Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Dua rahmet kapılarını açar

Son yıllarda dünyayı kuşatan zulümler, savaşlar, hastalıklar ve pahalılık gibi üzücü hadiselerin ardı arkası kesilmiyor.

Bu musîbetlerin başında insanların hatası olduğu bir gerçektir. Kur’ân’ı Kerîm’de meâlen, “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.” 1 buyurulmuş. Allah, (cc) iyilikte de, kötülükte de insanı irade-i cüz’iyesini kullanmakta serbest bırakmıştır.

İnsan, irade-i cüz’iyesini kötülükte kullanması ve mârifetullahtan uzak kalması halinde kuvve-i gadabiyeye hâkim olamaz, hissiyatı akla galip gelir bilerek veya bilmeyerek hem kendine hem de topluma zarar verir. “Başınıza gelen bir bela, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.” 2 diye, belânın gelmesi kendi hatamızın bir neticesi olduğu mukaddes kitabımız dikkat çekmiştir.

Umumî bir musîbet ve belâ geldiği zaman çıkar yol, sadece birey değil toplum olarak duâ ile yakarışta bulunmak gerekir. Bunu da belirtmekte fayda var, duâ ve yakarış sadece musîbet ve belâ geldiği zamana mahsus değildir. Her zaman duâ etmek nafile bir ibadettir. Ancak belâ ve musîbet geldiği zaman duâ etmek farzdır.

Allah ile insan arasında en yakın münâsebet duâdır. Duâ ile insan acz ve fakrını anlar ve ellerini yüce Mevla’ya kaldırır, O’ndan muradını talep eder. Duâ, manevî bir sığınaktır, yardım, moral ve güç tazeleme kapısıdır, rahmet kapılarının açıldığı andır.

“Eğer Allah vermek istemeseydi, istemeyi vermezdi.” Yani, Cenab-ı Allah, (cc) eğer rahmet kapılarını açmak istemeseydi, insana duâ edecek kapıyı da açmazdı. “De ki; eğer duânız olmasa Rabbimin katında ne ehemmiyetiniz var.” 3 duânın ehemmiyetine dikkat çekmiştir.

Hülâsa: İmanın yerine küfrün, adaletin yerine zulmün, muhabbettin yerine düşmanlığın, birlik ve beraberliğin yerine ihtilafın, sadâkat ve uhuvvettin yerine kin ve nefretin revaçta olduğu bir yerde belâ ve musîbetler de kaçınmaz olur. Ne zaman ki, zulmün yerine adalet, düşmanlığın yerine muhabbet, ihtilâfın yerine ittifak sağlanırsa o zaman Cenab-ı Allah’ta rahmetiyle muamele eder, inşallah.

Musîbetlere sebep olan bir diğer husus ise, nakkaşın, nakşında tasarruf ve hikmeti bilinmiyor. Her musîbet bir cezanın neticesi olarak görmemek lâzım, bazen netice itibariyle güzel olan musîbetler de vardır. Allah’ın has kullarının derecelerini arttırmak; günahkâr kullarının da hata ve kusurlarına kefâret olmak için bazen musibetlerle kul imtihan ediliyor. Kul’da musibet ve belâların karşısında dua ve sabır ile rahmet kapısının açılmasını beklemelidir. Vessellâm…

24.02.2024

Rüstem Garzanlı

Dipnotlar:

1- Nisa Sûresi 79. 

2- Şûrâ, âyet 30.

3- Furkan. âyet 77.   

Meşveret edin

İnsanlar herhangi bir mesele üzerinde yapacakları işlerinde hataya düşmemek için başka fikirlerle müşavere etmeye ihtiyaç duyar.

Bediüzzaman, “kıtaların meşveretinden” bahisle meşveret sistemi genişledikçe sorunların azalacağına dikkat çekmiştir. Cenab-ı Allah, “Onların işleri aralarında şûrâ iledir.” Ayeti ile meşvereti emretmiştir.

Hazreti Muhammed (asm): ”Kim bir iş yapmayı ister ve o hususta istişare edip uygularsa, işlerin en doğrusunu bulmuş olur. Allah kendilerine en doğru olanı bildirir”1 Bu Hadis-i şerif, insanları meseleler üzerinden fazla akılla düşünüp işin doğrusunu yapmaya teşvik eder.

Meşveretle alınan karara karşı gelmek yanlıştır. Meşverettin bir esası kişi veya kişiler karşı görüşün doğruluğundan memnun olmalı, kendi fikrine karşı görüşlere de saygı göstermelidir.

Bediüzzaman Hazretleri, ”Meşverette hüküm ekserindir.” Meşverettin hüküm sürdüğü yerde şüphe, varsayımlar, kanaat, hissi duygu ve düşüncelerin hükmü olamaz. Zaten gaye ve maksat da rıza-ı ilâhîdir.

Bediüzzaman Hazretleri, ”Zaman şahıs zamanı değil; şahs-ı mânevî zamanıdır. Risale-i Nur’da şahıs yok; şahsı mânevî var!” (ve devamında) “Ben de Risale-i Nur’un talebesiyim. Bir Risaleyi şimdiye kadar yüz defa okuduğum halde yine okumaya muhtaç oluyorum. Ben sizlerin ders arkadaşınızım”2, der. Şahs-ı maneviyi nazara vermiştir.

Cenab-ı Allah, her asrın ihtiyacına göre kullarını donatıp gönderir ki, o asrı irşat ve tenvir etsin. Mesela, Gavsiyet, Kutbiyet ve Ferit gibi manevî makamlar vermiş. Hem gavs, hem de kutbiyet makamına gelenlere Kutb-ı Azam denir. Bu makama gelen zatlar “Ferdiyet” makamına ulaşmış demektir.

Günümüzde Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden Risale-i Nur talebeleridir. “Ferit” makamı ile şereflenen böyle kutsi cemaatin meşveretlerinde alınan kararlar bu yüce makamın bilincinde ve sorumluğunda olduğunu bilmeli ve ona göre hareket edilmelidir.

17.02.2024

Rüstem Garzanlı

Dipnotlar:
1- Taberani,Evsat. Feyzü’l-kadir,VI.
2- Tarihçe-i Hayat,Kastamonu lahikası s. 294

Haset, fena insanların silahıdır

Haset, sosyal hayatta birisinde olmayıp başkasında bulunan maddî veya manevî güzel hasletlerinden rahatsız olmaktır. Meselâ başkasının işinden, malından, giyiminden, başarısından, aile yaşantısından, çocuklarının tahsilinden veya ilminden kıskanmak hasede birer örnektir.

Haset edenler, başkasının kendinden üstün olan iyi meziyetlerinden kıskanırlar. Ruh ve kalpleri pis levhalarla alude olmuş, hedef ve maksatları varlıklı veya kendinden yüksek olan insanların gıybetini yaparlar.

Kıskanç insanlar toplumda da, Allah’ın yanında da sevilmeyen insanlardır. Oysa “Bir Müslüman kendisine istediği bir iyiliği, başka bir Müslüman için istemezse ve bir Müslüman, kendine gelecek bir kötülüğü istemediği halde o kötülüğü başka bir Müslüman için isterse onun imanı tam değildir.” 1

Keza, İmam-ı Gâzali ”Bütün kötülüklerin başı, kaynağı üçtür. Haset, riya ve ucb” buyurmuş.

Haset eden insan tekebbürlü (kibirli) oluyor. Başkasının hukukuna tecavüz eder, hatta en büyük günahlardan sayılan gıybeti yapar. Oysa Hadis-i şerifte “…haset etmeyin, birbirinizi kardeş gibi sevin, çekiştirmeyin, Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, yardım eder. Onu kendinden aşağı görmez.”2 buyurulur.

Tarihte ilk haset ve kıskançlık eden şeytandır.

Hazreti Âdem babamızı çekememesi kendisini isyana götürmüştür. Demek ki o zamandan günümüze kadar gelen kıskançlık ve haset insanların ruh ve kalplerine yerleşen müz’iç (rahatsız eden) bir kalp hastalığıdır.

Bediüzzaman Hazretleri haset hastalığına şöyle bir reçete sunmuştur: “Hasedin çaresi Hâsid adam, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattir. Faydası az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda haset olmaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa, ya kendisi riyakârdır; ahiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsûdu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.” “…Eğer adâvet hasetten gelse, o bütün bütün azaptır. Çünkü, haset evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.” 3

Haset edilen şeylerin tamamının geçici olduğunu, Allah katında kıymet almanın mal ve servet ile olmadığını düşünürsek fani dünyanın mal ve serveti hased etmeye değmez.

Hülâsa: Haset kötü bir eylem olmasına rağmen, hasetçi, hasedi eylem ve amele dökmediği müddetçe inşaallah mesul olmaz. Yani insan kusurunu bilse ve bu eyleminden rahatsız olursa bir cihetle tövbe anlamına gelmiş olur. Aksi durumda hasid bu dünyada da bir nev’i Cehennem azabı içindedir.

Rüstem Garzanlı

Dipnotlar:
1- Hadis, Buharî.
2- Hadis, Buharî.
3- Mektubat, Yirmi ikinci mektup.

Nefis ve Şeytanın şerrinden kurtulma çaresi

Bir mümin Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğu tefekkür ederek Rabbini tanımakla nefsin şerrinden kurtulabilir. Aksi takdirde nefis kötülüğü emrediyor.

Kur’ân’ı Kerim’de mealen: “Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü emreder: şüphesiz rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”1 buyuruyor.

Nefis ve şeytan, Allah’ın emirlerini çiğnemeye, haram işlemeye insanı teşvik eder. Nefis ve şeytan peygamberlere zararları dokunmaz, onların ismet sıfatı vardır, günahtan mahfuzdurlar. Müminler ise nefis ve şeytanı ile imtihandadır. Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle der: “Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dar-ı teklif ve mücahededir ki, imtihan ve teklif, iktiza eder ki, hakikatler perdeli kalıp, ta müsabaka ve mücahede ile Ebu Bekirler âlâ- yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i sâfiline girsinler.”2

Bediüzzaman’a göre hakikatlerin perdeli kalması imtihanın gereğidir, yoksa her şey aşikâr olsa imtihan olmaz. Müsabaka ve mücahede olacak ki terakki de olsun. Bediüzzaman, bu cihetle şeytanın icadındaki güzelliği için de şöyle der: “Hatta şeytanın dahi, manevî terakiyat-ı beşeriyenin zembereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebep olduğundan o nev’in icâdı dahi hayırdır. O cihetle güzeldir.”3 İnsan, nefis ve şeytan ile ölünceye kadar imtihanı devam edecektir.

Bediüzzaman hazretleri Risale-i Nur külliyatında defalarca “Ey nefsim!” “Ey nefs-i emarem!”, “Sen ey riyakâr nefsim!”. “Ey gafil nefsim!” gibi (ifadelerle) nefsi ittiham ve ikaz etmiştir. “Nefis kusurları kendine almaz, avukat gibi kendini müdafaa eder”4, Nefis benlik ve gururda daima “Ben” diyor. Hem kendine hem de başkasına zarar veriyor. İnsanın maruz kaldığı ve en fazla nefsine yenik düştüğü şehvet ve öfkedir. Şehvet ve öfke ise insanın havâ-yı nefsin meyli, arzu ve isteğidir.

Cenab-ı Allah, Hadis-i Kutside “Ey benim için şehvetini bırakıp gençliğini bana veren genç! Sen meleklerin bir kısmı gibisin.” 5, Allah, (cc) kötülüğe iltifat etmeyen genci, emsallerine karşı üstün tutar.” 6

Keza, Efendimiz, (asm) buyurmuş: “Allah, yedi sınıf insanı hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde (arşının) gölgesinde gölgelendirecektir. (Bunlardan bir tanesi şudur.) Güzel ve makam sahibi kadın tarafından davet edildiği halde, “Ben Allah’tan korkarım” deyip iltifat etmeyen kimsedir.”7, ” En büyük düşmanın, içinde bulunan nefsindir” 8, öyle ise İnsan, nefsin emrinde ki, duygu, istek ve arzularını hayra yönlendirilerek nefsin ve şeytanın şerrinden kurtulmaya çalışmalıdır. Vesselâm…

Rüstem Garzanlı

29.1.2024

Dipnotlar: 

1- Yûnus sure, ayet 53. 2- Sözler, 14.Söz’ün Zeyli. 3- Şualar, 2.Şua,3. Makam, s.31, 4- İhyai Ulümi’ddin 2: 432. 5-Mektubat, s.351. 6-Feyzu Kadir, 4-263.  7-, Feyzu Kadir.8- Beyhak

Şeyh Said isyanın ardından, Sason İsyanı başlatıldı

İnsan bazen tarihe tanıklık etme fırsatı yakalar, önemli olaylar onların yaşam suresinin içerisinde meydana gelir. Ben de “Sason İsyanı” yaşamış ve yerinden mecburi göçe zorlanmış anneannemin bestelediği Sason’un kara destanı onun gözyaşları eşliğinde dinliyordum.

Şeyh Said’in isyanında olduğu gibi, Sason isyanına da zemin hazırlamak için zaman zaman provokatif eylemler yapıp halkı direnişe sürüklüyorlardı, bir provokasyon neticesinde cereyan ettiğini söyleyen 122 yaşında Sason’lu Hacı Mehmet Reşit Ak isyanın tanıklarındandır.

Mehmet Raşit hadiseyi şöyle anlatmış: “Yüzbaşı iffetli bir kadına sarkıntılık etmesi yüzünden köylüler gelen heyete ve askeri birliğe silahlarıyla ateş etmeye başlarlar. Kaymakam vekili ile beraberindekileri öldürürler, askerler de bir ’an evvel köyü terk ederler. Bunun üzerine “şakiler ayağa kalktı” diyerek büyük bir güç bölgenin üzerine gönderiliyorlar. Bu süreçte buna benzer çok sayıda provokasyon vardı.”(1)

Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan zulümlerin ardında en uzun isyan “Sason isyanı” gelir. 1925’ten 1938 yılına kadar halk çetin dağlarda, mağaralarda sefil hayat içinde yaşamaya tutunmak için direnmiştir.

Yüzbaşı Cemal Madanoğlu isyan günleri anlatıyor: “Kurtalan’ın Beybo köyünde uçak pisti yapılmıştı, bu pistte üç uçak sabahtan akşama kadar dağlık bölgeye gidip bomba yağdırıyordu. Daha sonra uçaklardan biri düşüyor ikisi kalıyor. Biz acımasızca insanları gözümüzü kırpmadan öldürürken, bir gün bir asiyi yakalamıştım ve öldürüleceğini biliyordu. İleride gezinen bir leyleği gösterdim ve eline tüfeği verdim, sen bunu öldür, söz senin canını bağışlayacağım, dedim. Nişan alıp alıp tüfeği indirdi “Komutan o hacı legleg’ tir, ben onu vuramam çünkü onu vurmak günahtır“ dedi. Biz gözümüzü kırpmadan suçlu suçsuz insanları öldürürken, bu asinin canını bağışlama pahasına ona leyleği öldürtemedim” diye şefkattin önemine dikkat çekmiş.

Hülasa: Sason hadisesinde, bazı kaynaklara göre bölge halkından 834 kişi öldürülmüş, 3 bin 577 kişi isyan bittikten sonra 1938’de Anadolu’ya ve Batı vilayetlerine sürgün edilerek, ağır şart ve kayıtlar altında yaşamışlar.

Memuriyet icabı 2000 yılında Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesine tayin oldum. Halim Ağa lakabı ile bilinen Halim Tamer ziyaretime geldi, sürgün ile alakalı şu anekdotu bana anlattı:

Yozgat’ın Yenifakılı ilçesine trenle getiren bir sürgün kafilesini tren garında indirilir. Askerlerin mavzer dipçikleri altında bir kısmı Boğazlayan’a, bir kısmı da gene asker nezaretinde trenle Sivas’a gönderdiler. Annemin kocası Sivas’a, Boğazlıyan’a da annemle iki çocuğunu gönderdiler.

Babam Yugoslavya göçmeni idi, Ortalıkta kalan annemi iki çocuğuyla beraber evine getirir. Allah anneme iki erkek evlât verir. İşte ben o evlatlardan biriyim. Arada on iki sene geçtikten sonra annemin eski kocası Boğazlayan’a gelir, bir kahvehanede başından geçmiş hadiseyi anlatır.

Babam da oradaydı, adama, “senin bahsettiğin hanım iki çocuğunla yanımdadırlar. Sen bekle ben köye gidip, hanıma durumu anlatacağım, sana dönmek isterse çocuklarınla birlikte getireceğim” der.

Babam, durumu anneme anlatmış, annem on iki sene sonra benim geri dönmem uygun olmaz” demiş. Babam: Adama, “Karı seni istemiyor” der. O da,” iki çocuğumu Allah’a, sonra sana teslim ediyorum,” der. Tekrar Kurtalan’a döner….

Halim Ağanın teyzesi de Boğazlayan’ın bir köyünde ikamet ediyordu, Halim ağa ile teyzeyi ziyarete gittik, dünya hadisatlarına karşı direnen teyzemizden sürgün günlerinden bahsetmesini istedim.

Teyze, Sason’dan bu köye sürgün edildik, gecenin geç vaktinde köyün meydanında bizi topladılar, o sırada biri kolumdan tuttu evine götürdü, hanımına, “sana dilsiz bir kuş getirdim” dedi. İşte o zamandan beri ben bu köydeyim. Dedi… Uzun bir ömür gurbette geçiren teyzemizin hayat serencamı bir destan, hazin bir öykü! 

KAYNAK: 1- 17.8.2017 İlkha Batman/ Röportaj

Rüstem Garzanlı

23.01.2024

KAYNAK: 1- 17.8.2017 İlkha Batman/ Röportaj