Rüzgar Ekenler, Fırtına mı Biçiyor?

Batı dünyası teröre karşı duruyor.

Ama sadece kendi coğrafyasındaki teröre karşı duruyor.

Dünyanın başka yerlerinde toplu katliamlar yaşansa bile Batı bunları, ya görmüyor veya görse de çok dert edinmiyor.

Ne yazık ki, fiili durum budur.

-Siz Irak’ta, yıllardan beri hangi ellerin attırdığı bir türlü öğrenilemeyen, sözde mezhep husumeti yüklü bombalarla ölen binlerce insanın kıyımını, insanlık adına dert edinmiş bir Batı gördünüz mü?

-Siz, Filistin’de, İsrail uçakları hastaneleri bombalandığında tepki veren bir Batı dünyası gördünüz mü? Aksine, hastanede bombayla ölmüş masumun kanını donduracak kadar duyarsızca, “İsrail’in savunma hakkı” mazeret ve meşruiyeti üretildi.

İsrail bombalarının yerle bir ettiği okullarda ders gören çocuklar vahşice katledildiğinde, kılını kıpırdatan bir Batı gördünüz mü? Aksine, Birleşmiş Milletler’de bu cinayetlerin kınanması gündeme geldiğinde veto hakkı kullanılarak üstü örtülen cinayetlere adeta ortak olundu.

Bir ağaç kesildiğinde çevrecilik diye ayağa kalktığı halde, Ortadoğu’nun binlerce yıllık, insanlığın ortak medeniyet eserleri bombalanıp yıkılırken, “ne oluyor” diyen bir Batı gördünüz mü?

-Seçilmiş yönetime karşı canlı yayın eşliğinde gerçekleşmiş bir darbeye, tepki koyan bir Batı dünyası gördünüz mü?

Sabah namazı için sessiz sedasız bir mabede sığınmış binlerce insanın üstüne, nizami ordu güçleriyle katliam yaparak ölüm kusan bir darbe yönetimine, “sen ne yapıyorsun” diyebilen  “demokrat” bir Batı dünyası gördünüz mü?

Görmediniz ve göremiyorsunuz.

Çünkü terör eliyle işlenen bu cinayetler, kıta Avrupa’sında işlenmiyor. Batı dünyası, kendi topraklarında işlenmediği sürece, terörist cinayetlere, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gözüyle baktı ve bakıyor.

Halbuki Batı dünyası, o “yılan”nın kendilerine dokunabileceğini, 11 Eylül 2001’de binlerce insanın hayatına mal olan İkiz Kuleler eylemi ile gördü ve yaşadı. “Nasıl olsa, benim ülkem uzak, terör bana uzanamaz” şeklindeki rehavetin hiçbir gerçekliği olmadığı bu örnekle görülmüştü. “Mesafe” kavramının, terörün yeteneklerini sınırlamadığı, 11 Eylül’de kanıtlandı.

Terörün sadece kan dökme eyleminden ibaret olmadığı, arkasında daha büyük ve derin amaçlar bulunduğu genellikle iddia edilir. Bu açıdan bakıldığında, 11 Eylül terörünün gerçek sebebinin ne olduğu, sadece fail ile mağdur tarafın bildiği bir sır özelliğini hala koruyor. Bu “sır”, bir noktadan sonra taşınamaz hale gelmiş olmalı ki, ABD Başkanının gözetimi altında gerçekleştirilen bir operasyonla örgüt liderinin cesedi okyanusa atılarak kapatılma yolu seçildi.

Batı dünyası, şimdi, adeta Paris matinesinde gösterime girmiş Ortadoğu yapımı, yeni bir terörün şokunu yaşıyor.

Düşünce özgürlüğünü, mizah ustası Carhlie Chaplin’nin maskaralığına indirgeyerek, iki milyar insanın kutsallarına hakareti meslek edinmiş Charlei Hebdo adlı derginin on iki çalışanının hayatına mal olan ve cüretkar bir organize ile gerçekleştirilen terör eylemi, şimdi nasıl açıklanacak? Herkes öfkeli, fakat bir o kadar çaresiz görünüyor.

– Profesyonelce icra edilmiş bu eylem, acaba Avrupa’da ayağa kalkmış İslamafobi kampanyasının husumet değirmenine tahrik suyu taşımak için mi yapıldı?

-Yoksa karşımızda, İslam’ın etkinliğinden kaygılanan  güçler tarafından, “Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar Birliği” (PEDİGA) adıyla kurulduğu söylenen ve Avrupa’daki Müslüman göçmenleri, geldikleri yerlere geri gönderme amaçlı oluşuma direnmek için kurulmuş alternatif bir örgüt mü var?

Can yakıcı olayların yaşanmaya başladığı böyle bir dönemde, daha ağırlarını yaşamamak için, güvenlik içinde bir arada yaşamayı sağlayacak ortak insanlık dili ve tavrı oluşturmak kaçınılmazdır. Sadece kendimizi değil, dünyada refah ve güvenliğe muhtaç yüz milyonlarca insanın bulunduğunu düşünmenin vaktidir. Aksi takdirde, ekilmiş rüzgarların fırtınasını biçmekten kimse yakasını kurtaramayacaktır.Bencilliğin sırça köşkü, artık kimse için güven vaadetmiyor. Hebdo terörü, acil bir uyarı sinyali kabul edilmelidir.

Hep “iki  vechi” yani yüzü olduğunu, Bediüzzaman Said Nursi’den öğrendiğimiz Avrupa’nın pozitif yüzünde, halen insani damarı sahiplenen sessiz bir potansiyel, her şeye rağmen var. Hatta bu kesim, ayrımcılık ve ırkçılığa karşı yapılan gösterilerde Müslümanların yanında yer alacak kadar, insaf ve inisyatif gösteriyor. Bu durum, barış dili kullanarak, insanlık ailesinde medeniyetler arası dayanışmayı gerçekleştirmede paha biçilmez bir imkandır. Bu vesileyle şu husus özellikle ifade edilmelidir: Bediüzzaman’ın “Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşîler gibi icbar ile değildir” şeklindeki, şiddeti dışlayan asırlık sözü, günümüzde İslam’ın imajını lekelemeye yönelik terör hareketleri bakımından olduğu kadar, nefret ve ayrımcılık soluyan çevreler bakımından da, çok daha anlamlı hale gelmiştir.

Ne var ki, Avrupa’nın “diğer yüzü”nde yer alan PEGİDA’nın ayrımcı nefret dili var. “Göçmenlerin sosyal refahımızdan yararlanmasını durdurun” diye yönetimlere çağrıda bulunan bu dil, hem adil değil, hem gerçekçi değil. Zira, 1960’lı yıllarda iş gücü ihtiyacı sebebiyle başta Türkiye olmak üzere,  büyük çoğunluğu İslam ülkelerinden gelen insanlar, Avrupa’yı işgale gelmediler. Davet üzerine gidip, emeklerini ve en değerli gençlik yıllarını Avrupa’ya harcadılar. Çalışma hayatındaki dürüstlükleri kadar, inanç ve kimliklerini korumadaki hassasiyetleri en büyük özellikleri oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden yapılanan Avrupa’nın sanayi ve refahının temelinde, bu insanların büyük katkısı ve alın teri var. Şimdi dördüncü nesil, özellikle Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde kurdukları on binlerce işletme ile yüzbinlerce insanı istihdam ediyor. Alman Başbakanı, “İslam Almanya’ya aittir, göçmenler bu ülkenin şansıdır” sözünü boşuna söylemiyor.

Terörün sıradanlaştığı ve vahşi bir araç haline getirildiği günümüzde, terörü besleyen ret, inkar ve ayrımcılık diline artık doymuş olmalıyız. İnsanlığın, maddi ve manevi kaynaklarıyla barış içinde, paylaşımcı bir şuurla birarada yaşamasını öngören, politik maslahatçılığı aşmış,  ayağı sağlam basan, muktedir bir sağduyuya ihtiyaç var. “Yeni Dünya Düzeni” başka yerde değil, bu çerçevede aranmalıdır. Yoksa, nefret ve çatışmanın terör üreten dili öne çıkarsa, kimse güvende olmayacak.

Safa Mürsel / Risalehaber

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: