Vücûd Mertebeleri

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri 24. Mektupta vücûd mertebelerine karşılık insanın şükürle mükellef olduğunu ifade eder.

Bütün varlık âlemi kendi dilleriyle şükür vazifesini yerine getirirken, insanın şükür görevinde ağır ve tembel olduğu vurgulanmaktadır.

Benim kullarımdan şükreden azdır”(1) âyeti de bu hakikati ifade eder.

Onun içindir ki Hz. Ömer (r.a): “Azlardan olalım” demiş. Yani şakirlerden (şükredenlerden, İlâhî nimetlere karşı teşekkür görevini yapanlardan) olalım.

24.Mektup, 1. Remizde geçen “Vücûd mertebeleri” ni beş vücûd mertebesi şeklinde şöyle sıralayabiliriz:

1) Camidiyyet mertebesi
2) Nebâtiyyet mertebesi
3) Hayvâniyyet mertebesi
4) İnsâniyyet mertebesi
5) İmân mertebesi

Bediüzzaman bunu şöyle ifade etmiştir: “İnsanın vücûdunda birkaç dâire vardır. Çünkü hem nebâtîdir, hem hayvânîdir, hem insânîdir, hem imânî.”(2)

1- Câmidiyyet mertebesi: İnsan, her varlık gibi, unsurlardan, elementlerden ve madenlerden teşekkül etmiştir. Âlemde ne varsa, insanda da vardır.

Mülkün sahibi insanı bu mertebede bırakmayıp, bir üst mertebe olan nebatiyet mertebesini de vermiştir.

2- Nebâtiyyet mertebesi: Câmidiyyet mertebesi yanında insana bir de nebatiyyet mertebesi verilmiştir. Şerhu’l Mevâkıf adlı eserin ifadesine göre “sekiz”, Ma’rifetnâmenin izahına göre ise “dokuz” kuvveden oluşmuştur. Her bitkide var olan bu dokuz kuvve, aynı zamanda her insanın bedeninde de işlemektedir. (Kuvve-i câzibe, (faydalı gıdaları cismin batınına cezb eder), kuvve-i mâsike (gıdaları batında depolar), kuvve-i hâdıme (bedene giren gıdaları hazmederek, dört süzgeçten geçirip posa ve fuzuli maddelerden arındırır), kuvve-i mümeyyize (midede katı ve sulu maddeleri birbirinden ayırır), kuvve-i dâfia (vücuda yaramayan ve yeterli miktarın dışındaki fazla gıdaları mu’tad yol ve menfezlerden dışarı atar), kuvve-i müvellide (bedenin damarlarında belli aşamalardan geçerek gıdaların latîf kısmını ayırıp, bitkilerde tohum, hayvanlarda nutfenin imalini sağlar, erkekte meniyi tevlid ederek, her uzva uygun bir mizaç alıncaya kadar mezc eder), kuvve-i musavvire (atar damarlarda açıkça görülen bu kuvve, tasarruf yoluyla uzuvların işlerini görüp hıfz ederek cisimle uyumlu hale getirir), kuvve-i gaziye (bedenin tüm organlarında işler, bütün fuzuli maddeleri arındırarak, görevli olduğu organda işe başlamaya hazır konuma getirir), kuvve-i nâmiye (cisimle fıtrî bir uygunluk sağlayarak tüm bedenin büyümesi işlemini sağlar v.s…)

3- Hayvâniyyet mertebesi: Diğer mertebelerle birlikte yerini alır. Bu mertebede kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiyye ile birlikte on havas (beş zahiri duygu, beş batınî duygu) bulunmaktadır.
Zahirî duygular: İşitme, görme, koku alma, tat alma, dokunma duyuları

Beş bâtınî duyu ise;
a. Kuvve-i hissi müşterek: Eşyanın (objelerin) sûretini alır.
b. Kuvve-i hayal: Alınan sûretleri muhafaza eder.
c. Kuvve-i vâhime: O sûretlerin manalarını anlar.
d. Kuvve-i hâfıza: O mânaları muhafaza eder.
e. Kuvve-i mütefekkire (mutasarrıfa): Alınan sûretler ile mânalar arasındaki uygunluğu denetleyerek kontrol eder.

4- İnsaniyet mertebesi: Yukarıda saydığımız kuvvelerin yanı sıra bir de insânî hayat mertebesi vardır. Bu mertebe de üç kuvveden teşekkül etmektedir:

* Kabiliyyet-i nutuk (konuşma yeteneği)
* Akl-ı nazarî (fıtrî düşünme)
* Akl-ı tecrübî veya akl-ı amelî (tatbikî/eyleme dönüşen düşünce)
Bu mertebeleri kendisine bahşeden mülkün Yaratıcısına şükür gerekir.

5- İmân mertebesi: İnsanın vücûdunda câmidiyyet, nebâtiyyet, hayvâniyyet ve insâniyyet mertebelerinin yanında imân mertebesi de zirve bir mertebedir ve imân ehline mahsusutur.

Bunlar da; toprak, su, hava, hararet/nur unsurlarıyla birlikte on tanedir:

* Kalp
* Ruh
* Sır
* Hafî
* Ahfâ
* Nefis

Cenâb-ı Hak, imânî hayat mertebesini bahşetmekle insana en büyük ikram ve ihsanda bulunmuştur.
Bu kadar nimet ve lutuflara mazhar olan insanın şikâyete, verilenlere itiraza ve beğenmemeye hakkı yoktur. Neden ve niçin’ler kaderi tenkîd ve nimetleri itham anlamı taşımaktadır.

Mülk sahibi Allah’tır. O, mülkünde istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Onun tasarrufuna, takdir ve tayinine itiraz edilmez. Hiç yoktan varlık âlemine getiren, en güzel mertebelere ulaştıran, en mükemmel tarzda donatan, yokluk derelerinde bırakmayan Rahîm, Hakîm, Vedûd bir Rabbimiz var.

İnsanı bir model yapmış, tavırdan tavıra, halden hale, şekilden şekile dönüştürerek/değiştirerek esmâsının tecellilerini/yansımalarını gösteriyor.

Sahip olduklarımızı şükürle karşılayıp, bir hikmete/maslahata binâen verilmeyenleri de dua ve niyazla Allah’tan istemek, O’na gerçek mânada kul olmak, şükür/hamd/niyaz/iltica/acz/fakr ile dergâh-ı Ulûhiyyetine sığınmaktan başka çaremiz yoktur ve kulluğumuzun gereği de budur zaten.
Elhamdülillah hâzâ min fadli Rabbî.

İsmail Aksoy

Dipnotlar:
1- Sebe’ Sûresi, 13
2- Mesnevî-i Nûriye, 10. Risale

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: