Risale-i Nur’un Tahrif Edildiği İftirasına Cevaplar 2

risale-i-nurun-tahrif-edildigi-iftirasina-cevaplar-ikiNüsha Farkları; Risale-i Nur’un Tashihine Ait İzin ve Ruhsat Belgeleri

Nüsha farkı, Kur’an müstesna olarak hemen hemen her kitabda mevcuddur. Hatta Kur’an’ın lafız ve kelimeler cihetinde nüsha farkı yoksa da, kıraat tarzında çeşitli telaffuz şekli vardır. Hem, Ehl-i Sünnet Ve-l Cemaatın yanında Kur’an’dan sonra en makbul ve muteber sayılan Buhari-i Şerif’de dahi bazı nüsha farkları bulunmaktadır. Buhari’nin İstanbul baskılı Osmanlı nüshasının kenarında bu nüsha farklarına işaretler konulmuştur. Bu böyle olunca, elbette Risale-i Nurlarda da nüsha farkları olacaktır. Bu farklar sadece kelimelerde değil, cümlelerde hatta satırlarda da olması gayet tabiidir. Sair kitablardaki de öyledir.

Evet, Risale-i Nur kitablarının nüsha farkları vardır, fakat aynı manada ve aynı teradüfte ayrı ayrı kelimelerden ibarettir. Çünki, Müellif-i Muhterem uzun zaman tashih vazifesinde yüzlerce, binlerce risaleyi tashih ederek bu kelimeleri ilave etmiştir.

Böylece Üstaddan musahhah elyazma me’haz eserlerde de bazı nüsha farkları bulunmaktadır. Bu me’haz eserler, naşirlerce muhafaza edilmektedir.

İşte şimdi biz bu gerçeğin delil ve belgelerini arzetmeye çalışacağız. Daha sonra da nüsha farklarının keyfiyeti hakkında ve nasıl ve nerelerde vaki’ olduğunun şekli üzerinde isbatlı bir araştırma yapacağız. Bu izin ve ruhsatlar, Risale-i Nur’un te’lifi ve neşriyatıyla beraber uzun müddet devam etmiştir. Bütün bunları sıralayacak değiliz. Birkaç örnek vermekle iktifa edeceğiz.

Hem bu izinler, rastgele herkese verilmiş değildir. Belki merhum Hulusi Bey gibi, Hüsrev Altunbaşak gibi bazı zatlara ve ayrıca Medreset’üz-Zehra erkanlarının müşterek meşveretlerine verilmiştir. Bunun yanında, Hz. Üstad’ın hayatının son senelerinde o izinleri kaldırdığına dair bazı davranışlarının emareleri ve bazı ifadelerinin varid olduğunu da tekrar hatırlatırız.

Bundan evvel dört suale cevab ve muğayyebat-ı hamseye dair Sabri Efendi ve Hafız Ali’nin suallerine dair kısa cevabı Hüsrev ile beraber okuyunuz. Münasib görürseniz üçü birden ya Onaltıncı Lem’a veya yazılmayan Ondördüncü Mektub makamına kaim edilsin. Hem yanlış var ise tashih edersiniz. Çünki cevabların aslı sünuhat olmakla beraber, tafsilatında fikrim karışarak yanlış edebilir.

Keşki şair olsaydım, bunu tekmil etseydim, dedim. Halbuki şiir ve nazma istidadım yokken yine başladım, fakat nazm ve şiir yapamadım. Nasıl hutur etti ise öyle yazdım. Benim varisim olan sen, istersen nazma çevir, tanzim et.

Verilen izin ve ruhsatlar karşısında Albay H. Hulusi Bey’in bir beyanı: Sabri Efendi kardeşimiz ne güzel takdir etmiş, maşaallah, maşaallah. Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Evet bazı ibareler belki edebiyat denilen şeye tam muvafık düşmüyormuş. Bunda da isabet var. Çünki edebiyat satılmıyor, Kur’an’dan nurlar gösteriliyor. Bu fakir kardeşiniz bu Sözleri okuduğum zaman Üstadımı temsil eder bir hal alıyorum. Tabiratınızla, şivenizle okumak bana o kadar zevkli, lezzetli geliyor ki, tarif edemem. Onun için bir harfe dokunmayı, azim bir günah, işliyorum telakki ediyorum. Bazan verdiğiniz selahiyetin manevi kuvvetiyle namınıza olarak bir harfin yerini değiştiriyor veya kaldırabiliyorum. İşte bendeki telakki ve tesir bu mahiyettedir.

Salisen: Şeytanla münazara namındaki Birinci Mebhasdaki şeytanın mesleğine ait bazı tabirat çok galiz düşmüş. Haşa, haşa kelimesiyle ve farz-ı muhal suretindeki kayıdlarla ta’dil edildiği halde, yine beni titretiyor. Sonra size gönderilen parçada bazı ufak ta’dilat vardı; nüshanızı onunla tashih edebildiniz mi? Fikrinizi tevkil ediyorum; o tabirattan lüzumsuz gördüklerinizi tayyedebilirsiniz.

Bediüzzaman, Hazretleri, Kastamonu hayatında da yine bu konuda daha geniş izin ve ruhsatlar vermiştir. Bilhassa Taşköprülü Sadık Bey’le Tarihçe-i Hayat’ının muhtevası konusunda yaptığı muhaberelerde daha çok ve geniş tasarruf izinleri vermişlerdir. Bunlar yazmakta olduğum Tarihçe-i Hayat kitabının baş taraflarına kısmen kaydedildiği için, onların dışında kalan bir iki nümune arz ediyorum:

Zannederim ki, hakaik-ı aliye-i imaniyeyi Risale-i Nur ihata etmiş. Başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşaallah vazifeniz, şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve ta’lim ile, belki Yirmibeşinci ve Otuzikinci Mektubları te’lif ile ve Dokuzuncu Şua’nın dokuz makamını tekmil ile ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertib ve tashih ile devam edecek.

Yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçenin farkı olduğundan, yeni Türkçe için bazı kelimat-ı Arabiyede tasarruf edildi. Siz de öyle yapabilirsiniz. Risale-i Nur yirmi sene evvelki Türkçe ile konuşur. O zamanı görmeyen gençlere teshilat olmak için bazı ta’biratı değiştirseniz iyi olur.

1944-1949 yıllarında Üstad, Emirdağ’ında iken bu konuda verdiği izinler vardır. İki, üç nümune arz ediyoruz:

Çok faal ve imanı ve ihlası çok kuvvetli Ahmed Nazif evvelce yazmıştı ki, Zülfikar ve Asa-yı Musa’daki manası anlaşılmayan müşkil bazı Arabi kelimeleri tercüme etmek gibi hizmeti benden isterdi. Benim şimdiki halim ve devam eden hastalığım ve maddi sıkıntılarım müsaade etmiyor. Sizler iki veya üç zatı bu vazife ile benim bedelime meşgul ediniz. Fakat çok inceden inceye gitmesinler. Hatta manayı bozmayan yanlışlara çok ehemmiyet verilmesin.

Bundan sonraki kısmı, bütün ömrümde görmediğim dehşetli ve semli bir hastalık içinde yazılmış. Kusuratıma nazar-ı müsamaha ile bakılsın. Hüsrev münasib görmediği kısmı ta’dil, tebdil ıslah edebilir. Zülfikar Mecmuasının tashihini tamam yapamıyorum. Bir tek nüsha mukabelesiz tashihi ise; yirmi sene evvelki te’lif zamanına gayet kuvvetli bir kuvve-i hafıza ile girmek lazım geliyor ki, tam tashih edilsin. Halbuki bu hastalıkta kuvve-i hafızam sönmüş hükmündedir. Fakat ben şimdi baktım ki, hadsiz şükür olsun, manayı bozacak ehemmiyetli yanlışlar pek az gördüm. Onun için mühim yanlışlar görsem, bir listecik size gönderilecek. Said Nursi.

Bu gelecek yazıda tasarruf için ruhsat izni bulunduğu halde, o tip izin ve ruhsatların kaldırıldığını da iş’ar ediyor:

Saniyen: Nur’un metni, izaha ihtiyacı olsa, ya satırın üstünde, ya kenarda haşiyecikler yazılsa daha münasibdir. Çünki metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lazım gelir. Hem su-i isti’male kapı açılır, muarızlar istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik müdakkik olmaz, yanlış bir mana verir, bir kelime ilave eder, ehemmiyetli bir hakikati kaybetmeye sebeb olur. Ben tashihatımda böyle zararlı ilaveleri çok gördüm. Hem benim tarz-ı ifadem, bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor. Bir parça dikkat ve teenni ister. Belki bunun da bir faydası, bir hikmeti var.

Bediüzzaman’ın bunlar ve benzeri bir çok izin ve ruhsatlarını havi söz ve beyanları karşısında, Nur Talebelerinin naşirler kısmının ileri gelenlerinden mutlak çoğunluğu, Hz. Üstad’ın o tarz beyanlarını bir iltifat, bir taltif ve belki de bir sadakat imtihanı olarak telakki etmişler. Yahut da H. Hulusi Bey gibi, Risale-i Nur’un üslupları, edep ve edebiyatın klasik bazı kaidelerine uygun gelmese de, Risale-i Nur müellifinin şive ve ifade fıtriliğini Kur’an’ın Nurlarını aksettirmede en muvafık, en münasip ve en layık bir üslup görerek, ona ilişmenin en büyük bir cinayet olacağını kabul etmişler.

Lakin Nur Talebeleri naşir ve katiplerinden (Hüsrev Altunbaşak gibi) bazı zatlar, Hz. Üstadın o izin ve ruhsatlarını ciddi telakki ederek kendilerini o işte salahiyettar görmüşler ve ilk başlarda ufak-tefek «ve», «hem», «dır» gibi ekleri, ilave etmede, kendilerinde cesaret görmüşler. Daha sonraları, merhum Hüsrev Ağabey biraz daha cesurca hareket ederek, bazı kelimeleri tercüme şeklinde sadeleştirmesine, hatta bazı kelimelerin ve küçük bazı cümleciklerin kalıp ve yerlerini değiştirerek aynı mana ve mefhumda dizilmesine kendisinde selahiyet gördü.

Lakin yukarıda belirttiğimiz gibi, Nur’un diğer sahip ve varisleri olan, Nur fabrikasının sahibi merhum şehit Hafız Ali ve heyeti ve Bedre’li merhum Hoca Sabri gibi zatlar ve yetkili şahsiyetler, o tarz bir cesarete sureti kat’iyyede yanaşmamışlar ve Risale-i Nur’un bir tek noktasını bile değiştirmekten veya tek bir harf ilave etmekten çekinmiş ve korkmuşlardır, İşte bu noktada, Hüsrev Ağabey’in yazdığı nüshalarla, Hafız Ali ve Bedre’li Hoca Sabri ve Kuleönlü Mübarekler Heyetinin yazdıkları nüshalar arasında böyle ufak tefek nüsha farkları meydana gelmiştir. Bilahare hemen hemen onlar da yeni yazı neşriyatta izale edilmiş gibidir.

Çünkü, elde mevcut asıl nüsha, musahhah me’hazlarla defalarca okunmuş ve Hz. Üstad’ın telifteki asliyeti muhafaza edilmiştir. Az yukarıda arz ettiğim veçhile, elle yazılan ve bilahare Isparta ve İnebolu’nun teksir makinalarıyla çoğaltılan Risale-i Nur nüshalarını Hz. Üstad dikkatle takip ediyor ve bizzat görüyor, okuyor ve tashih ediyordu. Cüz’i bazı nüsha farklılıklarına ziyade ehemmiyet vermiyor, manayı bozmayan kelime ve cümlelere ilişmiyordu. Böylece her iki tarz nüshalar da çoğaldı. Hatta İnebolu’nun teksir ettiği nüshalar ekseriyetle İslamköyü ve Kuleönü veya Bedre’li Hoca Sabri’nin yazdıkları nüshalara göre yazıldığından, Hüsrev Ağabey’in teksir ettiği nüshalarla bazı farklar gösterir şekilde olmuştur.

Bundandır ki; bugün mesela İnebolu’nun bir Asa-yı Musa’sı ile, Isparta’nın teksir ettiği bir Asa-yı Musa’yı her ikisi de Hz. Üstad’ın kontrolünden geçtiği halde karşılaştırsak, bazı kelime ve cümlelerde manaca bir, fakat suretçe bazı cüz’i değişiklikler görülür. Ama buna herhangi bir kimsenin bir şey demeye haddi ve hakkı yoktur.

Çünkü onun müellifi onları görmüş, kontrol etmiş ve düzeltmelerde bulunmuştur. Lakin Risale-i Nur’un nüshalarını tek tarz yapmak hususunda Hz. Üstad’ın herhangi bir talebi veya emri sadır olmamıştır. Fakat tashihat hususunda talebelerine çok mükerrer ve pek ciddi emirleri olmuştur. Bunun için Hz. Üstadın vefatından sonra birçok defalar Nur mecmuaları musannan nüshalarla karşılaştırılıp son derece titizlik içinde tashihleri yapıldığı halde, tek tarz nüsha yapmak teşebbüssüne tevessül edilmemiştir. Nüsha farklarının menşei budur.

Bu da iki noktadan gelmiştir:

Birincisi: Yukarıda tafsili geçtiği üzere Bediüzzaman’ın has bazı talebelerine birçok defalar gayet samimi olarak verdiği tashih ruhsatı ve tanzim izni…

İkincisi: İlk başlarda elle çoğaltılan risalelerin katipleri içinde bazılarının ya okuyamadığı veya manasını bilemediği bazı kelimelerin imlasında ve yazılış şeklinde yanlışlar düştüğünde veya yine katiplerin yazarken sehven bir iki kelimeyi veya cümleyi veya satırı noksan yazdıklarında, Hz. Üstad, bunları tashih ederken o anda ve o yerde, o makamın manasını ifade edecek olan bazı kelime veya cümleleri tashihen ilave ettiği gibi, başka bir nüshayı da nadiren, aynı manada başka kelimelerle tashih ederdi.

Bediüzzaman risaleleri tashih ederken herhangi bir asılla karşılaştırmadan düzeltmelerde bulunur. «Ben tashihatta hayalen te’lif zamanına gidiyorum, öyle tashih ediyorum» mealindeki ifadesi; her halde ve mutlaka, meselenin manası cihetiyle olmak lazımdır. Çünkü tashihatta harf harf, kelime kelime üzerinde durmayıp yalnız manasını düşündüğünü ve ona göre düzeltmeler yaptığını görmekteyiz.

Bu meseleye şunu da ilave etmek gerekir ki: Yukarıda bir nebze temas edildiği üzere, Bediüzzaman’ın mezkur izin ve ruhsatlarıyla kendini ziyadesiyle salahiyettar gören bazı zatların tanzim işlerini çoğalttığını gören Bediüzzaman, 1949 yılından başlayarak 1953′lerde tamamen durdurma cihetine gitmiş ve o izin ve ruhsatları kaldırmıştır.

Prof.Dr. Ahmed Akgündüz

Risale Ajans

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: