Hz. Ali ve Risale-i Nur
Risale-i Nur ve Hz. Ali
Risale-i Nur eserlerini okuyanlar, bu eserlerde Hz. Ali’ye ve çeşitli vasıflarına sıkça atıfta bulunulduğuna şahit olmuşlardır. Hatta Risale-i Nur’da en sık ismi geçen sahabi Hz. Ali’dir.1 Bu çalışmamızda, Risale-i Nur’da Hz. Ali’nin üzerinde durulan, atıfta bulunulan, önemsenen ve haliyle örnek olarak bizlere sunulan hususiyetleri ile Hz. Ali’nin Risale-i Nur’la olan ilgisi üzerinde durulacaktır.
Bediüzzaman, eserlerinde Âl-i Beyt’in manevi şahsiyetinin mümessili hasebiyle, Hz. Ali’ye çok ehemmiyet verir. Bunun en önemli nedeni, İslam tarihinden bu yana Al-i Beyt tarafından yerine getirilmiş olan Kur’an ve İslam’a hizmet metodu ve misyonunun Risale-i Nur talebelerince tevarüs edilmiş olması ve bu mirasa sahip çıkılmasıdır.
Bediüzzaman, hem kendisi hem de Risale-i Nur ve Risale-i Nur talebeleri ile Hz. Ali, Hz. Hasan ve başta Şâh-ı Geylani olmak üzere Ehl-i Beyt arasında ciddi manevi bir münasebet görür. Bu hususta Risale-i Nur metinleri içinde telif edilmiş olan “Sekizinci Şua“, “On Sekizinci Lem’a“, “Yirmi Sekizinci Lem’a” ile Gavs-ı Azam’ın Kerâmet-i Gaybiyesi hakkındaki “Sekizinci Lem’a“da genişçe izahlar ve değerlendirmeler yapılmıştır.
Bediüzzaman, kendisini Hz. Ali’nin manevi bir evladı, Al-i Beyt’in bir ferdi olarak takdim eder. Kendi ifadesi ile: “Gerçi manen ben Hz. Ali’nin (r.a.) bir veled-i manevisi hükmünde, ondan hakikat dersini aldım. Ve Âl-i Muhammed Aleyhisselam’ın bir manada hakiki Nur şakirtlerine şamil olmasından ben de Âl-i Beyt’ten sayılırım.“2 der. Nesep olarak da kendisinin hem Hasenî hem de Hüseynî olduğunu ifade ettiği bazı kaynaklarda yer almaktadır.3
Bediüzzaman’ın yukarıdaki manayı teyid eden başka bir ifadesi de şu şekildedir: Ben üveysi bir tarzda bir kısım hakikat ilmini Hüccetü’l-İslam İmam-ı Gazali’den almışım. Şimdi anlıyorum ki, İmam-ı Gazali aynı dersi üveysi bir tarzda İmam-ı Ali’den almıştır. “Demek İmam-ı Ali’nin mühim bir şakirdi olan İmam-ı Gazali’nin (k.s) başı üstünde bu biçare talebesine şefkatkârane, tesellidarane, en sıkıntılı bir anda bakması, acib değil belki lazımdır.“4
Bilindiği gibi, üveysilik, üveysi tarz v.b. ıstılahlar özellikle İslam tasavvufunda Veysel Karani (r.a.) ile Peygamber Efendimiz arasında vicahen ve şifahen; yani yüz yüze olmayan, manevi olarak tesis edilen bağlılık ve münasebete telmihen kullanılmaktadır. Veysel Karani nasıl ki, Hz. Peygamber’i görmeden onun dersini talim etmişse, Bediüzzaman da, Gavs-ı Azam (k.s), Zeynelabidin (r.a.), Hz. Hasan ve Hüseyin vasıtası ile Hz. Ali’nin dersini talim emiştir.5
İşte Bediüzzaman, kendisi ile Hz. Ali arasında da bu duruma benzer bir ilişki olduğunu ve dolayısıyla kendisi ve Nur Talebelerinin hizmet dairelerinin bu sayılan zatların hizmet daireleri ile aynı olduğunu beyan etmektedir. Keza Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası isimli eserinde, Hz. Ali’nin, Risale-i Nur’un üstadı ve kendisinin de hakaik-i imaniyede hususi üstadı olduğunu ve Risale-i Nur’a Celcelutiye kasidesinde rumuzlu işaretiyle pek çok alakadarlık gösterdiğini beyan eder.6
Nur Külliyatı’nda, “Risale-i Nur, Âl-i Beyt ve İmam-ı Ali’nin bir manevi hediyesi ve eseri olarak” takdim edilir.7 Ayrıca ” Nur Şakirtleri’nin üstadı İmam-ı Ali olduğu”8 ve “Nurun mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt’in esas olduğu”9 beyan edilir.
Hz. Ali, Risale-i Nur’da, Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın en mühim bir talebesi, Kur’an ilimlerinin birinci naşiri10 ve Âli Beyt’in manevi şahsiyetinin temsilcisi11 olarak vasıflandırılmıştır.
Risale-i Nur’da; Peygamber Efendimizin, nazar-ı nübüvvetle ileride Hz. Ali’nin çok musibet ve ithamlara maruz kalacağını görerek onu ümitsizlikten ve ümmeti de onun hakkında su-i zandan kurtarmak için “Ben kimin efendisiysem, Ali de onun efendisidir.”12 mealindeki hadis-i şerif nakledilir.13
Ayrıca, Nur Külliyatı’nda, Hz. Peygamber’in, kendisi dahil olmak üzere, abasını Hz. Ali’nin de içlerinde bulunduğu beş kişi üzerine örtmesi ile “Hamse-i Âl-i Aba”dan sayıldığı ve Hz. Peygamberin bu hareketiyle Hz. Ali’yi istikbalde çıkacak olan dahili fitneler dolayısıyla onu ümmet nazarında aklama gayesini güttüğü ifade edilmektedir.14
Bediüzzaman, Hz. Peygamber’in (a.s.m) Hz. Ali’nin şiasına olan övgüsünün, Ehl-i Sünnet ve Cemaat’e ait olduğuna, zira Hz. Ali’ye olan muhabbetlerinin dengeli ve istikametli muhabbeti temsil ettiğine ve hadisçe bildirilen tehlikeli ifrat-ı muhabbetten sakındıklarına dikkati çeker.15
Risale-i Nur’da, halifeliğin kendisinden zorla alındığı bağlamındaki bir soruya cevap sadedinde, Hz. Ali’nin kendisinden önceki halifelerin şeyhülislamlığını yaptığını, şayet onları ve onların idaresini benimsemezse kesinlikle bu görevi kabul etmeyeceğini, haliyle halifeliğin kendisinden zorla alındığını iddia edenlerin sözlerinin hakikat olmadığını ve bu iddianın, Hz. Ali’yi, “olduğu gibi görünmeme”, yani “takiyye” yaptığı şeklinde bir istifhamı içerdiği beyan edilir.16
Hz. Peygamber’in neslinin devam ettiricisi olarak Hz. Ali üzerinde durulur. Peygamberimizin “Allah her peygamberin neslini kendi sulbüne koydu, benim sulbümü ise Ali’nin sulbüne koydu” keza, “Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır” hadis-i şerifleri nakledilir.17
Bediüzzaman, Fetih Suresi’nin son ayetinin18 Hz. Ali ile ilişkisini kurar. Bu ayeti; saltanat ve hilafete tam liyakatle ve kahramanlıkla girdiği halde, zühd, ibadet, fakr ve iktisadı seçen, rüku ve sücuddaki devamı herkesçe teslim edilen Hz. Ali’nin, (r.a.) gelecekteki durumunu ve o fitneler içindeki çarpışmalar nedeniyle mesul olmadığını, isteğinin Allah rızasını kazanmak olduğunu haber verdiği şeklinde tefsir eder.19
İsm-i Azam’ın herkes için bir olmadığı, örneğin Hz. Ali için İsm-i Azam’ın, “Ferd, Hay, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddüs” olmak üzere altı olduğunu izah sadedinde Hz. Ali’nin ismi geçer.20 Hz. Ali’nin bu değerlendirmesini Bediüzzaman aynen kabul etmiş olmalı ki, bu isimlerin genişçe izah edildiği “Esma-i Sitte” Risalesi olarak bilinen 30. Lem’a’yı telif etmiştir.
Hz. Ali’nin, tahdis-i nimet olarak ilminin genişliğine ve şümulüne işareten “Evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun. Sözümüze şüphe edenler zelil olur.” sözüne dikkat çekilir.21
Yine Risale-i Nur’da, Hz. Ali, esrar-ı huruf ve cifir ilminde üstad-ı mutlak olarak tavsif edilmektedir.22
Bediüzzaman’ın vefatından önce talebelerine verdiği önemli bir ders olan son mektubunda “Kur’an’a hizmetteki acib ihlası nereden ders aldın?” mealindeki bir soruya cevap sadedinde “iki noktadan” diye cevap veriyor. Verilen cevabın ikinci noktasında, Hz. Ali’nin ihlas ve ubudiyetteki hassasiyetini şu örnekle nazar-ı dikkate sunuyor: Kendi şahsını ve hayatını düşünmeyerek, tam huzur içinde namazını eda edebilmek için, namaz esnasında kendisine tam bir emniyet sağlayacak bir muhafız ifriti dergah-ı İlahi’den niyaz etmiş.23 Yine aynı yerde Hz. Ali kahraman-ı İslam olarak nitelendirilir.24
Risale-i Nur’da, Hz. Ali’nin çok önemsenen bir yönü de adalet timsali oluşudur. Hz. Ali hilafet-i İslamiye’yi Kur’an’da mevcut ve kendisinden önceki üç halife döneminde de tatbik edilmiş olan “adalet-i mahza” esasları üzerine oturtmak istemiş ve bu istikamette içtihadda bulunmuştur. “Cemel Vakası” olarak tarihe geçmiş olan hadise aslında Hz. Ali’nin temsil ettiği “adalet-i mahza” ile muhaliflerinin temsil ettiği “adalet-i izafiye”nin çatışmasıdır. Bediüzzaman bu tartışmada Hz. Ali’nin isabet; muhaliflerinin ise hata ettiğini beyan eder.25
Nur Külliyatı’nın en önemli risalelerinden olan Uhuvvet Risalesi’nde, Hz. Ali ihlas timsali olarak tanıtılır ve bu bağlamda aşağıdaki menkıbe bize örnek olmak üzere aktarılır. “Bir vakit İmam-ı Ali bir kafiri yere atmış, kılıncını çekip keseceği zaman, o kafir ona tükürmüş. O, kafiri bırakmış, kesmemiş. O kafir, ona demiş ki: ‘Neden beni kesmedin?’ Dedi: Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün, hiddete geldim, nefsimin hissesi karıştığı için ihlasım zedelendi. Onun için seni kesmedim. O kafir ona dedi ‘Beni çabuk kesmen için (maksadım) seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece safi ve halistir; o din haktır.’ dedi.”26
Bediüzzaman sair İslam alimleri gibi Hz. Ali için, “Şah-ı Velayet” ve “fütuhat-ı İslamiye’nin pehlivanı” unvanını kullanır.27
Risale-i Nur ile Hz. Ali arasındaki önemli bir bağlantı ve kesişme noktası da Bediüzzaman’ın, dolayısıyla “Nur Talebelerinin” evradları içine girmiş dua metinlerinde görülmektedir. Bunları çok kısa bir şekilde tanıttıktan sonra bunlarla irtibatlı olarak sayabileceğimiz ebced ve cifir ilmine de atıfta bulunacağız.
a- Celcelutiye: Hz. Ali’ye ait bir kaside olan ve menşei vahye dayanan28 bu kaside, İmam-ı Gazali gibi bir çok imamların şerhine mazhar olmuştur. Cifirli, ebcedli ve sırlı bir kaside olarak tavsif edilmektedir.29 Bu kasidenin özellikleri ile Risale-i Nur ve müellifine olan işaretleri “Sekizinci Şua” ile “Yirmi Sekizinci Lem’a” da etraflı bir şekilde anlatılmaktadır.
b- Ercuze: Hz. Ali tarafından vezinli olarak yazılan ve gelecekten haber veren meşhur bir kasidedir. Bediüzzaman, bu kasideden hem İslam’ın ilk dönemi, hem de Risale-i Nur’la ilgili bir kısım vakaları cifir ve ebced hesabıyla istihrac eder.30 Bu kaside ile ilgili geniş malumat “On Sekizinci Lem’a” da yer almaktadır.
c- Sekine: Sükun ve itminan, temkin, nefisteki telaşın kesilmesi ile hasıl olan kalp huzuru ve sükuneti şeklinde tanımlanır. Hz. Ali’ye atfedilen ve menşe itibariyle aslı vahye31 dayanan, kalp rahatlığı ve kuvveti veren çok mühim bir duadır. İçerisinde 19 harfli 19 ayet bulunmakta olup, İsm-i Azam’ı da ihtiva ettiği rivayet edilmektedir. Bediüzzaman, her gün bir çok kere bu isimleri zikir suretinde tekrar etmiştir.32
d- Cevşenü’l Kebir: Matbu Cevşen’in hemen girişinde bu dua ile ilgili olarak; “Hz. Peygamber’e (s.a.v.) Cebrail Aleyhisselam’ın vahiy ile getirdiği ve ‘zırhı çıkar bunu oku.’ dediği gayet yüksek ve çok kıymettar bir münacat-ı Peygamberîdir ki; Zeynelabidin‘den (r.a.) tevatürle rivayet edilmiştir.” notu bulunmaktadır. Bu duanın Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından hususi olarak Hz. Ali’ye talim edildiği rivayet edilmektedir. Bediüzzaman, Sünni ana kaynaklarda yer almayan Cevşenü’l Kebir’i Ehl-i Sünnet’e tekrar tanıtır.33 Ve Cevşen’i Ehl-i Beyt’in manevi gayet mühim bir mirası ve maden-i feyzi olarak vasıflandırır.34 Bediüzzaman, Cevşenü’l Kebir’i kendisine üstad yaptığını ve günlük vird olarak okuduğunu beyan etmektedir.35 Gerek Bediüzzaman’ın hayatında ve gerekse Risale-i Nur’a menşe ve mehaz olması açısından Cevşen’in yeri ve etkisi büyüktür.36
e- Cifir ve Ebced İlmi: Bediüzzaman’ın Hz. Ali ile münasebetini gösteren unsurlardan biri de ebced ve cifir ilmidir.37 Hz. Ali’nin istikbale ait bir çok işareti bu ilimleri kullanarak verdiği, Nur Külliyatı’nın muhtelif yerlerinde geçmektedir.38 Hz. Ali, Nur müellifini adeta verdiği bu gaybî haberlerin şifresini çözecek bir muhatap olarak görmüştür. Risale-i Nur’da, Hz. Ali’ye atfedilen ehemmiyet hem ondaki mesajların çokluğundan, hem de Bediüzzaman’ın, küfrü mutlaka karşı İsevilerin dindar ruhanileri dahil, bütün iman ehlini, birlik ve beraberliğe çağırma davasında, Hz. Ali sevgisini öne çıkaran Şii ve Alevi Müslümanlara ulaşmada Hz. Ali’nin bir ortak payda, sağlam bir köprü oluşu etkili olmuş olabilir.39
Sonuç
Hz Ali’nin Risale-i Nur’a bu derece alakadarlığı ve Risale-i Nur’da, Hz. Ali’nin gerek şahsının sahip olduğu yüksek meziyetlerin ve gerekse hilafeti zamanında uyguladığı “adalet-i mahza” anlayışının çağımız iman ve Kur’an hizmetkarlarına numune-i imtisal olarak takdimi elbette çok anlamlıdır. Bu durum şükrü gerektiren bir mazhariyet olduğu kadar; büyük ve ağır bir vazifeyi omzuna almış olmanın büyük ve hassas sorumluluğunu da beraberinde getirmektedir. Bu sorumluluğun ana öğesini ise “ihlas” oluşturmaktadır. Bediüzzaman, bu hususu, havf-reca, celal-cemal, takdir ve ikazı içinde barındıran bir üslupla, şöyle dile getiriyor:
“Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (r.a.), o mucizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz.”40
Hikmet HOCAOĞLU
Dipnotlar
1. Hz. Ebubekir’in 44, Hz. Ömer’in 41, Hz. Osman’ın 17 ayrı yerde ismi geçmesine mukabil H. Ali’nin tam 157 yerde ismi geçmektedir.
2. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 261.
3. Abdulkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, C. I, s. 36.
4. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, s. 327.
5. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 61.
6. Nursi, a.g.e., s. 200.
7. Nursi, a.g.e., s. 143.
8. Nursi, a.g.e., s. 210.
9. aynı yer.
10. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, s. 424.
11. Nursi, a.g.e., s. 29.
12. Tirmizi, Menakıb:19.
13. Lem’alar, s. 29.
14. a.g.e., s. 97.
15. a.g.e., s. 30.
16. a.g.e., s. 31.
17. a.g.e., s. 335.
18. Fetih Suresi: 29.
19. Lem’alar, s. 37.
20. a.g.e., s. 332.
21. Risale-i Nur Külliyatı, Nesil Yay., s. 2079.
22. Nursi, Lem’alar, s. 325.
23. Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 218-19. Bu niyazda, İkinci Lem’a’da zikredilen, Hz. Eyyub’un, şahsının çektiği sıkıntıyı nazara almayıp, şifa için duasını erteleyip ne zaman ki hastalığı ibadet yapmasına engel olmaya başladı, ellerini açıp “Ya Rab! Zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor” diye dua etmesindeki incelik ve nükteyi görmek mümkündür.
24. a.g.e., aynı yer.
25. Nursi, Mektubat, s. 50.
26. a.g.e., s. 259.
27. Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 113.
28. a.g.e., s. 112.
29. Nursi, Lem’alar, s. 325.
30. a.g.e., s. 191.
31. Buradaki vahiy kavramının Peygamberlere gelen vahiy ile karıştırılmaması gerekir. Zira arada mahiyet ve derece farkı vardır.
32. Nursi, Lem’alar, a.g.e., s. 197,336; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 109.
33. Bediüzzaman’ın Ehl-i Sünnet ve Şia arasındaki birleştirici vasfı burada da kendisini gösterir.
34. Nursi, Lem’alar, a.g.e., s. 336.
35. aynı yer.
36. Cevşen ile ilgili geniş bilgi için bkz. Peygamberimizin Cevşen Duası, İttihad Yayınları, İstanbul 1996; Abdulkadir Badıllı, Risale-i Nur’un Kudsi Kaynakları, Envar Neş. İstanbul 1994, s. 412.
37. Bu ilim ile ilgili olarak Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1993. C. I, s. 287-88.
38. Badıllı, a.g e., s. 925-995.
39. İbrahim Canan, Alevilik Sünnilik Meselesi, İstanbul 2002. s. 53. Benzer bir değerlendirme Türk-Kürt ilişkisi noktasında da yapılabilir. Bediüzzaman’ın Kürt bir coğrafyada dünyaya gelmesine, zamanın tedris dilinin Arapça olmasına rağmen, eserlerini Türkçe olarak yazması, hayatının önemli bir kısmının Türkler arasında geçmiş olması ve kendisine hizmet eden talebelerinin ekserisinin Türk olması ve meşhur bir siyasetçinin deyimi ile, “Nur Talebelerinin Türk’ü, Türkçü değil; Kürd’ü, Kürtçü değil” tespitinden de yola çıkarak, Türk-Kürt gerginliğinin giderilmesinde Risale-i Nur, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonrada ortak payda oluşturma, iman kardeşliğini pekiştirme fonksiyonunu icra edecektir.
40. Nursi, Lem’alar, s. 224.