Yeni Bir Miladi Yılbaşı Gecesi Gelirken..
Yeni bir milâdî yılbaşı daha geliyor… Niyet, fikir ve hareketleri yaradılışlarının ve bu dünyada bulunuşlarının hikmetine ve gayesine uymayanların, bir senedeki 365 günün son gününün son gecesinde ifrata varan günah işleme azgınlığı ve Allah’a isyan hallerinin tezahür ettiği bir zaman merhalesi olarak da diğer zamanlardan tefrik edilir, miladî yılbaşı gecesi…
Avrupa’nın sefahetinin taklitçiliğinin ve oradan yapılan bize zararlı ithalat nevilerinden bir misalini teşkil ettiği için, miladî yılbaşı gecelerinde yılbaşı eğlenceleri, adı altında işlenen rezaletler üzerinde ibretle biraz durmakta fayda olabilir.
Bu sefahet mukallidlerinden birine: “Nedir bu sizin yaptığınız rezalet böyle?” diye sorsanız, belki yılbaşı eğlencelerine karşı çıkmayı da “çağdışı” olmak sebebine bağlayıp “tutarsız” bir müdafaaya başlar: Neymiş, insan bütün bir sene çalıştığı, yorulduğu için bütün bir senenin yorgunluğunu gidermek ve yeni yıla zinde bir şekilde girmek için eğlenirlermiş(!).
Hem yeni bir yıla neşeli bir şekilde eğlence sarhoşluğu içinde girerlerse, bütün bir yıl da eğlenceli ve neşeli geçermiş. Hem bu gibi durumlarda çılgıncasına eğlenmesini bilmeyen çalışmasını da bilemezmiş(!).
Ehl-i hakikat olan okuyucuların okurken yüzlerini buruşturacakları bu kabil, çocuk avutmak için bile söylenemeyecek sözlerden ve “tutarsız” gerekçelerden daha fazla nakilde bulunmağa ihtiyaç yok; çünkü hepsinin müşterek vasfının ne olduğu görülüyor!
Yılbaşındaki sefaheti “batı malıdır” diye düşünmeden aynen alanlar, batı’nın daha iyi mallarının da bulunabileceğini bilmiyorlar mı? Yoksa sefehatini almak temayüllerine daha uygun olduğu için mi Avrupa’nın daha iyi taraflarına tercih ediyorlar?
Mesela Dr. Alexis Carrell de bir Batı’lıdır ve buna rağmen bakın neler diyor:
“Hayat disiplinsiz ve gayesiz olduğu zaman, tabiatıyla ‘eğlence’ denilen bataklığa dökülür…”
“Eğlence içinde geçmiş bir hayat kadar manâsız bir şey yoktur.”
“Hayat, dansetmekten, delice otomobil sürmekten, sinemaya gitmekten yahut radyo dinlemekten ibaretse yaşamak neye yarar?”
“Eğlence, aptalların saadetidir.”
Hikmetin asıl beşiği Şark’tır. Peygamberler de büyük hükemâ da hep Şark’tan çıkmıştır. Hikmet arayan bir Şarklı’nın nazarını Garba çevirmesi, kendi evinin eşiğini biraz kazmakla bulabileceği büyük hazineden bihaber, dünyanın öbür ucuna altın aramak için gidenin haline benzetilebilir. Fakat şuursuz olarak Batı’nın taklitçiliğini Batılı’lara karşı bir aşağılık duygusunun tesiriyle yapanlara bir nevi ilaç olarak, Batı’lı bazı mütefekkirlerin hakikate muvafık bazı sözlerinden iktibaslar yapmakta belki fayda olabilir düşüncesiyle, Dr. Alexis Carrel’in yukarıdaki sözleri nakledilmiştir.
Şimdi de kapımızın eşiğini biraz kazalım ve oradaki defineyi keşfedelim. 20. Asır Türkiye’sinde yaşamış büyük bir zatın, hakikat davasının müdafaasıyla geçen seksen yılı aşan ömrünün mahsullerinden biri ve hergün kıymeti, ehemmiyeti daha fazla anlaşılmaya devam eden altıbin sayfayı aşan telifatından ayni mevzuyla alakâlı birkaç paragraf nakledelim:
“Kat’iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi ‘İman-ı Billah’ tır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en yüksek makamı, İman-ı Billah içindeki ‘Mârifetullah’ tır. Cin ve insin en parlak saâdeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki ‘Muhabbetullah‘tır. Ve ruh-u beşer için en halis sürur ve kalb-i insan için en sâfî sevinç, o Muhabbetullah içindeki ‘lezzet-i ruhaniye‘dir. Evet, bütün hakikî saâdet ve hâlis sürur ve şirin ni’met ve sâfi lezzet, elbette Mârifetullah ve Muhabbetulllahdadır. Onlar onsuz olamaz.
Cenab-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, ni’mete, envara, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. O’nu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtelâ olur. Evet, şu perişan dünyada, avare nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta; sahipsiz, hamîsiz bir surette; âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder. İşte bu avare nev’i beşer içinde, bu perişan fani dünyada; insan, sahibini tanıyamazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar bîçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad ve ilticâ eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur. (Risale-i Nur Külliyâtı, Mektubat)
“Hayat ise, eğer îman olmazsa veyahut isyan ile o îman te’sir etmezse: hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünki, insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alakadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise, eğer dalâlet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten endişeler o cüz’î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-i meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer. Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı; bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar onun dalaleti noktasında mâdumdur, ölmüştür. Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, îtikatsızlığı cihetiyle yine mâdumdur. Ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar. Eğer iman hayata hayat olsa; o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar îmanın nuruyla ışıklanır ve vücut bulur. Zaman-ı hâzır gibi ruh ve kalbine îman noktasında ulvî ve manevî ezvakı ve envar-ı vücudiyyeyi veriyor…
“İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle zinetlendiniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” (SÖZLER)
Prof. Dr. Mustafa Nutku
www.NurNet.Org