Şu Sevimli Kediler

Saadet asrının günlerinden bir gündü. Peygamber Aleyhisselam (asm), abdest almak için hazırlık yaptı. Ancak, bir kedicik geldi ve abdestini alacağı sudan içmeye başladı. Allah Resulü (asm), o kedicik suyunu içene kadar bekledi, onu ürkütmedi, ne vakit o mahluk suyunu içip, hararetini iyice giderdi, ondan sonra abdestini aldı. Sordular: “Su kirlenmedi mi?” “Hayır” dedi, Peygamber Aleyhisselam (asm). “Kedi aile fertlerinden bir ferddir, hiçbir şeyi kirletmez.” Peygamber Efendimiz’in (asm) hane-i saadetine, ve mescidine sık sık uğrardı kediler. Ve Allah’ın Resulü (asm), kedileri severdi. Mübarek elleriyle, sırtlarını sıvazlardı… Yine bir gün, sevgili arkadaşları ile, mescidde sohbet eden Allah’ın Resulü (asm), onlara: “Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı” buyurdu.

KEDİCİK BABASI

Gerçek adı, Abdurrahman b. Sahr olduğu halde, Peygamber Efendimiz’den (asm) pek çok hadis nakleden, Suffa ashabının göz bebeği bu büyük sahabiyi, Müslümanlar Ebu Hureyre olarak tanırlar. Ebu Hureyre, “Kedicik babası” demektir. Abdurrahman b. Sahr’a, böyle bir lakap verilmesi ve kedilere baba ilan edilmesi boşuna değildir. Bakın bir rivayette, kendisi bu ismin hikâyesini nasıl anlatıyor: “Bir kedi bulmuştum, onu elbisemin yeninde taşırdım; bundan dolayı Ebu Hureyre lakabı ile çağrılır oldum.” Bu kedisever sahabinin adı, ondört asırdır kedilerle birlikte anılıyor. Her ne kadar, İslâm Dini, yeryüzündeki tüm canlıların hayatları konusunda zulme asla yol vermeyecek emir ve yasakları belirtmiş olsa da; (Bu ayrı bir yazı konusudur) kedilere karşı gösterilen bu hususî alâka, Müslümanlar içinde, bu küçük canavarcıklara karşı özel bir yakınlığın oluşmasına sebeb verdi. Öyle ki, eskiler: “Hubbül hurrede min’el iman” (kedi sevmek imandandır) demişler.

BEDİÜZZAMAN VE KEDİLER

En meşakkatli sürgün zamanlarında bile, etrafındaki, canlılarla alâkadar olan ve yakınında kedi eksik olmayan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Abdurrahim ismini takdığı bir de kedisi vardı. Bakın, kedilerin “nankörlük” tabir edilen görünüşteki minnetsizlikleri, Üstad’ın bakış açısıyla nasıl bir hakikat dersine dönüyor ve kedi milletini haksız bir ithamdan kurtardığı gibi, bizlere de yine çok kıymetli ve hikmetli bir ders veriyor: “Hatırıma geldi, “Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübârek denilir?” Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi. Sarîh bir surette, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm” diyerek, güyâ hatırıma gelen îtirazı ve tahkiri, tâifesi nâmına reddedip yüzüme çarptı. Üstad’ın kedileri taltifi bununla da kalmaz. Çok az bir dünyalık ile, uzun zaman idare eden ve rahatla yaşayan Üstad, bu bereketin sırrını merak edenlere, şöyle bir izahda bulunur: “… Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır; veya hizmet-i Kur’âniyeye bir ikramdır; veya iktisadın bereketli bir menfaatidir; veyahut, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazin mırmırlarını dinlesen, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” çektiklerini anlarsın…”

N’İDELÜM AH PİSİ!

16.yy’da yaşamış Meali adındaki bir şairin çok sevdiği bir kedisi vardı. Bir gün, kedi öldü. Meali, kedisinin ölümüne o kadar çok üzüldü ki, Kedi Mersiyesi adıyla bilinen uzun bir Hırrename (kedi şiiri ya da kedili şiir) yazdı. “Çıktın elden nidelim ansızın eyvah pisi, / Yandın ölüm oduna dert ile ansızın pisi, Hasreta şir-i ecel budu sana vah pisi, / N’idelüm ah pisi n’eyleyelüm vah pisi..” diye uzayıp giden bu hırrenamenin, bana en çok dokunan yeri sık sık tekrarlanan şu: “N’idelüm ah pisi n’eyleyelüm vah pisi..” dizesidir. Ömründe hiç kedisi olmamış, olup da ölmemiş kimse, bunun acısını bilemez. N’idelüm ki, şu dünyanın herbir şeyi gibi; ya bir gün kedi bizi bırakır gider; ya da biz, bir gün kediyi… “N’idelüm ah pisi n’eyleyelüm vah pisi..” Dünya böyle…

KEDİLİ DÜNYA TARİHİ

İşin ölçüsünü biraz kaçırmış da olsalar, tam sekiz bin yıl önce, kedileri evcilleştirip insanlara dost olmalarını sağlayan eski Mısırlılardır. Öküz, gübreböceği, karasinek.. gibi pek çok mahlukat gibi, kedi de, Mısırlılar için kutsal bir hayvan idi. Kazayla ya da bilerek bir kediyi mi öldürdünüz? Anında koparırlardı boynunuzu. Kedilere, kıymetli mücevharattan incik boncuk takar; öldüklerinde ise, mumyalayıp gömerlerdi. Eski Mısır dilinde kedi kelimesinin karşılığı MİU idi. Miu! Miu! Kelimenin kökeni belli: Miyauvvvv! 19. yy arkeologları, Mısır’da yaptıkları kazılarda o kadar çok kedi mumyası buldular ki, sayısı belli değil.. Bu mumyaları gemilere yükleyip, İngiltere’ye götürdüler ve öğütüp gübre yaptılar. Pes doğrusu! Nebbaşlığın (mezar soygunculuğu) varabileceği en son nokta da, bu olsa gerek! Bugün, hayvan hakları konusunda bas bas bağırdıklarına bakmayın, Avrupalıların bu konudaki mazisi, katran karasıdır. Özellikle Ortaçağ Avrupası’nda, cadıların kedi kılığına girdiğinine dair bir inanç aldı başını gitti. Din adamlarının körüklediği bu batıl inanç yüzünden, kediler katledildi. Öyle ki, 1400’lü yıllarda Avrupa’da kedi nesli neredeyse kurudu. Kedi nesli kurudu ama ortalığı boş bulan farelerin sayısı da çığ gibi arttı. Ne olduysa da ondan sonra oldu! Farelerin yaydığı korkunç bir veba salgını, Avrupa’yı kasıp kavurdu. Nüfuslarının üçte ikisi, bu veba salgınında kırıldı. Siz misiniz kedileri katl eden!

KEDİ HER ZAMAN KEDİDİR!

Çocukluğumda bir çok kedim oldu. Bir çocuğun kedisinin olmamasını büyük bir eksiklik sayarım. Bence her çocuk, kucağına aldığı minicik bir yavru kedinin başını okşayıp, kediyle birlikte uyumalı. Kedinin tatlı mırıltılarını duyup, pembe yumuşak patilerini sevmeli. Tırtıklı dili tarafından elleri yalanmalı. Hatta arada bir de tırmalanmalı ve başka canlılara karşı saygılı olmayı da, bu şekilde öğrenmeli. Evet, ben kedilerden çok şey öğrendim. Şüphesiz benim de kedilere öğrettiğim ufak tefek şeyler olmuştur. Ama bunlar, hiç de önemli şeyler değildir. Kedilerin bana öğrettiği en önemli şey, bir kediye asla sahip olamayacağım idi! Biliyorum şaşırdınız. Aranızda kedisi olanlar var. Nasıl olur da bir kediye sahip olunamaz diye merak ediyorsunuz. Hatta içinizden bazıları: “Şu anda kedim ayaklarıma sürtünüp duruyor! O benim kedim işte!” diyordur. Demek kediniz ayaklarınıza sürtünüyor öyle mi? Tamam işte! Bu benim haklı olduğumu gösteriyor. Çünkü kediler bir şeye sürtündüklerinde orada kokularını bırakırlar ve kedilerin dünyasında bu hareket, şu anlama gelir: “Bu benim!” Kediniz hâlâ daha ayaklarınıza sürtünüyor mu? Bırakın sürtünsün dursun. Bir kediyi asla değiştiremezsiniz. İşte kedilerden öğrendiğim ikinci önemli şey de bu…

Hüseyin Emiroğlu

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: