İhlas Prensiplerinden Bazıları
Risale-i Nur kimseyi yalvarmaz sözü ise: Evet o yalvarmaz amma, Nur talebesi teşhisıni koyup kazanma ümidi olan kimseyi çeşitli yollarla ve metodlarla iknâ etmeye çalışır ve yalvarır, neticeyi yine Allaha bırakır.
Üstad Lem’alar kitabının bir haşiyesinde bir hikaye ile buna bir açıklama getiriyor şöyle ki: Büzürg Mihr’den sormuşlar neden Umera bilmediklerini öğrenmek için ulemanın kapısına gitmiyorlar? Ulema Ümeranın kapısına gidip bilmedikleri mes’eleleri onlara öğretiyorlar? Cevaben demiş ki: Ümera ilmin kıymetini bilmiyorlar ki gidip sorsunlar.
Bundan biz şu dersi alıyoruz: Tabii zeki ve ümit verici kimseler varken, kafası çalışmaz ve günahlarıyla kalbini karartan ve duygularını dumura uğratanlarla uğraşmayız. Dikkat edin onlarla uğraşmayacağız demiyorum, ötekiler varken bunlarla uğraşmayacağız ve uğraşırken yani reçeteleri yazarken dikkatli olup, ata et ite ot atma hamakatına düşmeyeceğiz.
Fakat Hiç unutmayacağız ki çevremizdekiler Nurların kıymetini bilmediklerinden derslere gelmiyorlarsa, bizde mi onların yanlarına gitmeyelim, her şeyi nazara alarak bize İman hakikatlerini anlatmak için yanımıza gelenler olmasa idi, yani onları Allah bize göndermese idi düşünün bu gün biz ne halde kalmış olurduk. Nur talebesi Doktor gibi olacak. Nasıl ki Doktor hastayı tedavi etmek için, çekinmeden hastanın nahoş kokulu yaralarına ve iltihaplarına kadar eğilir tedavi etmeye uğraşıp netice almağa çalışır. Aynen bunun gibi, Nur talebesi de muhatabının kûsuruna bakmadan, Aman kardeşime bir şeyler vereyim de , belki kendisinin ebedi azaptan kurtulmasına sebep olabilirim düşüncesi ile hiç çekinmeden vazifeyi yapmaya çalışmaya gayret edeceğiz.
Bu hususta İhlas Risalesinde bize çok güzel örnek ibareleri var; “Tariki hakta gidenlere refakatla iftihar etmek suretiyle vazife yapmak ve imamlık şerefini onlara bırakmak ve hak yolunda gidenlerin kim olursa olsun kendimizden daha iyi olduğunun ihtimali ile enaniyetten vazgeçip ihlası kazanmak” prensibi bize çok mühim ders veriyor. Yine “Ey ehli hak! Ey hakperest ehli şeriat ve ehli hakikat ve ehli tarikat , bu müthiş marazi ihtilafa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek yekdiğerinizin ayıbına karşı birbirinizin kusurunu görmemek için gözünüzü yumunuz.” Evet başkasını iyi kendimizi kusurlu görmeye bizim prensibimiz olacak. Her hangi dini mes’eleleri arkadaşımızla tartışırken bile, hakperestlik ve insaf düsturu olan İnşâallah arkadaşım haklı çıkar temennisinde bulunacağız. Çünkü arkadaşın haklı çıkarsa sen iki şey kar ediyorsun:
1- Bilmediğin bir şeyi öğrenmiş oluyorsun.
2- Kibirden kurtulmuş oluyorsun.Mademki biz fazilet furuşluk yapıp gıpta damarını tahrikten yasaklanmişiz. Hatta “en latif ve güzel bir hakikati imaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki, en masumane zararsız menfaattir. Mümkün ise nefsimize bir hodğamlık gelmemek için istemeyen bir arkadaşla yaptırılması hoşunuza gitsin. Eğer ben sevap kazanayim bu güzel mes’leyi ben söyleyeyim Arzunuz varsa, çendan (gerçi) onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mabeyninizde (sizin aranızda ) ki sırrı ihlasa zarar gelebilir”. Biz bu Düsturu kendimize numune-i imtisal yapmaya gayret edenlerden olmalıyız. Ehli hizmet, davasına hizmette muvaffak olmak için bu prinsip tükenmez bir kaynaktır.
Kıymetli kardeşlerim! “Ehli hakla ittifak etmek, davada muvaffak olmanın bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu” asla unutmayacağız. Şimdi dairede ufak defek ihtilaf olabilir, bir merkezden idare edilebilen İstanbul Nur talebelerinin Süleymaniye’deki tek 40 m2’lik Kirazlı mescid devri kapandı, biz dershaneyi idare edenlerin birilerini tutup diğerlerine küsmek şöyle dursun, ehli sünnet dairesinde kim olursa olsun onları sevmeye çalışacağız Tüm müslümanların, hassaten Nur talebelerinin çok dikkat etmeleri lazım gelen bir husus şu ki , bir kimsenin Allahın yoluna gelmesi için, sebep kim olursa olsun kaidesine tarafdar olmak gerektir. Müslümanlarla beraber olmak onları sevmek şöyle dursun, bu fitneli zamanda zındıkayı (ateistleri) def’etmek için İsevilerin (Hristiyanların) ruhani kısmı ile bile birleşme zamanı olduğunu Üstadımız Peygamberimiz (a.s.m.) mın bu güzel hadisi şerifini bize haber veriyor. Hatalı kimselere karşı bizim vazifemiz ona küsüp kovmak değil, belki kusurları için ona tövbeyi öğretip onu kazanmak lazım, Yani Kardeşlerimize karşı İlim ve hilm (yumuşaklık) prensiplerine dayanarak müspet hareket ederek kardeşler arasında tefani (kendimizi yok sayma) düsturunu tatbik etmek şarti ile hedefimize ulaşacağız.
Biz öyle kimselerden olmayacağız ki: Hüsnü zanla hareket etmesi mümkün iken zavallı sui zanna düçar olur, karşısındaki ne kadar iyi olsa yine muhakkak bir kusurunu arayıp bulur. Bu çok kötü bir haslettir. Halbuki, Müslüman suizanla değil hüsnü zanla mükelleftir, Kusuru olmayan pek yok ama varsa da biz o kusursuzları değil, her tarafı bizim gibi suçlu kimselerle uğraşacağız. Biz “sahili selamet olan darüs-selama Ümmeti Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkarmaya çalışan hademeler” olduğumuzdan ötürü, kardeşlerin nefislerini kendi nefisimize tercih eden Sahabe gibi olmalıyız, ve ancak bu şekilde Hz Ali ve Şâhi Geylani gibi kahramanları arkamızda zahir (yardımci) ve başımızda Üstad olarak bulabileceğiz.
Yine Üstadımızın dediği gibi: Mühim ve büyük hayırlı işlerin çok mani’leri olur, şeytanlar o hizmetin hizmetçileri ile çok uğraşır. Bu büyük hizmetlerde muvaffak olmak için bu mani’lere (engellere) karşı ihlas kuvvetine dayanmak gerektir, İhlası kıracak esbaptan (sebeplerden) yılandan akrepten çekindiğimiz gibi çekineceğiz. O esnada Yusuf (a.s.) dediğini de unutmayalım” Nefis kütülükleri çok emreder, kurtuluş ancak Allahın rahmetine sığınmakla olur”.
Biz her zaman her çeşit kardeşlere dershanenin kapısını açık tutacağız, Kardeşlerimizin dershaneye gelmelerine engel teşkil edecek sebeplere kat’iyyen tevessül etmeyeceğiz, hususi alemimizde şahsi fazilet yapabiliriz ama farz namazlarına daha yeni alışmaya çabalayan kardeşler yanında asla fazilefuruşluk yaparak nafile ibadetten bahsetmeyeceğiz, ders yaparken her zaman karşımızda kimler var. Onları nazari i’tibara alarak ona göre ders yapacağız. Ve ders yapabilecek kardeşler derse gelirken hazırlıklı olacak gelmeli, hiç farkı yok isterse ona ders yapmayı teklif etsinler isterse etmesinler.
Üstadımızın neşredilmeyen ifadelerini toplayan çok tecrübeli bir Ağabeyin bana gönderdiği bir yazısında Üstadın şöyle bir ifadesi geçiyor “Kardeşlerimden ne için sakal bırakmadığımı benden sormak istediklerini hissediyorum; Onlara cevaben bende derim ki: İleride Risale-i Nur talebeleri çoğalacağını biliyorum, eğer ben sakal bırakırsam onlarda sakal bırakırlar, fakat gençlere sakal kötü gösterildiğinden gençlerin sakaldan ötürü Nurlara dahil olmamaya sakal engel olabilir düşüncesi ile bırakmıyorum” demiş ve Üstadımızın sakal bırakmamasına sebeplerden bir tanesi de bu imiş.
Ben yurtdışına yani Rumeliye Risale-i Nur hizmetine gideceğimi bilse idim, bende sakal bırakmaz idim. Sakal sünnetine ters bakmadığımızı bildirmek için biz yaşlı yaşlılara Ağabeylerden sakal izni verildiği için sakal bıraktım ve ben sakalımı fazla uzatmıyorum, ama gene de yurt dışında sakalımın hizmete engel olduğunu fark ediyorum. Hulasa ben sakal bıraktığım için çok korkuyorum ve endişe ediyorum: Ahirette Aleyhissalatu vesselam sakal bıraktığımdan ötürü beni yanından kovarsa acaba halim ne olur. Çünkü belki de sakalım sebep oldu yurtdışında herhangi Müslüman genç sakalımdan ötürü yanıma yaklaşamadı ki iman hakikatlerinden hisse alsın. Az önce dediğım gibi daireye herkes gelebilir sakallısı da sakalsızı da. Fakat Nur dairesindeki gençlerin sakal bırakması, dışarıdan gelen gençlerin dershaneye gelmemelerine kuvvetli bir sebep teşkil ettiğinden ötürü dershanedeki kardeşlerim sakal bırakmadıkları için çok isabet ediyorlar. Allah onlardan razı olsun. Ve dershaneye bakan Esnaf ağabeylerden Allah ebeden razı olsun ki, dershanede kalan fedakâr kardeşlere yeni elbiseler alıp onları temiz gezdiriyorlar. Çünkü bugün zavahiri fethetme şartı var, bilhassa dershaneye yeni gelenler, karşılarına çıkanların üstüne başına bakıyorlar ona göre değerlendiriyorlar. Bugünkü eshabı suffa bu hususa çok dikkat etmeli ki davasına hizmet edebilsin. Hulasa, biz Muhabbet fedaileriyiz. Acz, Fakr, Şefkat, Tefekkür Şiarı üzere kurulan da’vanın mensuplarıyız.
Siyaset ve menfaatten uzak duran, SEVGİ, İLGİ, BİLGİ, kaidesi ile hareket eden kusuru başkasında değil, kendinde arayan bir kervanın kemter müntesiplerinden biriyiz.
Eddâî vel-müsted-î(Dua edıp dua bekleyen) Sizi Çok seven pür kûsur kardeşiniz
Abdülkadir Haktanır
www.NurNet.org