Kiminle Yarışıyorsunuz ki?

Parçalanırcasına savaştığım en çirkin hislerimden birinin kıskançlık(1) olduğunu bilirim.

Özkardeşimle ikimizi çocukluğumuzda ölümüne savaştıran kıskançlığa açtığım savaşı hâlâ bitiremedim. Bu ruhsal virüsün saldırısına uğradığım yıllarımı analiz ediyorum: Kendime rakip gördüğüm insanların ilerleyip geçmelerinden rahatsızlık duyuyordum. Birilerinin benden daha iyisini yapmasından acı çekiyordum. Kıskançlığım dostlarıma yakınlaştıkça şiddetleniyor; uzaktaki insanlara kaydıkça zayıflıyordu.

İğrençliğini keşfettiğim bu şeytan ahlâkına savaş açtığımda, aynı virüsün neredeyse tüm çevremi kuşattığını fark ettim. Çoğumuz çoğumuzu kıskanıyormuşuz! Başkalarıyla boğuşmayı terk ederek, bu ruhsal marazdan kurtulmak, afiyete kavuşmak istedim.

Kıskançlığın sırrını aradım ve buldum:

  • Başkasıyla rekabet edenler kıskanırlar.
  • Başkalarından takdir bekleyenler kıskanırlar.
  • Gururlananlar, dünyevî değerlere itibar edenler, kendilerini insanların yorumlarına göre ayarlayanlar kıskanırlar.
  • İlâhî sevgi ve rızadan, şefkat enginliğinden mahrum kalanlar kıskanırlar.

Bunu anladığımda, sözümü verdim ve ruhumun en büyük savaşını hâlen daha, vicdanımla kıskançlık arasında canlı tutuyorum. Kıskançlık öylesine inatçı bir virüs ki, küçülüyor, zayıflıyor; zayıf bir ânımda yeniden diriliyor. Onu bir türlü tamamen ve ebediyyen cehenneme yuvarlayamıyorum.

Kıskançlıkla savaşımda büyük dersler aldım: Yaratıcımdan başka kimsenin takdiri için çalışmayacağım. Yaratıcımın bana sunduğu değerlerle gurur değil, şükran duyacağım. Kimseyle rekabet etmeyeceğim. Ben sadece benimle yarışacağım ve kendimle yarışımı son soluğuma kadar sürdüreceğim. Hayata böyle baktığımda, ne denli huzur duyduğumu anlatamam.

Kiminle rekabet edeceğim? Her yer, benden daha güzel, daha zeki, daha zengin ve daha akıllı insanlarla dolu. Kıskanarak onlarla yarıştığımda, ayakları altında kalıyorum. Rekabet edersem, kendimi başarısız gördüğümde, kalbim ya onların aleyhine yönelir, ya da “Sen öyle olamazsın, bırak bu boş hayalleri” der.

Üstelik, kıskanarak rekabet edenler, ikiyüzlülüğe zorlanıyorlar: Güzel görünmeye, zekilik ve üstünlük numarası yapmaya teşvik ediliyorlar. İnsanın gerçek kimliğinin üzerine sahte bir kimlik yerleştirmeye çalışması, yorucudur; bunaltıcıdır. Oysa kader kimseyi kimseyle yarıştırmıyor. Birbiriyle rekabet eşit şartlar altında mantıklıdır. Bizi başkalarıyla yarıştıracak olsaydı, Allah kimimizi uzun boylu, kimimizi kısa boylu yaratmazdı. Kimimizi sert bileklerle, kimimizi narin parmaklarla donatmazdı. Kimimiz göremeyiz; kimimiz tutamayız. Çünkü bizim rakibimiz biziz. Kalbinize şöyle ilham edilir: “Biz SENİ muhatap aldık, SANA görev verdik ve SENİ sorumlu tuttuk. Oradaki SENSİN. Biz SENİ seviyoruz; SENİN adına başkalarını değil. SENİN en iyi olman, her gün SENDEN daha iyi olmayı başarmandır. İki günün birbirine denk olmasın.

Büyük insanları veya başarıları elbette örnek alacağız; ama, onlarla rekabet etmeyeceğiz. Onları aşmanın yolu, kendimizden daha iyi olmaya adanmaktır. Başkalarının büyüklüğünün bizi küçültmesine izin vermemeliyiz. Yeryüzünün en zor sanatı başkalarının başarılarını kıskanmamaktır. Başkalarıyla rekabet eden, zayıf düştüğünde, kıskanmaya mahkumdur.

İnsanların gözünde yükselmek isteyen, zirvedeki tek kişi değilse, kıskanır. Yaratıcının indinde yükselmek isteyenin şefkati Peygambere (a.s.m.) benzer: Diğerleri açken doyamaz, diğerleri dışarıdayken Cennetin kapısından giremez. Çünkü onun kalbi Yaratıcının rahmet penceresinden bakar: Tüm çocukları kendi çocuğu gibi görür; tüm anneleri kendi annesi gibi sever. Doğrudur, bazı büyükler cennet gibi bir dünya oluşturmamıza katkı sağlıyorlar; ama onlar bizi kalbimize girerek yönlendirenlerdir. Onlar kıskanarak kafamıza basmıyorlar; onlar toplumlarını sırtlayıp selim sahillere sevk ediyorlar. Onlar kafamızı ayaklarına eğmiyorlar; ruhlarıyla kalbimize eğiliyorlar.

Eğer yüksek liderliğin özelliği ‘zor kullanmak’ olsaydı, bunu önce Yaratıcımız yapardı ve peygamberlerine yaptırırdı. Oysa peygamberler, kurtarmaya adandıkları insanlara âdeta yalvardılar. Kıskandığımız kişiler, genellikle bizden başarılı olan kişilerdir. Kaderleri onları da bizim gibi başarı yolculuğunda sürüklüyor. Eğer doğru yolda devam ederlerse, aynı yarışın içinde onlardan büyük olduğumuzu hiçbir zaman göremeyeceğiz. Çünkü onlar çok yüksekteler; onlar bizden önce yarışa çıktılar; biz yükselirken onlar yerlerinde saymıyorlar.

Büyükleri geçmeyi dilemek, onların yerlerinde saymasını arzulamaktır. Kıskanmak bu yüzden bencilliktir; merhametsizliktir. Kıskanan, başarıyı hak edemez. Diyelim ki biz ayrımcılık yapma cür’etine sahibiz. Ama Yaratıcımızdan da ayrımcılık beklemek evreni öfkelendirir. Vicdanlı anne, evlatları arasında ayrım yapamaz; aziz bir baba bir çocuğunu diğerine tercih edemez.

Ben hangi Âdem’in evladı isem, Einstein da, Edison da, İbn Sina da, Farabi de onun evladıdır. Kardeşimin başarısına dua etmem gerektiği gibi, Afrikalının başarısından da sevinmeliyim. Rahmet sadece benim kalbimde değil; tüm evrenin semasındadır. Bunu anladığımız sürece, sınavlarımız bizi endişelendiremez. Başarısızlık bizi korkutamaz. Hatalarımızın bilinmesinden huzursuzluk duyamayız.

Biz insanların verdiği onurun değil; Yaratıcımızın sunduğu onurun ardında olduğumuz sürece, İlâhî Rahmet ruhumuzun incitilmesine izin vermeyecektir.

1-Ailenin ahlâk ve onurunu koruyan, eşler arası kıskançlık farklı bir konudur. Kıskançlığın burada odaklandığımız boyutuyla karıştırılmamalıdır.

Muhammed Bozdağ / Zafer Dergisi

mbozdag@yetenek.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: