan kendi içlerinden çıkmıştı.

Âhirzaman Peygamberinin aralarından çıkmasını bekliyorlardı. Ne zaman ki, Peygamberimiz, peygamber olarak sesini duyurmaya başladı, Yahudilerdeki kıskançlık ve düşmanlık ayyuka çıktı. Peygamberimize en çirkin tuzağı kuruyorlar, vücudunu ortadan kaldırma yollarını deniyorlardı.

Bir defasında Yahudinin birisi Peygamberimize büyü yaptı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz hastalanıp yatağa düştü. Rahatsızlığı birkaç gün sürdü. Sonunda Cebrail Aleyhisselâm geldi, durumu Peygamberimize haber verdi:

“Yâ Muhammed, Yahudilerden biri seni büyülemiş ve üfürüp düğümlediği ipliği falanca kuyuya atmış. Birini gönder de, onu kuyudan çıkarsın.”

Peygamber Efendimiz Hazret-i Ali’yi gönderdi, o düğümlü ipliği kuyudan çıkartıp getirtti. Düğümler açılır açılmaz Efendimiz sanki bağları çözülen bir kimse gibi oldu, rahatladı.

Bununla birlikte Peygamberimiz âhirete göçünceye kadar bildiği halde bu durumu o Yahudinin yüzüne vurmadı.

Fakat aynı zamanda içlerinde hakperest, hakkı ve doğruyu arayanlar da vardı. Çünkü ellerindeki kitapta Peygamberimizin özelliklerini ve güzelliklerini anlatan epeyce işaretler ve bilgiler vardı.

Peygamberimizin Tevrat’ta anlatılan ve yer verilen en belli vasıflarından birisi de hilmidir. Yumuşak huyluluğuna, insanları İslama davet ederken gösterdiği tahammül ve sabra Tevrat’ta işaret ediliyordu.

Yahudi bilginleri, Peygamberimizin Tevrat’ta bulunan pekçok sıfatını bizzat gözleriyle görüp tanımışlardı. Bazıları ise hâlâ araştırmaya devam ediyordu. Peygamberimizin Tevrat’ta anlatılan bütün sıfatlarını görecekler, ondan sonra iman edeceklerdi.

Bu Yahudi bilginlerinden birisi, “Onun Tevrat’ta, övülen sıfatlarından, kendisinde görmediğim, denemediğim, hilm sıfatından başka hiçbirisi kalmamıştı” diyerek, bunu da denemek ister ve sonrasını şöyle anlatır.

“Ben kendisini alış veriş sonunda belli bir vade ile otuz dinar borçlandırmış, borcun tahsiline bir gün kala gidip, ‘Ya Muhammed, hakkımı öde. Zaten siz Abdülmuttalip oğullarının âdeti borçlarını zamanında ödemeyip, uzatıp durmaktır’ dedim.

“Bunun üzerine Ömer bana, ‘Ey pis Yahudi, vallahi, Resulullahın evinde olmasaydın, gözünü patlatırdım’ dedi.

“Resulullah (a.s.m) Ömer’e, Ey Hafs’ın babası, Allah seni bağışlasın. Biz senden, başka türlü bir davranış beklerdik. Bana, onun bende olan hakkını güzellikle ödememi söyleyecektin; ona da, alacağını tahsil ederken yardımcı olacaktın ve daha nazik davranmasını söyleyecektin’ buyurdu.

“Benim Resulullaha karşı cahilce, kaba ve sert davranışım, Resulullahın yumuşaklığını arttırmaktan başka bir şey yapmadı.

“Bana, ‘Ey Yahudi, sana borcumu yarın sabah ödeyeceğim’ buyurduktan sonra Ömer’e, ‘Ey Hafs’ın babası, onu yarın sabahleyin istediği hurma bahçesine götür, beğenirse kendisine şu kadar ver. Verirken de sana şu kadar fazla veriyorum de. Eğer bu bahçedekine razı olmazsa, falan bahçeden şu kadar ver’ buyurdu.

“Ertesi gün Ömer beni hurmasını beğendiğim bahçeye götürdü. Oradan Resulullahın dediği kadar hurma verdi. Emrettiği fazlalığı da ekledi.”

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin