Haşir Risalesi’nde Suretler ve Sorgulama

On iki suret tamamen sorgulayıcı bir mantık üzerine kurulmuştur. Bediüzzaman haşir hakikatı, öldükten sonra dirilme hakikati üzerine uzun süre düşünmüştür. Otuz yıl önce meseleye bir kalem atmış ama aradan yıllar geçtikten sonra Haşir risalesini kaleme almıştır. Haşir hakikatı ilk dönem eserlerinde , daha sonra Nur’un ilk Kapısı isimli eserinde , Barla yıllarında sürekli geliştirilmiştir, bu geliştirilmiş ve dilin daha estetik hale gelmesi eserlerinden izlenebilir.

Lasiyyemalar’da kullanılan Haşir dili ile Onuncu Söz’de kullanılan dil farklıdır. Bediüzzaman daha büyük kitlelere hitap eden bir dil kullanmış onuncu sözde Mesnevi’de kullandığı dil ile daha özel ve özel bir sınıfa has dildir. Muhakemat da kullanılan dil ile Meyve risalesindeki yedinci meselede kullanılan dil tamamen farklıdır. A Hamit Tarhan’a sizin üslubunuz demişler o da “Benim üslubum yok üsluplarım var” demiş, Üstad’ın da her dönemde kullandığı üslubu farklı. Onun da üslubu çok farklı kişilere ve kültür tabakalarına has. Meyve risalesindeki yedinci mesele daha sade bir dille yapılmıştır, çünkü muhataplar mahpuslar olduğundan böyledir. İ. İcaz ‘daki dil ise ülemaya ve muhakkikine has bir dildir.Bunları Medreset üz Zehra‘nın bölümlerinde konuşacağız. Bu konuyu konuşacak adamlar var da yokta. Medreset üz Zehra konuşuldu ve işte konuşuldu, ortada ne varsa görünsün.

Suretler, “ hiç mümkün müdür ki , “ bu kelime gurubu ve sonundaki ki vurgusu , ciddi sorgulayıcı bir cümledir. Mümkün kelimesi ve başındaki hiç mümkün müdür, bedahetle mukayese ve mantık ve sorgulamadır. Hiç mümkün müdür ki bütün diğer cümlelere geçer. Manayı yüklenen baştaki hiç mümkün müdür ki ile sondaki demek kelimesidir. Hiç mümkün müdür ki cümlesi hayır mümkün değildir cevabını kendinde gizlemiştir. Bediüzzaman saltanat ile raiyet arasındaki tezadı yakalar ve oradan öldükten sonra dirilmenin bir ödüllendirme ve ceza yeri olduğunu vurgular.

Bediüzzaman önce mümkün kelimesini kullanmış, mümkün olabilirlik demek, onu soru şekline çevirince hiç mümkün müdür olmuş. Hem soru eki hem de olabilirlik kelimesi bir de onun arkasından yapılan ki vurgusu kat kat sorgulayıcı bir ifade yapmış cümleyi. Cümlede dört adet sorgulayıcı kelime var, hiç, mümkün, müdür, ki

Saltanat yönetilen şeyler üzerindeki hükümranlıktır. Beş kişilik bir ailede babanın bir saltanatı vardır, bu beş kişilik bir saltanattır. Baba kendisine itaat edene mükâfat isyan edene de ceza verir. Aksi takdirde saltanatı yok sayılır. Bediüzzanman bir saltanat derken belirsizlik kullanmış, yani her hangi bir saltanat, bir adam gibi. En sıradan saltanat bile, kendine itaat edeni isyan edeni, ayırır ve gerekeni yapar. Kimliği belirlenmemiş bir saltanat itaat ve isyana eşit davranmaz. Bediüzzaman kimliksiz bir kelimesinin yerine böyle kelimesini kullanmış. Onun başına böyleden kastedilen Allah’ın dünyadaki saltanatıdır, sayısız yönetilen canlı üzerindeki bir saltanat, bunu “böyle muhteşem bir saltanat “ diye ifade eder. Böyle muhteşem bir saltanat Allah’ın saltanatıdır, o nasıl mükafat ve ceza vermekten geri dursun, orada yine anlamlı bir cümle var “ Burada yok hükmündedir” Burada yok demiyor, olan da yoka yakın dır, o halde bu saltanat ceza ve mükafatı ertelemiştir. Burada demek kelimesi sonuca vurgu yapar. “Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra vardır” Başka yer ve büyük mahkeme zorunlu Gözlemden tezadı yakalamış ve ceza ve ödül için ahireti zorunlu kılmış.

İkinci suret de Bediüzzaman emin adamı konuştururken diğer arkadaşını gidişat ve icraata bakmaya çağırır. Hatta birlikte bakarlar, emin adam ona bak derken kendisi bakmaktadır, olayların akışından manalar çıkarır. Gidişat ve icraat olayların dilidir. Fenomenoloji olay bilim demektir, Bediüzzaman çok yönlü bir olay bilimcidir, hatta kendisi bizim tarihimizin en büyük olay adamlarından olduğu gibi her türlü olayı tarihin akışı içinde hep farklı yorumlamıştır, onun tesiri tabiat,ilim, sanat, siyaset, tarih, din ve daha birçok alanda olaylara farklı bakmaktır, o alışılmış skolastik ve yılların ülfet ile üzerini kapattığı olayları yorumlamıştır. Dikkat çekmesi de bu yüzdendir. Avrupa’nın yaldızlı üniversitelerinde binlerce olay okumacıları, filozofların ve bilim adamlarının mutad olay yorumları yanında o farkı görmüştür, bir Anadolu köyünden çıkmıştır, resmi tahsili de neredeyse yoktur. Bediüzzaman’da olaylar ve yorumlar birkaç kitap olacak kadar büyük bir konudur.

Buradaki gidişat ve icraattaki olaylar çok çeşitlidir. Birincisi e r z a k , ikincisi hastalık ve hastalar,

“Hem, gayet kıymettar ve şâhâne taamlar, kaplar, murassâ nişanlar, müzeyyen elbiseler, muhteşem ziyâfetler vardır.”

Gayet kıymettar

Şahane taamlar

Kaplar

Murassa nişanlar,

Müzeyyen elbiseler

Muhteşem ziyafetler

Bakmak nedir buna denir, şu hergün önümüze gelen ve bizim gidip aldığımız bakkal dükkanlarından veya ağaçlardan alıp bakmadan yediğimiz şeylere ne diyor, g a y e t k ı y m e t t a r, ş a h a n e t a a m l a r , hiçbir şeye bakmadan edememiş, aman Allah’ım ne harika iki göz ve ne harika bir zeka düzeni . Yemekten değil bakmakdan lezzet almış, “ şu dağları yıldız sarayına değiştirmem diyen “ Bediüzzaman, ben de evimdeki harika olmayan aksesuardan felsefi anlamlar çıkarıyorum, vay benim halime .Bediüzzaman da aksesuar merakı yok, dolaplar, koltuklar, elbise çeşitleri bu kadar mı insan düşündüğü gibi yaşar. Evindeki eşyalar çok zaruri eşyalar, hepsi bir küçük bavula sığar, bu yüzden “ herşeyimi bir elimle tutum götürebilmeliyim “ diyor. Bediüzzaman kainat evinde oturmuş biz de diktörgen ve kare binalarda.Ölünce mezar taşına yazarlar dört araba değiştirdi, beş yorgan sonra toprağın yorganına sarıldı. Üstadım seninle bu insanların arasında kaldım, Bu kadar güzel bir adam bu kadar garebet adamlar.

Bedri Rahmi bir şair bak kapitalist toplumun insanını nasıl eleştirmiş.

Arkadaş Dökümü

Evvela dişlerimiz döküldü

Sonra saçlarımız

Arkasından birer birer arkadaşlarımız

Şu canım dünyanın orta yerinde

Yalnız başına yapayalnız

Kırılmış kolumuz kanadımız

Tatlı canımızdan usanmışız

Bir şüphedir sarmış yüreğimizi

Ye kendini aldatıyor ya bizi

Bir şüphedir demir atmış ciğerimize

Pakum ipliği ele bağlamışlar bizi

Düğüm üstüne düğüm şöyle dursun

Bir çalım bir kurum hepimize

Nereden inceyse oradan kopsun

Bu canım dünyanın orta yerinde

Hayvanlar kadar bağlanamamışız birbirimize

Yalın mı gözünü sevdiğim karıncalar

İşte hamsiler sürü sürü

Arılar bölük bölük geçer

Leylekler tabur tabur

Ya bizler eşrefi mahlukat ?

Boğazımıza kadar kendi murdar karanlığımıza

Gömülmüşüz

Bizler bölük bölük bizler tabur tabur

Bizler sürü sepet

Yalnız birbirimizi öldürmüşüz

Risale talebeleri herkesi kucaklayan bir perspektif edinmeli, yoksa asya Avrupa gibi bir yerde kalır daha da büyüyemez, insanlar dar bir yere sıkıştığınızı gördüğü anda sizi kendi halinize bırakırlar, işte cemaatlerin trajedisi, her gün aynı insanlar aynı düşünceler, körler sağırlar birbirini ağırlar.

Ya kaplar kelimesinde neyi kastediyor, herhalde tencere tava değil, ne diyeyim neye tekabül eder bu kaplar kelimesi . Mesela karpuzun kabı kabuk , cevizin kabı kabuğu, fındık yine öyle, ya koyunun cesedi onun kabı mı acaba, muzun kabı ne kadar güzel, atmaya kıyamazsın, ya şu cesedimizin kabı , düşün düşün işte bunları düşün. Bediüzzaman bakmayı öğreten insan, bakma öğretmeni biz ise gerçekten bakıyor muyuz, bakmayı unuttuk mu . Birbirimizin kusuruna bakıyoruz yetmez mi ?

Murassa nişan

Müzeyyen elbise

Muhteşem ziyafet

Nişanlara , elbiselere ve ziyafetlere dikkat çekmiş, elbise bütün canlıların giydikleri ,nişanlar Allah’a ait olduğunu gösteren belirtiler, tıpkı Mecidi nişanı Hamidi nişanı gibi, mesela göz uzuv ama aynı zamanda Allah’dan başkasına nisbet edilemez bir nişan, hepsi öyle. Ziyafetler ise muhteşem olarak ifade edilmiş, gösterişli , hangisi gösterişsiz ki .

Sonra vazifeye dikkati çeker.Bütün varlık vazifeli canlılardan oluşuyor. İnsandan başka kimse vazifesini aksatmıyor, hiçbir canlı hiçbir nesne vazifesine bir an olsun ara vermiyor, atomlar bir an dursa sigara molası için hayat durur, mevsimler aralık vermeden gelir giderler onların tatil hakkı yok mu, ya güneş kainat kurulduğundan beri yılmadan yorulmadan çalışır. Tenbellik kainatın mayasında ve efalinde yok. Tenbel insanlar müstesna . Neden islam dünyası bu çalışan kainattan ders almaz, o da ayrı bir mesele .

Din çalış dedi çalışmadın yattın

Sonunda bir tevekkül sokuşturup araya

Zavallı dini çevirdin maskaraya

Akif der,

Bugünkü rızkını koysan kursağına

Allah kerim der yatar sağına

Sonra kerem, merhamet , izzet ve haysiyete dikkat gelir. Kerem ve merhamet örneklerini verdi yukarda, izzet ve haysiyet de vazife ile bağlı. Ama Allah’ın kerem ve merhameti ile yaşayan insanlar onun izzet ve haysiyetini düşünüp hareket etmezler. Görevlerini yapmazlar bırak aksatmayı . Görevlerini yapmadıklarından bu dünyada cezalandırılmazlar, zalim zulmeden izzet içinde yaşar, mazlum ise zillet içinde ölür. O zaman bir büyük mahkeme vardır.

Konu nerede başladı, nerede bitti.

Kerem ve rahmet ahireti gerektirir

İzzet ve haysiyet ahireti gerektirir

Bu kadar ihtimamla büyütülen insan isyanının kendisine verilen ihtimama aykırı tutumundan dolayı olduğunu bilmelidir. Herkes bize koşuyor bir nereye koşuyoruz. Bediüzzaman “Kainatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında koşturan” yani herkes bir düzen içinde bizim için koşuşur, ya biz…. Allah ile insan arasındaki ilişkileri gözden geçirip oradan rahmet ve merhamete izzet ve haysiyete giden Bediüzzaman bu vasıfların kendilerinden bekleneni ancak ahirette vereceğini mantıki bir surette anlatır.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: