‘Hakikî Zaruret’ yoksa, ‘Sandalyede namaz’ olmaz!..

İslâm fıkhına göre kabul edilebilecek ‘Hakikî Zaruret’ olmadan sandalyede ayaklarını aşağı sarkıtarak oturmak suretiyle namaz kılanların artması ve camilerde böyle namaz kılmağa çalışmakta israr edenlerle cami görevlileri arasında çok sert tartışmaların olması üzerine, iki yıl önce Eylül ayında Mehmet Görmez’in Diyanet İşleri Başkanlığı döneminde bu mevzuda ülkemizde en yetkili karar organı olan Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından alınan karar medyada şöyle bildirilmişti:

Diyanet’in ikazı

Son zamanlarda camilerde her geçen gün artan sandalye, tabure hatta özel banklar üzerinde namaz kılınması uygulamasına Diyanetten ikaz geldi. Din İşleri Yüksek Kurulu, “Namazı normal şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse için asıl olan, namazını oturarak kılmaktır. Böyle bir kişi namazını kendi durumuna göre diz çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılar” dedi.

İbadette samimiyet olmalı

Diyanet, değişik zamanlarda din görevlilerine yazılar göndererek, “Kul Rabbi’ne ibadet ederken hem özde samimi olmalı hem de dinin belirlediği şekil şartlarını tam olarak yerine getirmeye özen göstermelidir. Özen ve hassasiyet eksikliğinden dolayı Rabbine karşı sorumlu olacağı bilincinde olmalıdır. Bu sebeple namazını tabure, sandalye ve benzeri şeyler üzerinde kılan müminin ileri sürdüğü mazeretleri kendisini vicdanen rahatlatacak boyutta olmalıdır. Namazı aslî şekline uygun olarak kılmaya engel olmayacak hafif bedenî rahatsızlıklar bu konuda meşru mazeret olarak görülmemelidir” ikazında bulundu.

Namaz ibadetinin rükünlerinin neler olduğu, nasıl uygulanacağının da bizzat Peygamber Efendimiz tarafından sözlü ve pratik olarak ortaya konulduğunu hatırlatan Diyanet, “Peygamber Efendimiz de; namaz kılmayı öğrettiği bir sahabiye, sonunda nasıl teşehhüd yapacağını gösterdikten sonra ‘Bunu da yaptığında namazın tamam olur’ buyurmuştur. Peygamberimiz nasıl namaz kılacağını soran hasta bir sahabiye ‘Namazını ayakta kıl. Eğer gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üzere kıl’ (Buhari, Taksiru’As-Salat, 19) buyurmuştur” sözlerinin altını çizdi.

Gücü yeten ayakta kılmalı

Namazın rükünlerden herhangi birinin mazeretsiz olarak terk edilmesi hâlinde o namazın sahih olmayacağını dile getiren Diyanet, namazın rükünlerinden herhangi birini yerine getirmeye engel olan rahatsızlıkların da kolaylaştırma sebebi sayıldığını kaydederek, “Buna göre;namazı normal şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse için asıl olan yerde oturarak kılmaktır. Böyle bir kişi namazını kendi durumuna göre yerde diz çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılar” cümlelerine yer verdi.  

Diyanet son olarak, “Camilerde sandalyede namaz kılmak, göze hoş gelmeyen bir görüntü ortaya çıkarmakta ve cemaat arasında tartışmalara sebep olmaktadır. Özellikle üzerinde namaz kılmak amacı ile camilerde sıralar hâlinde sabit oturakların yapılması, cami doku ve kültürüyle bağdaşmamaktadır. Bu sebeple hastalık ve özürlülük gibi herhangi bir rahatsızlığı bulunan kimselerin, zorunlu olmadıkça namazlarını sandalyede değil, yere oturarak kılmaları uygundur” ifadelerini kullandı.

Eğilemiyor, ama yürüyor!

Camiye kadar yürüyerek gelebilen bazı kişiler, ısrarla sandalyede namaz kılıyor. Ne Diyanet’in tamimleri, ne de muteber eserler dikkate alınıyor; bazıları kendi aklını ölçü kabul ediyor! 

Peygamber efendimiz ikaz etti

Resulullah Efendimiz, bir hastayı ziyaret etti. Onun, eli ile yastık kaldırıp, üzerine secde ettiğini görünce, yastığı aldı. Hasta, odun kaldırarak bunun üstüne secde etti. Odunu da alarak, “Gücün yeterse, yere secde et! Yere eğilemezsen, yüzüne bir şey kaldırıp, bunun üzerine secde etme! İma ederek kıl ve secdede, rükûdan daha çok eğil!” buyurdu. (Kaynak: Fethu’l-Kadir, Merakı’l-Felah, Halebi, Mecmau’l-Enhür)

İlmihal kitaplarında namazın nasıl kılınacağı konusu anlatılırken, (sandalyede ayaklarını aşağı sarkıtıp) “oturarak namaz kılmak”, aslında “ayakta duramayanlar için” bildirilmiştir. 29.09.2016

O zaman, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez bu mevzudan bahsederken, kendi köyünün camisinde bile muhtemelen hakikî mazeretleri olmadan, sandalyede namaz kılan Müslümanların olduğundan bahsetmesi de medyada yer almıştı.

O tarihten şimdiye kadar geçen iki yıl esnasında Diyanet İşleri Başkanlığı, bazı camilerin girişinde nadiren rastlanan bu mevzudaki yazısı dışında, maalesef gerekli ve yeterli şekilde üzerine düşeni yapmadı. Bazı Müslümanlar kör cehaletleri ve inatları veya “gerçek ubûdiyetten istiğnâ” ile, hakikî mazeretleri olmadan sandalyede namaz kılmak isteklerinden vazgeçmedikleri için, “aslında namaz kılmamış” sayılabilecek hallerini maalesef “namaz kılmış” zannetmekte devamları ile bugüne kadar geldiler.

Cami ve mescit isimlerini de vererek buna dair rastladığım çeşitli misallerden bahsetmek istemiyorum; fakat İstanbul’daki “Türkiye Diyanet Vakfı İslâmî Araştırmalar Merkezi ve Kütüphanesi’’nin yüz metre kadar yakınındaki mescitte bile yer alan, tramvaylardaki gibi sabit çok sayıda oturma yerlerinin, bu mevzu ile ilgili benim en çok hayretime ve üzüntüme sebeb olan örneklerden biri olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.

 
Sanki ‘kahvehaneye benzetecekler’

İki yıl önce bu konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan İlahiyatçı Yazar Osman Ünlü de, gerçek mazereti yokken sandalyede namaz kılmanın dinen uygun olmadığını, fıkıh kitaplarında namazın nasıl kılınacağının yeteri kadar anlatıldığını söylemişti. Kitaplarda yer alan namazı ayakta kılamayanlar için ‘oturarak kılın’ yazılarının yanlış yöne çekildiğini kaydetmiş olan Ünlü, “Oturarak kılın’ denilmesinden maksat, ‘yerde bağdaş kurarak namaz kılın’dır. Yerde bağdaş da kuramıyorsa, o zaman ayaklarını kıble istikametinde uzatmalı ve o şekilde namaz kılmalıdır. ‘Secdeye nasıl gitmeli?’ derseniz, ‘ayaklarını yerde kıble istikametine uzatmışken; tekbirini oturduğu yerde alır, ellerini bağlar, rükû için biraz eğilir, secde için de bundan biraz daha fazla eğilir’. Dinimizde, namazın nasıl kılınacağı konusu böyle anlatılırken, bunlar ayakta duramayanlar için bildirilmiştir” diye açıklamada bulunmuştu.

Osman Ünlü bu mevzuyla ilgili sözlerinin devamında “Dinî kitaplarımızda her şey çok açık ve net bir şekilde yazılmıştır; buna rağmen son zamanlarda bazı vatandaşlar kendi insiyatifleriyle sandalyelerde namaz kılıyorlar ve onların bu yanlışları çığırından çıkmış bir vaziyet alıyor; camilerde bunun için hususi yerler bile yapılıyor! Bu kişiler camilerimizi neredeyse kahvehaneye, kafeye benzetecekler!.. Bunun önüne geçmek için, Diyanet İşleri Başkanlığımız açıklamalarda bulundu. Dinî kitaplara bakılırsa, onların gerçek mazeretleri olmadan öyle namaz kılmalarına asla cevaz olmadığı açıkça görülebilir” demişti.

*

Bu mevzuda, ilgili her Müslümanın bilip uyması gerekenleri tekrar özetlersek:

SANDALYEDE NAMAZ KILINMASI, GERÇEK MAZERETİ YOKSA, ASLA CAİZ DEĞİLDİR!

 *Dizlerini bükemeyen hasta, yere oturarak veya yatağının içinde, ayaklarını kıbleye karşı uzatarak “ima ile” namaz kılabilir. Rükû için başını biraz öne eğer, secde için biraz daha fazla eğer. Koltuğa veya sandalyeye oturursa, ayaklarını sehpaya veya başka bir koltuğa koyarak kılabilir. Bunları da yapamayan hasta, yatarak ima ile namaz kılar.
*Ancak tekerlekli sandalyede oturan felçli hasta –ayaklarını önlerindeki bir sehpaya koyacak birisi olmazsa-  onları aşağı doğru sarkıtarak namaz kılabilir; ayaklarını sehpaya koyabilenlerin ise, namazları caiz olmaz!

*Dizlerini bükebilen hasta, yerde ayaklarını kıbleye doğru uzatamaz; kolayına geldiği gibi, mesela namazda oturur gibi oturur. Bu oturuş şekli onu rahatsız ederse, yerde bağdaş kurarak oturur.
*Yere oturunca kalkamayan, dizlerini de bükemeyen hasta, bir koltuğa veya sandalyeye oturup ayaklarını da başka bir koltuk veya sandalye üzerine uzatarak namazını kılar. 

                                              *

Bu gerçekler kendilerine tekrarlandığı halde yanlışlarında israr eden Müslümanları o yanlışlarında israrları ile “aslında namaz kılmadıkları halde, kendilerini namaz kılıyor zannetmek” hallerinden vazgeçirebilmek için ise, ekte verilen örnekteki gibi –kelimelerle söylenenleri renkli resimler lle de takviye ile- Diyanet İşleri Başkanlığı cami girişlerinde devamlı olarak asılmasını mecbur tutarak büyük afişler hazırlatmalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın renkli resimler diliyle de böyle bir irşad ve tebliği yapması, bu mevzuda mühim bir ihtiyaç halinde gözükmektedir.

Allah (c.c.) bizi, hakkı “hak” bilip ona tabi olan ve bâtılı da “bâtıl” bilip ondan sakınanlardan eylesin.

Prof. Dr. Mustafa Nutku

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: