Saadet Çiçekleri

* İnsan kendi acz ve fakrı dışında, şuur ve kalbi vasıtası ile diğer mahlukata bağlı olduğu için, bir açıdan her şeyin acz ve fakrı onun acz ve fakrı gibidir. Ve bunu mahlukatın hallerine üzülmesi ve sevinmesi ile de gösteriyor. İnsanın, şuurunda olarak diğer insanların acz ve fakrlarının giderilmesini görmesi ve şefkatle onlar adına sevinmesi kudsi, nezih bir haldir. Buna “ Ferâh-ı Münezzeh ” ve “ Sürûr-u Mukaddes” denilir. Bunlar “ Allah’ın Ahlakıdır. ( 2. Söz )

* Bahtiyar ve tali’siz: Bahtiyar, Farsça bir kelimedir. Baht yani felek lehine dönen demektir. Arapça’da buna “ tâli’ ” denilir. Yani dünyasında güneşi doğan… İnsan, kendi şuuruna ( hod, ene ve ben’ine ) güvenirse, ezelden ebede uzanan bir vücud aleminde zifirî karanlıkta parıldayan bir yıldızböceği gibi olur. Eğer Allah’a ve Onun güneş-misali Zâtına, şuuruna ve ilmine güvenir, iltica eder, sığınır, dayanır ve onunla boyanırsa, sermedî bir ışık ve nur bulur. Geçmiş-gelecek ve hâzır zaman ile, bütün mekanlar o Nur-u İlâhî ile aydınlanır. Allah’ın emirleri, böyle sermedî bir şuur ve nurdan geldiği ve böyle nurlar verdiği için, Ona uyanın dünyası aydınlıktır. Hakikat Güneşi ona doğar. O da, O Güneş’in ışığı ve ısısı altında huzur, emniyet, sürur, ferah içinde ebediyete yürür, saadete koşar. İşte Üstad bu bahtiyar ve tali’siz ( bedbaht ) kelimelerini Küçük Sözler’de sıklıkla kullanır. “ Sağ ” yolun yolcusu olanları “ bahtiyar ”, “ sol ” yolun yolcusunu ise “ tali’siz ” olarak ifade eder. Bu iki ifade de Kur’an-ı Kerim’in tabirleridir. ( Beled Sûresi, 18-19; Vâkıa Sûresi, 8-9 ) Evet yol, ikidir. Başka yol yoktur: Ya ân için, lezzet için, bencilce bir yaşam için, varlık için, madde için, mülk için yaşarsın; veya sermediyet için, saadet için, kudsî ruhanî bir yaşam için, ebedî bir varoluş için, mana için, melekût için yaşarsın. (3. Söz )

* Namaz, insanı ilm-i İlâhî ile ve gayb ile irtibattar kılar. Kâinata dair sindirilmeyen veriler birer felsefî kusmuktur; mide bulandırır. J. P. Sartre gibilerin yazdıkları “ Bulantı ” lar insanların âlemini karartan “ aklî ”[1] bir mâlûmât yığınıdırlar. Oysa Bediüzzaman gibiler, namaz ve kullukla sindirilen bilgileri, bir biliş ve ilim kılıp kendi dünyalarını aydınlattıkları gibi kaleme aldıkları “ Lemeat ” ( Parıltılar ), “ Şualar ” ( Işınlar ), ve “ Tuluat ” ( Doğuşlar ) gibi nurlu eserlerle insanları da aydınlatmışlar. Hem de onların akıl, kalp ve ruhlarını ilim ile doyurmuş, beslemişler. Yavrusuna kusmuklu yem yediren kuş gibi olmayıp ( Sartre ve Albert Camus gibi ), hazmettiği gıdalardan oluşan süt ile kuzusunu besleyen koyun gibi olmuşlar. Evet, müellif ve yazar insan, bir mürşid âlimdir. O, insanı Hakikat’e çağıran bir âlim ve Hakk’a götüren bir mürşiddir. ( 5. Söz )

[1] Hakiki ilim, akılda “ sûret ” i, kalpte “ hakikat ” i bulunan ve akılla, suretine nazar edilen; kalple, hakikati müşahede edilen ilimdir. Kalpsiz bir akıl, karanlık fotoğraf arşivi temin eder. Oysa hakiki ilim, Güneş gibi bir ışık ve hararet verir. ( Lemeat )

Kaynak: Eymen ve Belkıs Akça / Saadet Çiçekleri Kitabı

Sende yorum yazabilirsin