Etiket arşivi: Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Unutmamak ve iyi bir hafıza için ne yapmalı?

Kimi insanlar isimleri unutur; yakinen tanıdığı birinin ismini hatırlamaz. Hafızada olmasına rağmen aklına gelmez. Bu durum özellikle öğretmenler arasında yaygındır. Peki bu tabii bir şey midir?

Medyada kullanılan 5N1K kuralı, hafıza bilimlerinden ödünç alınmıştır; hafızanın altı sadık bekçisi diye bilinir bu.

Altı bekçiden kasıt nedir?

Ne, nerede, nasıl, niçin, ne zaman ve kim?” gibi sorular altı bekçilerdendir. Altı bekçiyle beyne/hafızaya alınmış bilgileri yeniden hatırlarız.

Bir kişi çok önceden ve hep unutkan ise, sıklıkla isimleri hatırlamakta zorluk çekiyorsa, kendisinden hafızayla ilgili metotları geliştirmesi istenir. Bu sonradan olmuşsa, stres ve gizli depresyona bağlı bir rahatsızlık var demektir. Kişi depresyonda olduğunu bilmez, bu unutkanlık ve yorgunluk şeklinde kendini gösterir. Unutkanlık, ilk önce kelimeleri hatırlamamakla başlar; arkasından yüz ve simalar unutulur. Peşinden hadiselerin unutulması gelir; bir gün önce yaşanan akla gelmez. Kişi bu seviyeye geldiğinde unuttuğunu da unutur. Bu hastalığın ileri derecesidir. Ayhan Songar’a, “Demansı nasıl anlarsınız?” diye sorulmuş, kendisi de şöyle bir cevap vermişti: “Kişi tuvalete gittiğinde kapıyı açmayı unutuyorsa unutkanlık başlamış, tuvalete girip kapıyı kapatmayı unutursa hastalık ilerlemiş demektir.”

Beyni doğru kullanmayı bilen kişi, 5N1K yöntemiyle çok şeyi yeniden hatırlar. Bu yöntem nasıl uygulanır?

Mesela bir hadise yaşadınız, bunu hep hatırlamak istiyorsunuz. Bunun için şu soruları sormanız lazım:

Yaşanan ne? Hadise nerede yaşandı? Ne zaman oldu bu? Orda kim vardı? Nasıl gerçekleşti? Niçin yaşandı hadise? Olay böyle altı sorunun cevabı verilerek hafızaya kaydedildiğinde, üzerinden zaman geçip unutulsa da yeniden hatırlanır. Çünkü sorulardan birinin cevabı unutulsa da diğerleri unutulmaz. Bir sorunun cevabı diğer soruların cevaplarını da getirir.

Bilgi çağındayız, dolayısıyla bilginin hıfzedilerek korunması gerekiyor

Hafızasına güvenmeyen bunları yazılı olarak tutmalıdır. Bilgisayarın önbeleğini düşünün. Önbellekte bilgi fazlaysa bilgisayar yavaşlar. Bunun önüne geçmek için kullanılmayan dosyalar kapatılır. İnsan uyandığında yapması gereken işleri not etmeyip de zihnine yazarsa beynini yormuş olur, kaçınılmaz olarak unutur. Bu sebeple yapacağı işleri mutlaka bir yere not etmelidir. Bu kayıtlara göre iş yapmalıdır. Kayıtlara göre iş yaptığında unutmak derdinden kurtulacaktır.

Birisi Peygamber Efendimiz’e gelip, “Çok unutuyorum, ne yapmalıyım?” diye sorar. “Sağ elinden yardım iste” buyurur Efendimiz. Sağ elinden yardım almak, yazmak anlamına gelir. “Hafızam çok kuvvetli, yazmaya ihtiyacım yok” diyemeyiz. İnsan her şeyi hafızasında tutamaz.

Bir işin hafızada kalması, o işe yoğunlaşmaya da bağlıdır. Mesela dün ne yediğimizi unutabiliriz ama yemek sırasında olan depremi asla unutamayız. Çünkü yemek sıradan bir şey iken depremin içimizdeki karşılığı yoğundur. İşin, hadisenin gerçekleşirken verdiği duygunun derecesi önemlidir. Bir işi ve hadiseyi yaşarken yaşadığımız yoğunluk, bunlara verdiğimiz anlam ve duygu derecesi unutulmalarının önüne geçer. İnsan önem verdiği bilgileri hatırlar, önemsiz gördüklerini de unutur. Kuma yazılanla taşa yazılan bir olamaz.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan – Zafer Dergisi

Tarhan: “Şiddeti Frenlemek İçin ‘Donakalım Tepkisi’ Verin”

Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kriminal tipteki kişiler özellikle kadınlara değil kendini savunamayacak kişilere saldırıyor. Öfkelendiklerinde beyinlerinin düşünen kısmı devre dışı kalıyor çünkü hisleriyle hareket ediyorlar. Suçluluk ve pişmanlık da hissetmiyorlar, bu kişilere asgari değil azamiden ceza vermek lazım” dedi. Tarhan, trafikte saldırıya uğrayanlara kapılarını kitlemelerini ve araçtan çıkmamalarını tavsiye etti.
 
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, trafik kazaları sonrası karşı tarafa saldıran kişilerin karakter analizleri ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu ve saldırıya uğrayanlara önemli tavsiyeler paylaştı.

3 farklı tipte trafik magandası var

Yaşanan bu olayların ne ilk ne de son olacağını söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Muhakkak bu tarz olaylar ortaya çıkıyor. Trafik magandası olan failleri incelediğimizde üç tane insan tipi görüyoruz. Birincisi engellenme eşikleri düşük ve suça becerikli kriminal kişiler. Bu kişiler her istediklerinin olmasını istiyor ve aynı zamanda öfke ile sonuç almayı doğal kabul ediyor. Bilerek yapıyorlar. Diğer bir grup ise maganda olarak görünen, belki madde kullanan ya da alkolün etkisindeki kişiler. Üçüncü kişi tipi ise gizli depresyonda olanlar. Bu tipteki kişiler depresyonlarını öfke şeklinde ifade ediyorlar. Aslında daha sonradan da ‘neden yaptım?’ diye pişman oluyorlar” dedi.

Kriminal kişiler suçluluk ve pişmanlık hissetmiyor

Tarhan, ‘Bu yaşanan olaylarda karşımıza çıkan kişilerin büyük çoğunluğu da üçüncü grupta. Üçüncü grup ise önlenebilir olan şiddet grubundadır. Tedavisi ve çözümü olan şiddet grubundadır” dedi ve sözlerine şöyle devam etti:
“Şiddet uygulayan kriminal tip birisiyse yani suça becerikli, merhamet duygusu olmayan, acımasız bir kişiyse bu kişilere ceza verilirse bile asgariden değil azamiden vermek lazım. Çünkü bu kişiler suçluluk ve pişmanlık hissetmiyorlar. Aslında gerçek maganda bunlardır. Bu kişiler mahkemeye çıktığı zaman kravat taktı diye hâkim ve savcıların bırakmaması gerekiyor.”
 
 Kadını değil güçsüzü hedef alıyorlar

Şiddetin trafikte olduğu gibi evde de olduğunu ifade eden Tarhan, “Bu şiddeti kadına yönelik şiddet olarak mı algılayacağız yoksa zayıfa yönelik şiddet olarak mı algılayacağız? Kadına yönelik şiddet dediğimiz zaman kadın erkek savaşlarına itmiş oluyoruz. Evdeki şiddet görüntülenemiyor ama bundan farklı değil. Bu kadına yönelik şiddet değil, kendini savunamayacak kişiye yönelik şiddettir.

Kendilerini engelleyeni düşman görüyorlar

Öfke anında insan beyninin nöradrenalin gibi kimyasallar salgıladığını söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan sözlerine şöyle devam etti:

“Karanlığın beş atlısı denilen beş grup kimyasal var. Kin, öfke, nefret, kıskançlık, düşmanlık. Bu duyguda da beyin kendine yönelik kimyasallar salgılıyor. Öfkede de vücut savaş-kaç tepkisi veriyor. Enerji kaynaklarını kana pompalar ve yağ asitleri artar, glikoz artar, kanda şeker artar. Savaş veya kaç tepkisidir bu. Kişi burada savaş tepkisi verdiği için gözü artık hiçbir şey görmez,  kendisini engelleyen kişiyi de düşman gibi görür. Öfkeli insan hisseden beyni ile hareket ediyor, düşünen beynini devre dışı bırakıyor. Böyle durumlarda akıllı olan kişiler nasıl davranmalı? O kişinin hisseden beynini değil de düşünen beynini harekete geçirmek önemli. Bunu yaptığınız zaman o kişiyi kendi savaş alanınıza çekersiniz. Bu anlarda mağdur olan kişi, öfkeli kişiye tepki verirse bu durumda güç savaşları başlar. Zayıf olan kaybeder.”

Şiddet karşısında ‘Donakalım Tepkisi’ vermeli

‘Ailede eşiniz bağırıp çağırmaya başladığında sakin olmasını ve düşünmesini sağlarsanız bunu yapacaktır’ diye konuşan Tarhan sözlerini şöyle sürdürdü:

“Öfkelenen kişi bağırıyorsa sende ona bağır, o tabak fırlatıyorsa sende ona fırlat, ya da o senin üzerine geliyorsa sende onun üzerine git gibi yaklaşım yerine eğer sözden anlamayacak birisiyse donakalım tepkisi vermek gerekiyor. Öfkenin sonucunda genellikle cinayetlerin çıkma sebebi de iki tarafın aynı şekilde birbirine yaklaşmasıdır. Yani bu kişilere karşı sessiz kalıp beklemek gerekiyor. Donakalım tepkisi onun şiddetinin ilerlemesini engeller. Donakalım tepkisini vermeyip ona cevap yetiştirmeye çalışmak daha çok körükler. Onun zaten orada muhakemesi ve zihin kontrolü bozulmuş. Öyle yapmamız olayı daha çok büyütmeye sebep olur. Böyle durumlarda kendimizi ezdirmeyeceğiz fakat aklımızı kullanacağız. Kendimizi hislerimizle değil aklımızla koruruz.”

Görüntü kaydı karşı tarafın öfkesini artırıyor

Trafikte kendine yönelik bir saldırı varsa kişinin araçtan çıkmaması gerektiğini vurgulayan Tarhan, “Mümkünse hemen camları kapayıp ‘donakalım tepkisi’ verilmeli. Telefonla kayıt alınması karşı tarafın öfkesini daha çok arttırır. Zaten böyle durumlarda öfkelenen kişi bağıracak, çağıracak, bir iki kez arabayı tekmeleyip gidecektir. Eğer sözden anlayacak gibi bir izlenim varsa dışarı çıkıp yapılabilir. Ama böyle durumlarda donuk, ifadesiz tepki vermek gerekiyor. İfadesiz tepkiyle karşı taraf sizi düşman gibi görmemeye başlıyor. Şiddet davranışıyla yaklaşan biriyle denk gelirsek ilk tepkimizin genellikle donakalım tepkisi olması, dur bekle olması gerekir. Karşılık vermemek gerekiyor. Eğer tepki vermeye çalışırsak risktir bu durumda” diye konuştu.

İkna yöntemi ile karşı taraf sakinleştirilebilir

İkna yöntemi ile olay çıkaracak kişinin sakinleştirilebileceğini belirten Tarhan, “Bu bir yöntemdir. Bu gibi yöntemler, öfke anında insanlara karşı yaklaşılabilen ve olaya özgü durumlardır. Görüntülerdeki hanımefendi gibi olay yerinde video çekildiği zaman karşı taraf daha çok öfkeleniyor. Tehdit olarak algılamış, daha da çılgına dönmüş. Böyle durumlarda çevredekilerin de soğukkanlı olması gerekiyor. Sıfır mimik ile ona yaptığının yanlış olduğunu anlatmamız ve sakinleşmesini beklememiz lazım. Beş dakika bile olsa öfkesinin geçmesini bekleyeceğiz. İkincisi, böyle durumlarda karşı tarafa tepki vermezsek elinde silah varsa bile o silahı kullanmıyor. Burada duygusal zekâsı üstün kişiler öfke yönetimini iyi yaparlar” dedi.

Öfke genellikle bulaşıcıdır

Tarhan, ‘Öfke genellikle bulaşıcıdır, öfkelenen kişiyi sevenler onun öfkesini satın alırlar ve hatta onun öfkesiyle beslenirler’ dedi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Öfke öyle bir duygudur ki çok ilginç. Öfkeyle beslenen kişilikler vardır. Öfkelenmediği zaman rahatsız olurlar. Çoğu önlenebilir öfke. Bu olayların yüzde 60-70’i eğer tedavi olsalar öfke kontrolü konusunda avantaj sağlar. Onun için öfke kontrolü sorunu olanlar varsa bu problem yaratmıyor demesinler. Öfke kontrolüyle ilgili dürtü kontrol yöntemleriyle terapi yapılıyor. Uzun bir yöntem ama şu anda psikiyatride çok faydalı ilaçlar var. Bağımlılık yapmayan, araba kullanılmasına engel olmayan, çalışanların ve öğrencilerin de kullandığı ilaçlar var. O ilaçlarla öfke kontrolünü yüzde 50-60 oranında toplumda azaltmak mümkün.”

Öfke kontrolünde artış var

Günümüzde öfke kontrolünün 50 yıl öncesine göre arttığını ifade eden Tarhan, “Çünkü sosyal ve ekonomik hareketlilik var. İnsanlar daha çok şey istiyorlar ama güçleri daha az. Ciddi bir tüketim çılgınlığı, tüketim ekonomisi var. Neden sinirlisiniz diye soruyorsunuz ekonomik durum diyor. Bakıyorsunuz aslında o kişinin geliri temel ihtiyaçlarına yeter ama daha lüksü olsun istiyor. Çıta yükselmiş, beklentiler yükselmiş. Yükselince, elde edemeyince öfke ortaya çıkıyor. Modernizmin getirdiği bu durum da öfkeyi arttıran bir sebep” diye konuştu.

Kadınlar 3 misli fazla depresyon yaşıyor

Kadınların öfkelenecek bir durum olduğu zaman, engellendiği, kendini kötü hissettiği zaman duygularını ağlayarak ifade ettiklerini söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kadınlarda 3 misli daha fazla depresyon vardır ama erkeklerdeki depresyonun duygu ifadesi öfke şeklindedir. Beyindeki yapılanma nedeniyle erkek veya kadın kendilerine duygu eğitimi yapmışlarsa öfke ve ağlama kontrolünde yerine ve zamanına göre kontrol edebilirler. Aslında erkeğin öfkeli olması demek kadının ağlamasıyla eş değerdir. Bunu bilmek gerekir. Öfke erkeklerde 2-3 misli daha fazla. Duyguları öfke şeklinde ifade ediyorlar” dedi.

Bazı öfkeler hastalıktan kaynaklanıyor

Bazı durumlarda duygu durum bozukluğu rahatsızlığının görüldüğünü belirten Tarhan, “Öfke şeklinde ortaya çıkıyor ama bakıyoruz ki eşik altı duygu durum bozukluğu var. Öfkeliliği hastalıktan kaynaklanıyor. Duygu durum düzenleyici tedavilerle düzelebiliyor. Bunun için öfkeli olup sonradan pişman olanlar varsa tedavisi var ve planlı bir tedavi yapılırsa çok faydalanıyorlar. Ama öfkeyle beslenip vazgeçmek istemiyorsa bu kişilerin bedel ödemesi lazım. İç kontrol yapamıyorsa dış kontrol gerekiyor. Ona davranışların doğal sonucunu yaşatmak gerekiyor. Gerekiyorsa ceza verilir, mahrum bırakılır. Aile içerisinde de bu geçerli” şeklinde konuştu.

Öfkeyle sonuç almayı çocuklukta öğreniyoruz

Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Öfkeyle sonuç almayı, öfkeyle elde etmeyi çocukluğumuzda öğreniyoruz” dedi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Çocuk küçükken vur oğlum, aslansın oğlum, yap oğlum tarzı büyütürsek o çocuk ileride öfkeyi öğrenir. Öfkeyi küçük yaşta farkında olmadan öğretiyoruz. Öfkeyi bastırmak doğru değil, öfkeyi öğütmek gerekiyor. Öfkeyi bastırdığımız zaman içimize yöneliyor, tansiyon yükseliyor, damar direnci artıyor, mide bağırsak spazmı oluyor, bağışıklık sistemi baskılanıyor, alerjik hastalıklar çıkıyor. Birçok hastalık içe yönelmiş öfkeyle ilgili. Öfkeyi bastırmak yok etmek doğru değil,  öfkeyi öğütmek ve yönlendirmek gerekiyor. Toplumu öfkeliliğe, aile içindeki şiddeti azaltmak için ceza vermek yerine sanata müziğe, edebiyat gibi alanlara yönlendirmek gerekiyor. Osmanlıda kasaplara bir ay bahçıvanlık yaptırırlarmış, merhamet duygularının azalmaması için. Merhamet duygusu azaldığı zaman öfkelilik artıyor. Karşı tarafı karınca gibi görmeye başlıyor. Böyle bir kültürden geliyoruz.”

Şiddete karşı ‘Doyum erteleme modülü’ var

‘Yumurtayı kullandıktan sonra kabuğunu kırmayın, öfkenizi beslemeyin’ anlayışını bilimsel olarak kazanmamız gerektiğini ifade eden Tarhan, “Dünyada bilimsel olarak artık bunlar keşfedilemeye başlandı. İnsanın içindeki vahşi duyguları kontrol edebilmesinin bilimsel bir metodolojisi var. Bunları yapabilirsek eğer emin olun birçok kişi öfkesini ifade etmeyi öğrenir. Aile içerisindeki şiddet konusunda doyum erteleme modülü var, öfke kontrolü ile ilgili modül var. Modül modül insanlara bunları öğretiyoruz. Bunları öğretirsek emin olun birçok öfke olayı azalır. Öfkenin sebebini bulmamız gerekiyor. Öfkeye itfaiyeci modeliyle yaklaşmamız gerekiyor. Bir yerde yangın çıktığı zaman önce söndürülür, sonra soğutulur, sonra sebebi araştırılır. Öfke anında da bu modeli uygulamamız gerekiyor” dedi.
  
Öfke krizine karşı eğitim almak gerekiyor

Tarhan, öfkelenen kişinin de haklı olabileceğini belirtti ve sözlerine şöyle devam etti:

“Haksız yere biz farkında olmadan onu sinirlendirecek bir şey de yapmış olabiliriz. Bazı durumlarda da kendi kusurumuzu da karşı tarafa fark ettirebilirsek karşı taraf da dejenere, psikopat dediğimiz cinsten değilse o kişi de böyle durumlarda hemen alttan almaya başlıyor. Öfke krizine karşı eğitim almamız lazım. Şu anda buna karşı en güzel yöntem öfke kontrolü eğitimidir. Karşı tarafın öfkesiyle karşılaşınca ne yapacağımız da, kendi öfkemizle nasıl başa çıkacağımız da önemli. Öfke kontrolü eğitimi modülleri var. Bu modülün en önemli özelliği ise sebebe inmemektir. Böyle durumlarda sebebe girmeden durumu anlamak, konuşmak önemlidir. Hemen savunmaya geçmek de risklidir.”

Olayların yüzde 30 – 40’ı ceza gerektiriyor

‘Kriminal tipse, suça becerikliyse, geçmişte sabıkası veya alkol, madde gibi etkenler varsa davranışının karşılığı yasalarda neyse onu ödemesi gerekir’ şeklinde konuşan Tarhan, “Ama kişi bunu yapmış, sonradan da pişman olmuşsa samimi pişmanlık varsa böyle durumlarda verdiği bir zarar varsa onun telafisini yapar. Ama bu olaylar sık oluyorsa bu durum tedavisi olan bir durum. Bu tarz öfkelilik durumları kişinin kişilik yapısına göre değişiyor. Kişinin yaşam felsefesine göre değişiyor. Örtülü bir depresyon var mı? Arka planda duygu durum bozukluğu var mı? Hatta bazı durumlarda klinik tanım almıyor ama eşik altı duygu durum bozukluğu oluyor. Tutarsız dengesiz kişiler olabiliyor. Bunlar önlenebilir öfke. Tedavisi olan, önlenebilir bir öfke. %30-40’ı ceza gerektiren olaylardır. Bu nedenle böyle durumlarda öfkelenen kimseye kızmak değil, acımak lazım. Çünkü öfkelenen kişi, kuyuya düşmüş, çıkamayan kişi gibidir. Öfkeli kişilere kızmak yerine nasıl yardım edebiliriz diye düşünmemiz lazım” diyerek sözlerini sonlandırdı.

nevzattarhan.com

Tarhan: “Üstün zekalı kavramı çocuğun narsist eğilimlerini besliyor”

Toplumda özel yetenekli çocuklar için kullanılan ‘üstün zekalı’ ve ‘üstün yetenekli’ kavramları, tanımlanırken yapılan hatalar nedeniyle çoğu zaman birbirinin yerine kullanılıyor. Bilimsel olarak üstün zekalı ve üstün yetenekli tanımlamalarını kullanmadıklarını ifade eden Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Üstün denildiği zaman çocuk ‘ben üstün zekalıymışım’ diyor. Kendini zeki ve üstün görüyor, diğer çocuklara karşı kendisine narsistik eğilimleri besleniyor, ego kabarması oluyor” dedi. Tarhan, ailelere çocuklarının fiziksel ve sosyal gelişimlerini görebilmeleri için Denver Testi uygulanmasını tavsiye etti.
 

Üstün zekalı tanımı, ego çocuğun egosunu şişiriyor

Bilimsel olarak üstün zekalı ve üstün yetenekli tabirlerini kullanmadıklarını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Çocuk etrafındakiler tarafından üstün zekalı olarak tanımlandığı zaman ‘ben üstün zekalıymışım’ diyor. Kendini zeki ve üstün görüyor, diğer çocuklara karşı narsistik eğilimleri besleniyor, ego kabarması oluyor. Üniversitede ‘Özel Yetenekliler Araştırma ve Uygulama Merkezi’ adında bir bölüm açtık. Bu programa girdiği zaman kişinin kendisiyle ilgili algısı değişiyor” dedi.

Matematiksel zekanın yerini çoklu zeka aldı

Özelliği olan çocuğun üstün olduğu anlamına gelmediğini söyleyen Tarhan, “Bu durumlarda üstün zeka, üstün yetenek yerine özel yetenek diyoruz. Bir özelliği olan çocuk geldiği zaman bu üstünlük anlamına gelmez. Bu toplam kalitede vardır. Daha önce zekâ tekil kabul ediliyordu,  matematiksel zeka deniyordu. Daha sonra çoklu zeka olduğu anlaşıldı. Çoklu zekada da sosyal, müziksel, içsel ve duygusal zeka var. Bütün bu özelliklerin toplamı olduğu zaman bir zekadan bahsedilir. Zeka tekil değil çoğuldur, sabit değil değişkendir tarzındaki görüş kanıtlandı. Bu nedenle bu çocukların sadece zeka alanında yüksek olması onun sosyal ve duygusal zekalarının da yüksek olduğu anlamına gelmiyor. Beyninde bir sorun olur, örneğin kişi otistiktir. Einstein öyle, evliliği yürütememiş, sosyal ilişkilerde başarılı değil ama deha derecesinde müthiş bir matematiksel zekası var” dedi.

Zeka testi yapılırken kişi olduğu gibi değerlendirilmeli

“Zeka yetenekler kümesidir” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sözlerine şöyle devam etti:

“Kişide zamanlama, sıralama ve benzeri aykırılıklar, farklılıklar olur. Çeşitli testlerle ölçülen becerilerdir. İlk zeka testini bulan Stanford’a soruyorlar ‘Zekâ nedir?’ diye. Net bir cevap bulamıyor ve en sonunda ‘Benim testimin ölçtüğü şeydir’ diyor. Testler var ama o testler de her şeyi tam ölçmüyor. O yüzden zekayla ilgili değerlendirme yaparken kişiyi olduğu gibi ele almak gerekiyor. Kişiye özel bir durum var. Bazı kişiler bazı alanlarda güçlü, bazı alanlarda zayıftır. Bazı kişilerin zekası yetersiz görünür ama bazı alanlarda olağanüstü olabilir. Onun için özel yetenekli olan gençlere özel bir yaklaşım gerekiyor. Mantıksal zekası yüksek olanlar çok kolay öğrenir. Sınıfta hocanın anlattığını ben biliyorum der, hoca sorduğunda gerçekten de bildiği görülür. Bir anlatışta kapmış. Mantıksal zekası yüksek olan bu çocukları özel olarak eğitmek gerekiyor.”

Wisc-r Testi suistimal edildi

Bir dönem Türkiye’de Wisc-r Testi uygulandığını belirten Tarhan, “Bu testte 120’nin üzerinde olanlar parlak zekalı kabul ediliyordu ve onlara özel eğitim statüsünde uygulamalar yapılıyordu. Fakat daha sonra her şeyin suistimal edildiği ortaya çıktı. Wisc-r Testi’nin eğitimini insanlara verdiler, çocuklara testi yapa yapa öğrettiler. Bu sefer zekası ortalama 100 civarında olan bile o derse gittiği zaman 120 üzerinde çıktı. Bunun üzerine Türkiye’de kaldırıldı. Daha ayrıntılı testler var, mantıksal ve matematiksel zekayı ölçüyor. Matematiksel zekanın gerçekten doğuştan gelen bir yönü var. Şöyle ki; genlerinde insan boyunun 1.80 olduğu yazılıysa ve eğer iyi beslenip, iyi yaşarsa 1.80’e kadar boyu uzar. Ama iyi beslenmez, iyi yaşamazsa 1.70’lerde kalır. Zeka da böyle, genetik olarak anne ve baba zeki olduğu zaman çocukta da öyle olur. Burada hızlı öğrenebilmek önemli. Yani beyne aslında bilgisayar metodolojisiyle yaklaşırsak bilgisayarın işlemci hızı yüksekse o bilgisayar zekidir. Hızlı öğrenir hızlı kapar ama bilgisayar sadece işlemciden ibaret değil. Bellek var, odaklanabilmesi lazım. Diğer birçok fonksiyonu var” dedi.

Beyni zorlarsak zekamızı geliştirebiliriz

Dikkat eksikliğinde kullanılan bazı ilaçların öğrenme hızı üzerinde doping etkisi yapıp öğrenmeyi artırdığına dikkat çeken Tarhan, “Fakat etkisi geçince kişiyi depresif yapıyor, ilacı bırakamaz hale geliyor. Bu, beynin işletim sistemini hızlandırmaktır. Öyle bir şeydir ki beynimizi zorlarsak zekamızı geliştirebiliriz. Amaç burada beynimizi zorlamak. Mesela body yapan gençler kaslarını zorluyor, saatlerce çalışıyorlar, terliyorlar sonra üçgen vücut ortaya çıkıyor. Buna benzer şekilde kişi beynini de zorlarsa, zora talip olursa, zor problemler çözerse ve rutine razı olmazsa zekayı geliştirebilir. Japonların bir yöntemi var, bir şey yapıldığı zaman ‘daha iyisi mümkün mü?’ diye sorarlar. Bunu yaparak zekayı geliştiriyorlar. Mevcutla yetinmek, statükoculuk, korumacılık zekayı köreltiyor. Yeni deneyimler, yeni tecrübeler ve merak duygusu zekayı iyileştiren etkenlerdir” dedi.

Osmanlı döneminde tek kişilik sınıflar vardı

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ‘Doğuştan gelen bir sermaye var. Biz ve çocuğumuz bunu nasıl kullanacak diye düşünmemiz lazım’ dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü:

“Özel yetenekli olan çocuklarda bunu iyi kullanmamız lazım. Diğer çocuklar grup içerisinde öğreniyorlar, oynuyorlar. Fakat özel yetenekli çocuklar diğerlerinden farklı özelliklere sahip olduğu için gruptan ve toplumdan ayırmadan özel derslerle, güçlü oldukları alanlarda özel eğitimlerle desteklenirse fark oluşturuyorlar. Hatta bunu Osmanlı fark etmiş, Enderun mekteplerinde tek kişilik sınıflar oluşturmuşlar. Nevzat Yalçıntaş hoca İngiltere’ye gittiğinde tek kişilik sınıflarda dersler verildiğini görmüş. Neden böyle yapıyorsunuz diye sorduğunda hoca gülüp ‘Bunu biz sizden aldık, Osmanlı eğitim sisteminde bu var’ demiş. Bunlar özel yetenekli çocukları alıyorlar, güçlü yeteneklerini ortaya çıkarıyorlar. Buna yetenek yönetimi deniyor. Yetenek yönetimi yapılıyor ve yeteneğine göre ihtimal iklimi içerisinde ona fırsat veriliyor.”

Ebeveynler profesyonel yardım almalı

Ebeveynlerin çocuklarında özel yetenekler olduğunu öğrendiklerinde genellikle çok mutlu olduklarını belirten Tarhan, “Annelerde bu durumla daha çok karşılaşılıyor. Annenin dünyasında en önemli unsur, çocuğunun geleceği için iyi eğitilmesidir. Fakat ebeveynlerin böyle bir durumda hoşuna gideni değil de doğruya talip olması gerekiyor. Bu yüzden profesyonel bir yardım gerekebilir. Biz böyle durumlarda çocuğu taramalardan geçiriyoruz. Çoklu zekayla ilgili bütün becerilerine, öğrenme bozukluğu durumuna, sosyal öğrenmesine ve non-verbal öğrenmesine bakıyoruz. Öğrenmeyi sadece verbal yani sözel öğrenme olarak değil de sözel olmayan emosyonel, sosyal ve davranışsal öğrenme olarak kabul ediyoruz. Bütün bu taramaları yaptıktan sonra çocuğa şu alanlarda şöyle bir destek faydalı olabilir diyoruz” dedi.

Sınıf ortalamasının üzerindeki çocuk sıkılmaya başlıyor

Sınıfta çocuk hep ortalamanın üzerinde oluyorsa bir süre sonra sıkılmaya başlıyor diyen Tarhan, “Böyle çocukların ayrıca birebir onun seviyesindekilerle eğitim alması sağlanmalı. Rehberlik Danışma Merkezleri bunun için var. Çocuk bir alanda başarılı olunca özgüveni de oluşuyor. Onu mutlu da ediyor. Bilgisayarda başarılı, resimde başarılı. Nerede başarılıysa o alana yönlendirelim ama sadece tek ilgi alanı o olmasın. Tek bir alanda süper olursa onun dışında evliliği başaramıyor, iş hayatında başaramıyor” dedi.

Özel eğitim formatı değişiyor

Özel eğitimde formatın değişmekte olduğunu ifade eden Tarhan, “Nörobilim temelli özel eğitimler var. Beyin temelli eğitimlerle bir insanın bacağı kırıldığı zaman bütün vücudu değil sadece bacağı alçıya alınır. Bazı kişilerde öğrenme bozukluğu varsa bir alan bozuksa sadece o tedavi edilir. Tüm beyine ilaç yükleme yapılmaz. Onun zayıf olan yeri neresiyse orası güçlendirilir. Bunun gibi çocuğun bir tarafı başarılı olduğunda herkes alkışlayacak diye ön plana çıkarırken diğer sosyal becerilerini, ince motor kaba motor becerilerini, sosyal becerilerinin hepsini düşünerek ortaya çıkarmak gerekir. Danver diye bir test var. Bu testleri yaparak çocuğu tanıdıktan sonra çocuğa danışmanlık desteği alınması gerekiyor” diye konuştu.

Yetenek avcıları gençleri keşfediyor

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ‘kişilerde zaten mutlu bir aile ortamı varsa yetenekler kişide farkında olmadan ilerliyor’ dedi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Engelle karşılaşmamış, önü açılmış oluyor. Bu nedenle sosyal desteğin iyi olması önemli. Lisede ve üniversitede bu tarz bir öğrenciyi öğretmen keşfettiği zaman yetenek yönetimi dediğimiz yetenek avcıları vardır. Yetenek avcıları gider bu tarz gençleri keşfeder onlara özel eğitimle onun geleceğiyle ilgili birçok kazanım sağlamış olur. Eğitim sistemimizde bu özel yetenekli çocuklarla ilgili yetenek avcılarını geliştirmek lazım. O çocukları bulacaklar, onların üzerinde beceri kazandıracaklar. Bu erişkinler için de geçerli. Zaten yöneticilerin en önemli özellikleri yetenek yönetimi yapabilmeleri. Şu kişi şu işi daha iyi yapar, şu kişi şu işi burada daha iyi yapar diyebilmeleri önemli. Bu birazda liderlikle ilgili. Lider iyiyse yetenek yönetimini iyi yapar ve bununla ilgili deneme ve yanılmayla fazla uğraşmadan ilerleyebilir. Yetenek yönetimi vizyonuyla bakarsak bu tarz kişileri iyi yönetebiliriz. Bakmazsak, bu kişiler harcanıyorlar.”

nevzattarhan.com

Hayat Başarısı mı Akademik Başarı mı?

“Hayat başarısı akademik başarı kadar önemlidir”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan küreselleşme içerisinde kültürel değerlerimizi kaybetmememiz gerektiğine vurgu yaptı. Tarhan; “Önceden değişimler otuz yılda bir olurdu ama artık 21.yy becerileriyle birlikte otuz yıllık süre beş yıllara kadar düştü. Şu an ciddi bir küresel rekabet var. Böyle durumlarda yeni meslekler oluşuyor ve bazı meslekler kaybolmaya başlıyor. Kişinin stratejik zekâsı varsa uzun vadede düşünebilir ve ona göre gelecekteki durumu öngörebilir. Kişi geleceği öngörmeden hareket edip karar verirse hata etmiş olur. İnsana yapılan yatırım en önemli yatırımdır. Doktor, mühendis, mimar olmak önemli ama daha da önemlisi iyi bir insan olmaktır. Hayat başarısı akademik başarı kadar önemlidir. Kendi değerlerimizi yaşatarak evrensel akışta var olmamız gerekiyor. Onun için küresel değerlerimizi koruyarak evrenselliğe yönelmemiz gerekiyor. Değer kalıplarımızı bırakırsak evrenselliğin içinde kayboluruz. Bunun yolu eğitimden geçiyor. Çocuklarımızı değer kalıplarımızla birlikte yeniçağa uygun olarak yetiştirip onları her iki yaşama da hazırlamamız gerekiyor.” Dedi.

“Dijitalleşmeyi öğrenemeyen tarihin çöp sepetinde kalacak”

Covid-19’un eğitim ve sağlık alanında dijitalleşmeyi hızlandırdığını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Eğer yenilik yakalanmazsa dünya dijital diktatörlüğe doğru gidecek. Çünkü Big Data’ya hâkim olanlar bütün dünyayı yönetecek. Her şey; sosyal hareketlilik, ekonomik hareketlilik big datayla yapılır duruma döndü. Şu anda eğitimde de kendi dijital platformlarımızı oluşturamazsak ve dijital çoğulculuğa gitmezsek dünya yeni bir karanlık döneme girecek. Bilginin silah olduğu toplumda dijitalleşme zorunluluk haline geldi. Bunun içinde dijital platformların üretilmesinde ve dijitalleşmede bizim kendi değerlerimizi, kültürel doğrularımızı koruyarak yenilikler yapmamız gerekiyor. Dijitalleşmeyi öğrenemeyen tarihin çöp sepetinde kalacak.” Şeklinde konuştu.

Eğitimdeki yeni nokta deneyimleyerek öğrenme!

Bilginin kalıcılığı için deneyimleyerek öğrenmenin önemine dikkat çeken Tarhan, “21.yy becerisi olarak eğitim sistemimizdeki en önemli nokta aktif yani deneyimleyerek öğrenmedir. Klasik öğrenme yönteminde sınıfta öğrenciler toplanıyor, hoca anlatıyor ve ders bitiyor. Bu öğrenme yöntemi artık yani çağda geçerli değil. Nörobilim temelli öğrenme yöntemi iki türlü oluyor. Biri problem odaklı öğrenme, ikincisi ise duyuya dayalı öğrenme. Yani kişi takıyor, söküyor, oynuyor ve hayal kuruyor. Böyle öğrenildiği zaman bilgi daha kalıcı hale geliyor. Diğer türlü ezberliyorsun fakat sonra bilgi uçup gidiyor. Onun için deneyimleyerek, projeler yapa yapa öğrenmeyi biz Üsküdar Üniversitesi olarak oldukça önemsiyoruz, bu kapsamda dersler veriyoruz.” Dedi.

“Bireysellik bencilliğe dönüşmeye başladı”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Eğitimdeki yeni doğrulardan biri de 21. yy becerisi takım çalışması. 20.yy bireyselliği çok yüceltiyordu. Bireysel olmak, özgüven sahibi olmak insan için kutsaldır gözüyle bakılıyordu. Ama bireysellik bencilliğe dönüşmeye başladı. Bu sefer şiddet, suç ve boşanma sayıları arttı. Kuzey Avrupa ülkelerinin çoğunda boşanmalar ve evlilik dışı çocuk doğması durumu yüzde ellinin üzerinde. Açık evlilik var. Bütün bunlar aile kurumunun zayıflamasıyla yakından ilgili. Aile takım çalışmalarının en küçük birimidir. Nasıl binanın yapıtaşları varsa ve o yapıtaşlarıyla ayakta durursa toplumun yapıtaşı da ailedir. Aile kurumu olmadığı zaman çocukta sağlıklı yetişmiyor. Evin sığınak özelliği vardır, güven alanıdır. Önceden ev için sevgi yuvası deniyordu ama artık güven yuvası deniyor.” İfadelerini kullandı.

nevzattarhan.com

Tarhan: “Aile değerlerini bilirsek aileyi iyi yönetiriz”

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan İçişleri Bakanlığı’nın düzenlediği 106. Dönem Kaymakamlık Kursu Vizyon Eğitimi Programı kapsamında Kaymakam adaylarıyla bir araya geldi. “Ailede Yeni Doğrular” başlıklı konferansta 21. Yüzyılda ailenin önemine dikkat çeken Tarhan, “Aileye ait değerleri iyi bilirsek ailemizi iyi yönetiriz. Unutulmamalıdır ki ailenin de kişiliği vardır ve aile canlıdır.” Dedi.

“Değişen dünyada aile de şekil değiştirdi”

Covid-19 pandemisinin bedelinin ödendiği alanlardan birisinin de aile kurumu olduğuna değinen Tarhan; “Bazı toplumlar bu durumdan olumsuz etkilendi, Çin’de boşanmalar arttı. Şu anda aile kurumunda yeni doğrular ortaya çıkmaya başladı. 21. yy dolayısıyla zaten yeni doğrular oluşmaya başlamıştı şimdi bu doğrular daha da ön plana çıktı. Günümüzde artık evler büyük ama aileler küçük, aya gidiyoruz ama kapı komşumuzu tanımıyoruz, yüksek gelir durumu var ama daha az huzur, sayısız ilişkimiz var ama gerçek sevgi sıfır noktasında. Değişen dünyada aile de şekil değiştirdi.” İfadelerini kullandı.

“21. Yüzyıl becerilerinde kuşaklar önemli rol oynuyor” 

Tarhan, sözlerinin devamında 21. yüzyıldaki değişikliklerde kuşakların da çok önemli rol oynadığını belirterek; “X,Y ve Z kuşaklarının da unutulmaması gerekiyor. X Kuşağı radyo kuşağı, Y Kuşağı televizyon kuşağı, Z Kuşağı ise sosyal medya kuşağı olarak adlandırılıyor. Teknoloji ile temas Z kuşağında daha yüksekken örgütsel bağlılık X kuşağında daha fazla.

Özgüvenli olma ve konforculuk eğilimine baktığımız zaman bu konuda da yine Z kuşağının oranları daha fazla çıkmakta. Fakat ahlaki normlara bakıldığında X kuşağında daha fazla, Z kuşağında ise çok az olduğunu görmekteyiz.

Dürtü kontrolün Z kuşağında düşük seviyede olması bağımlılığı da arttırmıştır. Z kuşağı öyle bir kuşak ki, evlenmeyi ayak bağı olarak görüyor. Z kuşağındakiler dini, milli ve ideolojik aidiyetlere ne gerek var? Diyor.” Şeklinde konuştu.

“İttihat ve Terakki’nin yüz yıl önceki sloganıyla Z Kuşağının sloganları aynı”

Doğayla, küresel ısınmayla ilgilenmek onlara göre daha önemli diyen Tarhan; “Eğer Z kuşağının sosyolojisini çözemezsek, sosyolojilerine uygun davranmazsak tarihe bize hata yaptıran kuşak olur. Yakın tarihimize baktığımız zaman bu örneği İttihat ev Terakki’de görmekteyiz. İttihat ve Terakki’nin yüz yıl önceki sloganlarıyla Z kuşağının bugünkü sloganları aynı. İttihat ev Terakki de özgürlük, adalet, eşitlik diyordu, şu andaki gençlik de aynı şeyi söylüyor. Z kuşağını korku politikalarıyla yönetirsek bu kuşağı kaybederiz. Onun için güven esaslı politikalar üretmemiz gerekiyor.” Şeklinde konuştu.

“Aile kurumunda altı önemli madde”

21. yüzyıl becerileri ve aile konusunda altı önemli madde olduğuna değinen Tarhan; “İlk madde objektivizm. 21. Yüzyılda objektivizm daha çok ön plana çıktı. Objektif olmayan kişi olaylara sadece kendi penceresinden bakar. Ama objektivizmde bütünlük anlayışı esas. Olaylara bütüncül bakabilmek önemli. Bir diğer kavram ise relativizm. Bu konuda çoğulculuk çok önemli. Çünkü ayrımcılık insanlığa aykırıdır. Irkçılık zaten bu çağın en önemli sorunlarından birisidir. Üçüncü madde olan emotivizm de karar verirken duyguları göz önüne almayı hedefler. Çünkü insan psikolojik bir varlıktır. Diğer bir madde olan konnektivizm, bağlantısallığı ifade eder. İnsan ilişkisel bir varlık. 20. Yüzyılda birey önemliydi, ön plandaydı ama 21. Yüzyıla baktığımız zaman ailenin kutsal olduğunu gördük. Batı kültüründe hala daha aileye gereken önem verilmiyor ve hatta çift terapistleri boşanma terapisti gibi çalışıyorlar. Beşinci madde olan nörobilim temelli öğrenme, 21. Yüzyılda deneyimleyerek örenmenin önemini bize anlattı. Akılda kalmayan bilgi, kuma yazılmış gibidir aradan zaman geçince unutulur gider. Bu elektriksel öğrenmedir. Ama nörobilim temelli öğrenme kimyasal öğrenmedir ve taşa yazılmış gibidir. Taşa yazılmış bilgi asırlarca kalır ama kuma yazılan bilgi ilk rüzgârla gider. Altıncı madde ise değer içerikli eğitim. Nesiller bu anlayışa göre yetiştirilmeli. Bütün bu değerleri aynı anda kullanabilen kimse, 21. Yüzyılın insanı olacak.” İfadelerini kullandı.

“Aile değerlerini bilirsek aileyi iyi yönetiriz”

Örgütsel psikolojide ailenin büyük bir birey, bireyin ise küçük bir aile olduğuna dikkat çeken Tarhan; “Bireyin kendisini yönetmesi ile patronun işletmeyi yönetmesi benzer dinamiğe sahiptir. Aile kültürü, ailede paylaşılan değerler, yaşanan hayat senaryoları, normlar, varsayımlar, semboller, etik standartlar, ritüeller, hikâyeler, inanç sistemleri, dil ve rol modeller kümesidir. Bu maddelerin hepsi ailedeki değerleri oluşturuyor. Biz eğer bu değerleri iyi bir şekilde bilirsek ailemizi iyi yönetiriz. Unutulmamalıdır ki ailenin de kişiliği vardır. Aile canlıdır.” Dedi.

nevzattarhan.com