Etiket arşivi: Fatma Tuncer

Affeden kazanır

Kültürümüzde kırılan kalbin tamirinin mümkün olmayacağına dair bir söylem var. Bu ifade oldukça naif ve hassas olan kalbin gücendiği takdirde kolay onarılamayacağını ifade ediyor.
Zira kalp et ve kandan müteşekkil bir organ değildir, kalp aynı zamanda seven, sevildiğini hisseden, hüzünlenen ve bütün değerleri bağrında taşıyan bir kaptır.

Kalp Allah’ın sevgisini taşıyabilecek kadar büyük bir değerdir. İslam kültüründe kalbe atfedilen değer buradan gelmektedir.
Hiçbir mekâna sığmayan sevgi ve muhabbetullah kalpte kendine yer buluyor. O yüzden büyüklerimiz, kalp kırmayın, yıkılan kalbin tamiri mümkün olmaz sözü ile kalbin önemine dikkati çekmektedirler.

Fakat İslam büyüklerimiz olgun insanı tarif ederken kırmayan ve kırılmayan kişi olarak tarif etmişlerdir. Allah’ın sevgisini bağrında taşıyan bir değeri yıkmak, kırmak, incitmek elbette büyük bir vebaldir. Kırmaya teşebbüs edeni şefkate çağırmak ve kırılmamak ise büyük bir erdemdir.

Dava adamları insana Allah’ın yeryüzündeki halifesi ya da cennet ehli kişi olarak bakmış ve kırılmak yerine bu kişiyi hoş görüp hakka, şefkate davet etmişlerdir.

İnsan hataya meyyaldir, insan zaaf sahibidir, insan zayıf yaratılmıştır. Fakat zaafına yenik düşüp hata yapmışsa, bunun bir telafisi vardır, olmalıdır. Özür dilemek telafi yollarından biridir mesela. Af dileyeni af etmek ise büyük bir olgunluktur.

Son yıllarda Batılı bilim adamları affetmenin faydaları üzerinde duruyor ve bunun kişiyi birçok hastalıklardan koruyacağını haber veriyorlar. Zira öfke güçlü bir bağdır ve kişinin nefret duygusunu tetikleyerek ruhsal ve bedensel rahatsızlıklara davetiye çıkarır.
Affetmek ise kişinin kendini iyi hissetmesini sağlar ve onun olumlu duygularını geliştirir.

Affeden kişi üzerinde taşıdığı ağır bir yükten kurtulur, sakinleşir ve muhatabına şefkat duymaya başlar. Bu durum onun ruhunda bir dinginlik ve iyilik haline dönüşür.

Hayat kısa bir yolculuktan ibaret, bu yolculuğu hangimiz hangi vakitte tamamlayacağız bunu bilemiyoruz.
O nedenle öfke beslediğiniz kişileri af edin ve onlar için hayır duada bulunun.

Fatma Tuncer

30-09-19

Hüzün DERT değildir

Hüzün; gönülden sızan bir koku, ebediyete olan özlem ve bir kopuşun sancısıdır. Dert ise; kişinin mahrumiyetleri sonucunda ortaya çıkan ruhi bir bunaltı halidir.

Hüzün bulunduğu koordinat itibariyle dertten farklı bir şeydir. Sevilen varlıktan ya da mekândan uzaklaşma ya da kopma sonucunda ortaya çıkan özlem ve acı karışımı bir duygudur hüzün.

Dert ise dünya kökenlidir, ölüm, hastalık, ayrılık, yoksulluk gibi durumlarda yaşanan kayıplar sonucunda ortaya çıkan ruhsal gerilimdir.

Günümüz insanı için her şey dert mesabesinde yer alıyor. Bitmek bilmeyen bir rekabetin içinde yer alan insan, sahip olduğu ya da olamadığı nesneler için içerlerken, hep ötekinin mülkünü, ötekinin imkânlarını dikkate alıyor.

İstediği imkânı elde edemeyen insan neşesini, hayatla bağını, umutlarını kaybedip terapistlerin kapılarını aşındırıyor. İncir çekirdeğini doldurmayacak meseleleri felaketleştirerek hayatı kendine zehir ediyor.

İstediği her şeye istediği saatte ulaşmak istiyor. Hayallerini, emeğini, vaktini, enerjisini, yeteneklerini dünya ve ahiret bütünlüğü içinde ele almıyor geçici olan dünya için harcıyor.

Bugünün çocukları haz odaklı yaşıyor. Engellenmeyi, mahrum kalmayı, yoksunluğu hiçbir şekilde kabul edemiyor. Ölüm gerçeğini hayallerinden uzaklaştırarak kendilerini dünyanın ebedi müdavimi sanıyor ve kaybetme endişesi ile yaşıyorlar.

Haz odaklı yaşayan insanın derdi bir türlü bitmiyor.
Zira haz veren nesneler kalıcı değil, bitmeye, yok olmaya mahkûmlar. Ve insanoğlu kaybettiği her nesne için ayrı bir yas sürecine giriyor.

İnsanın kendisine haz veren nesneleri sürekli kılma imkânı yok. O nedenle yolun bir noktasında mutlaka ayrılık ve acıyla tanışıyor ve acıyı kabullenmekte güçlük çekiyor.

Dert, insanın geçici olan talepleriyle yakından ilgili bir durumdur. Hüzün ise öz vatanımıza olan hasretin bir sonucudur.

MEVLANA, neyin çıkardığı hüzünlü sesin, neyin vatanından koparılmasından kaynaklandığını ifade eder. Ney, öz vatanından yani kamıştan koparılmış ve gurbette farklı bir rol üstlenmiştir.
Ney öz vatanına, sulaklığa, koparıldığı kamışa hasrettir…

Tıpkı bunun gibi insan da öz vatanından, cennet yurdundan uzaktadır. Dünya onu tatmin edememektedir. O yüzden fiziki olarak dünyada olsa da ruhu öz vatanına hasrettir. Yaşadığı her acı, her mahrumiyet, her yoksunluk, öz vatına olan özlemini çağrıştırmakta ve onu hüzne götürmektedir. Zira hüzün onun öz yurduna olan özleminin bir sonucudur.

Hüzün insanın kopuşunun getirdiği acıyı simgelemektedir.
Acı ise insanın kendisiyle buluşması, kendini anlayabilmesidir.
Zira insan hüzne kapıldığında dünyadan uzaklaşır ve yüzünü fıtratına döner.
Dünyaya niçin geldiğini, sorumlulukların ne olduğunu, nereye gideceğini sorar. Sorduğu her soruda hüznü biraz daha artar, acıyı bütün yoğunluğu ile yaşar ve yaratıcına yakınlaşır.

Dünyada sahip olamadığı şeyleri kendine dert edinen insan ise misafiri olduğu mekânı kendinin zanneder ve bitmek bilmeyen taleplere, dert içinde dertten derde sürüklenir.

Fatma Tuncer