Bize bırakılsaydı…

İnsan çoğu zaman olayları aklıyla değil hissiyle değerlendiriyor. Yani, hikmeti değil, hevesinin tatminini esas alıyor ve yanılıyor.

Mesalâ, biz her zaman lambaları küçük, odaları büyük görmüşüz. Böyle bir ortamda yaşamışız, hislerimiz bu yönde gelişmiş. Şimdi, güneş sisteminin tanzimi bize bırakılsaydı, güneşi küçük  dünyayı büyük olarak takdir ederdik. O zaman, o küçük güneşin gücü bu büyük gezegeni çevirmeye yetmezdi. Güneş sisteminin yaratılışı, bizim hevesimizin hilafına cereyan etmiştir ve bunda binlerce hikmet olduğunu çok iyi biliyoruz.

Keza, ana rahminde iken bedenimizin tanzimi bize bırakılsaydı gözleri de ayakları da gereksiz bulurduk. Çünkü o âlemde ne gözle görüyor, ne de ayakla yürüyorduk. Ama, dünyaya geldik gördük ki, bizim hevesimiz ve hissimiz çok yanılmış. Beden ancak böyle olurmuş.

Fiziki ve anatomik olaylarda bu böyle olduğu gibi, insanın başına gelen hadiselerde de böyledir.

Bize göre hep sıhhatli kalmak iyi bir şeydir. Halbuki, bu dünya bir imtihan meydanı olduğu dikkate alındığında, insanı dünyaya bağlayan ve ahireti unutturan sıhhat nimetinin, çoğu insanlarda şükür yerine gaflete ve sefahate yol açtığı görülüyor ve o kimseler için sıhhat bir musibet oluyor.  Şimdi, Cenâb-ı Hak, bir kuluna hastalık vererek onun kalbini ahirete çeviriyorsa, bunda bin hikmet vardır. Bizim hevesimiz ise o kişi için binlerce zararı netice vermektedir.

Bunun en belirgin örneği Kur’an-ı Kerimde geçen Karun kıssasıdır. Onun hissi kendisini aldattı ve servetin faydalı olacağını zannetti. Fakat, servete kavuştuğunda zekâtını vermeyip helak olunca, anlaşıldı ki ona servet verilmemesi hikmet imiş.

Alaaddin Başar – Hikmetli Nükteler

Sende yorum yazabilirsin