Dördüncü Mesele’deki Dâvâ

Risale-i Nur tahlillerinde telif sebebi ve hadisesi önemli olurken zaman, zemin ve makama da dikkat etmek gerekir.

Her bir kelime ve kavramı muazzam itina ile kullanan Bediüzzaman, o günün güncelindeki kelime, konu, kamuoyu ve meşguliyetlerden de uzak kalmamıştır. Bahsettiği imanî meseleleri ders verirken muhatabın anlayacağı dilden, kullandığı kelimeden yani hayatın içinden misaller getirir, kelime ve kavramlar kullanır. Bunların da her türlü mana ve makamına dikkat eder. İşte “dâvâ” kelimesi de bunlardan bir tanesidir.

Denizli Hapsinin bir hatırası olan Meyve Risalesi’ndeki Dördüncü Mesele’de geçen “dâvâ” ifadesi çok rikkatli çağrışımlar yaptırır, her okuyuşumda.

Denizli Mahkeme ve Hapishane dönemi, Eskişehir mahkeme safhasından daha farklılık arz eder. Bu defa ülke genelinden toplarlar Nur talebelerini. Sapı ehl-i iman olan bir baltanın şikâyeti ile harekete geçen ikbal hırslı savcının girişimlerindeki zamanlama çok mânidardır. Her ikisinin de “dâvâ”sı farklı idi. Kastamonu’dan Barla’ya varıncaya kadar nerede bir Nur Talebesi varsa hepsini toplayarak azılı katillerin olduğu soğuk ve büyük koğuşlarda iç içe dâvâları sıraladılar.

Güz mevsiminin son zamanları ki yaklaşan kış, Anadolu’da çok çetin geçer. Anlaşılan, Denizli Hapishanesinin koğuşlarındaki Nur Talebelerinin bu kış aylarında imtihanları da çok zor geçecek. Tarlada kalan mahsullerin ambara, yayladaki hayvanların ahıra alınmasına fırsat bile verilmedi.          

Gariban insanların sıkıntısı içeride de devam eder. Mahkemede beraat ettirecek bir dâvâ vekili lazımdı onlara. Dışarıdaki iş, evdeki eş kendilerini beklerken Üstad ise dâvâyı uzatıyor, müdafaa hakkını sonuna kadar kullanmak istiyor ki dâvâ duyulsun. Mahkemede İman kalesi Ayet-ül Kübra’yı dâvâsına bir delil olarak savunan Bediüzzaman, hemen tahliye istemeyip meşgul oldukları dâvânın ülke gündemini işgal ederek yer almasını istemekte. Böylece Ülke, bütünüyle Risale-i Nur’dan haberdar olacaktı. Dâvâ umumi olarak yankı bulacaktı. Dâvâ vekili Risale-i Nur’a dikkat çekilecekti.

Kur’an hattını okuyamayan gençlerin Osmanlıca yazılı olan Risaleleri okuyamaması Üstadın ayrı dertli bir dâvâsı idi, mânâ âleminde. Nihayet Latin harfle basımı ruhsatını alır almaz Talebelerine yazılması talimatını verir. Ancak Kur’an hattına sadakatle devam etmek isteyen ağabeyler ile Üstadın talimatına uymak isteyen ağabeyleri de ayrı bir dâvâ beklemekte idi. Burada Risale-i Nur’un umuma ulaşması dâvâsı ehemmiyet kazandığından ilk olarak Ayet-ül Kübra’nın yeni harfle basımı yapılır ve gençler dâvâ ile tanışır. Onlar da bu vesile ile anlar ki kabre imanla girme dâvâsı gerçekten çok önemli imiş. Bir an önce tahliye olmayı bekleyen içerideki büyükleri için de dâvâ çok önemli idi. Hem dışarıdakilerin ve hem de içeridekilerin dâvâsında beraat ettirecek kuvvetli bir vekil gerekli idi.

Evet, fevkalâde sıkıntıda olan hapishanedeki Nur Talebelerini savunacak bir dâvâ vekili lazımdır. Kabre imanla girip girememe imtihanı karşısında da çok kuvvetli bir dâvâ vekili lazımdır. Üstada sadakatle her talimatını harfiyen ve itinayla yerine getirene de istikametli bir dâvâ vekili gereklidir.

İşte Üstad bu eserinde dâvâ kelimesini vekil kavramını öyle yerinde ve zamanında kullanmış ki herkese ilaç olmuş. Hem o zamandaki Talebelerine ve hem de istikbaldekilerine.

Mehmet Çetin

Sende yorum yazabilirsin