Güz Vakti, Mevsim-i Sonbahar, Bediüzzaman

Bediüzzaman mevsim kelimesine genişlik getiriyor, dört mevsimden bahsederken bir coğrafya terimi olarak yorumlar. Ama onu bazen her düşüncenin zamanı olarak ifade eder. Biz mevsim kelimesinin çok anlamlı olarak kullanılmasını değil, güz mevsiminin Bediüzzaman’ın eserlerinde kazanmış olduğu farklı anlamları yazacağız.

Bediüzzaman bir bakış noktası ile eşyaya ve olaylara, insanlara bakmıyor. Onun eserlerinin etkileyiciliği, her şeye çok değişik noktalardan bakarak farklı anlamlar ve anlam tabakaları çıkarmasıdır. Bir tefsir alimi veya bir yorumcunun çok zaman realist bir tavrı vardır, bir bahsi açıklar, bahse sıcaklık katmak gibi bir tutumu yoktur. Bu müfessirlerin eserlerinde görülebilir. Bediüzzaman ise uluhiyet ve hakikat bahislerinde, bir düşünceyi açıklarken onu bir atmosfer içinde anlatır. Ondan önceki yorumcularda böyle bir atmosfer fikri yoktur, bu Bediüzzaman’ın bakış ve yorum farklılığından ileri gelir.

Haşir Risalesi’nde Bediüzzaman atmosferlerin, ortamın ayrıntısını verdikten sonra hakikatı o atmosferin içinde verir. Bediüzzaman’da hakikat ve atmosfer fikri bir doktora tezi olabilir. Felsefe tarih boyunca hakikatleri duyguların ve tabiatın içine yetiştiremediği için hep soğuk karşılanmış ve ilgi duyulmamıştır. Bergson zamanı anlatırken o kadar ağır bir dil kullanır ki, ondan zaman hakkındaki görüşlerini çıkarmak zordur. Bediüzzaman’ın zaman hakkındaki görüşleri her seviyeden insanın anlayabileceği bir genişliktedir. Necip Fazıl ve Tanpınar, Zaman’ı anlatırken daha müşahhas konuşurlar, şiirle anlatarak daha etkileyicidirler. Onlar Bergson’dan etkilenmişlerdir ama ondan daha net ifade etmişler, çünkü onlar zamanı bir tabiat ve insan atmosferi içine eşya ve nesneler ve insanlarla münasebet kurarak anlatmışlardır.

Bediüzzaman zamanı anlatır, ama zamandan önce zamanın okunduğu tabiat akışına, mevsimlerin seyrine zamanı yerleştirir, insana, tabiata, günün saatlerine, dine, namaza, daha birçok şeye zamanı sokarak tesirlerinden hareketle onu anlatır. Onun bakış açılarına hakim ruh halleri farklılık gösterir, bulutlara bakar onlardaki hikmeti okur, camid ve şuursuzlukları ile bareber insanlar için yaptıkları büyük hizmetleri gösterir. Bütün tabiat unsurlarına bakarken gözleri ayrıntıyı görür ve tevhide sayısız empatilerle yollar açar. Onun çağrışımları o kadar harikadır.

O ikindi vakitlerini çağrıştırdıkları ruh halleri ile izah eder, ikindi vakti ile parelellik kurduğu bir insan ömrünün devresi ihtiyarlıktır: “İhtiyarlığa girdiğim zaman, bir gün güz mevsiminde, ikindi vaktinde, yüksek bir dağda dünyaya baktım. Birden gayet rikkatli ve hazin ve bir cihette karanlıklı bir halet bana geldi. Gördüm ki ben ihtiyarlandım, gündüz de ihtiyarlanmış, sene de ihtiyarlanmış, dünya da ihtiyarlanmış. Bu ihtiyarlıklar içinde dünyadan firak ve sevdiklerimden iftirak zamanı yakınlaştığından ihtiyarlık beni ziyade sarstı.” (Lemalar 234) İhtiyarlık gibi bir fiziki durumu ve ruh halini nasıl tabiata yaymış, etkilemek için nasıl ihtiyarlığı metnin her tarafına yedirmiş, giydirmiş. Bütün bahsin anahtar kelimesi; ihtiyar. Eseri yazdığında kırkbeş yaşında olduğunu söylüyor, insanların hiçbir sınıfını görmezlikten gelmemiş, ne makam sevdası, ne saltanat hevesi, sadece insanlarda Rabbani duygular uyandırmak için çırpınmış durmuş. Kendime bakıyorum neden insanlarda uhrevi ve rabbani ve sanatsal hisler uyandıramıyoruz, çünkü nefsimizde madde bağımlılığı, bir gösteriş, bir azamet, bir başkalarını dünyevi görüntülerle etkileme isteği var.

Nerdesin Bediüzzaman nerde
Şu madde ile başımız dertte
Bize himmet et diye söylesek
Daha ne himmet edeyim
Bütün bir evreni dünyanıza katmışım
Sanki sizin gibi yan gelip yatmışım
Keçeli peçeli zevat-ı alişan

Çamlıca’da bir köşkte alayiş içindeki hayatını eleştirir, onda kendini eleştirmek ruhunun asansörüdür. Kendine söyler: “Acaba ben bütün bütün aldanmış mıyım? Görüyorum ki, hakikat noktasında acınacak halimize pek çok insanlar gıpta ile bakıyorlar. Bütün bu insanlar divane mi olmuşlar? Yoksa şimdi ben divane mi oluyorum ki, bu dünyaperest insanları divane görüyorum.” (Lemalar 250) Gösteriş ve alayiş içindeki durumunu divanelik, kendini hayran hayran seyredenleri de divane görüyor. Kendini suçlamak bir basamak yukarı tırmanmak.

Bediüzzaman’ın güz mevsimi ile ruhsal ve görsel imtizacının Everest’i Dokuzuncu Söz’dedir. İkindi namazını anlatır ama, onun mevsimlerle, zamanla, insan ömrü ile, dörtlü bir bağlantı ile ifade eder. “Asr zamanı ise güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem Ahirzaman Peygamberi Aleyhissselatü Vesselam Asr-ı Saadetine benzer ve onlardaki şuunat-ı İlahiyeyi ve inamat-ı Rabbaniyeyi ihtar eder.” (Sözler 38) İkindi vaktinde namaza duran adamın hayali ve ruh gözü bir sinematografın bir yerde sabit durup çevreyi içine alması gibidir.

Nerelere bakar?

Güz mevsimine,
İhtiyarlık vaktine,
Asr-ı Saadet’e,
Bir de içinde bulunduğu namaz anına,

Neleri düşünecek?

Güz mevsimini, sararmış ağaç yapraklarının rüzgarın tahriki ile yere doğru akışları. Bize gözleri veren sonbaharı ve ondaki şuunatı seyretmek için vermiş, ben caddede yürürken büyük bir ağaçtan düşen yaprakları görünce aklıma üstadın güz mevsimi imajları geldi, Bediüzzaman ve Güz yazısını o an yazmaya karar verdim. Tarlaları seyrederken “Temaşası benim olsun, mal kimin olursa olsun.” diyen adam. Temaşa derken bu kelimeyi davacı etmeyecek bir insan Bediüzzaman. Bediüzzaman demek seyir demek, temaşa demek, bakmak demek, görmek demek, tefekkür demek. O ne kadar içi zengin muhtevalı ve her an bir değişik camdan dünyaya bakan bir azametli göz. İkindi vaktindeki şuunat ve in’amat, say say bitmez, sonra onunla kalsa ihtiyarlık vaktinin şuunat ve in’amatı, sonra Cenab-ı Fevka’l-Beşer, Nebiy-yi Zişan’ın yaşadığı kutlu asır, onlardaki in’amat ve şuunat. Bütün bu in’amat ve şuunat bir kitap olur. Sanırım Bediüzzaman bunları düşünürken zaman açılmış ve bizim zamanımızdan kopmuş, yoksa bizim zamanımız böyle öğeleri çok bir namaza nerden sığsın, hocalar beden eğitim öğretmeni gibi, ola ki abdestin olmaya, alana kadar bittiğini görürsün, hocamızın işi vardır, geri kalmasın diye koşar Allah deyü deyü.

Kur’an’da beş duyunun, hangi beş duyu? Bütün duyuların istimali vardır. Kur’an ve insan duyguları, diye bir araştırma yapılabilir. Göze, kulağa, akla, hafızaya, hitap eden ayetler ve cümleler vardır.

İkindi vaktini anlatırken, güz, ihtiyarlık ve ahirzaman ile bağlantılar kurar. “Asr vaktindeki, o vakit hem güz mevsim-i hazinanesini ve ihtiyarlık halet-i mahzunanesini ve ahirzaman mevsim-i elimanesini andırır ve hatırlattırır.” (Sözler 40) Güz, ihtiyarlık, ahirzaman ve ikindi vakti, birlikte eşzamanlı bir düşünceye çağrılır bu namaz vaktinde. İkindi vaktinin benzeri vakitler ile arasında hüzün ortaklığını Allah ile mülakatın güçleri ile tedavi ederek, hüznü, manevi neşelere inkılap ettirir. “Şimdi ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve ihsana karşı perestiş eden ve firaktan müteellim olan ruh–ı insan, kalkıp abdest alıp şu asr vaktinde ikindi namazını kılmak için Kadim-i Baki, Kayyum-ı Sermedi’nin Dergah-ı Samedaniyesine arz-ı münacat ederek zevalsiz ve nihayetsiz Rahmetinin iltifatına iltica edip hesapsız nimetlerine karşı şükür ve hamd ederek, İzzet-ı Rububiyetine karşı zelilane rükua gidip Sermediyet-i uluhiyetine karşı mahviyetkarane secde ederek hakiki bir teselli bir rahat-ı ruh bulup huzur-ı kibriyasında kemerbeste-i ubudiyet olmak demek olan asr namazını kılmak ne kadar ulvi bir vazife, ne kadar münasip bir hizmet, ne kadar yerinde bir borc-ı fıtrat eda etmek, belki gayet hoş bir saadet elde etmek olduğunu insan olan anlar.” (Sözler 40) İkindi vaktinin, güz zamanının, ahirzamanın, ihtiyarlığın ruhu ezen elemlerini namaz ile tedavi eder. Namazın her biri insan ruhunun sığınağıdır, onu hayatın ve zamanın olumsuzluklarından kurtarır. İltifata iltica, şükür ve hamd, hakiki bir teselli, ruh rahatlığı, ulvi vazife, münasib hizmet, borc-u fıtrat, hoş bir saadet hepsi namazın yüce makamından insana yansır, vaktin çağrıştırdığı ruhsal buruklukları giderir.

İkindi vaktinin başka çağrıştırdığı vakitler de vardır: “Hem yevmi işlerin neticelenmesi zamanı, hem o günde mazhar olduğu sıhhat ve selamet ve hayırlı hizmet gibi Niam-ı ilahiyenin bir yekün–ı azim teşkil ettiği zamanı, hem o koca güneşin ufule meyletmesi işaretiyle, insan bir misafir memur ve her şey geçici bikarar olduğunu ilan etmek zamanıdır.” (Sözler 40) “Namaz’a titizlenin” diyor. Allah, ne kadar ağır bir sorumluluk. Kişi namazda ayetlerin iklimine gitmenin yanında bir de zamanın çok yönlü iklimine gidiyor. Her ikisinde cevelan eden melekat-ı insaniye, insanın melekeleri büyük zihni ve fikri, basari seyir gerçekleştirir. Bu kadar geniş bir zaman ve Kur’an iklimini o namaz vaktinde yaşamak Allah açısından mühim ki Bediüzzaman namazın vakit olarak değerine işaret eder, özellikle vakit kelimesini vurgular: “Her bir namazın vakti mühim bir inkılap başı olduğu gibi, azim bir tasarruf–ı ilahiyenin ayinesi ve o tasarruf içinde ihsanat–ı külliye–i İlahiyenin bir makesi olduğundan Kadir-i Zülcelale o vakitlerde daha ziyade tesbihin ve tazim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekununa karşı şükür ve hamd demek olan namaz emredilmiştir.” (Sözler 37)

Bir günün değişik zamanlarına yüklenen namaz, o vakitlerin bir gün içinde önemli değişim anları olduğu içindir. Sabah önemli bir vakit hem de Allah’ın saltanatının tezahür anı, öğlen, ikindi, özellikle akşam bir günün kapanış anı, saltanatın karanlık ile gizlenmesi, bütün bu seçilmiş vakitlerde Allah’ın saltanatının ilan memuru olan insan bu saltanat ve değişim anlarını ilan etmek için yerine gidip, el bağlayıp saltanatı dile getirmek zorundadır. Çünkü işi odur. “Bediüzzaman kardeşim ben bunlar için yaratılmışım.” der. Değişim anlarında tecelli farklılaşır, göze hitap eden tabiat levhaları değişir ve ona yüklenen ihsan büyür, bütün insan o vakitte bunlara mahal ve mekan ve makes olur. Ezik ve çözük ruh, namazdan bir kral azametinde güç almış olarak döner. Her vakit bir çeşme olan rahmet namaz vakitlerinde bir nehire dönüşür, koşup yıkanan kazanır.

Prof. Dr. Himmet Uç

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: