‘Said Nursi’ye bu sözü dedirten bu ruhtur

Umut var Anadolu kıtasında; ruh var çünkü, ruh…

Önceki haftalarda ‘fildişi kule‘mden çıkarak, Anadolu kıtasında, bir uçtan diğer uca, uzun bir yolculuğa çıktım: İstanbul’dan Ankara’ya, Diyarbakır’a Mardin’e, Niğde’ye ve Kayseri’ye uzanan bir tür ‘Anadolu turu‘na…

İşte size bu yolculukta yakaladığım, Schumacher’in ‘küçük güzeldir‘ gözlemini doğrulayan görünüşte küçük bir ‘enstantane’: Anadolu kıtasının bir noktasında, caddede yürürken, önümde güle oynaya giden iki kişinin birdenbire durduklarını, yerden bir şey alıp öperek bir duvarın boşluğuna yerleştirdiklerini fark ettim: Onlar oradan uzaklaşınca, duvarda boşluğa yerleştirdikleri şeye baktım yaklaşarak: Bir parmak ucu kadar bir ekmek parçasıydı bu! Ruhum ışıdı! Bir anda bütün dünyalar benim oldu: Şükrettim Rabbime.

‘Ne var bunda?’ demeyin lütfen! Ekmeğin kudsiyetine duyulan böylesine incelikli bir saygıdır insanı yatay ve dikey boyutlarda aynı anda varedici bir yolculuğa çıkaran. İnsana ve hayata ruh katan, anlam kazandıran.

İşte medeniyet bu! Bir ekmek parçasına duyulan bu saygı, aslında bir rızık olarak ekmeğe, o ekmeği veren Rızk’ın Sahibine duyulan katışıksız saygının ve teşekkürün bir nişânesi. Ekmeğe saygı duymayan insanların emeğe saygı duyabilmeleri mümkün mü?

* * *

Anadolu’yu herhangi bir toprak parçasından ayıran, insanlığın umut kaynağı bir kıtaya dönüştüren işte bu ruh, bu tevazu, bu ince hassasiyettir. Bu topraklarda yaşanan hayatın şiiriyetinin kanatlandırıcı ve insanlık çapında, insanlık adına umutlandırıcı resmidir bu.

İşte bu insan, hâlden anlar: Çünkü etnik-ötesi, ulus-ötesi, dünya-ötesi bir gerilim hattında yaşar: Kendisi dışındaki insanları ve varlıkları kucaklayan bir medeniyetin çocuğudur: Eğer Anadolu’da bunca propagandaya, yıkıma, kışkırtmaya, ‘medyatik operasyon‘a rağmen, hâlâ etnik bir çatışma yaşanmıyorsa, bundandır: Anadolu kıtası bilincinden. Anadolu’nun herkese bağrını açan yüce gönüllüğünden. Ruhundan…

* * *

İşte bu ruh, Mardin’de katıldığım Münazarat Sempozyumu’nda birkaç kez hatırlatıldığı gibi, bir Kürd’e, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’ne, ‘Türkler, İslâmiyet’in yılmaz hâdimleridir; saadetimiz Türklerle beraber olmaktır‘ dedirtebilmiş, sadece bu toprakların değil, bütün insanlığın şiddetle ihtiyacını hissettiği yegâne varedici kardeşlik ruhudur.

İşte bu ruh, Niğde’de YAZSANBİR’in (Yazarlar ve Sanatçılar Birliği) düzenlediği bir panelde, eski Nizam-ı Alem Ocakları Başkanı Yavuz Ağıralioğlu’na, ‘Türk, Arnavut kadar Arnavut, Kürt kadar Kürt, Arap kadar Arap olduğu zaman Türk’tür‘ dedirtecek bir medeniyet şuuru yeşertmiştir Anadolu kıtası büyüklüğündeki bu mübarek topraklarda.

* * *

Biz, bu ruhu fenâ hâlde örseledik: Siyasî darbelerle, kültürel darbelerle, zihnî darbelerle vesaire! Ama bu ruh ölmedi. O yüzden, bir ekmek parçasının yerden alınıp öpülerek duvara yerleştirilmesi bile umudumuzu diri tutmaya, bu ruhun yaşadığını göstermeye yetiyor.

O yüzden, DP eski Genel Başkanı, Anadolu kıtası’nın çocuğu Süleyman Soylu Bey’e, Niğde’deki panelde, modernleşme tarihimiz boyunca yaşadığımız serüveni, ‘başkalarını, bizim dışımızdakileri ötekileştirmek’ olarak tanımlatacak kadar özeleştiri özgüveni kazandıran, derinlerde kök salan bu ruhtur.

YAZSANBİR’in heyecanlı, çalışkan, mütevazi ve hayalleri sınır tanımayan başkanı Hayrullah Eraslan’ın öncülüğünde Niğde’de düzenlenen ‘darbeler’ panelinde söylenenlerde değil yalnızca; aynı zamanda panelin düzenlenişinde, panele katılan ve salonu hıncahınç dolduran insanların üç saatten fazla bir süre söylenenleri pürdikkat dinleyişinde de kendini gösterdi bu ruh. Öyle ki, Niğde Valisi Alim Barut, Belediye Başkanı Faruk Akdoğan ve -gece teheccüd namazları kıldığı için büyük saygı duyulan- Niğde’nin alçakgönüllü ve parlak milletvekili Ömer Selvi üç saatlik paneli sonuna kadar ilgiyle takip ettiler.

Yusuf Kaplan / Yeni Şafak

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: