İstişâreye Önem Vermek

İstişare; Peygamber Efendimiz’in (sav.) en çok ehemmiyet verdiği önemli sünnetlerinden biridir. İstişare her meselede önemli olmakla birlikte, özellikle ticari hayatta çok büyük önem arz eder. Günümüzde ferdi ve içtimai sıkıntıların temelinde, istişaresiz iş yapmak ve şahsi fikriyle hareket etmek vardır. İstişaresiz ve tek başına iş yapma alışkanlığı ne kadar çok olursa, hatalar ve meydana gelecek sıkıntılar da o nispette artar. Atalarımız;

“Ulu sözü dinleyen, ulu dağlar aşar.”,
“Akıl akıldan üstündür.”,
“Bin bilsen de bir bilene sor.”

diyerek, istişârenin önemini veciz şekilde ifade etmişlerdir.

Akıllı ve tecrübeli kimselerle müşavere eden bir kimsenin hata yapması ve isabetsiz karar vermesi nadiren vuku bulur. Ehl-i hikmet şöyle buyurmuşlardır:

“Meşveretten daha büyük bir kuvvet yoktur. İstişare ile yapılan isabetsiz bir iş, istişaresiz yapılan isabetli ve doğru işten daha iyidir.”

Bir insan ne kadar akıllı, zeki ve tecrübeli olursa olsun, müşâvere esasına uygun hareket etmedikçe, muvaffak olamaz ve karşılaşacağı problemleri kolay bir şekilde halledemez. Müsteşar yani kendisiyle istişare edilen zat emin, dirayetli, mütefekkir, müstakim, tesir altında kalmayan, sağlam fikirli, keskin görüşlü, insan psikolojisini iyi tahlil edebilen, öfkeden uzak, sabırlı, bilgili, sahasında uzman, tecrübeli, faziletli, samimi ve vakarlı olmalıdır. Zira, bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

“Her kim kendisiyle müşaverede bulunan kardeşine bildiği hâlde, hilâfına bir beyanda bulunursa şüphesiz hıyanet etmiş olur.”

Evet kişi, istişare meclisinde fikirlerini açıkça söylemekten çekinmemeli, ancak düşüncelerini yumuşak bir dil ve mütebessim bir yüzle ifade etmelidir. Şayet o meclisten kendi görüşüne muhalif bir karar çıkarsa, ona tabi olmalı ve kesinlikle o kararı tenkit etmemelidir. Çünkü, meşveretten çıkan karara uymak vaciptir. Aksi bir hareket büyük bir hata olduğu gibi, İslam ahlakına uygun bir davranış değildir. Zira istişare neticesinde alınan kararlara muhalefet etmek hatadır.

Herhangi bir konuda istişâre edileceği zaman iki yol izlenir: Birincisi, birkaç kişiyle ayrı ayrı görüşülür, fikirleri alınır; fikirler hangi noktada daha çok ittifak ediyorsa, o görüş benimsenir. Diğer bir yol ise, o kişiler bir araya getirilerek, onların görüşleri alınır ve konu müzakere edilir, görüşler incelenir ve en uygun görüşte karar kılınır.

Herhangi bir iş hususunda görüş ve düşünceler alınıp istişare ile hareket edildiği halde, muvaffak olunmaz ve o işten iyi bir netice alınmazsa, bu konuda düşüncesi alınan kişiler tenkit ve tekdir edilmemelidir. Eğer kişiler, görüşlerindeki isabetsizlikten dolayı kınanır ve azarlanırsa, böyle kimseler kendisiyle istişare etmek isteyenlere görüş ve düşüncelerini ifade etmekten çekinirler.

Meşveret, arının çeşitli çiçeklerden malzemeyi toplayıp bal yapmasına benzer.

Müşavere hayırlı ve isabetli karar vermede bir anahtardır. İslâm dini meşveret esası üzerine kurulmuştur. İstişâre Cenab-ı Hakk’ın emri ve Hazret-i Peygamber’in (sav.) mühim bir sünnetidir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurur:

“İş hususunda onlarla müşavere et.” 1

Başka bir ayette ise şöyle buyrulur:

“Onların işleri, aralarında istişâre iledir.”2

Peygamber Efendimiz (sav.) de şöyle buyurur:

“Biliniz ki, Allah da Resulü de müşavereden müstağnidir. Ancak Allah Teala bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse hayırdan mahrum olmaz, her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz.”

Başka bir hadislerinde ise şöyle buyurmuşlardır:

“İstişare eden bir topluluk işlerinin en doğrusuna muvaffak olur.”

“İstişare eden pişman olmaz.”

Hz. Peygamber’in (sav.) istişareye memur edilmesi, istişarenin ehemmiyetini ümmetine anlatmak içindir.

Hz. Peygamber (sav.) ümmetini istişâreye teşvik etmiş; kendisi de her konuda onlarla müşavere etmiştir. Meselâ; Bedir Savaşında Mekke müşriklerinin geldiğini haber alan Peygamber Efendimiz (sav.) bu konuda ne gibi tedbir alınacağı hususunda ensarla müşâvere etmiştir. Ayrıca muharebeden sonra da Bedir esirleri konusunda, Uhud ve Hendek Gazvelerinde, Hudeybiye’de, Taif Seferinde, ezan konusunda ve daha birçok meselede ashabıyla istişâre etmiştir. Bunun içindir ki, Ebû Hureyre şöyle buyurmuştur:

“Ben Rasûlullah’tan daha çok, ashabıyla istişâre eden kimse görmedim.”

Akıl ve zeka yönüyle insanların en mükemmeli olan Hz. Peygamber (sav.) istişareye bu kadar ehemmiyet verdiği halde, bizim gibi aciz ve noksan kimselerin kendi görüşleriyle yetinip istişare etmemesi büyük bir hatadır.

Evet, Hz. Peygamberin (sav.) sahabeleri ile yaptığı müşaverede kendi görüşünü terk ederek çoğunluğun görüşüne tabi olması onun (sav.) istişareye vermiş olduğu ehemmiyeti ve istişarenin nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Nitekim, Uhud savaşından önce Hz. Peygamber (sav.) savaş hakkında ashabıyla müşavere etmiş, kendi reyi Medine’de kalıp müşrikleri karşılamak olduğu halde, ekseriyetin isteği üzerine şehir dışında savaşmıştır.

Nübüvvet gözüyle birçok güzide sahabenin bu savaşta şehit olacağını gördüğü halde meşveretin ruhuna muhalefet etmemek için kendi reyini terk ederek arkadaşlarının reyine tabi olmuştur.

Diğer bir misal; Peygamber Efendimiz. Bedir savaşında, kendilerine en yakın kuyunun başında durdu ve orayı karargâh yapmak istedi. Bu sırada Ashap’tan Hubâb el-Cümuh, Peygamberimize,

“Yâ Resulullah! Burayı, bir vahiy ile mi seçtin? Yoksa bu bir görüş, bir harp taktiği midir?” diye sordu. Resulullah (sav.);

“Bu bir görüş ve harp taktiğidir.” buyurması üzere sahâbe,

“O halde Yâ Resulullah! Burası harp için uygun bir yer değil, orduyu buradan kaldırıp düşmana en yakın kuyuya gidelim. Orada bir havuz yapıp içine su dolduralım, geride kalan kuyuları tahrip edelim, düşman istifade edemesin.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s),

“Sen güzel bir fikre işaret ettin.” buyurdu ve o sahabenin dediği şekilde hareket etti.

Cenab-ı Hakk’ın emri, Peygamber Efendimizin de mühim bir sünneti olan istişareyi hayatlarına tatbik eden sahâbe-i kiram efendilerimiz ve özellikle de Hulefâ-i râşidîn hazretleri istişâreye büyük önem vermişler, Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.a); istişâre etmek üzere Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Muaz b. Cebel, Ubey b. Ka’b, Zeyd b. Sâbit ve diğer bazı ashaptan oluşan birermüşâvere heyeti oluşturmuşlardır. Nitekim, Hz. Ömer (r.a) Şam’a giderken, yolda orada veba salgını olduğunu öğrenince, yola devam edip etmeme konusunda muhâcir, ensar ve Kureyş’in ileri gelenleri ile istişâre etmiş ve onların teklifini kabul ederek geri dönmüştür.

İslam idaresi, hiçbir zaman bir şahsın fikrine ve idaresine münhasır olmamıştır ve olamaz da. Zira, İslam, kişilerin heva ve heveslerine göre yapılan bir idareyi reddeder. İslâm’daki istişâre sistemi ehil olan kimselerin görüşünü esas alır. Bu bakımdan özellikle devlet idaresinde bulunanların dinî meselelerde âlimlerle; memleket meselelerinde ilim ve irfan erbabı ile istişâre etmeleri elzemdir, akıl ve hikmetin gereğidir.

Mehmed Kırkıncı

Dipnotlar:

1 Âl-i İmrân Suresi, 3/159.
2 Şûrâ Suresi, 42/38.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: