Taassub

Taassub, kelime manası lügatte şu şekilde geçmektedir:

Bir şeye veya bir kimseye taraflı olma.

Din bakımından fazla salabetli olma.

Kendi dinini çok üstün görmek.

Haksız yere husumet etmek.

Bir düşünüşe, bir inanışa körü körüne bağlanıp ondan başkasını düşünmemek hali…

Münazarat’ta, Üstadımız’ın ele alış şekli ise:

İslâmiyeti, onu paslandıran hikâyat ve İsrailiyat ve taassubat-ı bârideden kurtarmak. 

Evet İslâmiyetin şe’ni metanet, sebat, iltizam-ı hak olan salabet-i diniyedir. 

Yoksa cehilden, adem-i muhakemeden neş’et eden taassub değildir. 

Bence taassubun en dehşetlisi, bazı Avrupa mukallidlerinde ve dinsizlerinde bulunur ki; sathî şübhelerinde muannidane ısrar gösteriyorlar. 

Bürhan ile temessük eden ülemanın şanı değildir.

Yorum:

Ehl-i Sünnet’in en önemli şe’ni yek diğer kardeşine uhuvvetidir. İlmi ve mudakkik oluşudur. Nazikane tutumudur. Müminin  tezyifi değildir. Ehl-i Sünnet bir müminin,  eleştirdiği tarafı (Cemaatler, Batıniler, Vehhabiler, Şia, Ruhani Hristiyanlar gibi) taassubane tezyifi doğru değildir. Hem bir ehl-i hizmetin metodu olamaz. 
 
Tartışmalarımızda hep hissediliyor ki, taassubane yaklaşımlarımız oluyor. 

Bu taassubiyet müminlerin mabeynindeki mükâlemelerde ifrata ve tefrite yol açabilir ki, bu tefridat ve ifradat ise yeterli derecede bilemeyişimizden yani bilgisizliğimizden, burhansız yaklaşımımızdan ve bazen de nefislerin müdahalesinden kaynaklanıyor. 
 
Bu ders, hususan bu zamanda fitnenin önlenmesinde, mizanlı davranışlarımızda ehemmiyetli görünüyor. 

Bu gözle, kendi dünyamızdaki taassubata bir ders mahiyetinde okunursa çok faideli olabilir.

Risale-i Nur gibi mahza ilim ve marifet olan bir güneşin, mütalaasında, müdafaasında ve tebliğinde taassub pek müstamel olamaz. Taassub, bilememezliğin ve bilmek istemeyenlerin işi olarak hissedilecektir.

Beni çok etkileyen bir vakıa: 

Peygamber Efendimiz’e (asm), müşrikler, Efendimiz’i zor durumda bırakmak için ehl-i kitaptan bazı sualler öğrenip, onları Efendimiz (asm)’a sormuşlar. Efendimiz’in (asm) ise o tatlı ağzından, “Ben bunu bilmiyorum” şerbeti dökülmüş. (Bakınız Kehf Suresi naziline dair ehadise).

Yıllarca, bilmediğim halde bilirmişlik davranışım veya soruları cevapsız bırakmama gayretimdeki vicdani azabımın tedavisi, bu latif vakıayı öğrenince hasıl oldu. Bazı taassubumun da tedavileri oldu, elhamdülillah.

Affınıza sığınarak derim ki, taassub, her müminde az çok vardır. Bunu ilimle, marifet ile, müzakere ile izale edeceğiz inşaallah.
 
M. Fatih Özbilen
 
www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: