İnsanın Marifet Yolculuğu

İnsanın Marifet Yolculuğu

Güzelin, iyinin ve hakikatin peşinden gitmek insan fıtratındadır çünkü sıradan bir mahlûk değildir. Yalnızca yiyip içmek, barınmak ve çoğalmak için yaratılmamıştır. İnsan fıtratının merkezinde kâinatta var olan her şeyde bir mana arayışı vardır.

Bu arayış, onu iyinin, güzelin, faydalının ve nihayetinde hakikatin peşinden koşmaya yöneltir. Ancak bu yolculuk yüzeysel bir bilgiyle, kuru bir akılla veya şekilsel bir dindarlıkla yürünemez. Kalp, akıl, ruh, sır ve latifelerin birlikte seferber olduğu bir marifet yolculuğudur. Yalnız bu yolculuk elinde dondurma yalayıp, çekirdek çitleyip gezecek kadar alelade bir lakaytlık değildir.

İnsanın hakikat arayışını ve tehlikelerini şöyle okuyoruz ki:

Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’an’ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde kafile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı, selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı, mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor.. düşerek kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder.. fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar.”[1]

Mâdem ki insanın hilkat gayesi, ulvî bir marifet ve âlî bir ubudiyetle Hâlık’ını tanıyıp, Ona abd olmaktır. O halde insan, ancak hakikat-i imaniyeyi elde etmek ve marifet-i Rabbaniyede terakki etmekle insan olur; belki sultan olur.(*) Zira “İman, insanı insan eder; belki insanı sultan eder”[2] hakikati, bu zamanın karanlık suretinde parlayan bir şiar-ı Kur’ânîyedir.

Marifet-i Rabbaniyenin Yol Haritası Bilgiden Marifete, Akıldan Kalbe Seyr ü Sülûktur.

Zamanın terakkisiyle malûmat artmış; lakin marifet azalmıştır. Zira bilgi, eğer kalbe inmezse, sadece gururu besler. Bu zamanda enaniyet, gurur ve kibrin artıp ayyuka çıkması ve netice itibariyle yaşanan kasırgaların en temel sebebi budur.

Kavl ve amel ortasında uzun bir mesafe açıldı…”[3] bu sebeple vizyon ve misyonda eksen kaymaları ve liyakatin kaybolduğunu, geniş gönüllülüğün azalıp insan ufkunun ve sadrının daraldığını acı acı müşahede ediyoruz.

Marifet, ilmin neticesidir; fakat her ilim, marifet değildir. Çünkü, “nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder.”[4] İlim hayata tatbik edilmezse madden ve manen sıkıntılar arz-ı endam eder.

Bu da şu ayet-i celileyi hatırlatıyor.

“(Kendilerine) Tevrât yükletilip de sonra onu taşımayan (içindeki hükümlerle amel etmeyen) kimselerin misâli, (sırtında) kitablar taşıyan eşeğin misâli gibidir! Allah’ın âyetlerini yalanlayan kavmin misâli, ne kötüdür! Hâlbuki Allah, o zâlimler topluluğunu (küfürlerindeki ısrarları yüzünden) hidâyete erdirmez.”[5]

İlmiyle amel etmeyen âlim, gaflet içinde bir cahildir desek yanlış bir şey söylemiş olmayız. Hem ilmin hem toplumun hem de insanın durduğu yerin ehemmiyeti çok büyük bir denklemdir.

Demek ki, hakikat-i İmaniye, malumat-ı zahiriye ile değil; belki tefekkür, teslim ve tezekkür ile nefsin derinliğine nüzul eden enfüsi bir nur-i marifet ile olur. “Kendini bilen, Rabbini bilir” sözü, sadece tasavvufun değil, Risale-i Nur’un dahi esaslarındandır.

Nefs-i Emmare ile Muharebe: Tevazu ve Mahviyetin Lüzumu

Ey nefis! Gurur ve kibir seni hakikatten perde eder. “Enaniyet mikrobu”[6] insanı çok büyük badirelere atar. Hakikate vâsıl olmak isteyen, evvelâ kendinden yani enaniyetten vazgeçmeli, terk etmelidir.

Tevazuyu kendine şiar edinen kimse, Cenâb-ı Hakk’ın inayet-i Rahîmiyesine mazhar olur. Çünkü azametle yürüyen insan bir nevi enaniyetiyle adeta yeri delmeye çalışır. Ama mütevazı kimse Allah’ın rahmetini, inayetini adeta bir sancak yapar onun rayihasıyla rayihalanır, sıbgasıyla sıbgalanır.

Nefsini terbiye etmeyen, kalbini tasfiye etmeyen, ruhunu tekmil etmeyen kimse, hakikate eremez. Hakaik-i imaniye, nefis kapısından değil, kalp ve ruh kapısından girer. Zaten emmare olan nefis işin içindeyse fitne fesattan başka bir şeyden bahsedilemez.

Muhabbet: Varlığın Lisanında Hakk’ın Tecellisi

Muhabbet, bu seyr ü sülûkun mayasıdır. Çünkü: Muhabbet, bir nimettir. Muhabbetin en kıymetlisi, Allah’a olan muhabbettir.

“Güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen, hayatından lezzet alır.”[7]

Risale-i Nur Külliyatı okuyanı, kâinatın her zerresini birer ayet, birer mektub-u Rabbanî olarak okumayı öğretiyor.

Her şeyde güzel bir cihet vardır; mesele onu görebilmektedir.

Kur’ân’ın “Görmüyor musunuz?” ve “Düşünmüyor musunuz?” gibi hitapları, insanı gözle değil, kalple bakmaya dâvet eder.

Sadakat: Hakikatin Uğrunda Sebat ve Sebep Olmaktır

Hakikatin yolcusu, kâinattaki müşkülatın kâşifi hevesle değil, sadakatle yürür. İhlâs ve sebat, bu yolda yegâne sermayedir. İhlâs ve sadâkatle, enaniyeti terk ederek yürürler. Onların sermayesi samimiyet ve sebat; gıdaları tefekkür ve şükürdür.

Evet, hakikatin bedeli vardır. Ve bu bedel, ancak Allah rızası gibi ulvî bir gaye ile ödenebilir. Yoksa ne verilirse verilsin buna bedel olamaz.

Hakikatin izinde yürümek, kuru bir dâvâcılık değil; bilakis yaşayan bir hakikat olmaktır. Bunun yolu da:

  • Malumattan değil, marifetten,
  • Kibirden değil, tevazudan,
  • Nazardan değil, basiretten,
  • Sahiplenmekten değil, sevmekten,
  • İddiadan değil, sadakatten geçer.

Risale-i Nur, sadece hakikati izah etmez; aynı zamanda hakikatle nasıl yaşanacağını da ders verir.

Cenâb-ı Hak bizleri, bu asrın fırtınaları içerisinde marifet-i Rabbaniye ile sürûr yapan, hakikate sadakatle yürüyen kullarından eylesin. Âmin.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

(*): Bu mana için Bkz. Mektubat (222)

[1] Mektubat (48)

[2] Sözler (315)

[3] Muhakemat (96)

[4] Mesnevi-i Nuriye (51)

[5] Cuma Suresi (5)

[6] Mesnevi-i Nuriye (103)

[7] Mektubat (473)

Kaynak: RisaleHaber

Sende yorum yazabilirsin