İslam ve insan

Herkesin bildiği bir hadis: “Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Sonra ebeveyni onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir.” (Buhari, Cenaiz, 92)

Hadis bize şunu ilam etmektedir: Başka dinler sonradan edinilirler, birer manevi/kutsal kimlik olarak benimsenirler veya insanlar anne-babaları tarafından bir dine mensup kılınırlar. Buradaki “ebeveyn”i biraz daha genişletip sosyalleşmeyi sağlayan, yakın çevre, sokak, okul, meslek ve toplumsal hayat şeklinde düşünebiliriz. Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik (ve elbette diğer dinler Budizm, Taoizm, Shintoizm, Animizm vd.) ile sosyo-politik ve ideolojik sistemler ya bireysel tercih veya belirleyici çevre faktörü tarafından edinilirler.

İslamiyet de tabii ki bu iki yolla edinilir. Kişi akil ve baliğ olduktan sonra başka dinden ise iradi olarak İslamiyet’i seçip ihtida edebilir. Ya da, zaten gözünü Müslüman bir ailede açmışsa, bundan sonraki hayatını da Müslüman olarak sürdürür.

Bu böyle olmakla beraber Müslüman olmanın, diğer dinlerden farklı bir mahiyeti var ki, yukarıdaki hadise göre, “insanın dünyaya gelirken gözünü Müslüman olarak açması”dır. Hangi dini, kültürel, etnik veya bölgesel çevreye mensup olursa olsun, yeryüzünün bütün anneleri çocuklarını Müslüman olarak doğururlar.

Burada anahtar terim durumundaki “fıtrat”ın ne anlama geldiğine bakmak lazım. Fıtrat, Allah’ın insanı üzerinde yarattığı ahlaki düzeneklerin bütünüdür. Yaratılışın İlahi mahiyeti; arı duru tabiat; yüksek ahlaki erdemlerin kendisinde içkin olduğu zemin; temiz, lekesiz, saf yaratılış; kemale ayna olan manevi ve estetik potansiyeller.

Fıtratın karşılığı “din”dir: “Sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır.” (30/Rum, 30) Bu ayette sözü edilen “din”, herhangi bir din değil, “Ed Din (li’ddin)”dir. Yani hem Adem’den Son Peygamber (sas)’e kadar tebliğ edilen bütün vahyleri, sahih dini öğretileri, dini tebliğleri ihtiva eden -Kur’an, kendisinden önceki kitapları tasdik eder, sonradan ve dışarıdan karışmış beşeri-yabancı unsurları ayıklar ve tamamlar- hem de insanın temiz fıtratına karşılık olan din. Ed Din olan İslamiyet, aynı zamanda insanların üzerinde yaratılmış bulunduğu fıtrattır, fıtri düzen ve ahlaki yoldur.

Pekiyi, “önce insan mıyız?”, yoksa “önce Müslüman mıyız?” Kesin olan şu ki, diğer dinler ve doktrinler söz konusu olduğunda “önce insanız”. Ama Müslümanlık söz konusu olduğunda öncesi ve sonrasıyla “Müslüman insanız”! Çünkü beşeriyet olarak hepimiz “İslam fıtratı üzere”, yani Müslüman olarak doğarız. Bu ergenlik çağına kadar sürer, bu yüzden bütün çocuklar masumdur, temizdir ve insanlığın ilk saflık hallerini temsil ederler.

Buradan baktığımızda, “insani değerler”le “İslami değerler” arasında bir problem gözüküyor. “İnsani değerler” her zaman ve her beşeri durumda “iyi, doğru ve güzel” değildir. Eğer salt insana ilişkin tutum ve davranışların yönlendirici ilkesi manasında değeri ele alırsak, katil, hırsız ve zorbaların da tutum ve davranışları “insani değerler”dir. İyi insan olduğu gibi kötü insan da vardır. Ama İslami değerlerin tümü iyi, güzel, doğru ve hayırlıdır, çünkü değerlerin kaynağı Allah’ın vahyleridir. Bizim fıtratımız icabı öne çıkardığımız değerler, yine din’den/fıtrattan neş’et eden değerlerdir. Zaten İslam, “iyi insan (insan-ı kamil)” olmanın yolu ve öğretisidir. İslam’ın yöneldiği yegane hedef, insanı yüksek ahlaki formlara sahip varlık haline getirmek, “güzel ahlakı tamamlamak”tır.

Özetle, iyi dediğimiz “insani veya evrensel değerler” eğer gerçekten “iyi” iseler, İslam’a aittirler. Bunların sahiden “iyi değerler” olup olmadıklarını test etmemizin yolu onları Kur’an ve Sünnet’le kritik etmekten geçer. Zulüm, sömürü ve haksızlıkların sürdüğü bir dünyada, insanı yüksek ahlaki, hayat, özgürlük ve adalete çağırdığımızda, aslında onu kendi fıtratına, temiz özüne çağırıyoruz demektir. İslam’ın çağrısına cevap verenler, kendi temiz fıtratlarına dönmüş oluyorlar.

Ali Bulaç / Zaman

Sende yorum yazabilirsin