Siyasetin Cazibesinden Kurtulan Bediüzzaman!
Osmanlı Devleti’nin son dönemi, 1908 den, II.Meşrutiyetin sonuna kadar bir nebze siyasetle meşgul olan “istikbalde bir ışık var, bir nur görüyorum,”1 diye müjde veren Bediüzzaman, O dönemde “herkes gibi o ışığı siyaset aleminde ve hayat-ı içtimaiye-i İslamiye’de ve çok geniş dairede” tahmin eden Bediüzzaman, daha sonra esas o nurun Risale-i Nur olduğunu anlayarak, siyasetin cazibesi kendisini aldattığını kabul etmiştir. 2
Bediüzzaman, o sırada siyasete girme sebebi, siyaseti dinsizliğe alet yapmak isteyenlere karşı, o da siyaseti; İslamiyet’in hakikatine hizmetkâr yapmaya çalışmak için uğraşmıştır. Zaten Bediüzzaman, Siyasetin içinde iken de “dinin bir hakikatini bin siyasete feda etmem” demiştir. 3 Bediüzzaman bu siyasi dönemi daha sonra şöyle açıklar: “bir miktar siyasete girip siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet etmek istedimse de, beyhude yoruldum” demiştir. 4
Bediüzzaman, II.Meşrutiyetin sonuna kadar siyasetle uğraşmış, siyâseti dine âlet etmeye çalışmış, 1917 de Rus, esâreti dönüşünden itibaren siyasetle alakasını kesmiştir. Ancak, çok partili demokrasiye geçilirken, yine “Kur’ân menfaatine” Demokratları dine yardımcı kılmaya davet ederek, zamanın Başbakanı Adnan Menderes’e iki mektup göndermiş, ezanı Muhammediyi aslına çevirdiği için tebrik etmiş, Risale-i Nur eserlerini devlet eliyle basılması ve Ayasofya’yı ibadete açılması isteğinde bulunmuştur.
Bediüzzaman, “Niçin siyasetten çekildin, hiç yanaşmıyorsun” sorusuna; “siyaset vasıtasıyla hizmet yolunun meşkuk, müşkülatlı, kendisi için “fuzuliyane ve en lüzumlu hizmete mani olduğunu, siyasetin çoğunun yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına alet olmak ihtimali var”5 dolayısıyla “en mühim, en lüzumlu, en selametli olan imana hizmet” cihetini tercih etmiştir.
Keza Bediüzzaman, “mütedeyyin bir ehl-i ilmin, kendi fikr-i siyasisine muhalif bir âlim-i salihi tekfir derecesinde tezyif” ve kendi fikrinden olan bir münafığı “hürmetkarane methetmesi” üzerine, siyasetin fena neticesinden ürkerek “euzübillahimine’ş şeytani ve’s siyasiye” diyerek “O zamandan beri hayat-ı siyasiye den çekildim” demiştir.6
Bediüzzaman,”Biz Risale-i Nur Şakirtleri, Risale-i Nuru değil dünya cereyanlarına, belki kâinata da alet edemeyiz. Hem Kur’an bizi siyasetten şiddetle menetmiş.” devâmlâ, “Beşinci Esas: Risale-i Nur şakirtlerinin, mümkün olduğu kadar, siyasete ve idare işine ve hükûmetin icraatına karışmamak bir düstür-i esasîleridir. Çünkü halisâne hizmet-i Kur’âniye, onlara her şeye bedel, kâfi geliyor.”7 Görüldüğü üzere Risale-i Nur’un vazifesi küfr-i mutlaka karşı; imanî olan Risale-i Nur hakikatleriyle Kur’an’a hizmet etmekten başka bir şey değildir.
Özet olarak, II. Meşrutiyet döneminde siyasete giren ve bu yolla dine hizmet etmeyi amaçlayan Bediüzzaman, I. Dünya Savaşı sonunda, yani 1917 de siyaseti bırakmıştır. Sebebini soranlara şöyle demiştir: “Çünkü biz müteharrik-i bizzat değiliz,(bizzat, hareket kaynağı değiliz) bilvasıta müteharrikiz.(başkası tarafından harekete geçiriyoruz) Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim (uyutma) ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammane (sağırcasına, sorgulama yapmadan) tahribimizde (kendimizi yok etme yolunda) eser-i telkini icra ederiz.”
İşte bu sayılan nedenlerden dolayı Bediüzzaman, mü’minlerin en önemli meselesinin iman ve Kur’an olduğunu ve bunu herkese ulaştırılmasını arzu ederek, hem kendisi hem de şakirtlerini siyasetten menetmiştir.
Zaman zaman siyasi dönemlerde cereyan eden ufak tefek meselelerden dolayı, Nur cemaati içinde de bazı ihtilaflar ortaya çıkmaktadır. Elbette Nur cemaati mensupları siyasette ifrat ve tefrite girmeden, siyasî tercihleri yapacaklardır. Bu tercihlerde ayrılıklar da olabilir. Ama bilinmeli ki, hepsinin hedefi de rıza-i İlâhidir.
Ancak metot farkından dolayı tercih meselesi ayrı olduğu zaman, “din adına siyaset” anlayışına yakınlık göstererek, şahs-ı manevînin hukukunu siyasete feda etmek büyük bir vebaldir. Bu geçici siyasi heveslere kapılarak gerginliklere sebebiyet vermemek lazımdır.
Bediüzzaman hazretleri,“mâbeyninizdeki gerginliği çabuk tamir ediniz” aşağıdaki mektubu, şimdiki talebelerine de güzel bir mesaj olsa gerek.
Mâbeyninizdeki gerginliği çabuk tamir ediniz. Sakın sakın! Az bir inhiraf Nur dairesine pek büyük zararı olacak. Sıkıntıdan gelen hislere kapılmayınız.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bu dünyada, hususan bu zamanda, hususan musîbete düşenlere ve bilhassa Nur şakirtlerindeki dehşetli sıkıntılara ve meyusiyetlere karşı en tesirli çare, birbirine teselli ve ferah vermek ve kuvve-i mâneviyesini takviye etmek ve fedakâr hakikî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır. Mâbeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz. Madem ben size bütün kuvvetimle itimad edip bel bağlamışım ve sizin için, değil yalnız istirahatimi ve haysiyetimi ve şerefimi, belki sevinçle ruhumu da feda etmeye karar verdiğimi bilirsiniz, belki de görüyorsunuz. Hattâ kasemle temin ederim ki, sekiz gündür Nurun iki rüknü zâhirî birbirine nazlanmak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hadisenin, bu sırada benim kalbime verdiği azap cihetiyle, “Eyvah, eyvah! El-aman, el-aman! Yâ Erhamerrâhimîn, medet! Bizi muhafaza eyle. Bizi cin ve insî şeytanların şerrinden kurtar. Kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur” diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklım feryat edip ağladılar.” 8, Said Nursî
12.8.2014
Rüstem Garzanlı
www.NurNet.org
KAYNAK :
1. Emirdağ Lahikası,
2. Kastamonu Lahikası,
3. Hutbe-i Şamiye,
4. Mektubat,
5. Mektubat,
6. Mektubat,
7–8. 14.Şua