İnsanın dünya ve ahiret dengesini iyi kurması, gafletten uyanıp, daima tövbe ve istiğfarda bulunarak her an ölecekmiş gibi ahiretine hazırlıklı olması için ecelin gizli olması büyük bir nimettir ve büyük bir rahmettir. Eğer her insanın ne zaman öleceği belli olsa idi, insan yarı ömrünü gaflet ve sefahatte geçirir, ölümüne yakın bir zamanda tövbe ve istiğfar eder ve ibadet yapardı. Ecel gizli olduğundan ölümünün her an başına geleceğini bilen, ömrünün ebedî olamadığını anlayan insan, gününün en az “yirmi dörtten birisini, hakikî bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf” [1] eder, ahiretine ciddi çalışır ve ibadetlerinde daha titiz davranır. Çünkü insanı ibadetten ali koyan ve usandıran “tevehhüm-ü ebediyettir”, yani çok uzun yaşayama arzusudur. Bu bir vehimdir, hayaldir ve şeytanın; “Daha gençsin, önünde çok seneler var, daha sonra ibadet edersin” diyerek insanı aldatmasıdır, desisesidir. “Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye belki yarına kadar kalacaksın.”[2]
Ölümün gizli olmasının bir başka rahmet yönü ise şudur: Eğer ecel muayyen olsa idi hiçbir insan hayatından zevk ve lezzet alamazdı. Bir saat sonra öleceğinden haberi olmayan bir insan yemeğini şevkle lezzetle yiyor. Eğer o kimse faraza on yıl sonra ve ya altmış yetmiş yaşında öleceğini bilse idi hayat ona azap olur, hiçbir şeyden zevk ve lezzet alamazdı.
Bedüzzaman Hazretleri ecelin gizli olmasının hikmetini şöyle ifade eder:
“Ecel ve mevt gibi umûr-u gaybiye çok hikmet ve maslahat cihetiyle gizli kaldığı misillü, dünyanın sekeratı ve mevti ve nev’-i beşerin ve cins-i hayvanın eceli ve vefatı olan kıyamet dahi çok maslahatlar için gizlenilmiş. Evet, eğer ecel vakti muayyen olsaydı, -yarı ömür gaflet-i mutlaka içinde ve yarıdan sonra, darağacına asılmak için her gün bir ayak daha onun tarafına atılmakla dehşet-i mutlaka içinde- havf u recanın müvazene-i maslahatkârane ve hakîmanesi bozulduğu gibi, aynen öyle de: Dünyanın eceli ve sekeratı olan kıyamet vakti muayyen olsaydı, kurûn-u ûlâ ve vustâ fikr-i âhiretten pek az müteessir olacaktı. Ve kurûn-u uhrâ, dehşet-i mutlaka içinde bulunup ne hayat-ı dünyeviyenin lezzeti ve kıymeti kalır ve ne de havf u reca içinde ihtiyar ile itaatkârane olan ubudiyetin ehemmiyeti ve hikmeti bulunurdu. Hem eğer muayyen olsa, bir kısım hakaik-i imaniye bedahet derecesine girer, herkes ister istemez tasdik eder. İhtiyar ve irade ile bağlı olan sırr-ı teklif ve hikmet-i iman bozulur. İşte bunun gibi çok maslahatlar için umûr-u gaybiye gizli kaldığından herkes her dakikada hem ecelini, hem bekasını düşündüğü için hem dünyaya, hem âhiretine çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını düşünebildiği için; hem dünyanın fâniliğinde hayat-ı bâkiyeye, hem hiç ölmeyecek gibi imaret-i dünyaya çalışabilir.
Hem de musibetlerin vakti muayyen olsaydı, musibet başına gelen adam, musibetin intizarında o gelen musibetin belki on mislinden ziyade manevî bir musibet -o intizardan- çekmemesi için, hikmet ve rahmet-i İlahiye tarafından gizli, perdeli bırakılmış.”[3]
Ender dâhilerden ve hükemalardan biri olan Franklin, “Ben kendimi çok günahların içinde görüyorum. Onun için nefsimin arzularına uymayarak ve yaptıklarıma dikkat ederek, onu ıslaha çalışıyorum.” “Defterimde hatalarımın azaldığını görmek beni vicdanen ve ruhen rahatlatır. Hayatım boyunca Cenab-ı Hakk’ın birçok lütuf ve ihsanlarına mazhar oldum.” “Nefsini tanıyan, Halık’ını tanır” hakikatini anladım.” demiştir.
Franklin, “ Yaptığınız iyilikler içinde Allah’a şükredin. Çünkü her hayır O’ndandır. Franklin, gençlere de iffetli ve faziletli olmalarını tavsiye eder, böyle olursanız Allah’ın lütuf ve inayetine mazhar olursunuz.” derdi.
Franklin, her akşam kendisini hesaba çeker, fazilete muhalif hareketleri için tevbe eder, onların telafisine çalışırdı. Çünkü, insanın dünya ve ahiret saadeti, ölmeden evvel kendini hesaba çekip, ona göre hareket etmesine bağlıdır.
Mehmed Kırkıncı
[1] Nursî, B. S Sözler ( 21. Söz)
[2] Nursî, B. S Sözler ( 21. Söz)
[3] Nursî, B.S Şualar (5. Şua)