Etiket arşivi: Dr. Şahin Bey

Modası Geçmeyen Meyveler

Her yıl başka bir giysi ve renk modası çıkıyor ve insanlar her sene yeni bir modanın peşine düşüyorlar.  Acaba insanoğlu modanın ötesinde bir şey mi arıyor?

Peki her yıl aynı renklerde görüp de iştahla yediğimiz meyvelerde bu seneki moda renk ve trend ne olacak diye bir şey aklınıza geliyor mu?..

Bildiğiniz gibi meyveler, sebzeler, çiçekler ve ağaçların her biri farklı renklere, kokulara ve tatlara sahiptir. Çevremizde her an gördüğümüz, kimi zaman da sadece kitaplardan tanıdığımız bitkiler de her biri kendine özgü renklere ve desenlere sahiptir. Hepsinin içerdikleri nektar oranı, kokuları hep diğerlerinden farklıdır. Ama önemli bir özellikleri de hiçbirinin modası geçmez…

Görmek ya da görmemek…

Gülleri düşünelim: Kırmızı, beyaz, sarı, turuncu, pembe, siyah, kenarları beyazlı, çift renkli hatta geçişli renklere sahip pek çok çeşidi bulunmaktadır. Kuşkusuz bunları gören bir insanın hayranlık duymaması, bu çiçekleri yaratan Yüce Allah’ın sanatının inceliklerini ve anlamlarını kavrayamaması çok büyük bir manevi körlük olur.  Allah, Kur’an’da, insanın gördüğü yaratılış delillerini takdir edememesinin sebebi olarak şu davranış ve ruh haline dikkatimizi çeker: “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. Onların çoğu Allah’a iman etmezler de ancak şirk katıp dururlar.” (Yusuf Suresi, 105-106)

Allah’ın her fiili mucizedir

Dünyanın her yerinde aynı türdeki meyveler aynı desenler ve renklerle yaratılırlar. Hatta tek bir meyve ile yeryüzündeki diğer tüm meyveler yaratılış açısından birdir. O halde tek bir meyveyi yaratan kim ise yeryüzündeki diğer başka meyveleri de yaratan odur. Bunlar aynı bütünün tekleri olarak, aynı iradenin ve aynı sanatkârın eserleri olduklarını gösterirler.

Evet, Allah’ın her fiili mucizedir. Mesela, Allah (cc.), Musavvir (tasvir eden, her şeye belli bir şekil ve suret veren) isminin gereğince yarattığı her şeyi, o şeye en uygun surette yaratır. Yeryüzü sergisinde gördüğümüz eserler şekil ve özellikleriyle bize şu âyeti anlatırlar: “O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, şekil ve suret verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakîm’dir.” (Haşr Suresi, 24)

Eserden sanatkâra

Evet, bir eser, üzerinde görünen özellikleriyle sanatkârının sıfatlarını bildirdiği gibi, her bir meyve de tüm özellikleriyle Allah’ın bazı isim ve sıfatlarını bildirir. Yani yeryüzünde yaratılan eserlere bakarak, Esma-i İlâhiye’nin karşılıklarını görür ve Âlemler Rabbini isimleriyle tanıyabiliriz.

Bu konuda farklı bir örnek olarak, iki ilahî isim olan ‘Vahid’ ve ‘Ehad’ isimlerinin, geniş bir bakış açısıyla tecellilerini şöyle görürüz:

 Bütün meyveler dış görünümleri itibariyle, yani morfolojik ve anatomik özellikleri açısından birbirine benzemektedir. Yani en dışta bir kabuk, daha sonra etli kısım ve en içte çekirdek olması ile bütün meyveler birbirine benzerler. Demek ki, ağaçları ve iklimleri farklı olduğu halde ‘meyve’ dediğimiz şeylere bu ortak özellikleri aynı ‘İrade’ vermiştir; yani yaratanları birdir, Vahid’dir. Varlıklardaki bu birlik yansımasına ‘Vahidiyet’ deniliyor.

Ayrıca aynı özellikleri taşıyan meyvelerin her birinin kendine has özellikleri de vardır. Yani bütün meyveleri yaratan, onların her birini de farklı özelliklerde yaratmıştır. Bu ise farklı bir ismi, ‘Ehad’ ismini gösterir. Varlıklardaki bu benzerlik içindeki benzemezlik de ‘Ehadiyet’ tecellisidir. Yani deniz yüzeyinde yansıyan sayısız güneş ışıkları hepsi birlikte bir güneşin ışığını yansıtırlar, bu Vahidiyetin örneğidir; tek tek her bir parıltı da bir güneşi gösterir, bu da Ehadiyetin örneğidir. Allah (cc.) bütün varlık âlemlerinin yaratıcısı olduğu gibi, tek tek her şeyin de yaratıcısıdır; her şeyi bildiği gibi, tek tek her bir şeyi de bilir; rahmeti her şeyi kuşattığı gibi, rahimiyetiyle de tek tek her yarattığına merhamet eder, duasına cevap verir, ona yardım eder.

 Demek ki, Allah (cc.), yarattıklarına benzemez; bir yaratır ve mükemmel olarak yaratır. Bunun için de gözlüklerin modası geçer ama gözün modası hiç geçmez… 

Dr. Şahin Bey / Zafer Dergisi

İçgüdü Demek Yetmez

Onu kim güdüyor?

Canlıların tümü, yaşamlarını sürdürebilmek için akıl gerektiren davranışlar sergilerler. Bir insanın ancak öğrenme, tecrübe kazanma ile yapabileceği bu akıllıca davranışlar, canlılarda ise doğdukları andan itibaren görülebilmektedir.

Son derece akıllı planlar dâhilinde hareket eden, hassas hesaplar gerektiren işler yapan bu canlılar, kendilerini inceleyen bilim adamlarını gerçek anlamda bir şaşkınlığa düşürmektedirler.

Bir yanda akıllıca işler ve öbür yanda ise akılsız, şuursuz canlıları nasıl bağdaştıracağını bilemeyen herkes, “Canlılar bu zekayı nasıl ediniyorlar ve bunu nerelerde kullanacaklarını nasıl öğreniyorlar?” sorularını merak ediyor. Evrim savunucuları da işi kolayından izah yoluna gidip “içgüdü” diyorlar. Bu ismi takmakla da canlıların sergiledikleri bilinç gerektiren davranışları açıkladıklarını söylüyorlar.

“İçgüdü” ya da “dürtü” isimleri, üreme, yuva yapma, yavru bakımı gibi şuur ve tecrübe gerektiren davranışlar için söylenir. İçgüdü; bir canlı türünün kendine özgü ve bir amaca yönelik olan davranışını izah için söylenen, fakat gerçeği ifade etmeyen bir kelimedir.

İçgüdü mü? İlham mı?

Kur’an’ın haber verdiği gibi, sonsuz ilim, hikmet ve kudretiyle, her şeyi yoktan yaratıp, idare eden Âlemlerin Rabbi, elbette canlıları başıboş bırakmaz.

Kâinatı bir gaye için yaratan ve o gayeye sevk eden Allah (cc.), elbette canlıları da aynı gayeye hizmet edecek şekilde sevk eder. Ve tüm canlılar bunun için hayatın devamına hizmet edecek şekilde hareket eder.

Zaten canlıların hareketlerine bakan herkes, bu hareketlerin arkasında belli ‘güdü’lerin, yani yönlendirilmelerin olduğunu açıkça görür. İşte ateistlerle tam bu noktada ayrılıyoruz; onlar bu sevk edilmelere ‘içgüdü’ deyip, üzerinde düşünmeden tesadüfe verip geçiyorlar; biz Allah’a iman edenler ise, bu yönlendirilmelerin, Allah’ın iradesinin yansımaları ve kanunlarının uygulamaları olarak görüyoruz. Yani bu amaçlı ve anlamlı işleri, gayesiz ve hikmetsiz görmüyoruz.

Bunun için de ‘içgüdü’ değil, ‘sevk-i ilahi’ yani Allah’ın sevk etmesi, yönlendirmesi diyoruz.

orumcekArılar bal yapmayı, örümcekler ağ örmeyi, bülbül yuvasını çorap gibi örmeyi nasıl öğrenmiştir?

Bir arıyı düşünün; doğduktan çok kısa bir süre sonra bal üretmeye başlar. Ömürleri ancak 4-5 hafta olan bu canlıların böyle mucizevi bir gıda yapmasını öğrenmeye ne vakitleri ne de kapasiteleri müsaittir. Demek ki eğitim falan görmüyorlar; bu iş için sevk ediliyorlar.

Aslında akılsız canlılardaki anlamlı davranışları açıklamak için kullanılan bu ‘içgüdü’ terimi, davranışların sırrını açıklamıyor. Yani bu kelime; bir izah değil, sadece bir isimlendirmedir. ‘İçgüdü’ ya da ‘dürtü’ canlılara doğrudan doğruya ilham edilen bilginin kaynağını inkâr etmek için, inançsız bilim adamlarının uydurduğu bir kavramdır.

Bu konuyla ilgili olarak Bediüzzaman hazretleri şöyle demektedir: “Bir kısım insanlar, yalnız aldatmak için bazı derin ve ehemmiyetli hakikatlere bir isim takıp güya o hakikat anlaşılmış gibi adileştiriyorlar. Halbuki, kudretin o mucizesinin hikmetlerine bir tek isim takmakla, o hakikati gizleyip; o mucizeli faaliyeti kör kuvvete ve serseri tesadüfe ve mevhum tabiata dayandırarak Ebu Cehil’den daha cahil duruma düşüyorlar.”

Canlıları yaratıp programlayan, Elbette ki onları başıboş bırakmaz

Netice olarak; arı, örümcek ve yuvasını çorap gibi ören bülbül ve diğer hayvanların bu akıllıca hareketleri, kendi işleri değil, ancak Yaratıcının onlara ilhamı ve onları bir gaye için sevk etmesi ile açıklanabilir.

Evet Cenab-ı Hak her canlıyı belli ihtiyaçlarla yaratmış ve hedefine de bazı lezzetleri koymuş; işte bu ihtiyaçlar ve lezzetlerin peşinde koşan canlılar da hayatın bütününe hizmet etmiş olurlar. Yani bir saatin dişlileri gibi, zamanı bildirmeye hizmet ederler ama ne yaptıklarının farkında değillerdir. 

Risale-i Nur, bu hakikate işaret olarak, “Bak o Yaratıcıya ki; nasıl kâinattaki kanunlarından arının vazifesine ait kısmını bir tezkerede yazmış, arının başındaki sandukçaya koymuştur. O sandukçanın anahtarı da, vazife aşığı arıya has bir lezzettir. Onunla sandukçayı açar, proğramını okur, emri anlar, hareket eder.

Dr. Şahin Bey / Zafer Dergisi