İNSANIN ACİB HALETİ

İNSANIN ACİB HALETİ

 

Nur-u imanın yatağı olan kalb,

Ubudiyetin bütün envaına fihriste olan namaz ile teneffüs eden ruh, 

Nur-u imana dönüşen ilmin durağı akıl, 

Ve dahi tadat edilemeyecek istidâdat ve letaifle mücehhez, 

Ve… Her türlü hatiat ve measiye meyleden ve meylettiren nefis’ten mezcolan insan; 

 

En edna gıdaya muhtaç ve en az tagaddiye kanaat eden mide cihazatına gaye-i inhisar ederek taahhüt altına alınan rızkın peşinde koşması, kişinin kendi ile istihza ve istihfafından başka bir şey değil midir…? 

 

Asırlarca gıdanın noksan olduğu vakitte telaş etmeyen; bilakis her an ve zaman şükür fabrikası olan atalarımızı fikretmeksizin;

Gıdanın bu denli bereket ve tefennünü vaktinde böylesine acib ve garib bir tarzda  mide cihazatına hasr-ı nazar ve taharrî; hayatı veren ve idame ettirene itimadsızlığın ve tevekkülsüzlüğün göstergesi değil mi? 

 

Kalbi işlettirmek, ruhu nurla zinetlemek ve fikri söylettirmekle sûkun bulan nefis ile bunca denli adi ve basit bir kuvvenin peşinde hebaen peşisıra koşturmak sair cihazat ve letaife ve her an zikr-i ilahi ile muvazzaf zerrelerden mürekkeb cism-i cemaatimize aşikar bir zülum değil mi? 

 

Avuç içi kadar bir gıda ile tegaddisi son bulan midenin sonu bucağı gelmez iştihası nereden geliyor acaba? 

 

Sair cihazatı vazifesinde elyak ve elhak koşturmamak ile iltibas mı ediliyor ki uhdemize verilen 24 saatin büyük bir kısmını bu cihazata sarf ediyor ve israfın her çeşidine zemin ihzar ediyoruz! 

 

Ömür sermayesinin taalluk ettiği lüzumlu vazifeler çokken namazı dahi hızlı hızlı kılıp taamlara taparcasına koşmak kimin ihtiyacı? Midenin mi? Cesedin mi? Ruhun mu? 

 

Ruhen terakki etmeyenin tenevvü-ü et’imeye itibar etmesi, kalb ve ruhun vazifesizliğinden neş’et eden sıkıntının mideyi tamamlarla doldurmak suretiyle tembellik zindanına hapsetmenin ceremesini hangi cihazatımız ve letaifimiz ödeyecek? 

 

Masiyetle karanlıklarda kalmış, feryadı duyulmayacak kadar gafletle kalınlaşmış vicdanın sesini duyuracak vezaifle meşguliyet mah-i gûfran’a mı münhasır kalacak? 

 

Tenevvü-ü et’imeye doyulmuyor anladık da, 

Yeterince doymadık mı gaflete… 

 

Ruha Ab-ı hayat olan namaza ihtiyacımızı,

Ruha süs ve sürme olan şefkatimizi, veren el olmak suretiyle ne zaman aşikar kılacağız? 

 

Nur-u imana muhtaç kalbimizi karanlıktan ve zülumattan tahliye vakti gelmedi mi? 

 

Tenevvüü et’imeye def’i cû’ edememek midenin açlığından mı yoksa ruhun açlığından mı ileri geliyor? 

 

Kalb ve ruhun feryadını kuvve-i zâika ile gidermeye çalışmak kâr-ı âkıl mıdır? 

Keder ve hüznün ilacı, ubudiyet ve taat ile sekinete ererken, taam taam üstüne yemekle tabaka-i hayvaniyette kalmak ve hatta kalamamakla hayvaniyetten daha aşağı mertebeye düşmek sana ezâ vermiyor mu? 

Allahı tanımamanın ve ahireti düşünmemenin acı ve sancısını hangi lokma ile dindirebilirsin.! 

 

Tagaddi ile teselli denî bir ahvaldir ki; Allah’ı anmakla mutmain kalbe, ubudiyet ile mütellezziz, namaz ile müteneffis ruha sıklet ve en büyük bir tedennî değil de nedir… !

 

Dünyaya bir defa geldik de, ahirete de bir defa gitmeyecek miyiz? 

 

Peki bu kadar niâm-ı ilahiyenin tefennünü ne için yaratıldı? yemek için değil mi? Allah’ın mülkündeki bunca nimeti gasıbane yutmak ve nefsi lezzetlendirmekle keyiflendirmeye mi münhasır..? 

 

Heyhat! 

Esma-i ilahiyenin her mertebesine en a’zam derecede tecelli ve nakış olan bu denli nimetlerin hilkatini mideye indirmek gibi basit bir derekeye indiremezsin…

 Akıl ve kalb sofrasında mütalaa edilen her bir nimet bismillah mührüyle ebede fakslanır, en son vazife, israf olunmaması için mide sofrasından insaniyet mertebesi ile müşerref bulan nimetin Cenab-ı Hakkın yolunda havl ve kuvvete inkılab etmesi ve nimet; nimetiyle ruh ve cesedinde hizmet etmesi ne büyük bir kıymet, ne ulvi bir rahmettir… 

 

Her cihazatın kendine göre midesi var, Akıl taam olarak senden ilim talep eder,

 kalb feyiz ister, ilmi imana dönüştürür de füyûzat elde eder, 

ruh ise nura talib…. 

Sır ise; şuur ve huzura müştak… 

Ve dahi her letaif kendi midesinin tagaddisini şiddetle talep eder… 

 

Kalbin “ebed ebed” haykırışlarını kainattaki niam-ı ilâhiyeyi tümüyle  yutsan da tok olmaz ve işba edilmez olduğunu kendini her mütalaa edişinde görecek ve idrak edeceksin.

 

Buradaki tatmaklar ahiretin vücuduna delil ve bürhan iken, in’amat içinde ahirete iman hakikatine intikal ettiren cihazatı çalıştırmaksızın, mahşer ve mahkemenin, ölümün ve kabrin, cennet ve cehennemin inkarına nereden cesaret buluyorsun? 

 

Enzarını kaldır da bak muhtelif tabakat-ı cihazat-ı midelere …. 

Cennete müştak isen; akıl kalb ve ruhun çalışırsın daire-i midesine… 

İşte o vakit doymak bilmeyen midenin şahidi olursun iştiha-i kazibesine… 

Sana verdiği zilleti inkılab ettirirsin izzete… 

 

Bedene afiyet, hissiyata inşirah, kalbe itminan, ruha işba, sırra teneffüs eğer ister isen; 

İşte rehberi;

Bediüzzaman Said-i Nursî; RAMAZAN-İKTİSAD-ŞÜKÜR RİSALELERİ 

MEKTUBAT – sh: 398

LEMALAR – sh: 139

MEKTUBAT – sh: 364 

 

ESRA ÖZEL 

 

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: