Etiket arşivi: Gustav Diercks

İkinci Avrupa Kan Kusuyor! (Oslo Katliamı)

Benden 76 kişinin katili Norveç’li Breivik’le ilgili bir yazı kaleme almamı istediler. Bu talep, benim 2006’da Sevgi Yayınları arasında çıkan “İSLÂM’I AVRUPALI’YA NASIL ANLATMALI?” isimli kitabımı aklıma getirdi. İlgili bölümleri okudum. Aman Allahım yazı o kadar taze ve aktüel idi ki bir kelime bile değiştirmeye ihtiyaç duymadım. Şimdi ilgili bölümü arz ediyorum:

Avrupa’yı, mânevî ve felsefî anlamda Avrupa, coğrafî anlamda Avrupa olarak iki kategoride tanımlamaya çalışmışlar.

Mânevî ve felsefî anlamda Avrupa’yı:

1- Grek-Latin dünyasına ve medeniyetine mensup,

2- Katolik Hıristiyan olan,

3-Ronesan’sı, Reform’u ve karşı- reformu yaşamış bulunan Avrupa şeklinde tanıtırlarken;

Coğrafî anlamda Avrupa’yı ise:

“Garp âlemi” de (Abendland) denilen ve bugünkü Avrupa Topluluğu devletlerini içine alan Batı Avrupa; bir de Yunanistan, Balkanlar, Rusya dolayısıyla bütün Ortodoks dünyasını içine alan Doğu Avrupa şeklinde de tarif etmişlerdir.(1)

Bize göre Avrupa, gördüğüm, okuduğum ve tanıdığım kadarıyla ne hepten alınabilir, ne de hepten atılabilir bir şeydir. Çünkü o hepten iyi olmadığı gibi hepten de kötü değildir. Bu tanım herkes için geçerlidir. Müslüman kimliğine sahip olan bizler için de geçerlidir. İnsafla söylenmiş güzel bir söz hatırlıyorum: “Her Müslüman’ın her işi, her sıfatı Müslüman olmadığı gibi; her kâfirin her sıfatı ve her sanatı da kâfir olmaz.” (2)

Bu sebepten dolayıdır ki, orijinal fikirleriyle tanınan çağımızın önemli düşünürü Bediüzzaman ise Avrupa’yı:

Birinci Avrupa

İkinci Avrupa

diye iki kategoride ele almış, birinci Avrupa’yı müsbet ve olumlu görmüş, ikinci Avrupa’yı da menfi ve olumsuz olarak tanımlamıştır. Şimdi biz, adil bir tahlil olduğuna inandığımız bu taksim ve tanımlamayı biraz açalım ve içinde ne olduğunu görelim:

BİRİNCİ AVRUPA:

Hz. İsa’nın(a.s) hakiki dininden aldığı feyz ile insanlık âlemine faydalı fen ve sanatları sunan, adalet ve hakkaniyetle hizmet eden Avrupa.. (3) Bu Avrupa ile bizim bir kavgamız yok. Yani Hz. İsa’nın (a.s) hakiki dinini benimseyen Avrupa’yı kendimizden sayıyor ve kendi ürünümüz biliyoruz. Hz. İsa’ya (a.s), Kur’an’da ki bir ayete binaen (4) peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v) inandığımız gibi inanıyor, seviyor ve hürmet ediyoruz. Onun annesi Hz. Meryem’in de temiz ve bir peygamber anası olduğuna, hatta âlemlerin kadınları içinden faziletiyle seçilmiş dört büyük kadından biri (5) bulunduğuna iman ediyoruz.

Bu inanç kuru bir iddia değil, imanımızın esaslarındandır. Hz.İsa’ın peygamberliğine inanmayan bir Müslüman’ın Hz.Muhammed’e (s.a.v) hatta Allah’a ve imanın diğer esaslarına imanı da makbul değildir. Bu birinci, olumlu, medeni, bilim ve teknikte ilerleyen Avrupa’nın Müslüman’ların ürünü ve Müslümanların öğrencisi olduğu gerçeği de sadece bizim düşüncemiz değildir. Bunu Batının insaflı ilim ve fikir adamları da itiraf etmektedir. Mesela Batılı müsteşriklerden Prof. Dr. Montgomary Watt, İslamiyet hakkında verdiği konferansların birinde şöyle demektedir: “Ortaçağ Hıristiyan yazarlarının zihinlerinde tablosunu çizdikleri İslâm’ın, tamamen iftira mahsûlü olduğu çoktandır bilinmektedir. Yalnız şimdi, geçen asır boyunca, araştırmacıların yaptıkları tedkikler sayesinde, Batılıların gözleri önünde daha objektif bir şekil belirmektedir. Fakat biz Avrupalıların kör gözü, İslâm kültürüne olan borcumuzu görmeye manidir. Geçmişten gelen mirasımıza İslâm’ın yaptığı tes’irin kıymet ve kadrini bazen küçümsüyor, bazen de tamamen görmezlikten geliyoruz. Müslüman ve Araplarla daha iyi münasebetler kurabilmek için, borçlarımızın hepsini itirafa mecbûruz. Onu saklamak ve inkâr etmek, sahte bir gurur alametidir.” (6) Watt, i’tirafını sürdürüyor ve konferansında şöyle diyor: “Mevzûmuzu üç noktada özetleyebiliriz:

1- Müslümanların Avrupa’ya yardımları, daha çok, hayatın zarâfeti ve onun maddî temellerinin terakkîsi hakkında oldu.

2- Bir çok Avrupalı neyi benimsemiş ve neyi kabul etmişse, bunların Müslümanlara ait ve İslâmî olduğunun pek az farkına varmıştır.

3- Müslümanların “ihtişamlı hayat tarzı” ve buna refakat eden edebiyatları, hem Avrupa’nın hayal gücünü, hem de Latin menşeli milletlerin şiir kabiliyetlerini harekete geçirmiştir. (7)

Cl.Sanchez Albornoz da diyor ki: “Tabiatiyle artık bu gün orta çağın karanlığından bahsetmek yersizdir. Fakat gittikçe düşmüş, bahtsız Avrupa’dan bahsetmek yerinde olur. Bunun karşısına Müslüman İspanya’nın o harikulade medeniyetini koymak lazımdır….Ronesans hareketinin doğmasından asırlarca önce, Kurtuba’da coşup akacak büyük bir medeniyet nehrinin ilk kaynakları kendini gösteriyor. Bu medeniyet yeni dünyaya antik düşüncenin temellerini aktaracaktır. (8)

Gustav Diercks de bu gerçekleri görmeyen ve itiraf etmeyenlere soruyor: “Müslümanlar hakkında insaf ve hakkaniyet dairesinde hareket etmek ve faaliyetlerini takdir etmek için bu kadar uzun bir zaman geçmesinin sebebi ne olabilir? Bu sualin cevabını Hıristiyanların hasımlarına karşı besledikleri sönmek bilmez düşmanlıkta aramak lazım. Bundan başka Endülüs Müslümanlarının medenî etkisini unutturmak ve insanlığa karşı başardıkları büyük hizmetleri inkâr etmek için sarf olunan gayretleri de hesaba katmak icab eder…” (9) Bu görüşleri özetleyecek olursak, objektiflik ve bilimselliği esas alan bu Avrupa, İslâm dinini tabiat, tıp ve felsefe ilimlerinin beşiği (10) ve büyük bir medeniyet nehrinin kaynağı olduğunu söylemekten kendilerini alamamışlardır.

İKİNCİ AVRUPA:

Materyalist felsefenin karanlığında medeniyetin günahlarını ve kötülüklerini, sevap ve güzellikler zannederek insanlığı ahlaksızlığa ve sapıklığa sürükleyen,(11) objektiflik ve bilimselliği esas almayan, Hz.İsa’nın (a.s) getirdiği hak dini bırakan, uydurduğu dinin arkasına düşen “efsane ve hurafelerden oluşturduğu kalın bir sis tabakasının ardından İslamiyet’e bakan, taraflı ve sübjektif bir mücadele yolu izleyen” (12) Avrupa.

Bu Avrupa, materyalizmi esas aldığından dolayı insanlığa iki şey armağan etmiştir: İnkar ve nankörlük!..İnkârıyla Mevlâ’nın yerine maddeyi, doğayı koymuş, nankörlüğü ile de iyiliklerin, güzelliklerin ve nimetlerin Allah’dan geldiğini görmemiş, tabiattan, doğadan geldiğini söylemiş, dolayısıyla şükür ve teşekkürlerini Allah’a takdim edememiştir. Böylece ne kendi huzurlu ve mutlu olmuş, ne de etkisi alanına giren dünya.

Hakiki Mâbud’unu kaybeden bu ikinci Avrupa’yı da iki kategoride ele almamız gerekiyor. Bunlardan biri, kendi ilahını kendisi oluşturmuş, ona materyalist ve naturalist felsefenin etkisiyle “doğa” demiş; diğeri de son ve hak dini kabul etmemenin sapıklığı ile ilahına “İsa” demiş, “Ruhu’l- Kudüs” demiş, “Meryem” demiştir. Bu gün dünya maalesef bu ikinci Avrupa’nın iki sapık kolunun aleme armağan ettiği inkâr ve nankörlük hastalıklarının pençesinde kıvranmaktadır. Kanlı terörün, ahlaksızlık terörünün, uyuşturucu terörünün, çıkarcılık, hırs ve bencillik terörünün, ırkçılık terörünün, fuhuş terörünün, taciz ve tecavüz terörünün, sömürü terörünün temelinde bu ikinci Avrupa zihniyeti vardır.

-Neden?

-Çünkü bu Avrupa, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiği hakiki dinden ve tek Allah inancından inhiraf etmiş, Hz. İsa’nın mesajını, ahlakını, ahkâmını en mütekâmil manada içinde toplayan İslâmiyet’le de bütünleşememiştir. Dine uymak yerine dini kendine uydurmuş, uydurduğunu kendine din edinmiştir. Onun için imanı makbul değildir. Çünkü O, Hz. İsa’ya, Allah’ın bir kulu ve peygamberi olarak değil, bir ilah ve bir Rab olarak inanmaktadır. (13) Böylece gerçek uluhiyyet inancından, yani Hz.İsa (a.s) da dahil bütün peygamberlerin getirdiği tevhid akidesinden, Allah’ın birliği inancından sapmış, “baba, oğul, ruhu’l-kudus” den ibaret olan “teslis yani Allah’ı üçleme” yanlışına ve şirkine düşmüştür. (14) Allah’ın egemenliğini başkalarına taksim etmiştir. (15) Bu da şirktir. Şirk ise Kur’an’a göre büyük bir zulüm (16) ve büyük bir cinayettir. Allah birdir, iki olmaz, üç olmaz. Bir köyde iki muhtar, bir vilayette iki vali, bir ülkede iki başbakan olmayacağı gibi.

Bu ikinci Avrupa’nın sinsi ve gizli şirkini, en büyük ayıp ve günahını Roger Garaudy (1913) şu şekilde ortaya koymuştur: “Batı kültürü, fiilî bir Allahsızlığı sinesinde barındırır. Doğu ülkelerinde Allahsızlık resmen ilan edilmişken, Batı ülkelerinde ise adı verilmeden uygulanan bir Allahsızlık vardır. Şahsi hayatını Hz.İsa’nın sevgi kanununa göre yaşayan bir azınlığın derûnî hayatı dışında Batı dünyası Allah’dan yoksun bir dünyadır.” (17)

Düşünüyorum… Allah’dan yoksun bu dünya bilmem ki insanlığın derdine nasıl derman olacak ve onu nasıl mutlu edecektir?. “Acaba bedeni yalancı bir cennette olup kalp ve ruhu cehennemde azap çeken bir insan mutlu olabilir mi?” (18) başkalarını mutlu edebilir mi? Medeniyetler de böyledir. Dıştan cennet görünen ama içi cehennem olan bir medeniyet insanlığa nasıl mutluluk verecektir? İşte ikinci Avrupa bu.

Bu makaleden sonra şimdi çok rahat diyebiliriz: 76 kişinin katili Norveç’li, ırkçı Breivik ve benzeri katiller bu ikinci Avrupa’nın ürünüdür. Irkçılık her yerde dünyanın başının belasıdır. Anarşi ve terörün tâ kendisidir. Bu zehirin panzehiri de İslamiyet ve Kur’an’dır. Bu hakikati, Cenab- Hakk’ın lutfu inayetiyle her platformda isbata hazırım.

Not: Ramazan’ın başından 15’ine kadar, Hollanda ve Almanya’da çeşitli merkezlerde vaaz, sohbet ve konferanslar vermek için davet almış bulunuyorum. Bu vesile ile siz saygıdeğer okurlarıma Allah’a ısmarladık diyor, Ramazan-ı şeriflerinizi tebrik ediyorum. Allah, hepimize, nerde olursak olalım, rızasına uygun hizmetler yapmayı nasip eylesin.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-bkz.Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, I, s.136, İst-1991

2-Nursî, Said, Münazarat,26-27, Sözler Yayınevi, İst-1977

3-bkz.Nursî, Said, Lem’alar, 106, Sinan Matbaası, İst. 1959

4-bkz.Bakara, 2/285

5-Tirmizi’de geçen hadis-i şeriflerin birinde: “Huveylid’in kızı Hatice kendi alemindeki hanımların en hayırlısı, İmran’ın kızı Meryem de kendi alemindeki hanımların en hayırlısıdır.” buyurulurken onu takip eden Hadis’de ise: “Alemlerdeki hanımlar içinden seçilmiş dört büyük hanım olduğu, bunlardan birincisi İmran kızı Meryem, ikincisi Huveylid kızı Hatice, üçüncüsü Muhammed kızı Fatıma, dördüncüsü de Firavun’un hanımı asiye olduğu vurgulanmaktadır. (bkz. Tirmizî, Kitabü’l- Menakıp, 63)

6-Watt, Montgomary, İslâm Avrupa’da, terc. Hulusi Yavuz, s. 15-16 M.Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yayınları, İst.

2000

7-A.e, s.65

8-Daha geniş bilgi için bkz. Gürkan, Ahmet, İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, s.256-257, 246-305,

Akçağ Yayınları, İst.1969

9-Gürkan, Ahmet, İslâm Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, s.445, Akçağ Yayınları, İst-1969

10-Zakzuk, M.Hamdi, Oryantalizm veya Mdeniyet Hesaplaşmasının Arka Planı, terc. Abdulaziz Hatip, s.15-16

Işık Yayınları, İzmir-1993

11-bkz. Nursî, a.e, s.106

12-Zakzûk, a.g.e, s.15

13-bkz. İncil, Petrus’un ikinci Mektubu, Çağdaş Türkçe Çevirisi, s.522, Yeni Yaşam Yayınları, İst. 1994; ayrıca bkz. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XVII, s.367

14-Yeni Ansiklopedi, IV, s. 1769, Timaş Yayınları, İst. 1991

15-bkz. İncil, A.e, s.522

16-Lokman, 13/13

17-Garaudy, Roger, İslam ve İnsanlığın Geleceği, terc. Cemal Aydın, s.126-127. Pınar Yayınları, İst.1990

18-Nursî, Lem’alar, (17. Lem’a, 5. Nota)