Etiket arşivi: cuma sohbetleri

Cuma Sohbetleri

Doç.Dr. Şadi Eren hocamızın, Risale-i Nur’un çekirdeği hatta Bediüzzamanın tabiriyle herbir “i’lem” bir risalenin şifresi, muhtelif ilimlerin ve hakikatlerin fihristleri hükmündeki Mesnevi-i Nuriye’nin Mukaddimesini izah ediyor.

Bediüzzaman Said Nursi Beş noktadan oluşan Mukaddimeyi  sadece Mesnevi-i Nuriye için değil adeta risale-i nurlardaki bütün kitaplar için bir mukaddime yazmıştır.

RİSALE-İ NUR’UN BİR NEVİ ARABÎ MESNEVÎ-İ ŞERİF’İ HÜKMÜNDE OLAN BU MECMUANIN MUKADDEMESİ BEŞ NOKTA’DIR.

BİRİNCİ NOKTA: Kırk elli sene evvel, Eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve felsefiyede hareket ettiği için, hakikatü’l-hakaike karşı ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser ehl-i tarikat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi. Çünkü, aklı, fikri hikmet-i felsefiye ile bir derece yaralıydı, tedavi lâzımdı.

Sonra, hem kalben, hem aklen hakikate giden bazı büyük ehl-i hakikatin arkasında gitmek istedi. Baktı, onların herbirinin ayrı, câzibedar bir hassası var. Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı. İmam-ı Rabbânî de ona gaybî bir tarzda “Tevhid-i kıble et” demiş. Yani, “Yalnız bir üstadın arkasından git” O çok yaralı Eski Said’in kalbine geldi ki:

“Üstad-ı hakikî Kur’ân’dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur” diye, yalnız o üstad-ı kudsînin irşadıyla hem kalbi, hem ruhu gayet garip bir tarzda sülûke başladılar. Nefs-i emmaresi de şükûk ve şübehatıyla onu mânevî ve ilmî mücahedeye mecbur etti. Gözü kapalı olarak değil; belki İmam-ı Gazâlî (r.a.) Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl‑i istiğrâkın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Kur’ân’ın dersiyle, irşadıyla hakikate bir yol bulmuş, girmiş. Hattâ  وَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰۤى اَنَّهُ وَاحِدٌ  hakikatine mazhar olduğunu, Yeni Said’in Risale-i Nur’uyla göstermiş.

Bu Sohbet, her hafta pazar akşamı Edirne‘de yapılan sohbetlerden sadece birisidir.

Cuma Sohbetleri (Ölüm nedir?)

Bu hafta sitemizin Cuma sohbetleri bölümünde Uğur Akkafa ağabeyin anlatımıyla Risale-i Nur’un 1.Mektub’undaki Mülk Suresi 2. Ayetinin tefsiri olan “Mevt dahi hayat gibi mahlûktur(yaratılmıştır); hem bir nimettir diye anlatılmaktadır. Halbuki, dış görüntü itibariyle ölüm, parçalanma-ayrılmadır, yokluktur, çürümektir, hayatın sönmesidir, hâdimü’l-lezzâttır. “Nasıl mahlûk(yaratılmış) ve nimet olabilir?” meselesini anlatıyor.

Şu zamanda insanların psikolojilerini bozacak diye kendi aralarında bile konuşmaktan çekindiği ölümü, bu derste çocukların da o hoş tatlı, katılımlarıyla müjdeli bir şekilde anlatımını görüyoruz.  Ve Risale-i Nur’un, ölüm gibi insanı ürküten bir meseleye bu derece müjdeli bir bakış açısını göstermesi, bize “güzel düşünen güzel görür, güzel gören hayatından lezzet alır” düsturunu yineliyor.

Mevt(ölüm), vazife-i hayattan(hayat vazifesinden) bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır(mekan değiştirmedir), bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebde’dir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir.

Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdirledir. Öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdirle, bir hikmet ve tedbirledir. Çünkü, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin(bitkilerin hayatı) mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san’at(sanat eseri) olduğunu gösteriyor.

Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcât-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla tezahür ediyor.

Demek çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır(hayatının başlangıcıdır); belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır.

(1. mektup ,2.sual)

Uğur Akkafa‘nın diğer sohbetlerine Nur Mektebi sitesinden ulaşabilirsiniz.