Sade hayat, soframızdan başlar..

Sade Hayat Derneği, hayatı sade yaşamak isteyenlerin bir araya gelerek kurdukları bir dernek. Bu derneğin üyeleri, sade bir hayatın gerekliliklerini yerine getirmek için birbirleriyle fikir alışverişinde bulunarak sadeliği yakalamak istiyorlar.

Sade Hayat Derneği Başkanı Faruk Günindi, sade hayatın başlangıç noktasının sofralar olduğunu belirterek sofraların sadeleşmesiyle hayatımızdaki birçok şeyin de sadeleşeceğine vurgu yapıyor.

Faruk Bey, uzun süreden beri faaliyette olan Sade Hayat Derneği’niz var. Bu derneğin başkanı ve üyeleri olarak sade hayatı nasıl tanımlıyor ve nasıl yaşamaya çalışıyorsunuz?

Sade hayat, en anlaşılır ifadesiyle “Peygamberî bir hayat” tarzıdır. Efendimiz (a.s.m.) kendisine Allah (c.c.) tarafından Cebrail vasıtasıyla “kul bir peygamber” mi veya “melik bir peygamber” mi olmak istediği sorulduğunda “kul bir peygamber” olmayı seçmiştir. Efendimiz (a.s.m.) isteseydi varlık içinde yaşamayı seçebilirdi ama o kulluğu yani sadeliği seçmiştir.

İlginç bir yaklaşım. Efendimizin (a.s.m.) bu tercihini diğer peygamberlerde de görebiliyor muyuz?

Tabii ki. Bunun en bariz örneği Hz. Süleyman’dır. Allah tarafından kendisine çok büyük güçler bahşedilen Hz. Süleyman neden kocaman kocaman saraylar yaptırıp durmadı? O yaptırdı ama ibadethane yaptırdı.

Hz. Süleyman’ın yeryüzünde tüm insanların görmüş ve göreceği en zengin insan olduğunu biliyoruz. Ama o ellerini açıp Allah’tan ne istiyor? “Allah’ım, bana hayırlı bir kazanç ver” diyor. Her şeyi olan bir insan, tüm zenginlikler ona verilmiş bir insan “Bana elimle kazanacağım bir şey söyle” diyor. O kadar zenginlikler içindeki bir insan kendi rızkını sepet örüp satarak kazanıyor. O büyük krallığın içinde sepet ören bir hükümdar, bir peygamber… Ne müthiş bir manzara değil mi?

Bunun yanında krallıklarına güvenen Nemrutlar, Firavunlar bütün o şaşaalarına, debdebelerine rağmen yok olup gittiler. Ama her türlü imkâna rağmen, bütün zenginliklere rağmen kul olmayı seçen peygamberler sonsuza kadar hayırla anılacaklar.

Hz. Süleyman o muhteşem zenginliğine rağmen sade bir hayatı tercih etti ve kul oldu. Bu sadelik onu kulluğa götürdü. Fakat Firavun, Babil kralları, Nemrutlar o debdebe içinde bütün imkânlarına bakarak ilahlıklarını iddia ettiler. Sade yaşam insana kul olduğunu fark ettiriyor, her şeye sahip olduğunu sanmak ise, insanı kulluktan çıkarıyor veya bir nevi ilahlık yaptırıyor diyebilir miyiz?

Kesinlikle öyle. Sade hayat kul üretir, modern hayat kendi dünyalarının tanrıları olan küçük tanrıcıklar üretir. Modern hayat, kendi dünyalarına hükmedebileceklerini sanan, kendi kaderlerini belirlediklerini sanan, varlığın kaderiyle ilgili karar verebileceklerini sanan ufak tanrıcıklar üretti.

Ben bir fert olarak hayatımı sade yaşayacağım diyorum. Sadelik derken tüketimden mi uzaklaşmam gerekiyor? Ne yapmam gerekiyor ki sade olabileyim? Sade yaşamaya karar veren bir insan ne yapmalı?

Böyle bir kararı sade yaşamak için vermemek lazım. O kararı doğru yaşamak için vermeli. Onun kuralları da sade hayat felsefesinin koyduğu hayat kuralları değil, onlar herkesin uyması gereken ilahî kurallardır.

Hz. Adem’den beri aynı şeyler söylenip duruyor. Yani burası yeryüzü, biz buraya Hz. Adem’le birlikte indirildik. Cennet ehli idik, buraya indirildik. İndirildikten sonra buranın bazı yaşam kuralları var. Ne doğru, ne yanlış bunlar bize öğretildi. Tüm peygamberler kendi ümmetlerine “Burası böyle bir yer, bu yapılır, bu yapılmaz” dedi. Mesele budur. Yani sade yaşamayı isteyen biri İslam’ı seçtiyse zaten lüks yaşamaz. Sürekli nefsinin istediği tüm arzularını yerine getirmez. Helal-haram diye bir şey vardır. Bu, sade hayat fikrinin icat ettiği bir şey değil.

Sade hayat deyince ilk başta dünya nimetlerinden istifade etmeme, mesela çok cafcaflı giyinmeme, modayı takip etmeme, az tüketme gibi bir şey anlaşılıyor. Burada “Sade hayat ilahî emirlere uymaktır” diyerek farklı bir boyut getirdiniz. Sizin kastettiğiniz sade hayat bu mudur?

Bizim yaşamaya çalıştığımız sade hayat budur. Bizce helal-haramı, zararlı-zararsız diye tanımlamak daha doğru olur. Zararlı bir şeyin helal olduğunu düşünemiyorum, yani zararlı olduğu halde Allah Teâlâ’nın kendi kulları için bunu isteyeceğini düşünemiyorum veya yararlı olduğu halde Allah’ın yasakladığı bir şey de düşünemiyorum. Bütün helal olanları alırsam onlar bana kârdır.

Birisi sade bir hayat yaşamaya karar verdi. Siz Sade Hayat Derneği başkanı olarak ve sade hayat yaşayan biri olarak buna karar veren birine ne tavsiye edersiniz? Yani birden bire bu hayatın içine balıklama mı dalmam lazım, her şeyden vazgeçmem mi gerekiyor? Ya da nasıl bir sade hayat tarzı uygulamam gerekiyor ki en verimli şekilde yapabileyim?

İnsanın ara sıra harcadığı ve her gün harcadığı şeyler vardır. Biz her gün harcadığı şeyleri tekrar düzenlemesini istiyoruz. Yani insanlar her gün üç defa yemek yiyor. Önce sofralarını sadeleştirseler, o zaman geriye dönük olarak birçok şeyleri de sadeleşecek.

Soframızı sadeleştirmekle nasıl birçok şeyi sadeleştirmiş olacağız?

İnsan sofrasını sadeleştirse ya da sadece yağını tuzunu değiştirirse, bu tercihin domino etkisiyle birçok şeye etkisi olacaktır. Niçin sentetik yağ kullanalım? Bir yağ nelere mal oluyor? İçinde hidrojenle işlenmiş bir katkı varsa o yağ, yağ vasfını yitirmiştir. Çok yapışkan hale geliyor, biz onu tabaklardan çıkarmak için deterjan kullanıyoruz. Deterjan hayatımıza giriyor. Deterjan bütün doğayı fosforla mahvetti. Her şeyi pislettik. Sonra o yağı yedik vücuttan ter olarak çıktı. Ter de giysilere yapıştı. Çünkü yapışkan bir yağdır. Giysileri de güçlü deterjanlarla yıkamak zorunda kaldık. Bütün suları mahvettik. Yağı yedik, hastalığa sebep oldu, bütün vücudumuzda damarların, organların çalışmasını etkiledi. O zaman da ameliyatların, ilaçların hepsinin yolunu hazırladık.

Biz diyoruz ki tereyağına, zeytinyağına, en doğal yağlara geçin. O zaman bulaşık deterjanı ihtiyacı en aza inecek. Sadece sıcak suyla bile zeytinyağı çıkabiliyor. Zeytinyağı kadar olağanüstü bir şey yok. Demir dünyaya sonradan indi diyorlar, belki zeytin ağacı da sonradan inmiştir. O kadar olağan üstüdür. O yağ sizi hastalıklardan da koruyacak. Sadece yağı değiştirerek bunların hepsini değiştirmiş olacaksınız.

Tuzun böbreklere neler yaptığını, vücutta metal bıraktığını biliyoruz, vücutta su dengesini bozduğunu, tiroid bezlerini bozduğunu biliyoruz. Bunlar her gün kullandığımız dominolardır. İnsanlar sadece bunları değiştirseler, bu niyetle 40 gün devam etseler, o zaman Allah’ın vaadi var, “Ben sizin bilmediklerinizi öğretirim” diyor.

Yağ ve tuza şeker ve unu da ekleyebilir miyiz?

Tabii onları da katabiliriz. İnsanın düşünebilme yetisinin devam edebilmesi için sentetik şekerin vücuda girmemesi gerekir. Olaylar arasında veya varlıklar arasında ilişki kurabilme yeteneği olan aklın devam edebilmesi için sentetik şekerin hiçbir şekilde tüketilmemesi gerekir. O zaman belki akıl eve geri döner.

Unda da nem tutucular var, gerçek un olsa onun kadar güzel besleyici bir şey yok. Temel besin maddelerinden bir tanesidir. İnsan ömrünü un, yağ ve etle geçirebilir. Ama şimdi un unluktan çıkmış. Biz onu eliyoruz. Elediğimizi hayvanlara veriyoruz, en değerli yerini onlar yiyor. Biz ise unun en hastalıklı yerini yiyoruz. Nemlenmesin, beyaz olsun diye içine katkı maddeleri koyuyoruz.

Anlattıklarınızdan sade hayatın başlangıcının giydiklerimiz, arabamız, televizyonumuzdan değil soframızdan başladığı sonucunu çıkarıyorum.

Sofralarda nelerin yenip nelerin yenmediği çok önemli. Çünkü herkes sofralarda. Herkes araba almayabilir, herkes televizyon almayabilir, ama herkes yemek yiyor. Dolayısıyla dikkat etmemiz gereken şeylerden ilki odur. Biz eğer kendi soframızı ya da ağzımızı kontrol edebilirsek o zaman arabanın neden olduğu şeyleri de, televizyonunun neler yaptığını da anlayabiliriz. Çünkü akıl geri gelir. Hz. Adem haya veya iman istemedi, akıl istedi. Çünkü akıl varsa haya ve iman da vardır. Biz akıl nasıl geri gelir diye düşünüyoruz. Sofradan başlasak zincirleme diğer hatalarımızı da fark ederiz.

Ekrem Altıntepe

Moral Dünyası Dergisi

Sende yorum yazabilirsin