Meşveret Nedir? Nasıl Kazandırır?
Meşveret, sınırlı akıl, sınırlı düşünceye sınırsızlık kazandırmanın önemli bir yoludur.
Meşveret kadar zengin bir devlet ve güçlü bir ordu yoktur.
Sahabe, medih makamında, “Onların işleri, aralarında meşveret iledir.” beyanıyla, başka sıfatlarla değil de, meşveretle yâd edilmiştir…
Akıllıdan birkaç adım daha ileri akıllı, başkalarının akıl ve düşüncelerine de değer verendir.
Düşüncelerdeki pasları çözecek en müessir iksir, meşverettir.
İki akıl bir akıldan hayırlı ise, yüzlerce akıl evleviyetle bir akıldan hayırlı olur. İşte meşveret, bunca aklın bir araya gelmesinin adıdır.
Kendi akıllarına güvenip başkalarının düşüncelerine müracaat etmeyenler, dâhi de olsalar, muhakemeye önemli bir derinlik kazandıran meşvereti terk ettiklerinden dolayı akılsız sayılırlar.
Bir bilene sor! İki bilgi, bir bilgiden hayırlıdır.
Meşveret, şûrâ, istişare, müşavere kelimeleri aynı kökten gelmektedir ve lûgatlerde “danışma”, “görüşüp anlaşma”, “konuşup bir karara varma” anlamında tarif edilir. Meşveret İlâhî bir emirdir.
Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Allah, Resûlullaha (asm) istişareyi emretmiş, ayrıca işlerini istişare ile yapan toplulukları medhü sena ile övmüştür.
“Onlar, Rablerinin dâvetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri kendi aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar.” (Şûra Sûresi: 38.)
Cenâb-ı Allah’ın bu âyette istişâreyi, iman ve namazdan hemen sonra zikretmesi, daha sonra da zekâtı içine alacak şekilde infâktan bahsetmesi istişarenin İslâm’da ehemmiyetini gösterir.
Bakara Sûresinde insanın yaratılışı anlatılırken, Cenâb-ı Hakkın bu hususta meleklerle olan istişaresi nazara verilmektedir. Müşâvereden münezzeh olan Allah, böylece meşvereti emrettiği insanlara müşâvere üslûbunu öğretmektedir.
Âyetlerle, İlâhî bir emir olduğu kesin bir şekilde anlaşılan meşvereti; Allah’a lâyıkıyla bir kul olabilmemiz ve onun rızasını kazanabilmemiz için yapmamız gereken bir vazife olduğunu unutmamalıyız.
“Onların işleri aralarında şûrâ iledir” âyeti Mekke devrinde mü’minlerin toplum idaresinde söz sahibi olmadığı bir dönemde nâzil olmuştur. Böyle olduğu halde meşveret yine emredilmiş ve ondan vazgeçilmemiştir.
Peygamberimiz (asm) müşavereye dair bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Allah bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare eylerse, doğrudan mahrum olamaz, her kim de terk ederse hatadan kurtulamaz.”
Bu hadisin doğrultusunda anlaşılıyor ki meşverette bir doğruluk hikmeti var. İnsanı, tek akılla düşünmektense şûrâ ekibi ile beraber daha fazla akılla düşünüp en doğrusunu yapmaya teşvik eden meşveret, bir gelişim aracıdır. Bir araya gelip karar veren ümmet için Peygamberimiz (asm) şöyle buyurur: “Benim ümmetim dalâlet üzerine ittifak etmez.” Bu da gösteriyor ki gerçekten tek akılla düşünüp karar vermekle, birkaç beyin çalıştırıp bir fikir teâtisinde bulunmak arasında büyük farklar var.
Peygamberimiz (asm), hayatındaki meşveretleriyle, ashabına muallimlik yapıp meşvereti onlara da öğretmiş, bizlere en yüksek insanî terbiyeye meşveret yoluyla erişilebileceğini hayatıyla tasdik etmiştir. Gerçekten meşveret ortamı, hür bir tartışma zemini olup doğrunun da yanlışın da açıklıkla söylenmesini sağlayacak bir özelliğe sahiptir. Meşveret fikir alışverişini sağlayıp insanların düşünce ufuklarını genişletir. İnsanlar bu sayede şahsî ön yargılarından soyutlanır ve onlara daha doğruyu bulma imkânları doğar.
Meşveret, hak ve hakikati ortaya koyma ve mevcut şartlar içinde yapılması gerekenin isabetli şekilde belirleme imkanı verir. Meşveret edilenlere değer verildiğini gösterir. Onların kalblerini hoşnut eder, işin beraberce yürütülmesini sağlar. (4) (İbnu Kesir, II, 128; Yazır, II, 1214)
Hz. Peygamber (asm.), kendi görüşlerini dikte ettiren biri değildi. Hemen her hususta ashabıyla meşveret eder, onların görüşlerini alırdı. Ebu Hüreyre, Resulullah’ın bu yönüyle ilgili olarak şu tesbitte bulunur: “Ben, Resulullah’tan daha fazla arkadaşlarıyla meşveret eden birini görmedim.” (1) (Tirmizi, Cihad, 35)
Bedir, Uhud, Hendek Savaşları öncesi, ashabına danışmış, onların fikirlerini almış, ona göre hareket etmiştir. (2) (İbnu Kesir, II, 128-129)
Mesela, Bedir Savaşı öncesi, orduya yerleşme emri verdiğinde, ashabtan Hubab b. Münzir söyle der: “Ya Resulullah, buraya yerleşmemiz, Allah’tan bir vahiyle midir ? Yoksa, sizin düşünceniz midir ? Resulullah, kendi düşüncesi olduğunu söyleyince, Hubab, su olan bir yere yerleşmenin daha uygun olacağını ifade eder. Resulullah, bu görüşten memnun kalır ve o doğrultuda hareket emri verir. (3) (İbnu Hişam, II, 272)
Burada, görülmektedir ki, ashab, Resulullah’ın peygamberlik yönüyle, insaniyet yönünü birbirinden ayırmaktadır. Risalet yönünü ilgilendiren hususlarda, ashaba düşen görüş beyan etmek değil, itaat etmektir. Ama, vahiy gelmeyen hususlarda, onların da görüş beyan etme hak ve hürriyetleri vardır.
İstişareyi de müspet hareket grubunda saymak gerekir. Bunun zıddı olan, münferit hareketler ise menfîdirler. Çünkü, büyük bir hayrın oradan kalkması söz konusu olabilir.
Allah’ın rahmeti cemaat üzerinedir. Cemaat namazı bunun açık bir örneğidir. Cemaate iştirak etmeyen bir kişi, cemaat sevabını kendi amel defterinden adeta nefyetmiş gibi olur. Yirmi yedi kat sevabın kaybı ise menfî bir sonuçtur.
Münferit düşünen ve çalışan kişinin fikri isabetli de olsa, bu fikir tek başına kalan “uzunca bir dik çizgiyi” andırır. Yani tek başına alınmış bir karardır ve tektir yani sadece birdir. Yalnızdır. Bu kişi, fikirleri diğer bir arkadaşına danışarak alsa on yahut bir kıymetinde olan diğer iki arkadaşıyla meşveret için bir araya gelse, ortaya çıkan yüz on bir’lik sonuçta her bir rakamın kıymeti, “bir” den yüze çıkar. Çünkü üç tane “bir”i yan yana koyarsanız ittifak sırrıyla 111 eder ve rakamlardan hangisini çekseniz geriye sadece on bir kalır. Demek ki, bu ittifak sırrı ile birler basamağında bulunan bir rakamın gerçek hizmeti yüzdür. Yüzler basamağında bulanan bir rakam, arkadaşlarıyla birlikte olmayı bırakıp kenara çekildiğinde, değeri yüzden bire düşer.
Aynı konuda geçen, “omuz omuza verme” ifadesi de çok önemlidir. Cemaat namazında olduğu gibi, burada da araya boşlukların girmemesi gerekir. Aksi halde, rakam okunmaz olur.
Danışma ve fikir alma, yapılacak işleri karara bağlama anlamına gelen meşveret, dinin esası ile ilgili değil, uygulamaya yönelik olarak yapılacak faaliyetleri kapsar. “Mü’minlerin kendi aralarındaki işleri meşveretledir” ayetinin uygulamasıdır. Meşveretin hayatı hak, kalbi marifet, lisanı muhabbet ve aklı kanundur. Meşverette hürriyet esastır. Hürriyet istidat ve kabiliyetlerin inkişafına sebeptir. Her bir ferdi bir padişah gibi hür ve azade kılar. Bu da her bir ferdin istidadını kâinat vüs’atinde inkişaf ettirir genişlenir.
Şayet tembellikle ve garazlarla bu kabiliyetler engellenirse elbette istenilen mahsul alınmayacağı gibi, meşveret de istenen sonucu vermeyecektir. Meşverette ruhların imtizacı ve tesanütü, fikirlerin telahuku ve yardımı, kalplerin in’ikası ile olur. Halis bir meşveret ancak kalplerin in’ikasından, ihlâs ve samimiyeti esas alan bir cemaatten ve topluluktan çıkar. İşte meşveret böyle bir heyetin manevi bir ruhu hükmüne geçer.
İslam tarihindeki büyük yıkılışın en mühim sebebini meşveretin terk edilmesinde görmüş, İslam’ın altın çağındaki faziletin kaynağını meşveret olarak gösterilmiştir. Asr-ı Saadet ve Dört Halife devri bunun en büyük örneğini teşkil eder.
Bu tespiti orijinal ifadesiyle “zaman-ı saadette ve selef-i salihin zamanlarında hükümferma hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükuk ve şübehatın hükümleri olmazdı” şeklinde ortaya konulmuştur. (Muhakemat, s. 32)
Bu zamandaki hürriyet eğer meşveret-i şer’iyenin terbiyesine verilse, yani meclis şeri usullere göre danışma sonucu karar alsa, bu millet eski satvet ve kuvvetini yeniden ihya edecektir” (Divan-ı Harb-i örfi, s. 85)
İnsanlık aleminin en büyük musibetlerinden biri olan istibdadın yegane çaresi meşveret olduğu gibi, toplumsal barışın, ve bilimsel gelişmenin esası da yine meşverettir. (Hutbe-i Şamiye, s.65)
Meşveret, verilecek kararların isabetli olarak verilebilmesinin ilk şartıdır. Bir mesele hakkında iyiden iyiye düşünülmeden, başkalarının fikir ve tenkitlerine arzedilmeden verilen kararlar, çok defa hüsran ve hezimetle neticelenir. Düşüncelerinde kapalı, başkalarının fikrine hürmet etmeyen “kendi kendine” birinin, üstün bir fıtrat, hatta dâhi de olsa, her düşüncesini meşverete arzeden bir diğer insana göre daha çok yanıldığı görülür.
En akıllı insan, meşverete en çok saygılı ve başkalarının fikirlerinden en çok istifade eden insandır. Yapacağı işlerde kendi düşünceleriyle iktifa eden ve hatta onları başkalarına da kabul ettirmeye zorlayan olgunlaşmamış ruhlar, etraflarından hep nefret ve istiskal görürler.
Güzel neticelerin elde edilmesinin ilk şartı meşveret olduğu gibi, kötü âkıbet ve hezimetlerden korunmanın ehemmiyetli bir vesilesi de, dostların yüksek fikirlerinden istifadeyi ihmal etmemektir.
Bir işe başlamadan önce gerekli olan her danışma yapılıp tedbirde kusur edilmemelidir ki, sonra etrafı suçlama ve kaderi tenkit etme gibi, musibeti ikileştiren yanlış yollara gidilmesin. Evet, bir şeye azmetmeden evvel, âkıbet güzelce düşünülmez ve tecrübe sahipleriyle görüşülmezse, neticede hayal kırıklığı ve nedâmet kaçınılmaz olur.
Önü arkası iyice düşünülmeden içine girilmiş nice işler vardır ki, bir adım ileriye götürülememiş olmaktan başka, o işe teşebbüs edenlerin itibarlarını yitirmeleriyle sonuçlanmıştır. Evet, aklına esen şeyleri yapmaya kalkan birisi, bu kabil yanlış yollarla içine düşeceği inkisarlardan dolayı, yapabileceği şeylerde de er-geç ümitsizliğe dûçar olur.
Yapılacak meşveretlerde, amacımıza ve İslami hizmetimize taallûk eden meseleler hakkında en isabetli ve en makul görüşü ortaya çıkartmak için, ehil kimselerin mütalâasına müracaat etmek gerekmektedir
Cenab-ı Peygamber (s.a.v): “Müşavere edilen emindir.” buyuruyor. Çünkü müsteşar yani kendisiyle istişare edilen zat emin, mütefekkir, müstakim, tesirata tabi olmayan, gadab göstermekten beri, pek ciddi, halim, sabırlı ve hayırhah olmalıdır. Yani hayır okumalı, hayır konuşmalıdır. Zira bir Hadis-i Şerifte, “Her kim kendisiyle müşaverede bulunan kardeşine bildiği halde, hilâfına bir beyanda bulunursa şüphesiz hiyanet etmiş olur.” Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulur: “Her kim istişare ederse rüşte mazhar olur, her kim müşavereyi terk ederse hatadan kurtulamaz.”
İslama hizmet dava eden bizler islamı tebliğ kudsi hizmetimize ait himmet ve gayretleri artıracak, istidat ve kabiliyetlerin inkişafına, âli seciyelerin intişarına ve de akademik iş hayatımızda başarı için birer vesile olacaktır. Çünkü bizler hisler ile değil, akıl ve düşünce ile meseleleri müzakere etmek kudretine sahip olmalıyız.
Ancak, her insanda hissiyat bulunur. Bu sebeple meşverette daima müsbet meseleleri nazara vermek gerekmektedir. Menfi meselelerin zikrinde kalbler rencide, fikirler rahatsız olabilir. Şevkler kırılır. Güzel sıfatlar ortaya konduğu vakit, tahtında menfi şeyler de anlaşılmış olur. Şeytana lânette bir fayda yoktur. Ama “Bismillah” derseniz, hem sevab işlemiş, hem de şeytanı kaçırmış olursunuz. Bu sebeble güzel ve müsbet şeyleri konuşmak ve şûrâya da güzel fikirler getirmek lâzımdır.
Meselelerimizi konuşurken, hal, yani şu andan ziyade istikbali nazara almalıyız. İstikbali dikkate alarak adım atmak güzel bir tedbirdir. Takip edeceğimiz yol, müsbet harekettir, müsbet konuşmaktır. Tatlı, makûl, yerinde ve hilmle konuşmaktır. Yani kavl-i leyin olmaktır.
Yrd. Doç. Dr. Necmettin Aktepe