Etiket arşivi: abdulhamid oruç

Nezahet, Nezaket, Zerafet Erozyonu

Liyakatini koruyamayıp , elden kaçırdığımız Osmanlı’nın, sadece topraklarının, kültürünün, yazısının, sanatının, tefekkürünün yanında , daha pek çok değerlerini , büyük ölçüde kaybettik, gelişmiş insanlık meziyetlerinden olan , Nezahet, nezaket ve zerafetten de çok şeyimiz erozyona uğradı. Küçük bir hatırlama ile kaybettiklerimizi bazıları şunlardır.

Hanımlar beylerine hürmeten , isimleri ile hitabet etmez, birbirini , bey, hanımefendi, hatun diye çağırırdı. Cebhelerde şehitlerin , yalnız kalan eşleri ve çocukları babaları yok diye mahzun olmaması için, eşler yanyana yürümez, erkek önden , eşi ve çocukları arkadan yürürlerdi. Esnaf , belli miktar alışveriş yapınca , sonradan gelen müşteriyi henüz siftah etmeyen komşusuna yönlendirirdi.

Bir evden cenaze çıkınca , komşular üç gün cenaze evine destek için , evlerine yiyecek bırakırdı. Çarşıdan satın aldıkları nevale gören fakir fukara özenmesin diye , şimdiki şeffaf , file gibi ,cam gibi görüntü veren kaplara değil , sen bil manasında , zenbil veya torba gibi şeylerin içinde taşınıyordu. Evlerin kapısında biri büyük daha kalın tok ses çıkaran , diğeri küçük daha ince ses veren halka bulunur, gelen erkek ise büyük tokmağı çalar, kapıya erkek çıkar, küçük halka çalındığında evin hanımı gelen misafiri karşılardı.

Sokak satıcıları sokakta satış yaparken , balkondaki çiçeklere dikkat eder eğer sarı renkli çiçek varsa, o evde hasta olduğunu anlar , sesini yükseltmeden, sütçü, simitçi deye seslenir. Bir evde ergin evlenme yaşına gelmiş , yetişmiş kız evladı varsa , dikkat çekmek için açılıp saçılarak değil , evlerin balkonuna kırmızı renkli çiçekler yerleştirilir , taliplere öylece mesaj verilirdi.

Fakir incinmesin diye , camilere ve bazı uygun yerlere , sadaka taşları adında uygun mahallere keselere  ,çıkılara konulan sadakalar bırakılır, fakir ve muhtaç olanlar onurları zedelenmeden , ihtiyaçları kadarını alırlardı. Vakıflar yolu ile , her türlü ihtiyaç sahiplerine ulaşılır yardımlar yapılırdı. Fakir ve cehiz konusunda mahrumiyet içinde olan kızlara , cehiz vakıfları, kanadı kırık , mevsiminde hemcinsleri ile uçamayan kuşlar için bile , vakıflar tesis edilir, muhtaçlar için ücretsiz aşevleri, susayanlar için sabit sebiller tesis edilirdi, dükkanlarda, hırsa kapılmamak , tamakar olmamak için, “Errızkı alellah”, müşteriye nezaketle hürmet için “müşteri velinimettir,” işinde tembellik etmemek ve itinayla davranmak için “Elkasıbu Habibullah”levhaları koyarlar.

Ahilik kurumları sabah namazdan sonra , işbaşı yapmadan önce biraraya gelip helal rızk, ve asayiş için dua eder işe “Bismillah”ile başlarlar, çalışmalarının hakkını verir, o günkü nasipleri için , kanaatla , Allah’a şükrederlerdi. Bütün bu hasletlere sahip ceddimizin bu güzelliklerini perdeleyip, erozyona uğratıp, gelenin keyfi için , geçmişe senelerce , aşağılayıp sövdürdüler, hani Necip Fazıl Kısakurek’in “Kabrinde kan terliyor dedemin iskeleti, ne yaptık ne yaptılar mukaddes emaneti.” demesi gibi ,”kabrinde utanıyor dedemin nezaheti, ne yaptık ne yaptılar güzelim nezaketi.” Desek haksız olurmuyuz?

Abdülhamid ORUÇ

Vicdan

Bediuzzaman , Hutbe-i şamiyenin , son kısmındaki vecizelerinden birinde vicdanın anâsır-ı esasiyesi dörttür.

Yani , iman eden bir kimsenin vicdanında çalışan , dörtlü bir sistem vardır der. Birincisi; İrade, ibadeti temin eder. Yani iman var , irade yoksa, insan farzları yapamaz ve haramları frenleyemez olunabiliyorsa, amelsiz bir mü’min olur.

İkincisi: Zihin, dimağ, tefekkür gücüdür. Vicdanın çalıştırdığı bu sistemin ulaştırdığı gaye ve netice , Marifetullah dır, yani imanlı ibadetli bu Mü’min ,tefekkürle Cenab’ı hakkın sıfatlarını, esmasını, tefekkür eder , Allah’ın hikmetlerini, zinetlerini, nimetlerini farkeder . Allah’ın Cemalini, celalini kemalini , ihsanını derecesine göre müşahede eder marifete ulaşır. Arif i billah olur.

Vicdanın üçüncü hassası, unsuru;Hiss dir. Böyle inanan, iradesini kullanıp , ibadet eden, zihnini tefekkürünü harekete geçirip , Arif olan kimse , hikmetlere,  nimetlere, kemalata bakarak his kabiliyeti İnkişaf eder ve , Muhabbetullaha ulaşır. Bütün bu merhaleleri geçen bir kula , bu makamda gerekli olan şey bu güzel hallerinin devamlılık kazanmasıdır. Burada devreye vicdanın dördüncü unsuru olan; Latifei Rabbaniye devreye girer.

Latife-i Rabbâniyenin kazandırdığı Müşahedetullah’dır , Latifei Rabbaniye mobil telefonların , baz istasyonlarıyla olan bağlantıyı koruyan , kapsama alanında irtibatı devam ettiren duruma benzer, o yüksek halin devamını sağlayan kişi kendisini devamlı huzuru ilahide hisseder . İmanı canlı, ibadeti devamlı, tefekkür diri , muhabbetullah’i güçlü kalır ve takva denilen en hayırlı koruyucu takva zırhını giyer şuurlu kulluk ruhu , süreklilik kazanmış olur.

Vellehu Yuhibbul Müttekiyn

Abdülhamid. ORUÇ

Çocuk Ruhunun İnşası

Çocukların yetişmesindeki terbiyenin ruhu şeytanın dürtüsüyle değil, Allah’ın emri peygamberin kavli ile başlayan, annenin söz kesimine kadar uzanır diyebiliriz.

Meşru ölçüler içindeki düğün , İslami şuur içinde nikah ,annenin ibadetle geçen hamilelik müddeti, doğumdan sonraki sevincin  ,şeytana değil , Allah’a şükür’le ifadesi(çocuğu Dünya’ya geldi deye , şükür secdesi yerine ‘ meyhane ıslatması yapanlar olabiliyor)

Ninnilerin bile ulvi ifadelerle ilahilerle , dua gibi sözlerle ifade edilmesi, konuşmaya başlayınca konuşmanın besmelesi , hükmünde Allah, Muhammed sözlerini söylettirmeyi, aklı ermeye başlayınca , bir çiçeğin resminin bile , kendi kendine var olamayacağı gerçeğinden hareketle her şeyin bir yapanı , yaratanı olduğunun telkin edilmesi.

Yedi yaşına gelince yaşına uygun gelecek tarzda , İslâmın basit ifadelerle anlamasının sağlanması. (o yaştaki çocuk ne anlar deyecek olanlar bulunduğunu görür gibiyim, aynı insanların , yüzme, jimnastik, bale eğitiminin üç yaşında başlaması gerektiğini savunduklarını biliyoruz) on yaşına gelince , namaz kılması hususunda yönlendirilip , on iki onbeş yaşından itibaren , beş vakit namaz kılmalarının mutlaka gerekli olduğunun anlatılması.

İlkokul çağ’ından itibaren , Kuran kursuna gönderilmesi veya özel olarak kuran öğretilmesi. Evimizde tedarik edilecek, kitap, kaset ve programlarla dini hayata adapte olmasının sağlanması.

En önemlisi de , söz dilinden ziyade hal dili ile de örnek olunması , İnşaAllah bizi sorumluluktan kurtaracak neticelere ulaştırabilir böylece, inanan, inandığını yaşayan, güzel ahlak sahibi olan, bütün işlerinde meşruiyete önem veren nesillere sahip olabiliriz. Allah”a, Peygamber’e, İslam’a, Kuran’a, meşruiyyete hürmet eden çocuklarımız , elbette bizede hürmetkar ve şefaatçi olurlar.

Aksi terbiye ile yetişenlerin durumunu hergün müşahede ediyoruz. Unutmayalım ki onları doğurmak, doyurmak, giydirmek, ellerine diploma ceplerine sermaye koymak onların ancak fiziki ve dünyevi yapılarının inşasıdır. Daha mükemmel netice için onu , Risalei Nur’la tanıştırmalıyız.

Abdülhamid Oruç

Çocuk Terbiyesi

Bir şeyin özelliklerini ‘Kullanım tariflerini en iyi bilen onu imal edendir. Her imalatçı mamullerinin nasıl kullanılması gerektiğinin tarifnamesini , ondan yararlanacak olana verir.

Cenabı Hak Mülk süresinde , yaratan nasıl bilmez o latif habiyrdir buyuruyor. Temsilde hata olmasın ! Elbette , insanı yaratan Allah cc de onu en iyi bilendir. Onun eğitimin sırlarınıda en iyi bilendir. Efendimiz, beni Rabbim terbiye etti ne güzel edeblendirdi buyurmaktadır . İşte böylece , Rabbimiz lokman süresinde , Hz Lokmanın çocuğuna nasihatini aktarırken , aslında bize yol göstermektedir.

Evvela Allah’a imanı ve şirkten uzak durmasını telkin etmektedir .(la tüşrik billahi) buyuruyor ve şirkin büyük günah olduğunu telkin ediyor. ikinci olarak , yaratana şirkten sakındırdıktan sonra, ona kulluk etmesini telkin ediyor sonra anne babaya iyi davranmak telkini yapılıyor , annenin yavrusunu , sıkıntısı arta , arta karnında taşıdığını  ,zorluklara katlandığını hatırlatarak , yani ana baba hakkı telkin ediliyor onu iki sene emzirdiği , beyaz kanı ile beslediği nazara veriliyor. Allah’ın kendisine ibadetten hemen sonra , ana baba hakkı zikredilmektedir.

Yani yaratan Allah, yaratılıştaki sebeb , anne babadır. Eğer anne baba Allah yolunda ise , onlara itaat edilmesi, eğer evladını şirke zorlarlarsa itaat etmemeyi , fakat dünya işlerinde onlara iyi davranmayı telkin etmektedir. Daha sonraki tavsiye Allah yolunda olan iyilerle beraber olmaktır,yine yavrucuğum! Yaptığın iyilik ve kötülük , Hardal tanesi kadar da olsa, Kaya’nın içinde veya gökyüzünde , yahut yerin derinliklerinde olsa bile , yine de Allah ,onu senin önüne kor ! Deye çocuğuna her amelinden soru sorulacağı telkinini yapıyor sonra , ısrarla namazı, iyiliği emredip, kötülüğü nehyetmesini öğretiyor. Yani eğitimde belli bir sırayı takib ediyor. Bu faaliyetinden dolayı sıkıntı olursa ,ona da sabret diyor.

Görüldüğü gibi Cenab’ı hak Lokman asm üzerinden bizlere evlat terbiyesinin kodlarını ve programını beyan ediyor.Bize terbiye esaslarını bildirirken çocuklarımıza da , bu konularda yapacağımız nasihatların , ilahi emir olduğunu beyan ederek  ,anne babalarını böylece referansla teyid ediyor. Anne babaya itaat edin! Bunlar benim emirlerimdir, anne babanız haklıdır mesajını veriyor.

Abdülhamid Oruç

Şöhret, Hakikat ve Bediüzzaman

Biçare hakikatler kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur. Tanınmış kimselerin , gerçeklere şöhretleri ile destek olmaları güzeldir fakat , şöhret o kişinin , her söylediğinin doğru olması demek değildir. Nice meşhurlar vardır ki   , onların şöhreti , insanların dalaletine sebeb olmuştur. Hatta , bilgileri ve zekavetleri , istikametli olmazsa , büyük sapkınlıklara yol açmışlardır. Hele , zamanımızda, ulaşım ve iletişim vasıtalarının imkanları ile , çok bozuk düşünce ve davranışlarla , bozuk fikirleri , çabuk intişar eder ve büyük tahribata sebeb olurlar.

Kontrol etmeden , mehenge vurmadan , sathi nazarla bakıldığında , cazib görünen sözlere aldanmamalıdır. Meşhur bir Adam , Deist inancının doğruluğunu, KURANI Kerimde tesettürün olmadığını, hatta camilerin , Emevilerin  bid’atı olduğunu , yıkılmalarının uygun olduğunu, ya da Hz Adem’in topraktan değil , ana babadan doğduğunu , Ya da horozdan kurban olabileceğini, şöhretinin sırtına bindirerek , yükleyerek , dalalete yol açabildiğini görmekteyiz.

Bu meselede mehengin ne olduğunu , Hz Bediüzzaman’dan dinleyelim;

Hiç bir müfsid , ben müfsidim demez, daima sureti haktan görünür, yahut  , batılı hak  görür kimse demez ayranım ekşidir fakat siz mihenge vurmadan almayınız zira , çok silik söz ticarette geziyor hatta benim sözümü de, ben söylediğim için , hüsnü zan edip, tamamını kabul etmeyiniz , belki , ben de, müfsidim , veya bilmediğim halde ifsad ediyorum.!

Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz  işte , size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalpte saklayınız  bakır çıktıysa çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız bana reddediniz gönderiniz.

Diyor. Yani ihlassız kimsenin şöhreti , söylediğinin teminatı değildir. Ehli şöhret , dinin inşasına çalışıyor görünüp , kendi egosunu inşa için çalışılabilir. Bunun çok örnekleri vardır.

Abdülhamid Oruç