Dr. Sadullah Nutku

Babam Dr.Sadullah Nutku (1908-1972), Bediüzzaman’ın doktor talebeleri arasında en çok tanınmış olanlardan biriydi. Bediüzzaman’ın vefatından beş yıl önce Risale-i Nurlar’ı ve Bediüzzaman’ı tanımış olmasına rağmen, dinî hizmetlere baskının yaşandığı o tarihten vefatına kadar çok aktif olarak Risale-i Nurlar ile Kur’an ve iman hizmetinde bulunmuştu. 1955’de, Demokrat Parti iktidarda olmasına rağmen Risale-i Nurlar’ın satışı serbest değildi; CHP ve onun yandaşı bürokratlar, bu Kur’an ve iman hizmetini engellemek için ellerinden geleni yapıyorlardı. 1957 Milletvekili seçimlerini CHP tekrar kaybedince, CHP Genel Başkanı İ.İnönü’nün “Bizi nurcular yıktı..” sözü gazetelere manşet olmuş ve CHP’nin Risale-i Nurlar’la Kur’an ve iman hizmetine karşı engellemeye çalışmak faaliyetleri daha da artmıştı. Bilhassa o yıllarda Konya’da ikamet eden babamın yaşadığı baskılar, zulümler hapisler, Valilik makamına götürülerek orada bizzat Konya Valisi tarafından “Sizin kökünüzü kazırız..” dehşetli sözüne karşı büyük bir kararlılıkla “Hiçbir şey yapamazsınız!.” cevabını verince, Feridiye Karakolu’na götürülüp orada polislere dövdürülmesi ve diğer konuların bir kitap haline getirilmesi gerekiyordu.

Onunla en fazla beraberliği olmuş ve o hadiseleri kısmen yaşamış bir kişi olarak böyle bir kitabı hazırlamak da en çok benim için vazife teşkil ediyordu. Aralık 2017’de 16,5×23,5cm ebadında 504 sayfalık böyle bir kitabı şahsî yayınım olarak yayınladım ve tümünün satış bedelini de onun adına, onun davası için kullanmak kararımı da bildirerek bazı dostlarıma satış teklifinde bulundum.

Halen bu kitabımın satış geliri babamın hesabına geçeceği için, şahsen maddî gelir teminim için kitabımın reklamını yapmıyorum; çok şükür buna ihtiyacım da yok. Fakat bilhassa yeni nesil Risale-i Nur talebelerine onu biraz tanıtmış olmak için böyle bir giriş yapmayı faydalı buldum.

                                                       *  *  *

Babam Dr.Sadullah Nutku’nun, Türkiye’de dinî cemaatlere baskı ve zulümlerin olduğu o dönemde çok aktif şekilde Risale-i Nurlar ile Kur’an ve iman hizmetinde bulunmuş olmaktan başka, kendi ihtisas dalında tıp doktorluğu mesleğinin de çok ehli olduğuna dair bir geçmişi bulunmaktaydı. Çok genç yaşlarından itibaren, mesleği ile ilgili yabancı yayınları takip için çeşitli derecelerde birkaç yabancı dili öğrenmişti. Annemin anlattığına göre, babam Askerî Tıbbiyeyi bitirdikten sonra “Dahilî Hastalıklar” ihtisası yapmak istemiş. O tarihlerde Askerî Tıbbiye’de yanında asistan olarak “Dahilî Hastalıklar” ihtisası yapabileceği Prof.Dr.Abdülkadir Noyan ve bu ihtisası yapmak isteyenler olarak da  aralarında “torpilli” (iltimaslı) denebileceklerin de bulunduğu çok sayıda askerî tıbbiye mezunu varmış. Babam, tıp doktoru olduktan sonra bir askerî birlikte “askerî doktor” olarak vazifeliyken, iki yıl boyunca her gün gündüzleri resmî görevi dışındaki saatlerde çalıştığı muayenehanesinde hastalardan kazandığı vizite ücretleriyle ve her gece saat 03:00’de kalkarak yaptığı ilmî, fikrî çalışmalarıyla, “Dahiliye Hastalıkları ve Genel Teşhis” adlı, 1. hamur kağıda basılmış 906 sayfalık kitabını 1935 yılında 27 yaşındayken “şahsî yayını” olarak  neşretmiş. O kitabını mezun olduğu Askerî Tıbbiye’deki Dahilî Hastalıklar Anabilim Dalı profesörü Abdülkadir Noyan’a ilk sayfalarında matbu olarak ithaflı şekliyle hediye edince, hocası çok sayıda aday olmasına rağmen, “Ben kitap yazmış bir asistanı tercih ederim” diyerek, babamı Dahilî Hastalıklar ihtisası yapması için asistanlığına kabul etmiş.

Babamın, 906 sayfalık “Dahiliye Hastalıkları ve Genel Teşhis” adlı o tıp kitabıyla ilgili olarak, bir yayının Önsöz’ünde; iç hastalıklarına ait en esaslı, en ruhlu noktaları toplamaya ve bunları en yeni bilgilerle süsleyerek neşretmeye çalıştığından, meslektaşlarının o kitabını seve seve okumasının kendisi için büyük sevinç kaynağı ve vicdan rahatlığı olacağından bahsettiğini okumuştum.

Tıp bilimi, belki de en hızlı gelişen bilim olduğundan 83 yıl önce 1935 yılında yayınlamış olduğu “Dahiliye Hastalıkları ve Genel Teşhis” adlı 906 sayfalık o kitabının bugünkü tıp bilimi için de ilmî değerini aynen muhafaza ettiği elbette iddia edilemez. Fakat, onun 75 yıl önce 1943 yılında “Dirim” adlı bir tıp dergisinde yayınlanmış “İnsulin ve Glikoz Şırıngaları ve Ağızdan Çiğ Karaciğer Tedavileri ile Âşikar Salâh Gösteren Asitli Bir Siroz Vakâsı” adlı makalesine burada kısaca dikkati çekmek istiyorum.

Geçen ay, uzun zamandır tanıştığım bir öğretmen beni kendi kardeşiyle tanıştırmıştı. O kardeşinin tanıştırmada ve daha sonra yüzüme hiç bakmamasının, ileride sabit bir noktaya gözlerini dikmiş hali, söylediklerime hiç mukabelede bulunmamasının ve hiç konuşmamasının sebebini kardeşine sormuştum. Kardeşi, onun karaciğer hastası (siroz) olduğunu, yapılan tedavilerden sonuç alınamadığı ve karaciğer nakline de riskli görüldüğünden karar verilememesi sebebiyle, o psikolojisi içinde ölümünü bekler gibi bir hale girdiğini söyleyerek durumunu bana açıklamıştıı.

Ben tıp doktoru olmadığımdan, tıbbın o hastalıkla (siroz) ilgili anabilim dalında ve hele onun daha da ötesi olan bilim dalında hiç uzman değildim. “Karaciğerde siroz ve asitli siroz hastalığı” aramasıyla, ancak internetten bazı bilgilere ulaşabilirdim. İnternette yaptığım o aramamda gördüğüm kadarıyla, bilhassa asitli siroz vakaları için karaciğer nakli dışında tedavinin mümkün olmadığından bahseden çeşitli makaleler vardı.

Burada, babamın “Dirim”  adlı bir tıp dergisinin T0M:XVIII, Son Teşrin-İlkkânun 1943, Sayı: 11/12’deki bir makalesini aynen neşretmem mümkün değil; fakat o makalesinde babam Dr.Sadullah Nutku’nun “asitli siroz” hastalığının tedavisiyle ilgili olarak yazmış oldukları kısaca şuydu:

  1. Sıkılmış karaciğer suyunun “asitli siroz” hastasının karaciğerinin hasta kısımlarındaki regenerasyona yardımcı olabileceği,
  2. “Asitli siroz” hastasının karaciğerinde su metabolizması bozukluğuna insulin ve glikoz şırıngalarının iyi tesirinin olabileceği,
  3. Her iki hususiyetin birleşmesiyle, “asitli siroz” hastasının karaciğerinin vazife kabiliyetinin, geçici de olsa, âşikar surette arttığı ve düzeldiği.

               Tıbbın bu hastalıkla ilgili anabilim dalındaki bir bilim dalının tıp doktorlarının, tıp ilminin en hızlı gelişen bir bilim alanı olmasına rağmen, 75 yıl sonra bile Dr.Sadullah Nutku’nun bu makalesinde “asitli siroz” hastaları için bir tedavi şeklini – belki o meslekten biri olmadığım için benim araştırmamla anlayabildiğim kadarıyla- neşrettiğine hiç rastlamamış oluşum, bu yazımın başında bahsettiğim “Bediüzzaman’ın Doktor Talebesi: Dr.Sadullah Nutku (Hâtıralar-Yorumlar)” adlı, 504 sayfalık şahsî yayınım olan kitabımdaki onunla ilgili bazı cümlelerimi bana hatırlatmıştı:

MESLEĞİNİ İCRADAKİ BAZI DAVRANIŞLARI 

             Dr.Sadullah Nutku, o zamandaki muteber tıp bilgileriyle icra ettiği doktorluğunun dışında, bu meslekteki tecrübesinin kazandırdığı melekeleri, feraseti ve belki de dualarının bereketiyle ilgili bir icra-yı tababet özelliğinin de olduğuna dair intibalar ve kanaatler hâsıl etmiştir. 
           Dr.Sadullah Nutku’ya kendileri veya bir yakınları muayene olmuş birçok kişiden onun doktorluğunu icra şekli ve aldıkları netice ile alâkalı anekdotları çok dinlemişimdir ki, bunların hepsini burada nakletmeğe imkân yoktur. 
           Bu anekdotların büyük ekseriyetinde, Dr.Sadullah Nutku’nun Allah’ın Şâfî ismine ilticayla duası, tıbbî bilgileriyle mü’min ferasetini birlikte mezcetmiş olarak yaptığı teşhisleri, hastaya gösteriş yapmağa çalışarak ondan fazla vizite alabilmekten tamamen uzak bir ihlâs ve kanaatkârlıkla tavsiye ettiği kolay ve ucuz tedavileri, bilhassa şifanın Allah’tan olduğuna, doktorlar ve ilaçların sadece sebebler olabileceğine önemle vurgulamada bulunarak dikkat çekmesi, Kur’an’ı ve Sünnet-i Seniyye’yi esas alan manevî tedavileri hiç ihmal etmemesi, reçetelerine besmele-i şerifi yazmakla başlamaktan çekinmemesi, hastalarına ekseriya dinî kısa bir sohbet, paylaşım ve tebliğ de yapması, doktorlara tıp mesleğini icra etmeleri esnasındaki zarurete dayalı mubahlıkla namahremlik olmadığı halde gene de hangi yaşta olurlarsa olsunlar karşı cinsten olan hastaları muayenede azamî takvayı göstermeğe çalışması gibi hususlar bulunmaktadır.”

Mustafa Nutku

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: