Etiket arşivi: ramazan özel

Teravih 20 Değil 20 Bin Rekâttır!

Teravihi cazip hale getirmenin yolu, hızı arttırmak mı? Neredeyse hiçbir İslâm ülkesinde görülmeyen bir hızda kılınan teravih namazları, adeta bir akrobasiye dönüşüyor. Peki, Sevgili Peygamberimiz “rahat rahat kılınan namaz” anlamına gelen teravihi böyle mi kılıyordu? Ramazan’da her rekâtına bin rekât sevabı verilen teravihi çabucak “aradan çıkarmak”, belki kurtuluşumuz olacak yirmi bin rekatlık namaz sevabını önemsememek anlamına gelir.

Ramazan’da teravihle ilgili birçok fıkra duyarız. Akşamki maça yetiştiren teravih fıkraları, dakikada 4 rekat hızıyla ilerleyen imamların öyküleri, çeşit çeşit söylentiler dolaşır. Belki hiç yaşanmaz bu tür hadiseler ama bu rivayetlerin toplumumuzdaki bir gerçeği yansıttığı aşikâr.

Cemaatin yoğun denetiminde olan bazı imamlar, insanları bıktırmamak, zaten zorla bir araya gelen cemaati kaçırmamak için elinden geleni yapıyor.

Amma yavaş kıldırdın hocam”, “Çok uzun okudun, neredeyse uyuyacaktım” gibi tepkiler imamları üzüyor. Zaten Ramazan’ın ilk günü tıklım tıklım olan camilerde cemaatin önce yarıya, sonra da üçte bire düşmesi “mesaj” olarak yetiyor.

Peki, teravihi cazip hale getirmenin yolu, giderek hızı arttırmak mı? Neredeyse hiçbir İslâm ülkesinde görülmeyen bir hızda kılınan teravih namazları, adeta bir akrobasiye veya 19 Mayıs hareketlerine dönüşüyor.

Oysa teravih, en kuvvetli sünnetlerden. Peki, böyle mi kılıyordu Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)?

Teravih zaten kelime olarak “istirahat ederek, rahat rahat kılınan namaz” demek. Öyle ki, sahabeler ve onları izleyenler, her rekâtta bir sayfa okuyarak Ramazan boyunca bir hatim yapıyorlarmış.

Şimdi yanlışlıkla hatimle kıldırılan bir camiye girenler, iki rekât kıldıktan sonra çareyi kaçmakta buluyor.

Ülkemizin birçok şehrinde hızlı teravih kılınan camilere akın ediyor gençler. Hatta hızlı kılınan cami daha uzak olduğu için namazda geçen zamandan daha fazlasını yol yürüyerek kaybetseler bile.

Teravih kaç rekat?

Her Ramazan bir tartışma başlar.

— Teravih sekiz rekât mı, yirmi rekât mı?

Tartışmalar gazete köşelerinden televizyon ekranlarına kadar taşınır. Bana:

— Sekiz rekât kılsak olur mu hocam, diye sorduklarında hemen cevap veririm:

— Hiç kılmasan da olur. Ama kılarsan, çok iyi olur, muhteşem olur, sevabı ve fazileti muazzam olur.

Yine imam olduğum zaman gençler sorar:

—    Hocam, kaç rekâtta bir selâm vereceksiniz?

—    Çok sevap alalım diye iki rekâtta bir selâm vereceğiz, derim.

— Dört rekâtta bir versek…

Niçin böyle istiyorlar? Çünkü iki selâmla bir salâvat kârları olacak! Bunun her biri yaklaşık on saniye sürse, beş kez tekrarlanacağı için 50 saniye daha erken bitecek namaz.

Oysa bir bilsek bunun faziletini… Öncelikle iki rekât kılmak daha faziletli, daha sevaplı. Selâmı iki tarafımızdaki hafaza meleklerine veriyoruz. Hatta bazı Allah dostları, sağ tarafa verirken peygamberlere, sol tarafa verirken de evliyalara selâm verdiğini söylüyor.

Salâvat ise Efendimizin (s.a.v.) bize şefaat etmesine vesile olacak. Hem bizim için ömür boyu dua eden, mahşerde “Ümmetim” diye yalvaracak olan Güzeller Güzeline bu kadar nankör ve vefasız olmakla ne kazanacağız?

Teravihler bizim için can simidi

Ramazan’da işlediğimiz her iyiliğe, yaptığımız her ibadete bin kat sevap veriliyor. Cehennem kapıları kapanıp Cennet kapıları açılıyor ve şeytanlar zincire vuruluyor. Af ve mağfiretin coştuğu, günah hamalı olan biz ahir zaman Müslümanları için kârlı bir ticaret mevsimi ve adeta kurtuluşumuz için bir can simidi olan Ramazan’ın müstesna bir ibadeti teravihi yeniden keşfetmek ve tavizsiz olarak uygulamak zorundayız.

Zaten ümmet olarak birçok nafile namazın hakkını veremiyoruz. Hiç değilse her bir rekâtı bin rekât olarak yazılan teravihe sarılalım. Her gün yirmi bin rekât namaz kılmış gibi sevap almayı kim istemez?

Hiç kılmayıp terk etmekle ya da kabul olmayacak derecede hızlı kılmakla Allah’ın rızasını reddettiğimizin farkında mıyız?

İhmal ettiğimiz her bir teravih, Cennetteki bahçemizi küçülten, köşklerimizi azaltan bir hatadır. Belki de Cehennemin yollarını tıkayacak güzelim rekâtları, heba ediyoruz, heder ediyoruz…

Haşirde bizi kurtaracak bir yiğit

Teravih, haşir meydanında hesap görülürken terazimizin sevap kefesini ağırlaştıracak muhteşem bir ibadettir. Kim bilir, tam da sevaplarımız az geldiğinde, Cehennem korkusundan zangır zangır titrerken, kalbimiz heyecandan gümbür gümbür atarken, güzel gökçek, dırahşan çehreli bir yiğit gibi teravih namazımız gelecek, hafif gelen sevap kefesine kurulacak ve bir anda her şey tersine dönecektir.

Hiç kimsenin hiç kimseye bir katkısı olmadığı o dehşetli günde bize şefaat edecek, elimizden tutacak olan teravihe niçin dört elle sarılmıyoruz?

Bakın ne diyor Sevgili Efendimiz (s.a.v.):

Kim Ramazan ayının şeref ve faziletine inanarak, Cenab-ı Hakkın rızasını gözeterek Ramazan hatırası için teravih namazını kılarsa, geçmiş günahları affedilir.” (Buharî, Savm:69)

Kim bu müjdeye kavuşmak istemez? Ya şu müjdeye nail olmak için 20 rekât namaz az bile gelmez mi?

Teravih namazını imamla birlikte sonuna kadar tamamlayan kimse o geceyi bütünüyle ibadetle geçirmiş olur.” (Tirmizî, Savm:61)

“Nasıl olsa sünnet” demeyin

Teravihi, “nasıl olsa sünnet” düşüncesiyle asla hafife almamak gerekir. Hatta her zamanda ve her şartta tavizsiz bir tavrımız olmalı. Çünkü, yolculuk, hastalık, misafirlik, iş yoğunluğu gibi bir mazeretle kılmadığımız zaman nefsimiz alışkanlık kazanacak, hafife alacak ve önemsemeyecektir.

Ne zaman ki bir gün kılmayıp ihmal ettiniz; ertesi gün nefis şunu söylemeye hazırdır:

— Canım ne olacak kılmasan? Dün de kılmamıştın. Hem zaten farz bile değil. Üstelik birkaç kez 20 rekât kıldın. Oysa sekiz bile kılınırmış. Fazla kıldıklarını kılmadıklarına say.

Bazen de çok masum bir mazeretle geliyormuş gibidir nefis. Gün boyu Allah yolunda bir hizmet için koşturmuşsunuzdur.

— Bugün teravihi kılmasan da olur. Zaten hizmet için koştun. Onun sevabı sana yeter de artar bile, diyerek kandırmaya çalışır.

Eski asırların insanları çok ibadet eder, tavizsiz yaşarlardı. Ara sıra gerçek mazeretleri olduğunda kılamaz, buna bile üzülürlerdi. Günümüz Müslümanları ise, bir bahaneyle teravihten kaçmak için fırsat kolluyor. Mazeretinin birisi gerçekse, birçoğu asılsız bahanelerden ibaret. Bu yüzden nefse karşı tavizsiz olmak, meydan okumak ve hiçbir bahanesine yüz vermemek tek çözümdür.

Nefisle teravih tartışması

Ben bunun yolunu tavizsizlikte buldum. Teravihle ilgili yıllar önce nefsimle bir tartışma yaşadım. Bunu özet olarak yazmak istiyorum. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:

— Ey nefis! Sakın ola bana teravih için bir bahaneyle gelme. Hiçbir sözünü dinlemem.

— Estağfirullah efendim, elbette senin gibi bir namaz sevdalısına ben ne diyebilirim? Ancak sünnettir, hasta veya yorgun olunca ne yapacaksın?

— Yine kılarım, teravih bu. Bire bin yazılıyor. Ya bir dahaki Ramazan’a erişemezsem?

— Ama ayakta duramazsanız?

— Direnirim, dururum. Ama duramazsam, oturarak kılmak da caiz.

— Peki, Ramazan’da sık sık konferanslara gidiyor, namazı anlatıyorsun. Yolculukta kılmazsan bir şey olmaz. Zaten Allah için çalışıyorsun.

— Öyle mi? İnsanlara tavsiye ettiğimizi kendimiz yapmazsak doğru olur mu? Seyahatlerde çoğu kez gittiğimiz beldede fırsat oluyor, camide kılıyoruz. Pek azı yolculuk anına rastlıyor. O zaman da molalarda pekâlâ kılabiliyorum.

— Haklısın ama hiç değilse iftara gittiğin misafirliklerde kılmasan… Çünkü Allah yolunda çok tatlı sohbetler oluyor…

— Yine yanıldın nefis, Ramazan sohbetten çok ibadet zamanı. Hele hele boş geziler, eğlenceler, lüzumsuz sohbetler sevap yerine günah getirir. Misafirliklerde ya camiye gitmek gerekir ya da evdeki çoluk çocuk kimse varsa cemaat yapıp yine teravihi kılmak lazımdır.

— Yani bu teravihi engelleyen hiçbir şey yok mu? Farzın bile bazen mazereti oluyor…

— Teslim olursan bahane çok. Ancak kim bahanelere aldırıp her gün en az 20 bin rekât sevabı kazandıran 20 rekatlık teravihi ihmal ederse, adeta 20 bin adet beşibiryerde altını kaybetmiş olur. Bu yüzden hiç karşıma çıkma, beni kandıramazsın.

Bu tür uzun münazaralardan sonra nefsim anladı ki, boş yere uğraşmaya gerek yok, bu adam ikna olmaz.

Teravihin feyzinden hissesiz kalmayın

Tabiî diyeceksiniz ki:

— Yoğun koşturmacalar içindeyken hiç mi kaçırdığımız teravih olmayacak?

O sizin teravihe verdiğiniz öneme ve değere bağlı. Camide cemaatle kılmak daha faziletli olduğu halde fırsat bulamadıysak yalnız kılacağız, ama terk etmeyeceğiz. Gece kılmaya imkân bulamadık veya uyku ve yorgunluk galip geldiyse, sahura biraz erken kalkıp yine kılacağız. Çok uğraştık, ama zaman daraldıysa hiç değilse sekiz rekât kılacağız, ama o feyiz deryasından hissesiz kalmayacağız.

Tabiî asla içindeki dualardan eksiltmek, hızlı kılmak gibi bir nefis oyununa mağlup olmamalıyız. Eğer olağanüstü meşgulsek veya zamanımız darsa, terk etmek yerine daha kısa surelerle yine kılıp o muazzam hazineden nasipsiz kalmayalım.

İhmal eden, hafife alan, küçümseyen ya terk eder ya birkaç teravihle yetinir. Ama önemseyen, değer veren, hassas ve tavizsiz olan ya tümünü kılar ya da birkaç tane ancak kaçırır.

Bize tümünü kılmak yakışır. Çünkü ahir zaman Müslümanıyız, çok günahkârız, affa ve sevaba çok muhtacız.

Selatin camilerde teravih ayrı zevktir

Teravih her yerde her zaman güzeldir. Ama camilerde, hususan büyük veya tarihî camilerde, bilhassa İstanbul’da Sultanahmed, Süleymaniye, Fatih, Eyüp Sultan gibi camilerde; Edirne Selimiye’de, Bursa Ulucami’de, Ankara Kocatepe’de, Şanlıurfa Dergâh Camii’nde kılmak daha güzeldir.

Özellikle güzel sesli hafızların imamlığında kılmak, her biri farklı makamdaki salâvatları dinlemek, enfes ilâhîlerle coşmak insanı dünyadan koparıp lâhutî ve uhrevî âlemlere götürür. Böyle güzellikler varken, teravihin nurlu deryasından mahrum olmak doğru olur mu? Son yıllarda müminler teravih kılarken camilerin çevresinde kurulan dükkânlarda dolaşmak büyük bir zarardır. Çünkü içerde hazineler paylaşılmaktadır. Teravihi kılıp alışverişe gitmek her zaman mümkündür.
Tabiî teravihin tüm faziletlerini, sevaplarını kazanmak, ancak beş vakit namazı kılmakla mümkün. Zira hiçbir sünnet namaz, farz namazın yerini tutamaz.

Ramazan’da beş vakit namazla birlikte orucunu tutan, teravihini kılan, istiğfar, salâvat ve Kur’an’la meşgul olan kişi, bayrama erdiğinde annesinden doğduğu gün gibi tertemiz olacaktır inşallah.

Cemil Tokpınar / Moral Haber

Sözün Gücü ve Güzel Sözün Önemi

Aleyhissalatu vesselam Efendimiz, “Sözde büyü vardır!”1 buyurmuşlardır.

Bilmem ki Sözün gücünü bundan daha iyi anlatan güçlü bir söz var mıdır? Seveni, sevgiliye; aşığı, maşukasına delicesine bağlatan veya eşleri, insanları, devletleri büyük bir nefretle birbirinden kopartan, savaş patlatan da sözdeki güç değil midir?

Ağzınızdan çıkan bir söz, muhatabınızı ya size bağlayacak, ya da sizden koparacaktır.

Söz var insanı mahcup eder,
Söz var insanı mahbub eder.
Söz var başı keser, söz var savaşı keser.
Söz var, insanı Hak’tan ve cennetten uzaklaştırır; söz var, insanı Hakk’a ve cennete kavuşturur.

Öyleyse öyle sözler söyleyelim ve öyle işler yapalım ki onlar, hem bu dünyada ve hem de öbür dünyada bizi mahcup etmesin. Çünkü yarın büyük mahkemede öyle bir kitap elimize verilecek ki, şaşırıp kalacağız. Ağızdan çıkan her sözün ve icra edilen her davranışın kaybolmadığını ve kaydedildiğini2 görünce: “Bu nasıl bir kitap Allahım! Ne küçük bırakmış, ne büyük, her şeyi saymış ve yazmış!”3 diyerek şaşkınlığımızı dile getireceğiz. Bu dünyada işi ve sözü berbat olanlar, orada yaptıklarını kaydeden kitabı veya kameraman meleklerin kaydettiği görüntüleri görmek istemeyecekler. Çirkin söz ve davranışlarıyla kendi arasında uçsuz-bucaksız mesafelerin olmasını isteyecekler.4 Yalan söylemek isteyenlerin ağızlarına mühür vurulacak, eller konuşturulacak, ayaklara da şahitlik yaptırılacak5 İnsan kaçıp saklanmak için delik arayacak, saklanacak yer bulamayacak, bu sefer çaresizlik içinde “Kaçış nereye?”6 diye çığlık atacak, ama çığlığı işe yaramayacak.

SÖZ SÖYLEMEK BİR SANATTIR

Söz söylemek de bir sanattır. Söz sanatını kimi yapmakta, kimi yıkmakta kullanır. Kur’an bize birincisini tavsiye eder. Yüce Rabbimiz buyurur ki:”İnsanlara güzel söz söyleyin.”7 Yine buyurur ki: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler; sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.”8

Güzel söz, yılanı ininden, kötü söz, insanı dininden çıkarır.” demiş atalarımız. İşte bu sebeptendir ki Yüce Allah, Firavun gibi birisine iki peygamberini gönderirken: “Ona yumuşak söz söyleyin!”9 tenbihinde bulunmuştur.

Yüce Allah, bizim, her zaman güzel yollu, güzel halli ve güzel dilli olmamızı istemiş, bunun için de Kur’an göndermiş, Peygamber göndermiş, ibadetleri farz kılmıştır. Namaz ve oruç bunların başında gelmektedir.

Mesela oruç tutan bir müminden sadece ağzına ve midesine oruç tutturmak istenmemiş, aynı zamanda çirkin sözlere karşı da oruçlu olması istenmiştir. Bunun içindir ki Sevgili Peygamberimiz: “Sizden biriniz oruçlu olursa çirkin söz söylemesin, gürültü yapmasın. Biri kendisine sövüp hakaret ederse, “ben oruçlu bir kişiyim” desin.”10 buyurarak hem oruçluya çirkin sözün yakışmadığını ifade etmiş, hem de oruçluya çirkin sözle saldıranı, oruçlu vesilesiyle insaf çizgisine çekmiş, her ikisini de çirkin bir çukura düşmekten kurtarmıştır.

Efendimize sormuşlar:
-Ey Allah’ın Rasulü Müslümanların hangisi daha faziletlidir? Buyurmuşlar ki:

– Eliyle, diliyle başkasını incitmeyen (yani güzel elli, güzel yollu ve güzel dilli) insandır.”11 Yine buyurmuşlar ki: “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse, ya güzel söz söylesin, ya da sussun.”12 Çünkü çirkin söz bir gün kendisini mahcup edecek ve utandıracaktır. Yine buyurmuşlar ki: “Kim iki dudağı ve iki bacağı arasına sahip olursa (yani kötü sözden ve zinadan uzak durursa) ve bunlara sahip olacağına dair bana söz verirse ben onun cennete girmesine kefil olurum.”13

Güzel ve temiz sözler ancak Allah’a yükselir. Onları Allah’a yükselten de Salih ameldir.”14 Bu ayetle de söz ve amel birliğine, birlikteliğine dikkat çekilmiş. Sözü güzel olan kimsenin amelinin de güzel olması istenmiştir. Namaz kılmayanın veya namazı güzel olmayanın duası, Allah katına çıkmaz. Tohumu olmayan veya tohumu güzel serpmeyen ürün alamaz.

Devrin mürşidi ne güzel söylemiş:

“Mürşid âlim, koyun olmalı, kuş olmamalı. Koyun kuzusuna süt, kuş yavrusuna kay verir.”15 Yani koyun nasıl ot ve samanı alır, hazm eder, süt sunar; mürşit âlim de, ayet ve hadisleri alır, hazm eder, onlardan güzel ahlak ürününü çıkarır, muhataplarına sunar. Allah Teala bizi bu alimler sınıfına ilhak eylesin.

HOŞ SÖZ-BOŞ SÖZ

Söz vardır, hoştur; Kur’an gibi. Söz vardır, boştur, Nadr b. Haris’in masalları gibi.

Boş sözün babası Nadr b. Haris satın aldığı masalları okur, müşrikleri eğlendirir ve insanları Kur’an dinlemekten alıkoymaya çalışırdı. O münkirin bu davranışı üzerine şu ayet nazil oldu: “İnsanlardan öyleleri var ki, her hangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş sözü satın alırlar. İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır.”16

Ayetten anlaşılıyor ki, insanları Allah yolundan saptıran her şey, söz olsun, eğlence olsun “boş söz” kategorisindedir.
Allah hepimizi boş ve batıl sözlerden, gayr-i meşru eğlencelerden korusun. Tatlı, güzel, yumuşak ve doğru söz söylemeye, güzel davranışlar sergilemeye muvaffak eylesin.

ZAMAN GAZETESİ MUHABİRİ SORDU:

1) Ramazan ayında güzel söz söylemek için neler yapılabilir?

2) Dilimizi kötü sözlerden nasıl arındırabiliriz?

CEVAP:

1-Ramazan ayı, zikir, fikir ve şükür ayıdır. Eğer Ramazan ayında insan bu görevleri ifaya karar verse kötü söze zaman ve hacet kalmayacaktır. Oruç tutan bir insan ibadet halindedir. İbadet halinde olan insan, velidir, evliyadandır. Allah’ın dostlarındandır. Allah’ın dostuna çirkin söz söylemek yakışır mı? Veya bu konumda olan insan çirkin söz söyleyebilir mi?

Namaz nasıl insanı fuhşiyat ve her türlü ahlaksızlıktan koruyorsa, oruç ta insanı çirkin sözlerden, koruyacaktır. Ramazan ayında oruç var, sahur var, iftar var, mukabele var, teravih var. İftar davetleri var. Bunların hepsi Allah’ın emri, Peygamberin sünnetleridir. Ayrıca Ramazan ayı İslam âlemini bir mescid haline getirmektedir. Bu sünnetlerle meşgul olan ve mescidde kendisini hisseden bir insan, nasıl çirkin söz söyleyebilir? Mescide bulunan, zikir ve ibadetle meşgul olan bir insana laübali davranmak, çirkin söz söylemek ve çirkin işler yapmak yakışır mı?

2-Dilimizi kötü sözlerden arındırmanın yolu:

a-Onu iyi sözlere alıştırmaktan geçer. Dilimizi iyi sözlere alıştırmak için de kendimizi zorlamamız ve düşünmemiz lazım: Bir gün ben bu konuştuklarımdan hesaba çekileceğim. Öyle sözler söylemeliyim ki, o sözler beni hem dünyada, hem de ahiret mahkemesinde mahcup etmesin, utandırmasın.

b-Dilimize günlük, saatlik ve anlık zikir görevleri vermeliyiz. Onu o görevlerle meşgul etmeliyiz. Bunun için de Ramazan ayında her gün bir cüz okumayı, mealinden de istifade etmeyi, teravihlerini kaçırmamayı prensip haline getirmeliyiz, her gün cevşenden bir parça dualarımızın arasında olmalı. Selatu selamlara çokca yer vermeliyiz. Ramazan bizi melekleştiren bir aydır. Melekler, yemez-içmez, eğlenmez ve evlenmez varlıklardır. Onların işi hep zikir ve ibadettir. Onlar günah işlemezler. Biz de Ramazan da bir bakıma böyle olmaktayız. Melekleşen bir varlık elbette kendisine çirkin söylemeyi yakıştırmayacak ve böylece melekler gibi her türlü ayıp ve günahtan uzak kalacaktır.

c-Bunun için de iman esaslarına olan inancımızı kuvvetlendirmemiz gerekiyor. Özellikle tahkik-i imanı ders veren, imanı takviye eden eserlere özel bir yer ayırmamız gerekiyor. Bunların başında Risale-i Nur gelmektedir. Bunları yapar ve okunması gerekenleri okumayı vird haline getirirsek dilimizde de, dünyamızda da kötü söze ve kötü hale yer kalmayacaktır. Aklımız, kalbimiz, dilimiz, dünyamız, devletimiz, milletimiz anarşi ve terörden kurtulacaktır.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR

1 Buhari, Nikâh, 47; Müslim, Cum’a, 47
2 Bkz. Kaf, 50 / 17-18
3 Kehf, 18 / 49
4 Al-i İmran, 3 / 30
5 Yasin, 36 / 65
6 Kıyame, 75 / 10
7 Bakara, 2 / 83
8 İsra, 17/ 53
9 Tâhâ, 20 / 44
10 Buhari, Savm, 2; Müslim, Sıyam, 161; Nesaî, Sıyam, 41-42
11 Ahmet b. Hanbel, IV, 385
12 Buhârî , Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75
13 Buhari, Rikak, 23
14 Fatır, 35 / 10
15 Nursî, Mektubat, Çekirdekler.
16 Lokman, 31/ 6

Peygamber Efendimizin Lisanından Ramazan

Oruç, İslâm’ın dördüncü emridir.

– İnsanın manevî yönden gelişmesini sağlar.
– Oruç tutan kimseyi kötü davranışlardan ve iffetsizlikten alıkor;
– ve Cehenneme girmesine engel olur.1

Allah Teâlâ, işte bu gibi özellikleri sebebiyle orucu hem Muhammed ümmetine, hem ondan önceki ümmetlere farz kıldı.2

Orucun “sayılı günlerde,” yani yılda bir defa Ramazan ayında tutulmasını emretti.3

Oruç tutmanın sevabı

Namaz kılan, zekât veren ve haccedeni herkes görür. Fakat bir kimsenin oruç tuttuğunu sadece Allah bilir. Oruca riya ve gösteriş bulaşmadığı için, oruç tutan kimsenin Allah katında farklı bir yeri vardır.

Peygamber Efendimizin bildirdiğine göre Allah Teâlâ bu özel durumu şöyle açıklamıştır:

Oruç tutan kimse; yemesini, içmesini ve her türlü bedenî zevkini sadece Benim rızâmı kazanmak için bırakır; bu sebeple onun ödülünü bizzat Ben vereceğim.

Oruç tutan kimsenin çok sevindiği iki zaman vardır. Biri akşam iftar ettiği zaman, öteki de Rabbine kavuştuğu zaman.4

Orucun ve oruçlunun değerini şimdi de Resûl-i Ekrem Efendimizden dinleyelim:

Oruçlu bir ağzın kokusu, Allah yanında en güzel kokudan daha değerlidir.

Sevap olduğuna inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutan kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.5

Allah Teâlâ, kendi rızâsı için oruç tutanı, Cehennem ateşinden yetmiş yıl uzaklaştırır.6

Cennetin sekiz kapısı vardır. Namaz kılanlar, kıyamet gününde Cennete namaz kapısından; cihad edenler cihad kapısından, sadaka verenler sadaka kapısından gireceklerdir.

Bu sekiz kapıdan birinin adı Reyyân’dır. O kapıdan sadece oruç tutanlar girecektir.

Mahşer yerinde bir ara “Oruç tutanlar nerede?” diye seslenilecek. Oruç tutanlar yerlerinden doğrulacak. Onlar Cennete girince bu kapı kapanacak; artık oradan kimse girmeyecek. Reyyân kapısından girenler bir daha susuzluk çekmeyecek.7

Sahâbîlerden biri, Peygamber Efendimizden, kendisine fayda verecek bir ibadet tavsiye etmesini istedi. Resûl-i Ekrem ona “Oruç tutmanı tavsiye ederim. Onun gibisi yoktur” buyurdu.8 Böylece orucun gösterişten uzak, ihlâs ve samimiyetle yapılan müstesna bir ibadet olduğuna işaret buyurdu.

Ramazan ayının değeri

Şimdi yine Sevgili Efendimizi dinleyelim:

Ramazan ayının daha ilk gecesinde Cennetin bütün kapıları ardına kadar açılır; Cehennemin kapıları birer birer kapanır; azgın şeytanlar bağlanıp tesirsiz hale getirilir.” 9

Oruç tutan kimse, büyük günahlardan sakınırsa, iki Ramazan arasında yaptığı günahları affedilir.10

Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi” bu aydadır.” 11

Ramazan ayını oruçla geçiren, bir de her ay üç gün oruç tutan kimseye bütün yıl oruç tutmuş gibi sevap verilir.12 Çünkü iyiliklere on katı sevap verilecektir.

Bir ibadete ve iyiliğe on katı sevap verileceğini Allah Teâlâ da belirtmiştir.13

Ramazan ayı Kur’ân ayıdır. Peygamber Efendimiz Ramazan’ın her gecesinde Cebrail aleyhisselâm ile buluşur ve o güne kadar inen Kur’ân âyetlerini karşılıklı olarak birbirlerine okurlardı.14

Allah’ın Resulü her zaman cömertti; ama Cebrail aleyhisselâm ile çokça buluştuğu bu ayda, esen rüzgârdan daha cömert olurdu.15

Oruçlu nasıl olmalı?

Oruçlunun sadece midesi değil, dili de oruç tutmalıdır. Bunu Peygamber Efendimiz şöyle anlatmıştır:

– Oruçlunun ağzından kesinlikle kötü söz çıkmamalı,
– kimseyle kavga etmemeli,
– yalan söylemekten, boş ve mânâsız konuşmaktan kaçınmalıdır.
– Eğer biri ona hakaret etmeye kalkarsa, “Ben oruçluyum” deyip geçmelidir.16

Hem oruç tutup, hem yalan söyleyenin, yalan dolanla iş yapanın, yemeyi içmeyi bırakmasına Allah Teâlâ hiç değer vermeyecektir.17
Orucu oruç gibi tutmayanların eline, aç susuz kalmaktan başka birşey geçmeyecektedir.18

Sahur ve iftar vakitleri

Ramazan ayının her ânı değerli olmakla beraber bu ayda özel zamanlar vardır. Bu zamanlardan biri sahur, diğeri iftar vaktidir.

Sahur vakti hakkında Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Sahur yapınız, çünkü sahurda bolluk, bereket vardır.”19

Bizim orucumuzla Ehl-i Kitab’ın orucunu birbirinden ayıran en önemli fark sahur yemeğidir.20

Peygamber Efendimiz iftar vaktine de önem verilmesini istemiş; iftar saati girdiği anda oruç açmayı tembih ederek şöyle buyurmuştur:

“Müslümanlar, oruç açmakta acele ettikleri sürece hayır içinde yaşarlar.”21

Kadir Gecesi

Ramazan ayı içinde en değerli zaman dilimi Kadir Gecesidir. Allah Teâlâ, “kutlu bir gece” olduğunu haber verdiği22 Kadir Gecesinin önemini özel bir sûre ile, Kadir Sûresi ile belirtmiş ve:
– Kur’ân-ı Kerîm’i Kadir Gecesinde indirdiğini,
– Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğunu,
– o gecede sabaha kadar Allah’ın izniyle meleklerin ve Cebrail’in yeryüzüne indiğini,
– o gece yeryüzüne barış ve esenliğin hâkim olduğunu haber vermiştir.23

Resûl-i Ekrem Efendimiz de şu gerçekleri bize bildirmiştir: Bu mübarek geceyi, faziletine inanarak, karşılığını Allah’tan bekleyerek değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır.24

Kadir Gecesini Ramazan ayının son on günündeki tekli gecelerde,25 hattâ Ramazan’ın yirmi yedinci gecesinde aramalıdır.26 Kadir gecesinin sabahında güneşin, iyice yükselinceye kadar, ziyâsı ay gibi sönük olur.27

Bir adam Resûl-i Ekrem’e gelerek yaşlı ve hasta olduğunu, geceleyin namaz kılamadığını, fakat Kadir Gecesinde ibadet etmeyi arzu ettiğini belirterek o geceyi kendisine söylemesini istedi; Peygamber Efendimiz de ona, Ramazan’ın yirmi yedinci gecesinde ibadet etmesini tavsiye etti.28

Bununla beraber Efendimiz, Ashabına, Kadir Gecesini Ramazan’ın yirmi dokuzuncu, yirmi yedinci, yirmi beşinci gecelerinde aramalarını da söyledi.29

Kadir Gecesi nasıl dua etmeli?

Bir gün Hz. Âişe, Allah’ın Elçisine Kadir Gecesine rastlarsa nasıl dua etmesi gerektiğini sordu. Peygamber Efendimiz de ona şöyle dua etmesini söyledi:
Allahım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet!30

İ’tikâfa çekilmek

Sevgili Peygamberimiz Ramazan ayının son on gününde dünya işlerini bırakır, Mescid-i Nebevî’ye çekilir, sadece ibadetle meşgul olurdu.

Ailesini de bu gecelerde ibadet etmeleri için uyandırırdı.

Itikâf denen bu ibadet sırasında Peygamber Efendimiz namaz kılar, Kur’ân okur ve tefekkürle meşgul olurdu.

Vefatından sonra da eşleri itikâfa çekilmeye devam etti.31

Teravih namazı

Ramazan ayının oruçtan sonra en belirgin ibadeti teravih namazıdır. Sahâbîler, Peygamber Efendimizin kendi başına teravih namazı kıldığını öğrenince, bu namazı kendilerine de kıldırmasını istediler. Hz. Peygamber onlara sadece üç defa teravih namazı kıldırdı.

Bu olay şöyle oldu:

O yıl Ramazan ayının çıkmasına yedi gün kalmıştı.

Her gece yatsı namazını kıldırdıktan sonra evine çekilen Peygamber Efendimiz, o gece mescitte kaldı ve Ashabına ilk defa teravih namazı kıldırdı. Teravih, gecenin üçte birine kadar devam etti.

Ertesi gün ağızdan ağıza Peygamber Efendimizin teravih namazı kıldırdığı haberi yayıldı. Sahâbîler mescitte toplandılar; fakat Efendimiz o akşam teravih namazı kıldırmadı.

Ertesi gün yine teravih namazı kıldırdı ve namaz gece yarısına kadar devam etti. Bir sonraki gün yine kıldırmadı.

Nihayet Ramazan’ın çıkmasına üç gün kala, eşlerine ve kızlarına da haber göndererek bütün gece devam eden bir teravih daha kıldırdı. O gün Müslümanlar sahurlarını zor yapabildiler. Sevgili Peygamberimiz teravih namazının farz olabileceğini, bunun da Müslümanları zora sokacağını düşünerek bir daha teravih kıldırmadı.32

Herkesin teravih namazını kendi evinde kılmasını tavsiye etti.

O günden sonra Sahâbîler, hem Peygamber Efendimiz zamanında, hem Hz. Ebû Bekir devrinde, hem de Hz. Ömer’in hilâfetinin ilk yıllarında teravih namazını evlerinde kıldılar.

Teravih namazlarının camide cemaatle kılınması âdeti, Hz. Ömer devrinde başladı.

Şevval orucu

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ramazan orucunu tutanların, Ramazan’ın hemen ardından gelen Şevval ayında altı gün daha oruç tutmalarını tavsiye etti. Böylece otuz beş veya otuz altı gün oruç tutmuş olacaklarını, her iyiliğe on misli karşılık verileceğine göre, bir yıl boyunca oruç tutmuş gibi sevap kazanacaklarını söyledi.33

Asr-ı Saadetten Bir Hatıra

Haris el-Eş’arîradıyallahu anh anlatıyor:

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Allah Teâlâ, Zekeriyyâ Peygamberin oğlu Yahya aleyhisselâm’a, hem kendi yapması, hem de İsrailoğullarına emretmesi için beş buyruk verdi.

Yahya Peygamber bu emirleri halka duyurmayı azıcık geciktirince, Îsâ aleyhisselâm onun yanına geldi:

“Yahya!” dedi. “Cenâb-ı Hak, hem bizzat yapman, hem de İsrailoğullarına emretmen için sana beş buyruk verdi. Bu emirleri onlara ya bir an önce söyle, yoksa ben söyleyeceğim.” Yahya Peygamber:

“Kardeşim!” dedi Îsâ aleyhisselâm’a. “Allah’ın bana verdiği emirleri halka ben değil de sen duyurursan, Cenâb-ı Hakk’ın bana azap etmesinden veya beni yerin dibine geçirmesinden korkarım.”

Sonra da halkı Beytülmukaddes’te topladı. Cami ağzına kadar doldu; hattâ halk şerefelerde oturdu.

Yahya Peygamber, Allah’a hamd ve senadan sonra vaaza başlayıp şunları söyledi:

“Allah bana hem bizzat uygulamam, hem de size söylemem için beş emir verdi. Ben de size onları yapmanızı emrediyorum.

İlk olarak Allah’a ibadet edecek, Ondan başkasını İlah yerine koymayacaksınız. Allah’tan başkasını İlah yerine koyan kimse bakınız neye benzer:

Bir adam, kendi öz malından bir miktar altın veya gümüşle bir köle satın alıyor ve ona ‘Bak oğlum!’ diyor. ‘Şurası benim evim, şu da işim. Çalış, kazancını getir, bana ver!’ Ama o köle ne yapıyor; kazandığı paraları efendisine değil, götürüp başkasına veriyor. Söyleyin bakalım; hanginiz kölesinin böyle davranmasını ister?

Sizi Allah yarattı ve rızkınızı O verdi; öyleyse kesinlikle Allah’tan başkasını ilah yerine koymayınız.

Allah Teâlâ size namaz kılmayı emretti. Namaz kılarken kesinlikle sağa, sola bakmayınız. Bir kul namazda sağa sola bakınmadığı sürece, Allah Teâlâ namaz boyunca yüzünü hep onun yüzüne çevirir.

Size oruç tutmanızı emrediyorum. Bakınız oruç neye benzer: “Bir topluluk arasında bir adam, adamın da, içinde misk bulunan bir çantası var. O çantadan gelen güzel koku herkesi mest ediyor ve herkes onu koklamak istiyor. İşte oruç böyle bir şey.

Oruç tutan kimsenin ağız kokusu, Allah yanında misk kokusundan daha değerlidir.

Size sadaka vermenizi de emrediyorum. Bakınız, sadaka vermek neye benzer:

Düşman, bir adamı yakalayıp esir etmiş, ellerini boynuna bağlamış, boynunu vurmak üzere bir meydana getirmiştir. Adam, kendini esir edenlere: ‘Beni fidye karşılığında serbest bırakınız; çalışıp kazanırım, kazancımı getirip size veririm’ demiş ve böylece canını ölümden kurtarmıştır. İşte sadaka böyledir.

Size bir de Allah’ı çokça zikretmenizi emrediyorum. Bakınız zikir neye benzer:

Bir adam düşmandan kaçmaktadır. Düşman ise onu süratle takip etmektedir. O sırada adamın karşısına sağlam bir kale çıkmış, o da bu kaleye sığınarak canını düşmandan kurtarmıştır. İşte bir kul da kendisini şeytandan ancak zikir sayesinde kurtarabilir.”

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bunları anlattıktan sonra şöyle buyurdu:

“Ben de size, Allah Teâlâ’nın bana emrettiği şu beş şeyi emrediyorum:
– Yöneticinizin emirlerine uymayı,
– cihad etmeyi,
– hicret etmeyi,
– İslâm cemaatiyle birlikte bulunmayı. İslâm cemaatinden bir karış da olsa ayrılan kimse, tekrar oraya dönünceye kadar, boynundaki İslâm ilmiğini çözüp atmış demektir.
– Câhiliyyet dâvası güden kimse, Cehennemlik olur.

O sırada Sahâbîlerden biri:

“Ey Allah’ın Elçisi!” dedi. “O adam namaz kılıp oruç tutsa yine de Cehennemlik mi olur?”

Allah’ın Elçisi şöyle buyurdu:
“Evet, namaz kılıp oruç tutsa ve kendini Müslüman zannetse bile yine de Cehennemlik olur.

“Sizi ‘Müslümanlar,’ ‘mü’minler,’ ‘Allah’ın kulları’ diye adlandıran Allah’ın dâvasına sahip çıkınız.” 34

Kaynak: Sorularla İslamiyet Ramazan Sayfası

Kaynaklar
1 Buhâri, Savm, 2, 10, Nikâh 2, Tevhîd 35; Müslim, Sıyâm 162; Timizi, Savm 55, îmân 8; Nesâî, Sıyâm 43; İbni Mâce, Fiten 12; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 257. 313, 402, 465.
2 Bakara 2/183.
3 Bakara 2/184, 185.
4 Buhâri, Savm 2, 9, Libâs 78, Tevhîd 35, 50; Müslim, Sıyâm 161, 163-165; Tirmizî, Savm 55; Nesâî, Sıyâm 41, 42; İbni Mâce, Sıyâm 1.
5 Buhâri, îmân 28, Savm 6; Müslim, Müsâfırîn 175, Sıyâm 204.
6 Buhâri, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm 167, 168; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 3; Nesâî, Sıyâm 44, 45; Müslim, Sıyâm 34.
7 Buhâri, Savm 4, Bed’ü’1-halk 9, Fezâilü ashâbi’n-nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86, Siyam 166
8 Nesâî, Siyam 43; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 248, 249, 255, 257, 264; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, I, 580.
9 Buhâri, Savm 5, Bed’ü’1-halk 11; Müslim, Sıyâm 1, 2; Tirmizi, Savm 1; Nesâî, Siyam 3, 4.
10 Müslim, Taharet 16; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 229.
11Kadr 97/3.
12 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 263, 384, 513, V, 154, 363; Ibn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), XIV, 498; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb. I, 599.
13 En’âm 6/160.
14 Buhâri, Savm 7, Menâkıb 23.
15 Buhâri, Bed’ü’I-vahy 6, Savm 7, Menâkıb 23, Fezâilü’l-Kur’ân 6; Müslim, Fezâil 50.
16 Buhâri, Savm 2, 9; Müslim, Sıyâm 163-165; Ebû Dâvüd, Sıyâm 25; Tirmizi, Savm 55; Nesâî, Sıyâm 41, 42; İbni Mâce, Sıyâm 1.
17 Buhâri, Savm 8, Edeb 51; EbûDâvûd, Sıyâm 25; Tirmizi, Savm 16; İbni Mâce, Sıyâm 21.
18 İbni Mâce, Sıyâm 21; Dârimi, Rikak 12; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 373; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, I, 625-626.
19 Buhâri, Savm 20; Müslim, Sıyâm 45; Tirmizi, Savm 17; Nesâî, Sıyâm 18, 19; İbni Mâce, Sıyâm 22
20 Müslim, Sıyâm 46; Ebû Dâvûd, Sıyâm 15; Tirmizi, Savm 17; Nesâî, Sıyâm 27; Dârimî, Savm 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 197, 202.
21 Buhâri, Savm 45; Müslim, Siyam 48; Ebû Dâvûd, Savm 19; Tirmizî, Savm 13; Darimî, Savm 11.
22 Duhân 44/3.
23 Kadr 97/1-5.
24 Buhâri, îmân 25, 27, Savm 6, Fazlü leyleti’1-kadr 1.
25 Buhâri, Fazlü leyleti’I-kadr 3.
26 Mâlik, Muvatta’, l’tikâf 11; Buhâri, Fazlü leyleti’1-kadr 2, Ta’bîr 8; Müslim, Sıyâm 205, 206.
27 Müslim, Müsâfırîn 179; Ebû Dâvüd, Şehru ramazân 2; Tirmizî, Savm 72; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 406, 457, V, 130, 131, 324.
28 Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 240; Heysemî, Mecma’u’z-zevâid, III, 176.
29 Buhâri, Fazlü leyleti’1-kadr 3; Ebû Dâvûd, Ramazan 2.
30 Tirmizi, Daavât 84; İbni Mâce, Duâ 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 171, 182, 183; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), I, 712.
31 Buhâri, Fazlü Ieyleti’1-kadr 5; Müslim, l’tikâf 1-5
32 Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Tirmizî, Savm 81; Nesâî, Sehv 103.
33 Müslim, Siyam 204; Tirmizî, Savm 53.
34 Tirmizî, Emsal 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 130, 202; Ebû Ya’lâ, Müsned (Esed), III, 140-142; İbn Huzeyme, Sahih (A’zami), III, 195-196; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), XIV, 124-127; Elbânî, Sahîhu’t-Tergtb ve’t-terhîb, I, 358-359, II. 205-206; Elbânî, Sahîhu Mevâridi’z-zam’ân, I, 494-496.

Çocukları oruç tutmaya nasıl alıştırabiliriz?

Çocuklarının Ramazan ayında oruç tutmasını isteyen anne-babalar öncelikle Ramazan’ın gelişini sevinçle karşılamalı ve bunu çocuklar tüm davranışlarımızda görmelidir.

Bu kutlu ayı sevinçle karşıladığımızı hoşnutluğumuzu, sevincimizi yansıtmalıyız. Çocuklar ailelerinde ve çevrelerindeki oruç tutanlara heveslenebilirler, anne-baba çocukların heveslerini kırmadan ama sağlıklarını bozmadan orucu anlatabilir ve gerekirse oruç tutmalarına izin verebilirler. Bu zevkten, bu mutluluktan çocukları mahrum etmemek lazımdır. Tutulan oruçlardan, kılınan namazlardan dolayı çocuklar tebrik edilebilir, ödüllendirilebilir. Burada amaç, çocuklara farz olmadığı hâlde oruç tutturmak değil, oruç ibadetini kavratabilmek, sevdirmek ve alıştırmaktır. Ramazan’ın rahmet ve huzur iklimini, çocuklar acı bir ilaç gibi değil, bir zevk olarak algılamalıdır.

Çocuklarımıza Ramazan ayında pek çok yönden diğer zamanlardan daha iyimser ve şefkatli bir ortam sunmak için çabalamalıyız. Bu güzel rahmet ayında çocuklarımıza karşı asla sinirli, telaşlı, hoşgörüsüz davranmamalıyız. Aksi durumda ibadetlerin insan üzerinde uyandırdığı yüce, güzel duygu ve düşünceleri onlara kabul ettirmekte hiç şansımız kalmayabilir.

Okulöncesi çocuklar oruç tutmak isterlerse nasıl davranalım?

Okulöncesi yaşlardaki çocuklara oruç tutturmak uygun değildir. Ancak çocuklar, sahura kaldırılabilir, 2-3 saatlik veya yarım günlük denemeler yaptırılarak tam gün tutmuş gibi sevindirilebilir. 7-10 yaşlarındaki çocukların sağlık durumları müsaitse hiç olmazsa birkaç gün oruç tutturulabilir. Örneğin, çocuğun tuttuğu yarım günlük orucu, küçük hediyeler karşılığında “satın alabiliriz”.

10-13 yaşlarda ise oruç ibadeti daha ciddiye alınmalıdır. Çünkü bu yaşlar ergenliğin başlangıcıdır ve artık ibadet sorumluluğu da başlamaktadır. Çocuklar ‘Niçin oruç tutmalıyım?‘ diye sorduğunda ‘Allah böyle emrettiği için‘ şeklinde bir cevap vermek yerine, onlara oruç ibadeti hakkında detaylı bilgi vermek gerekir. Orucun kazandırdığı irade, sabır, kendine hakim olma, öz denetim, paylaşma, sahip olunanların değerini anlama, şükretme gibi önemli özellikleri açıklanmalıdır. Elbette bunu sadece lafla değil, önce kendimiz yaşayarak anlatmalıyız.

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı, çocuklarımıza ibadet alışkanlıkları ve ahlaki değerleri kazandırma noktasında anne-babalar için güzel bir fırsat olabilir. Çocuklar, görerek ve taklit ederek öğrenir. Ramazan ayı içerisinde yaptıklarımız ve yapmadıklarımız, çocuklarımızın kişiliği üzerinde oldukça etkilidir. Bu nedenle güzellikleri sadece anlatmayıp bizzat yaşatmalıyız.

Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın / Zaman Gazetesi

Ramazan Tefekkürü

RAMAZAN AYI NİSAN YAĞMURU GİBİDİR

Baharda karların erimesi, çimenlerin yeşermesi, çiçeklerin açması, bitkilerin uyanması, ölülerin dirilmesi, bütün varlıkların gelişip büyümesi için nisan yağmuru ne ise, ne kadar bereketli ise; amellerimizin, ibadetlerimizin bire bin, bire on bin, bire otuz bin karşılık bulabilmesi için de Ramazan ayı odur.

Ramazan öylesine bereketli bir aydır ki bu ayın nafile ibadetlerine farz, farzlarına da yetmiş farz sevabı verilecektir.

Ramazan ayı öylesine bereketli bir aydır ki, bu ayda buz gibi insanlar eriyecek, gafiller dirilecek, şeytanlar zincire vurulacak, cehennemin kapıları kapanacak, cennetin kapıları açılacaktır.

Ramazan ayı, kendisine hürmet eden herkesi bağrına basacak, yuyacak, yıkayacak, kadir gecesiyle 80 senelik bir ömrün sevabını kazandıracak, tertemiz bir şekilde bayrama kavuşturacak, iki bayramı birden yaşatacaktır. Biri Ramazan bayramı, diğeri de Allah’ın af ve rızasına nail olma bayramı.

RAMAZAN AYI BİR FUAR VE BİR PAZARDIR

Ramazan ayı, ahiret ticareti için açılmış bir fuar, kurulmuş bir pazardır. Her mü’min ürününü o pazarda sergileyecek. Namazımız, orucumuz, teravihimiz, mukabelelerimiz, fitre ve zekâtlarımız, iftar davetlerimiz, seher vakitlerindeki dua ve istiğfarlarımız gibi amellerimiz o pazara çıkaracağımız ve o fuarda sergileyeceğimiz ürünlerimizdir. Müşterimiz ise Allah’tır. Amellerimizin fiyatı ise cennettir.

Ramazan ayı, aynı zamanda Allah’ın rububiyet saltanatı karşısında, insanlığın, ibadetleriyle resmi geçit yapması için ilan edilmiş bir bayramdır.

RAMAZAN AYI YUSUF PEYGAMBER’E BENZER

Ramazan ayı, Hz. Yakub’un (a.s) on iki oğlu içindeki Yusuf Peygambere benzer. Yusuf Peygamber nasıl diğer günahkâr ve suçlu kardeşlerini affetti ve onların affedilmesine vesile oldu ise, Ramazan ayı da, diğer on bir ayda işlenen günahların affedilmesine vesile olmaktadır ve olacaktır. Yeter ki kul, tövbekâr olsun, af istemesini bilsin.

RAMAZAN ORUCUNUN HİKMETLERİNDEN BİRİ

İnsanlar farklı geçim seviyelerinde yaratılmışlardır. Kimisi fakir, kimisi zengindir. Çoğu kere zengin fakirin halini bilmez, tok acın halinden anlamaz. İşte bunu bildirmek ve anlatmak için Allah, zengin-fakir herkese Ramazan ayındaki orucu farz kılmıştır. Taki zenginler, fakirlerin acınacak acı hallerini oruçla anlasın da, imkânlarıyla imkânsızların imdadına koşsunlar.

Şefkat Peygamberi (s.a.v) ne güzel buyurmuş, hem ne güzel imkân sahiplerini imkânsızların imdadına koşturmuş: “Hangi mü’min bir başka mü’minin susuzluğunu giderirse, Allah ona kıyamet gününde ağzı mühürlü yani el değmemiş nefis içkilerden ikram eder. Hangi mü’min bir aç mü’mini doyurursa, Allah onu cennet meyveleriyle doyurur. Hangi mü’min muhtaç bir mü’mini giyindirirse, Allah ona cennetin yeşil libaslarını giyindirir.” (Ahmet b. Hanbel, III, 13)

RAHMAN’IN SOFRASI ŞÜKÜR VE TEŞEKKÜR İSTER

Allah Teala, yeryüzünü bir sofra yapmış, türlü türlü nimetlerini, adetâ umulmadık bir yerden o sofraya dizmiş, böylece Rububiyetinin, Rahmaniyetinin ve Rahimiyetinin kemalini göstermiştir. Misafirlerinden şükür ve teşekkür beklemektedir.

İnsanlar, çoğu kere gaflete düştükleri ve sebepler dairesinde yaşadıkları için, yeryüzünü bir nimet sofrası yapan zatın Allah olduğunu görememekte, O’nun şefkat ve merhametini hakkıyla anlayamamakta ve yeterince şükrü ifa edememektedir. Bazen de kâinatta yapılan akıllı işleri akılsız tabiata bağlayabilmekte ve katmerli nankör olabilmektedir.

İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, bu gaflet ve dalalet perdesini yırtıyor. imsak vaktinden iftar vaktine kadar yemeyi, içmeyi ve karı-koca muamelesini insanlara yasaklıyor.

Bu emre uyan insan anlıyor ki: Yiyilecek ve içilecek nimetler ken­dinin değil, Allah’ın. Ben Onun emrini bekliyorum, der nimeti nimet bilir. Gafletten ve sapıklıktan kurtulur.

Bir komutanın ateş emrine uyup ateşkes yasağına uyma­yan asker, başına dert açacağı gibi; Allah’ın “yiyiniz” em­rini dinleyip, “yemeyiniz” yasağını dinlemeyen yani oruç tutmayan insan, hem dünyada ve hem de ahirette başına dayanamayacağı dertler açabilir. Çünkü insan başıboş değil, çünkü kâinat sahipsiz değil ki yiyelim, içelim, hesabını vermeden kaça­lım. Onun için Müslümanlar dikkatli olmalıdırlar. Bu yü­ce buyruğu ve şerefli kulluğu yürekten kabullenmelidirler.

Padişahın mutfağından bir hizmetçinin getirdiği yemekler bir fiyat ister. Hizmetçiye bahşiş verildiği halde çok kıymettar olan o nimetleri göndereni tanımamak, hiz­metçiye minnettar’ olup, padişahı unutmak, akıllı insan­lara yakışır mı?

Evet yeryüzü Cenab-ı Hakk’ın mutfağı. Toprak bir ka­zan. Güneş aşçı Kazan kaynıyor, türlü türlü yemekler pişiyor. Domates, salata, biber, patlıcan, kavun, karpuz, üzüm, incir, kiraz, vişne, dut vs. Evet hepsi yeryüzü mut­fağında pişmektedir. Bunları bağdan, bahçeden, tarladan toplayıp bize getiren tablacılara 100-200 verir, asıl mal sahibi olan Allah’a şükrü, teşekkürü unutursak insan is­mine lâyık olabilir miyiz? Gerçek insan hüviyetini kaza­nabilir miyiz?

Ramazan ayı zikrin, fikrin ve şükrün yoğunlaştığı bir aydır. Namaz ve oruç gibi ibadetler, Cenab-ı Hakk’ı nimetlerine karşı bir şü­kür, bir teşekkürdür. İyiliğe karşı teşekkür eden insan, medeni insandır, Müslüman’dan daha medeni, daha ol­gun kim olabilir? Çünkü Müslüman Allah’ın sonsuz iyilik ve ikramına karşı oruçla, namazla teşekkür etmektedir. Hattâ sene boyu oruç tutsa, geceli gündüzlü namaz kılsa yine Allah’ın iyiliğinin altından çıkamayacağına, hakkının ödenemeyeceğine inanmak­tadır. Bu niyet, bu iman ve bu gayret de inşallah ona dünya ve ahret cennetini kazandıracaktır. Allah bu sonucu hepimize nasip eylesin. Ramazan-i Şerifiniz mübarek olsun. (Geniş bilgi için bkz. Karakaş, Vehbi, Üçaylar Mübarek Gün ve Gecelerle Toplum Eğitimi, Cihan Yayınları-İstanbul-2008)

Vehbi Karakaş / Risale Haber