Said Nursi’yi Yitirdiğimiz Yerde Bulmak

Said Nursi, uzunca bir süredir ısrarlı bir gölgelemenin konusu oldu. Said Nursi’nin ortaya koyduğu duru söylem kimi takipçileri tarafından hapsedilirken dışarıdan-bu takipçilerin hapsini gerekçe göstererek- ötekileştirildi. Said Nursi üzerine düşen koyu gölgenin kalkmaya başladığ ı bu kritik dönemeçte tarihe not düşmek adına söyleyeceklerim var.

1. Said Nursi, hakikati ‘insan’ temeli üzerinden dillendirir. Bu, hem onun Eski Said dönemindeki ülke ve ümmet tabanlı söyleminden hem de Yeni Said’e (yani Risale-i Nur’a) çağdaş olan ve sonradan gelen ilahiyatçı söyleminden ayrılır. Mesajını ‘Biz Müslümanlar…’ ekseninde vermez. Muhatabın hazır Müslümanlığını askıya alır; teslimiyeti yeni baştan inşa etmeye niyetlenir. Gerçeği dışarıdan seyrettirmez, gerçeğin içinden geçerek konuşur. İnsanlığın temel acılarını hisseder; duygularını kenara çekmez. Nakilci değil sahicidir. Varoluş sancısıyla titrer. Muhataplarını kendi kalbine doğru yaptığı sancılı yolculuğa şahit olmaya çağırır.

2. Said Nursi, Kur’an kelimeleriyle konuşan Türkçe’nin farkındadır; bunu Risalelerde inşa eder, dolaşımda tutar. Dili dönemsel değildir. Risale’deki ağırlık Kur’an kelimeleri ağırlığıdır. Ve bu ağırlık taşınmaya değer bir ağırlıktır. Harf inkılabının yapılacağını ve dilin laikleştirileceğini fark eden Said Nursi, Türkçeleşmiş Kur’ân kelimelerini aktifleştirir, ‘eşyanın hakikî hakikati’ dediği esma tefekkürünü ayakta tutar. ‘Risale’yi sadeleştirme’ projesi yürütenler belli ki Said Nursi’nin ‘Kur’ân nöbeti’ni anlamamışlardır.

SAİD NURSİ VE SİYASET

3. Said Nursi, siyasetle ilişkisini ilkesel düzeyde yürütür. Siyaset etmeyi hakkı bilir; siyaseti etkileme imkânını meşru görür. Onun dillere pelesenk olan ‘Şeytan ve siyasetten Allah’a sığınırım’ sözü yanlış anlaşılır. Bu sözle kastedileni anlamak için insanlığın ilk sahnesine dönelim. Âdem [as] henüz yeni çıkmıştır sahneye. Meleklerin ve İblis’in karşısına getirilir. Malum; İblis Âdem için secde etmez; ‘çünkü ben ateştenim o topraktan’ der. Zımnen şunu söyler: ‘Âdem ateşten ben de topraktan olsaydım secde ederdim.’ Konjonktüre göre hareket eder. Melekler ise şart koşmaz, hakka hak olduğu için tâbi olurlar. Şartsız ve ilkesel bir tavır ortaya koyarlar. Said Nursi’nin şeytanı ve siyaseti eşleştiren bu tavrı mikro-yaşam alanlarının konusudur. Şöyle ki, ‘taraftarım Ali söylerse yanlışa da taraftarım, muhalifim Ahmet derse doğruyu da karşıma alırım.’ Hakikati taraftarlığın cephelerine mahkûm etmektir bu. Said Nursi, ‘siyasetten bana ne!’ diyecek bir çileci değildir. Siyasi partilerle pazarlık etmeyi önermez. Bakanlık ve vekil gibi avantajlar verse bile devletçi ve ırkçı partilerin çizgisine yanaşmaz. Pazarlık etmek prensibi değil pragmayı öne alır. Duruşu değil eğilişi ima eder. İlke satın alınabilir/satılabilir bir şey değildir. Oyunuz kime diye sorulduğunda net cevap veremeyen biri, militarist devletçiliğe, dinsiz laikliğe, Kemalist ırkçılığa, darbeci vesayetçiliğe karşı duruşunu netleştirememiş demektir. Bu, bir ilkeye tutunamamanın belirtisidir.

4. Said Nursi hakikatin dili olurken iki tavrı benimser. İstiğna ve sivil duruş. İstiğna, kimseden sadaka türü bir şey istememektir. Hakikatin dili olan biri/leri ‘isteyen’ olmamalıdır; zira bu durum, hakikat ile kendini aynı pakete koyma sonucunu doğurur. Muhatap hakikati benimsemenin bir gereği olarak kendisini bedel ödemeye zorlanmış hisseder. Bedel ödediği için hakikate tâbi olmayı erteler. Bedel ödemiş olmakla hakikati benimseme sorumluluğunu üzerinden atar. Bu, hakikate ve hakikate muhtaç bireye kötülüktür. Said Nursi, bir ‘sivil itaatsizdir.’ İktidar ve güç üzerinden hizmet projesi üretmez. Ele geçirilecek mevzileri yoktur. Hizmet, bir ‘adam kazanma’ yarışı değil; adam olma çabasıdır. Saf hakikati siyasal cepheleşmenin ara yüzü yapmaz.

ŞEFFAF REFERANS

5. Said Nursi, intisabı kişilere bağlamaz-buna kendisi de dâhildir. Şahıslar üzerinden yürüyen hizmetin yerine anlam/a üzerinden yürüyen hizmeti ikame eder. Doğrudan metne intisaba çağırır. Metin herkese hemen şimdi açıktır. Risale’ye nüfuz edebilen her birey, zamansız olarak ‘Bediüzzaman’ın talebesi’dir.

6. Said Nursi, vahyin kalp atışlarını eşsiz bir metne aktaran diriltici bir nefestir. Bir medeniyet projesinin mayasını insanlığa emanet bırakmıştır. Said Nursi okumak için nurcu olmak gerekmediği gibi, nurcuların Said Nursi algısını ve takdimini mutlaklaştırmak da gerekmez.

7. Said Nursi ‘tasavvufî-tasavvuf dışı’ söylem ayrımını silmiştir. ‘Bu işin tasavvufî tarafı’ diye marjinalleştirilen kavrayışları ana-akım düşünceye dâhil etmiştir. Bile isteye ‘Sufizm’ paketine atılan nezaketli duruşları, incelikli bakışları, derin düşünüşleri İslam’ın içinde ayağa kaldırır. Parçalanıp ötekileştirilenleri ana gövdeye iade etmiştir.

Said Nursi, ‘siyasal ehl-i sünnet’ tavrını sessizce kırmıştır. Şia kaynaklı diye bir kenarda tutulan Ehl-i Beyt mektebinin (Cevşen ve Celcelutîye gibi) değerlerini ve (iman etmeyi sürekli ve aktüel bir çaba kılma) gündemini Ehl-i Sünnet’e kazandırmıştır.

Said Nursi, Kur’ân’ı daha net göstermek için yazılan eserlerin zaman içinde kataraktlaştığını fark etmiş, Risale’yi Kur’ân’ın şeffaf referansı olarak kaleme almıştır. Yazık ki, ümmetin Kur’ân’a reva gördüğü ‘yüzünden okuma’ tavrı, tam da ‘Kur’ân’ı yüreğinden’ okumaya çağıran Risale’ye de reva görülmüştür. Bu yüzden ‘yüzünden okunan Risale’ ‘yüzünden okunan Kur’ân’ın yerine konuluyor sanılmıştır. Oysa Risale Kur’ân kelimeleriyle, esma tefekkürüyle Kur’ân aklını yeniden inşa etmek içindir.

8. Risale-i Nur’un toprağında saklı muhteşem medeniyet tohumunu görmeyince, ele avuca sığmayan Said Nursi hareketinin atanmış şahıslara bağlanarak ‘ehlileştirilmesi’, olduğu gibi görünmekten korkan figürler üzerinden markalaştırılması projesinin niye bu kadar önemli ve öncelikli olduğunu da fark edemeyiz.

9. Kayıpların en talihsizi, kaybedildiği fark edilmeyen kayıplardır. Bu korkunç talihsizlik, kaybedilenin değil kaybedenlerin alnına daha derince yazılıdır!

Senai Demirci / Yeni Şafak

Sende yorum yazabilirsin