Gündelik pratiğimde son birkaç yıldır yaptığım terapilerde özellikle İslami kuralları kendilerine referans aldığını söyleyen ve o İslami emir ve yasaklara göre yaşamaya çalıştıklarını iddia eden ama sıkıntılardan da bir türlü kurtulamadıklarını ifade eden azımsanmayacak bir hasta popülasyonu ile karşılaşıyorum. Bu popülasyon farklı memleket, farklı cemaat, farklı cinsiyet, farklı yaş grubu ve problemlerini farklı ifade ediş tarzlarına sahip. Bu kadar farklılığa rağmen ortak olan en önemli özellikleri gündelik yaşantılarında kurtulamadıkları psikolojik sıkıntılar.
Bu birbirinden bağımsız olan grubun neredeyse söz birliği etmişçesine benden bir ricaları oluyor: Bilimsel verilerin yanında mümkünse, kendi referanslarından da örnekler vererek onları rahatlatmam. Hatta bu konuda yazı yazmam.
İşte bu yazının vücut bulma sebebi, bu siparişler. Ve bu yazıdaki öneriler doğru ve yanlışı ile bana ait…
Bence Müslüman daima mutlu olan değil ama huzurlu olan insandır. Bakış açısı diğer inanç sistemine sahip olanlardan farklıdır.
Müslüman;
Mutluluğu ve huzuru kitapçı dükkanlarının tozlu raflarında sözüm ona best seller adı verilen kişisel gelişim kitapları arasında aramak yerine, 128 bin Peygamberin çağırdıkları ortak yolun adı olan İslam’a yönelebilendir.
Yaşadığı tüm olumsuzluklar karşısında “vardır bir hikmeti” veya “bu da geçer ya Hu” zannıyla yaklaşabilendir.
Annesini, babasını, eşini, oğlunu, kızını, torununu veya bunlardan her hangi birini kaybettiğinde; annesini, babasını, eşini, altı çocuğunu, üç torununu kaybeden, Peygamber Efendimiz (as) gibi metanet gösterebilendir.
Karısı ve çocuğu kendisine isyan ettiğinde ve düşman kesildiklerinde Nuh (as) gibi davranabilendir.
Kocası kendine zulmettiğinde ve hayatı kendisine zindan ettiğinde Firavun’un karısı Hz. Asiye’nin tavır ve davranışlarını kendisine örnek alabilendir.
Kendine iftira atıldığında ve haksız yere zindana kapatıldığında, zindanı kendisine medreseye çevirebilen Yusuf (as) ın dediği gibi; “Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm” (Yusuf-53) diyebilendir.
Tüm sebeplerin sükût ettiği bir ortamda Yunus (as) gibi sebepleri değil, kendi nefsini bu işten sorumlu tutarak “La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin “ diyebilendir.
Hz. Eyyup (as) gibi en tehlikeli hastalıklarla cebelleştiğinde ve zahiren çaresi yokmuş gibi görünen dertlere muzdarip olduğunda “Rabbi inni messeniye’ddurru ve ente erhamürrahimin” diyebilendir.
Başına bir sıkıntı geldiğinde Rabbim beni adam yerine koymuş, imtihan ediyor, günahlarımı bu dünyada temizlemek için bana fırsat veriyor” diyebilendir.
Dertsizlik diyarına gidebilmek için dertler diyarından geçmek zorunda olduğunun farkında olabilendir.
Evet, yaşadığımız tüm sıkıntı ve musibetler daha önce muhakkak özelde Peygamberlerin, genelde ise daha önce yaşamış kişi veya kavimlerin başlarına gelen sıkıntılardır. Ve o mübarek zatlar bu sıkıntılardan nasıl kurtuldular ve problemlerine nasıl çözüm buldularsa, aynı çözümler günümüz içinde geçerlidir. Çünkü Habil ile Kabil arasındaki imtihanla şimdiki imtihan arasında mahiyet itibari ile bence hiç bir fark yoktur; aynı genetik yapıya, aynı organlara, aynı hislere sahibiz. Cennet aynı, Cehennem aynı, sevap aynı, günah aynı… Aynı Cennete koşup, aynı Cehennemden kaçıyoruz. Dün iyi insan olmanın şartları ile bugünkü şartlar aynı. Dün babalar oğullarına çeşme başındaki kızlara bakma diyorlardı, bugün ise çeşme başında görüntü veren kızların internet sayfasındaki fotoğraflarına bakma diyorlar.
Kısaca dün ne yapılması gerekiyorsa bugünde aynısının yapılması gerekiyor. Formül belli; “Zaman değişir, mekân değişir, aktörler değişir ama Sünnetullah değişmez.”