Hz. Bilal Habeşi (R.A.)’nin Peygamber Sevgisi

Bilâl Habeşî Hazretleri, ilk imân eden sahabilerdendi. Müslüman olmadan önce Mekke’de müşriklerin ileri gelenlerinden Ümeyye bin Halef’in kölesi idi.

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Kâbe’yi putlardan temizledikten sonra Hz. Ebu Bekir’in vesileliği ile Müslüman olan Efendimiz’in müezzini Hz. Bilâl, burada ezan okuyarak, ortalığı tevhid nameleriyle coşturmuştu.

Peygamberimiz’in vefatı üzerine, ona karşı büyük bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine’de kalmaya dayanamayıp, ayrılmak zorunda kalmıştı. Hz. Ebu Bekir, Bilâl’e yanında kalması için ısrar ettiği halde, Hz. Bilâl ona şöyle demişti:

Eğer sen beni Allah için azat ettinse, bırak istediğim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yanında alıkoy!

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir ona istediği yere gidebileceğini söylemişti. O da Şam dolaylarına gitti.

Hz. Ömer, hicrî onaltıncı yılda Suriye ve Filistin’e gittiği zaman, Bilâl onu karşılamaya çıkarak Câbiye’ye gelmişti. Sonra halife ile beraber Kudüs’e giderek, bu kutsal şehrin teslimi sırasında bulunmuş ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs’e girmişti. Hz. Ömer, burada, Resûlullah’ın vefatından beri ezan okumayan Bilâl’den ezan okumasını rica etmiş, Hz. Bilâl de halifenin ısrarına dayanamayarak ezan okumuştu.

Hz. Bilâl ezanı okumaya başlar başlamaz, Hz. Ömer ve diğer sahabiler, Resûlullah dönemini hatırlayarak, gözlerinin önüne, geçmiş günleri getirip hüngür hüngür ağlamaya başladılar.

Bilâl’in ezanını dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmişlerdi.

BUNCA AYRILIK YETMEDİ Mİ YA BİLÂL?

Hz. Bilâl, bir gece rüyasında Resûlullah Efendimiz’i gördü. Sevgili Peygamberimiz kendisine adeta sitem ettiler; “Bunca ayrılık yetmedi mi, Ya Bilâl? Hala kabrimi ziyaret etmeyecek misin?

Zavallı yüreği, duracak hale geldi. Heyecan ve ter içinde uyandı. Hemen hazırlığa başladı. Şafak sökerken, ince, uzun ve garip deveciğiyle; mübarek Medine yollarına düştü. Biricik Efendisi’ne yaklaştıkça havayı kokluyor, taşları toprakları okşuyor ve gözyaşı döküyordu. Issız çölleri yara yara Medine’ye ulaştı.

O’na rastlayanlar, selam veriyorlardı. Sonra da yanındakilere diyorlardı ki;

İşte Bilâl, Bilâl Habeşî, işte Hazreti Peygamberin müezzini. O’nun gibi ezan okuyan, bu dünyaya gelmemiştir.

Fakat o, hiçbirini duymuyor, görmüyordu. Sanki çok kuvvetli bir mıknatıs, onu kendisine çekiyordu. Peygamber Efendimiz’in mübarek kabrine doğru ilerledi. Yüce makama erişirken Kur’ân-ı Kerim okudu.

SON DEFA EZAN OKUYORDU

En sonunda sevgilisinin kabrinin yanında bayılarak yıkıldı. Ayıldığı zaman, başucunda, sevgilisinin sevgili torunları Hasan ve Hüseyin Hazretleri; saçlarını okşuyorlardı. Sanki dünyalar onun oldu. Sarıldılar, kucaklaştılar, ağlaştılar; “Yavrularım! Ne kadar da dedeniz Hz. Resûlullah gibi kokuyorsunuz!” dedi.

Hz. Hasan sordu: “Dedemiz seni de çok severdi. Acaba O’nun hatırı için, bir şey istesek yapar mısın? ” Hz. Bilâl çok şaşırdı; “Bu ne biçim söz? Bu kölenizden ne emredersiniz, yerine getiririm!”. “Senden, bir defa da olsa ezan dinlemek istiyoruz. Ricamız sadece buydu.” dedi.

Ertesi sabah Bilâl Habeşî, son ezanını Mescid-i Nebevî’de okudu. Yanık ve hasret dolu sesiyle; “Allahu Ekber! Allahu Ekber!” dediği zaman bütün Medine halkı ayağa kalktı. “Eşhedu en lâ ilâhe illallah! Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” deyince kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk, hatta yataklarındaki hastalar bile, sokaklara döküldüler. Mescid-i Nebevi’ye koştular. Halk o kadar coştu ki, Peygamber Efendimiz yaşıyor sandılar. O günden beri dünyada, bir daha böyle bir ezan okunmadı. Bilâl Habeşî Hazretleri de başka ezan okumadı.

Onlar, böylesine Hz. Muhammed aşığı kimselerdi. Onu canlarından öte seviyor, aziz hatırasına sahip çıkıyor, hayatlarının her karesinde onun getirdiği prensipleri yaşıyorlardı. Ya biz!?

Ali Demirel / Bugün Gazetesi

Sende yorum yazabilirsin