Etiket arşivi: Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ne Anlama Geliyor? İstanbul Sözleşmesinin Satır Aralarını Okuyalım

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Tarhan, kaleme aldığı yazıda İstanbul sözleşmesinin satır aralarını okuyalım tavsiyesinde bulundu. İşte Tarhan’ın kaleme aldığı yazı;
Eğer toplumsal cinsiyet eşitliğini “kadın erkek biyolojik olarak eşittir” olarak anlıyorsanız yanlıştır. Çünkü kadın ve erkek yasalar ve fırsatlar yönünden eşittir ve eşit olmalıdır. Biyolojik olarak eşit değildir çünkü genleri farklıdır. Psikolojik olarak eşit değildir çünkü duygu ifadeleri farklıdır.

“Kadın ve erkek beyinleri farklı çalışır”

Kadın beyni dişildir, üstün tarafı şefkat kahramanı olmasıdır, empati yönünden erkekten üstündür, duygusal okuryazarlığı daha yüksektir, korkuya direnci azdır, bu nedenle anneliği daha iyi yapar, çocuğunu daha iyi korur, konuşma becerisi gelişmiştir bunun için çocuğu daha iyi büyütür. Estetik algıları üstündür çünkü sosyal çeşitliliği kadın beynine borçluyuz. Müzik, sanat, resim yetenekleri daha öndedir. Sonuçtan çok süreci düşünür. Üzüntüsünü doğrudan ağlayarak daha kolay ifade eder. Aşk denildiğinde romantizmi görür.Erkek beyni erildir, mantık, muhakeme, analiz ve hesaplama yönünden kadın beyninden bir adım öndedir. Bunun için daha atak ve atılgandır. Süreçten çok sonuca odaklı çalışır. Benmerkezci çalışmaya yatkındır, hemen çıkar hesabı yapar. Üzüntüsünü öfkelilik olarak ifade etmeye yatkındır, aşk denildiğinde erotizmi öncelikler.

Eril ve dişil beyinler yaş ilerledikçe ve kişiler istedikçe ön beynin güçlenmesi ile olgunlaşır. İki bakış birbirini tamamlamaya göre çalışır. Duygu ve mantık dengelenir, sonuç ve süreç algısı gelişir, kişiler biz bilinci geliştirirse iyi bir takım olurlar. Anne, baba, eş ve iş insanı rollerini öğrenirler. Çünkü rol paylaşımı biyolojik değil sonradan öğrenilmedir. Çünkü kimlik duygusu, etnik, sosyal, kültürel veya cinsel olsun kimlikler sonradan öğrenilir doğuştan ve içgüdü değil öğretidir, edimseldir.

Eşleşme biyolojik, evlilik kültüreldir.

Biyolojik cinsiyet doğuştan, cinsel kimlik kültüreldir. Rekabetçilik ve tamamlayıcılık sonradan öğrenilir. Eğer tarafların yetiştiği ortam kadın erkek ilişkisini rekabetçi bir ilişkiye çevirmişse bir arada yaşayamazlar. Kadın erkek ilişkisi kadın ve erkek savaşlarına dönmüştür. Feminizm eğer kadının özgürleşme hareketi ise doğru ve faydalıdır, eğer kadın erkek rekabeti ise kapital sistemin rekabetçiliğinin aileye yansımasıdır ve aileye zarar vermesine neden olur. Kadın erkek ilişkisinin tamamlayıcı ilişki olduğunu savunan kültürlerde mutlu aileler orta çıkar.

Tuzak kavramlar ve Aile içi şiddetin çözümü

1-İstanbul Sözleşmesinde kadın erkek eşitliği kavramı tanımlamamıştır
2-İstanbul sözleşmesi Kadın kavramını 18 yaşın altındaki kızlar için de kullanarak, halen anne babanın doğal vesayetinde olan gençlerde ‘rastgele cinselliği’ teşvik etmesi bizim doğrularımız olamaz.

3-Eş yerine partner kelimesini kullanarak evlilik ve nikah karşıtı ideolojileri desteklemiştir bu bizim doğrularımız olamaz.

4- Şiddet kavramını erkek cinsiyet kimliğine indirgemektedir. Toplumsal cinsiyete dayalı, kadına yönelik şiddet nedir? Kıskançlık paranoyası şiddeti, patolojik aşk şiddeti, ‘Kriminal’ kişinin şiddeti, klinik vakaların şiddeti, hepsini “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” veya erkek
şiddeti olarak tanımlamak İstanbul sözleşmesinin tarihi yanılgısıdır. Erkek karşıtlığını destekleyen bir sözleşme adaleti sağlayamaz.

5-Eşi evden uzaklaştıran tavsiyeler yerine öncelikle zorunlu tedavi ve rehabilitasyon yapan yasalar ve yöntemler önerilmeli idi. Kadın ve erkek ilişkisini hak ve özgürlük odaklı değil güç odaklı olduğunu savunan kültürlerde aile bağları ve değerleri zayıflar, şiddet olayları ve boşanmalar artar, çocuklar mutsuz yetişirler.

6-Şiddeti fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddet olarak ayrı ayrı belirtip tanımlamasının yapılmaması bulanık bir kavram olarak aile içi ilişkilere zarar vermektedir. Sorunların çözümünde ‘ombudsmanlık’ anlamında ‘aile hakemlik kurumunu’ teşvik etmeyip kutsal kitabımızda olan bu kavramı, bir seçenek olarak sunmaması bizim değerlerimize aykırıdır. Çünkü boşananların %20 si geri dönmektedirler. Sonuç olarak evlenmekten korkan insanlar artmakta ve batı kültüründe çok yaygınlaşan %50 nin üzerine çıkan, nikâhsız beraberlik ve çocuk sahibi olmak gizlice teşvik edilmektedir.

7-Şiddetle mücadele için kimlik savaşları önerilmesi yanlıştır. Şiddetle mücadele şiddete şiddetle karşılık vererek olmaz uzman yardımını artırmakla olur. Aile kutsal değil birey kutsaldır diyen kişiler evlenmemeliler. Çünkü kimse kutsal ve değişmez değildir. Çünkü evlilik takım çalışmasıdır. Güç ve kişilik çatışmasını hızlandıran feminizm öğretisi ailenin en büyük düşmanıdır. Bu öğreti bazen pembe bazen yeşil renkte ortaya çıkabilir, yani kültürel rengimize girip bizi içerden yaralayabilir.

8-Kadın ve erkek biyolojik cinsiyet olarak farklı genetik yapıdadır. Taraflar sosyal ve cinsel kimlik olarak kültürün öğretisine sahiptirler. Kültürümüzü değiştirme kararı verenler sonuçlara razı olmalıdırlar.

9-Aile içi şiddetin kök nedeni araştırıldığında ego savaşları, sorun çözme yöntemi geliştirilememesi ve bağımlılık gibi etkenler vardır. Bununla ilgili hiçbir çalışmayı önermeyen sadece ceza yöntemlerini sözleşmenin %80 ine yazan batı değerlerini bize dayatan bir sözleşme yeni doğrulara da uymamaktadır. Bu nedenle değiştirilmesi için Avrupa Parlamentosu genel sekreterliğine, teklif yazılmalıdır.

10-Rol paylaşımı bozuluyor mu?
Eğer küresel ideoloji olarak toplumsal kimlik eşitliği adı altında kadın ve erkek kimlik öğretilerimizi değiştirirsek önümüzdeki on yıllarda aile bir arada tutan rol paylaşımı bozulacağı için evlilikler hızla dağılacak insanlar evliliği ayak bağı olarak görecekler ve dünya nüfusunun artışı duracaktır. Ancak toplumun yapı taşı ve güvenli alanı yani sığınağı olan aile dağıldığı için toplumun ruh sağlığının bozulması mukadderdir.

11-Eğer toplumda ve ailelerde kadına ve çocuklara yönelik şiddet artıyorsa bunun çözümü kadın erkek ilişkisini düzeltmek mi yoksa erkek karşıtlığı ile rekabeti artırmak mı? Namus algısının erkek zulmünü artırdığı doğrudur, ama namusun erkek ve kadın için eşit önemde olduğunu savunmak yerine anayasal bir kavram olan ırz ve namus karşıtı söylemler oyuna gelmektir. Aile içi şiddetti önlemek amacı ile çıkarılmış bu sözleşme Ceza yasası niteliğindedir, bu konuda namus algısı ile ilgili eğitim ve toplum bilgilendirme ikinci planda kalmıştır.

12- Enset, pedofili, eşcinsel evlilikler sosyal öğretilerdir, her kültür kendi kimliğinde özgür olmalıdır, onaylamama haklarını önlemek hiledir. Homofobi cinsiyet ayrımcılığıdır doğru ama evlilik karşıtlığı olan heterofobi de cinsiyet ayrımcılığıdır bunu da görmemek sinik felsefedir, hesap içinde olmaktır. Yerel olmadan evrensel olamayız yerelliğimizi korumak zorundayız.

13- Her türlü şiddet lanetlenmelidir, şiddeti hak arama ve sorun çözme yöntemi olarak öneren öğretilerle mücadele etmek yerine şiddet sadece erkek kimliğine indirgeme algısı oluşturmak adil değildir, erkeklerin niyetini okuyarak şiddet uygulayabilir diye potansiyel suçlu olarak gören anlayış “kadının beyanı yorumsuz şekilde yeterli gören anlayış” adil değildir.Erkek beyanının da aynı şekilde yeterli görülmemesi masuniyet karinesine aykırıdır. Bu sebeplerle toplumsal cinsiyet eşitliği küresel bir ideolojidir, kabul edip etmemek sosyal politikaları belirleyenlerimizin sorumluluğundadır ve vebalindedir.

 Lütfen İstanbul sözleşmesinin bize dayattığı toplumsal cinsiyet eşitliği kültürel psikolojik savaşının sonucunu görelim. Cinsiyet eşitliği değil cinsiyet adaletini savunalım. Bu nedenlerle İstanbul Sözleşmesi değiştirilmesi için Avrupa Parlamentosu Genel sekreterliğine, teklif yazılmalıdır. Sözleşmenin 72. Maddesi bu yetkiyi ülkelere vermektedir. Sözleşmenin faydalarını muhafaza ederek toplumumuzu koruyan bir yöntem olarak bu öneri göz önüne alınmalıdır. Aile bütünlüğüne önem veren politikalar geliştirmezsek torunlarımız bize iyi gözle bakmayacaktır tabi eğer ortada toplum kalırsa.

​Prof. Dr. Nevzat Tarhan

YENİ AKİT

Yeni Kuşağın İki Özelliği Konfortizm ve Egosentrizm

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Türkiye İmam Hatipler Birliği Genel Başkanı Muhammet Samet Akkaya’nın Instagram canlı yayın konuğu oldu. Z Kuşağının kapitalist kültürün etkisinde olduğuna dikkat çeken Tarhan, şuanda popüler söylemin az yorulup çok kazandıran meslekleri dayattığını söyledi. Tarhan, “Gençlerin kendilerine hayatta hem benim için mutlu olabileceğim hem de başarılı olabileceğim alan nedir diye sormaları gerekiyor. Bunu düşünüp buna göre öğrenciler karar versin.” İfadelerini kullandı.

“Gençlere kısa vadeli hedefler, dünyasal hedefler öngörülüyor”

Üniversite tercihi yapacak kuşağın şu anda kapitalist sistem ve popüler kültürün etkisinde olduğunu söyleyen Tarhan, “Kişinin hedefini iyi belirlemesi lazım. Seçim yaparken kişi, hedef olarak hangi alanda seçim yapmayı düşünüyorsa bununla ilgili alanları seçmesi önemli. Bunları seçerken de kişilerin sadece akademik başarıyı değil hayat başarısına da düşünmesi lazım. Gençlerin kendilerine hayatta hem benim için mutlu olabileceğim hem de başarılı olabileceğim alan nedir diye sormaları gerekiyor. Bunu düşünüp buna göre öğrenciler karar versin. Şu anda popüler söylem; az yorulup çok kazandıran meslekleri seçmektir. Kapitalist sistem ve popüler kültürün dayandığı böyle bir söylem vardır. Gençlere hep kısa vadeli hedefler, dünyasal hedefler öngörülüyor.” Kaydetti.

“Z Kuşağı kapitalist kültürün etkisinde”

Soğuk savaş öncesi 90’lı yıllardan önceki dönemlerde bir taraftan da soğuk savaş döneminin verdiği kutuplaşma Türkiye’yi de etkilemiştir diyen Tarhan, “Öyle bir kutuplaşma vardı ki öğrencilere de doktrinler olarak etki yaptı. Öğrenciler seçim yaparken hep sağ ya da sol hangi ideolojiden olursa olsun sosyal hedefleri vardı. Toplum için bir şey yapacağım, insanlar için bir şey yapacağım diyorlardı ve bu insanlarda yüksek değerdi. Kapitalist ahlaktaki kimseler küçümsenirdi ve dışlanır, seslerini fazla çıkaramazlardı. Makam mevki peşinde koşan kişiler soğuk savaş bittikten sonra kutuplaşmanın da kalkmasıyla gençlerde artık kendini tehdit altında hissetmediği için ideolojik bir tarafta olmaları gerektiğini hissetmediler. Hissetmedikleri için de kapitalist sistem çok daha fazla etki etmeye başladı. Z kuşağı yani liseyi bitiren kuşakta kapitalist kültürün çok etkisinde. Sadece vatan için riske giren değil de kendi çıkarı için bile riske girmeyen, her şeyi kolay elde etmek isteyen bir nesil ortaya çıktı.” Dedi.

“Fen bilimleriyle din bilimlerinin sentezini yapabilecek bir nesile ihtiyaç var”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan imam hatip lisesinde okuyan gençlere de ayrıca tavsiyelerde bulundu. Tarhan, “İmam hatipten mezun olan öğrenciler ilahiyat okumak isteyebilirler fakat diğer alanlarda da bu kişilere ihtiyaç var. Çok güzel bilgi altyapıları var ve bu altyapıyı fen bilimleriyle birleştirebilir, hukukçu ve siyasetçi olabilir. Diğer taraftan tıp, mühendislik, tarih vs. okumaları ve bu alanlarda da yönelmeleri gerekiyor. Fen bilimleriyle din bilimlerinin sentezini yapabilecek bir nesile ihtiyaç var. Din adamı yetiştirme fonsiyonu Türkiye’de kabul gördü, güzel bir şekilde devam ediyor. Diyanette bu konuda iyi çalışıyor. Bu nedenle imam hatip mezunlarının sadece ilahiyat fakültelerine değil diğer alanlarda da tercih yapmaları çok değerli.” Şeklinde konuştu.

Yeni kuşaktaki iki özellik: “Konfortizm ve Egosentrizm”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bizim zamanımızdaki tehlike kuzey ülkelerinden geliyordu. O dönemde Marksizm tehlikesi vardı. Şimdi ise sekülerizm yani dünyevileşme tehlikesi var. Hiç Allah ve ahiret yokmuş gibi yaşamak. Sekülerizm tehlikesi çok sinsi bir tehlikedir. En dindar insanı bile etkiliyor. Yeni kuşakta şu an iki tane özellik var. Biri konfortizm diğeri egosentrizim. Konfortizm; haz, konfor peşinde koşmak ve kendini dünyanın merkezine koymaktır. Bunların hepsi genç kuşakları bekleyen tehlikelerdir. Şu anda dijital rekabet var. Bu rekabet içerisinde gençler onlarla rekabet edemeyecek. Otonom robotlar öyle işler yapacak ki yeni yetişecek nesiller için sosyal beceriler, duygusal beceriler, inançlar daha önemli olmalı çünkü robotlar bunları yapamaz. Onun için 21. yy öğretilerinin en önemli konusu da insanlığın bilgeliği keşfetmesidir. Bu nedenle bizim yüksek hikmet idealinden vazgeçmememiz gerekiyor. Din ve pozitif bilimleri sentez etmemiz gerekiyor. ” Dedi.

“Kişilerin iyi bir insan da olmaları gerekiyor”

İyi bir insan olmadan başarılı bir insan olmanın pek önemli olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Tarhan, “Şu andaki sistem gençlere zeki ol, başarılı ol, çalışkan ol diye öğretiyor. Zeki, başarılı ve çalışkan olmuş ve kimya mühendisi olmuş birisi mezun oluyor ve sentetik esrar üretmeye başlıyor. Çok çalışkan ama yaptığı iş iyi bir iş değil. Yani zeki, başarılı ve çalışkan bir insan olmanın yanında kişilerin iyi bir insan da olmaları gerekiyor. Gençlere bunları öğretmemiz gerekiyor. İyi insan denildiği zaman, dünyada iyi insana örnek verilecek en doruk örnek Allah’ın Resulüdür. Rol model odur, kimse onun ahlakına itiraz edemiyor. Psikolojik savaş yöntemiyle dini yüksek sesle söylemeyi tehdit gibi gören bir anlayış var maalesef bizde de devam ediyor. Ama bizim bunu yüksek sesle söylememiz gerekiyor. İmam hatipli olduğunuzu, dini duyarlılığınızın olduğunu göğsünüzü gere gere söylemeniz lazım. Ön yargıları dağıtmak için bununla ilgili gelecek sorulara hazırlıklarınızın olması lazım.” İfadelerini kullandı.

Meslek Seçiminde Çok Boyutlu Düşünmek Gerekiyor

Üniversite adaylarının heyecanla beklediği YKS sonuçları açıklandı. İnsanın hayatında iki önemli kararın evlilik ve meslek seçimi olduğunu hatırlatan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, doğru karar verebilmek için çok boyutlu düşünülmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Verilen kararların daha sonra telafisinin çok zor olabileceğini belirten Tarhan, çocukların güçlü ve zayıf yönlerinin belirlenmesi için meslek seçiminde swot analizini tavsiye ediyor.

Üniversite adayları için önemli bir dönemeç olan YKS’de sonuçlar açıklandı. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, üniversite yolculuğunda tercihlerde bulunacak adaylara meslek seçimine dair çok önemli tavsiyelerde bulundu.

Çocuklar doğru tercih endişesi yaşıyor

İnsan hayatında iki önemli karar, dönemeç olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bunlardan birisi evlilik, diğeri de meslek seçimi. Bu iki kararda da kişinin doğru karar verebilmesi için geniş düşünmesi, çok boyutlu düşünmeyi başarması gerekiyor çünkü verilen kararın daha sonra telafisi zor oluyor. Meslek seçimi özellikle lise çağında, üniversite seçim döneminde önem kazanıyor. Öğrenciler kariyer kararlarını en doğru nasıl yapacaklarının endişesindeler” dedi.

Ebeveynler tercihleri nasıl etkiliyor? 

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, meslek seçiminde anne ve babaların rolü çok önemli dedi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Çeşitli tercih teknikleri var. Meslek seçiminde kişinin hem başarılı hem de mutlu olmasını nasıl sağlarız? Konusunun üzerinde duruyoruz. Anne babalar çocuğum zeki olsun, çalışkan olsun, başarılı olsun istiyorlar ama sadece bunlar yeterli mi? Bakıyorsunuz bu üç özellik de çocukta var, iyi bir kimya mühendisi olmuş fakat hırslı ve sosyal başarı yönü zayıf. Örneğin yanlış yöntemlere başvurarak sentetik esrar üretiyor, sonra yakalanıyor ve hapse giriyor. Baktığımız zaman zeki, başarılı ve çalışkan ama mutlu olamıyor. O yüzden bizim ilk başta iyi insan yetiştirmemiz gerekiyor. Bu konuda üç parametreyle değil, dört parametreyle hareket etmek gerekiyor. İyi insan olmayı ego ideali olarak öğretemediğimiz zaman çocuk hırs, doyumsuzluk gibi çeşitli zevk tuzaklarına ve insani zaaflara yenik düşebiliyor.”

Çocuklara SWOT analizi yapılmalı  

Ailelerin meslek seçiminde çocuklarına SWOT Analizi yapmaları gerektiğine dikkat çeken Tarhan, “Çocuk için tehdit ve zararlı olabilecekler, güçlü ve zayıf yönler belirlenmeli. Çocuk sosyal alanda veya matematikte çok başarılı olsa da anne ve babalar kendi fikirlerine göre çocuklarına meslek seçimleriyle ilgili çok fazla müdahale ediyorlar. Çocuklarını bir eşya gibi, kedi yavrusunu alıp oradan oraya koyma gibi davranışlar sergiliyorlar. Psikolojide Tanrı kompleksi denilen tam güçlülük, kadir-i mutlak duygusuyla hareket ediyorlar. Allah rolünü çalmak gibi, ebeveynler kendilerini o kadar yüksek ve karar noktası olarak görüyor ki çocuğun ölümüne bile ben karar verebilirim diye düşünüyor. Bazı anne ve babalar, çocuğumun üzerinde kararı ben verebilirim diyorlar ve çocuklarını eşya yerleştirir gibi yerleştirmeye çalışıyorlar. Anne babalar bu hatayı çok yapıyorlar” dedi.

Buyurgan yaklaşım çocuğu kaybettirebiliyor

Anne ve babaların ‘Ben başaramadım çocuğum başarsın’ şeklinde iyi niyetleri olduğunu ancak bu durumun sakıncaları olabileceğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Çocuklar bu durumda anne ve babaya karşı ters kimlik geliştiriyor. Bu çağ özgürlük çağı. Çocuğa buyurgan yaklaşmak çocuğu kaybetmektir. Burada anne babanın uyarıcı vazifesi var. Annelik ve babalık rolünü yıpratmadan çocuğu yönlendirmek lazım. Buyurgan tarzda yaklaşmak, çocuğun tüm sorumluluğunu almak demektir. Makine Mühendisliği 4’üncü sınıfta okuyan bir genç okulu bırakmış, anne ve babası panik olmuş. Çocuk o bölümü okumak istemiyor, anne ve babasına hayır demeye başlamış. İnsan mesleğini yaparken başarılı ve mutlu olması önemli ama istekli olması da önemli. İşyerine zorla gitmek kişiye haz vermez. Çocuğa artıları ve eksileri söylemek lazım. Ortak noktada buluşmayı anne babalara öğretmek lazım, bu da konuşmakla olur.”

Tercih zamanı öncelik çocukta mı olmalı?

Ebeveynlerin ‘ben’ diliyle konuşmasının doğru olacağını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Sen diliyle konuşmak çocukta tepki geliştirebilir. Bence böyle olmalı diye fikir sunmalı. Anne, baba ve çocuk ortak mutabakatla karar vermeli ama çocuk kararsızsa ebeveynler yol gösterebilir. Çocuk kararlıysa anne ve baba kendi fikrini gerekçeleriyle birlikte belirtip, seçimi çocuğa bırakmalıdır. Çocukların da ebeveynlerinin fikirlerine hayır deme hakları var. Anne ve babanın müdahale ettiği seçimlerde çocuk her olumsuz olayda onları suçlar. Ebeveyn rolü okuldan ve meslekten daha önemli” diye konuştu.

Kariyer Testi uygulayabilirler

Çocuğun zihinsel ve fiziksel gelişimini değerlendirmek üzere kariyer testi uygulanabileceğini söyleyen Tarhan, “Üsküdar Üniversitesi aday web sayfasında kariyer testi uygulaması var, herkes yapabilir. Kişinin hangi alanda daha iyi olduğu sonucunu bize veriyor. Ana meslek kategorilerinde kişinin kendini keşfetmesini sağlıyor. Kariyer testi sonuçları, kişinin bir manada daha mutlu olmasını, istediği alana yönelmesini sağlıyor. Hayatta başarılı olanlar değil, uyumlu olanlar muvaffak oluyor. Allah başarının mükafatını tahammül edenlere veriyor. Kişinin yeteneklerini, sosyal becerilerini de bilmesi önemli. Testle kişi kendini analiz ederse sonuca göre bir alana yönelebilir” dedi.

Çocuğun hayatta ego ideali olmalı

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Türkiye’de pasif yaklaşım gösteren ailelerin sayısı çok fazla değil dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bazı ebeveynler, özgürlük ve sorumluluk arasındaki dengeyi sağlayamıyorlar. Özgür bırakıyoruz demekle sorumluluk yüklememek ayrı şeyler. Çocuğun hayatta bir ego ideali olması gerekiyor. Ergenlik dönemi bitimine kadar 3’ncü kişilerin rolü çok önemli. 18 yaşına kadar anne baba çocuğun doğal vasisidir. Çocuklar 18 yaşına kadar maddi ve manevi anlamda ebeveynlerinin sorumluluğunda. Çocuklar bizim ama bizim uzvumuz değil. Onların psikolojik durumlarını da düşünerek hareket etmeli. Çocuklar o dönemde kısa vadeli düşünür, anne ve babalar orta ve uzun vadede düşündükleri için onların da tavsiyesi çok önemli tabi.”

Başarısızlığa karşı B ve C planları yapılmalı

YKS’nin hayattaki başarı basamaklarından birisi olduğunu söyleyen Tarhan, “Kişi eğer bu sınavda başarısız olursa kendisine B ve C planları yapması lazım. Bu sınavlara dünyanın sonu gibi anlamlar yüklenmemeli. Adayların kendilerine sürekli yeni yollar çizmesi lazım. Kesinlikle başkasının hatırı için okumayacakları bölümü yazmasınlar. Belki kazanırlar ama ya okuyamazlar ya da okurken çok zorlanırlar” dedi.

nevzattarhan.com

Tarhan: “Hastalar Risalesi bağışıklık sisteminin güçlenmesine vesile oluyor”

Üsküdar Üniversitesi Rektörü, psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Hastalar Risalesi’nin hastalıkla barışmaya sebep olduğunu, dolayısıyla bağışıklık sisteminin güçlendirdiğini söyledi.

Tarhan, Risale Akademi’nin geçtiğimiz yıllarda düzenlediği “Hastalar Risalesi Ekseninde Manevi Bakım Olarak Hastalık ve Hastalar Çalıştayı”nda konuşmuştu. Tarhan’ın konuşması şöyle:

Hastalar Risalesi gibi bir risale geçmiş çağlarda ihtiyaç olmamış

“Bu çağın özellikleriyle Hastalar Risalesi arasında bir bağlantı var mı?” diye bu soruya bir cevap bulmaya çalıştım. 100 sene önce de, birkaç yüz sene önce de hastalar var. O zaman da teselliler var ama Hastalar Risalesi gibi bir risalenin yazılması geçmiş çağlarda ihtiyaç olmamış. Çeşitli İslam âlimleri var buna benzer şeyler yazmışlar ama Hastalar Risalesi gibi kapsamlı ve bugünün ihtiyacına cevap veren bir kitaba rastlamadım ben.

Hastalar Risalesi eski bir soruya yeni cevap veriyor

Bu çağda neden ihtiyaç olmuş? Şimdi bu çağda kanser hastalığındaki istatistiklerde bir artış olduğu gibi bazı hastalıklarda da artış var. Diğer çağlara göre ciddi bir fark var. Böyle durumlarda eski sorulara eski cevaplar yeterli olmuyor ve aynı zamanda yeni sorular da ortaya çıkıyor. Yeni sorulara yeni cevaplar vermek gerekiyor. İşte Hastalar Risalesi insanlığın kadim sorusuna, eski bir soruya yeni cevap veriyor. Hastalar Risalesi aynı zamanda yeni ortaya çıkan sorulara da yeni hastalıklara da bir yorum, bir gibi bakış açısı getiriyor. Bu nedenle Hastalar Risalesi bu zamandaki insanın yeni bilgilere göre yeni yorumlar yapan ve ciddi bir teselli değeri olan eser olarak dikkati çekiyor.

Allah’ı unutturmayı modernizim olarak gören bir akım var

Hayır ne varsa, dini, Allah’ı hatırlatan ne varsa, engel olmaya çalışan vazifeli kişiler var. İnsan suretinde şeytan diyebileceğimiz kişiler var. Bu kişiler olacak. Bu bize geri adım attırmamalı. Sadece bazı belki eleştirilere karşı koruma kalkanını geliştirirsin. Düzenlemeni yaparsın, ona göre yoluna devam edersin.

Bu asırla ilgili Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin şöyle bir cümlesi var. “Bu asrın hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı ictimaiyesi öyle dehşetli, fakat cazibeli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî latifelerini, kalb ve aklını nefs-i emmarenin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.” (Tarihçe-i Hayat)

Bu asrın özelliği olarak söylüyor. Yani bu asrın da insan hayatını dehşetli ve cazibeli elim ve meraklı yani yanlış ve kötü şeyleri cazibeli ve meraklı hale getirip insanları onun peşinden sürükleyen dünyevilik ve sekülarizm asrı. Allah’ı unutturmayı modernizim olarak hatta Allah’a yabancılaştırmayı bir görev olarak gören bir akım. Bu dönemde ben bir Hadis-i Şerife rastladım. Resulullah (a.s.m.) şöyle diyor; “Allah dünyaya şöyle vahyetmiştir; sana hırsla düşkün olanı mahrum et, seni önemsemeyip geri çekileni de ara, onu mahrum etme. Sana düşkün olanı kendine hizmetçi edin ve sana düşkün olmayana hizmetçi ol. Ey İmranaoğlu Musa eğer kulunun kalbinde dünya meşguliyeti üstünse, ben onun kalbini ihtiyaçla meşgul ederim. Ve ona ölümü unuttururum. Ona mal toplama hastalığı veririm. Onu ahiretten gafil bırakırım. Eğer kulumun kalbinde ahiret işleriyle uğraşmak üstünse, onun gayretini bana yöneltirim. Onu kullarıma hizmetçi kılarım. Kalbine zenginlik doldururum ve bedenine rahatlık veririm. Sen dünyada sanki garip imişsin ve yolcu imişsin gibi bir halde bulun.”

“Din böyle diyor, Allah böyle diyor” diye konuştuğunuz zaman hemen bir önyargı oluşuyor

Şimdi burada dünyaya ilgi duyduğumuz zaman, kalbimizde dünya sevgisi mi ağır basıyor yoksa ahiret sevgisi mi ağır basıyor? Bazı rivayetler var. Bu asırda, “kıyamete yakın musibetler artacak bu da insanların gafletten uzaklaşıp ayılmasına vesile olacak” deniyor. İşte bu çeşitli dabbetü’l-arz gibi musibetlerin artması, bunun gibi hastalıklar, tabi afetlerin artması bunu gösteriyor. Çünkü insanları ikaz eden semavi ikazcıların önü kesilmiş ve din adına konuşanları konuşturmuyorlar. Öyle bir rejim kurulmuş. “Din böyle diyor, Allah böyle diyor” diye konuştuğunuz zaman hemen bir önyargı oluşmuş. Ve onun için “din adına konuşan dogmatik konuşuyor” diyor ve dini referans almayı kabul etmiyorlar. Böyle bir durumda birçok insanın da tesellisinin önü kesiliyor. Ve kader de hastalıklar ve musibetlerle insanları ikaz ettirerek, musibetleri ve hastalıkları artırarak insanların farkındalığını geliştirmeye çalışıyor.

Hastalar Risalesinde gördüğüm en büyük özellik

Benim Risale-i Nurda, bu Hastalar Risalesinde gördüğüm en büyük özellik, bizim psikiyatride kullandığımız bir şey vardır; “farkındalık” diye geçer. Yani bir insan geldiği zaman hastalıkla ilgili o kişide realite körlüğü var mı yok mu yani içgörüsü var mı yok mu? Kendi hastalığının, hatalarının eksikliğinin farkında mı değil mi? Bu farkındalık tarzında bir çalışma yapılır. Bunu hatta pozitif psikoloji eğitiminde özbilinç olarak söylenir yani kişinin kendini bilmesi. Özbilinçten sonra ikinci aşamada özyönetim geliyor. Ondan sonra üçüncü aşamada sosyal bilinç geliyor. Dördüncü aşamada ilişki yönetimi geliyor. Buradaki özbilinç dediğimiz kendini bilme ve farkındalık çalışmasını Hastalar Risalesinin çok ustaca yaptığını görüyoruz. İnsanda gaflet konusunun çok üzerinde durması ve gaflete karşı bir farkındalık çalışması yaptığının örneklerini görüyoruz.
Hastalar Risalesinde şöyle bir yer var: “Hem hastalık, insandaki aczini, zaafını ihsas eder. O aczin lisanıyla ve zaafın diliyle, hâlen ve kàlen bir dua ettirir. Cenâb-ı Hak insana hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir zaaf vermiş, tâ ki daimî bir surette dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip niyaz etsin, dua etsin. İnsanın hikmet-i hilkati ve sebeb-i kıymeti olan samimi dua ve niyazın bir sebebi hastalık olduğundan, bu nokta-i nazardan şekvâ değil, Allah’a şükretmek ve hastalığın açtığı dua musluğunu, afiyeti kesb etmekle kapamamak gerektir.”
Yani burada hastalığın insana kalbini dünyadan Allah’a yöneltmek için bir fırsat olduğu vurgulanıyor. Musibetle karşılaşıldığı zaman o musibetin rivayetlere göre iki faydası var: Birisi insanı günahlardan arındırıyor, tasaffi ettiriyor. İkincisi de manevi makamını artırıyor. Ve bunu Hastalar Risalesinde çok kullanmış. Ve “Hz. Eyyüb istirahat-i nefs için dua etmemiş belki zikir ve tefekkür-ü kalbiye mani olduğu zaman ubudiyet-i ilahiye için şifa talep etmiş” diyor. Yani burada dua ve tevekkülün kapılarını açması açısından Hastalar Risalesinin böyle yaklaştığını görüyoruz.
Bu farkındalık çalışması neden önemli? Yani psikiyatride bizim öğrencilik yıllarımızda bu farkındalığın çok üzerinde durulmuyordu. Kişinin kendini tanıması, analiz etmesi üzerinde durulmuyor. Kendini değiştirmeyi, ortamı değiştirmeyi, başkalarını değiştirmeyi daha çok önemseyen bir yaklaşım vardı. Son yıllarda insan beyninin nasıl çalıştığıyla ilgili bazı yaklaşımlar oldu. Mesela bunlardan birisi somatik algı, somatik marker hipotezi var. İnsan bilgisi, organizmadan organizasyona geçiş. Yani insan organizmasının, vücudunun nasıl çalıştığını daha iyi anladıkça, hayatla ilgili kararları daha sağlıklı veriyor. Somatik algı şöyle, midemizin, bağırsağımızın, kalbimizin, her organımızın beyinde biyokimyasal bir karşılığı var ve her organla ilgili beyinde bilgi dosyası var. Geçmiş yeme alışkanlığımızdan tutun, kalbimize ne dokunur, ne dokunmaz, tansiyonumuzu ne azaltır, ne azaltmaz gibi. Tansiyon aletini gördüğü zaman tansiyonu 24’e çıkan insanlar vardır.

Bilim ispat edemediği için “size öyle geliyor olmaz öyle şey” diyordu

Beynimizin kendi kendini programlayan bir organ olduğu ve bu programlamanın değiştirilmesinin hastalıkların görünmeyen bir nedeni olduğu somatik marker hipotezinde belirtiliyor. Yani her organın beyinde bir markeri, bir temsil var. Psikosomatik hastalıklar hastalıkların önemli bir kısmıdır. Önemli bir kısmı da bağışıklık sisteminin çalışmaması sonucu ortaya çıkan hastalıklar, kanser gibi. Stres immun supress (baskılama) yapılıyor diye biliniyor. Yani stres altında olduğu zaman bir kişi bağışıklık sistemi baskılanıyor. Bağışıklık sistemi baskılandığı zaman vücudun savunma gücü zayıflıyor. O vücutta serbest olarak dolaşan kanser hücrelerinin önemli bir kısmı zararsız ve kontrol dışına çıkmaya başlıyor ve kanser oluşuyor. Yani zararsız hastalık çıkarmasının sebebi. Beyin organlarımızla otonom sinir sistemiyle -önceden otonom kabul ediliyordu. Şimdi otonom sinir sisteminin otonom olmadığı bu kelimenin uygun olmadığı anlaşıldı- sinir sisteminin beyinin çeşitli kimyasal mesajlarla mesela üzüldüğü zaman, korktuğu zaman öfke, nefret, kıskançlık, hangi duygu varsa onunla ilgili özel bir kimyasal karışımı beyin kana boca ediyor. O gidiyor hedef organlardaki reseptörleri etkiliyor, damar direnci artıyor, tansiyon yükseliyor veya ciltteki reseptörler etkileniyor alerji ortaya çıkıyor. Bağışıklık sistemine etki ediyor. İmmun hücrelerinin üretimini engelliyor, bağışıklık sistemi çöküyor. Yani hep örnekler vardır. Kişi yakınını kaybeder, 6 ay sonra kanser olur. Bu örnekler var. Bunu daha önce bilim ispat edemediği için “size öyle geliyor olmaz öyle şey” diyordu.

İnsan inanarak bir şey yaptığı zaman beynini programlıyor

Mesela “korktu dili tutuldu”, “olmaz öyle şey” diyorduk ama şimdi bir insan korktuğu zaman bir şok yaşıyor. Beyin acth hormonu salgılıyor. O da kişinin hedef organı neresi? Beyindeki sözcük üreten alandaki networku bozuyor ve kişi konuşamamaya başlıyor, dili tutulmaya başlıyor. Bunların hepsi insanın ruh durumuyla beden durumu arasındaki sebep sonuç ilişkisi. Şimdi daha iyi alışıyor ve insanın beynindeki programını düzeltmek, hastalıkları düzeltmek de çok önemli. Beyindeki program insan “sabah namazına kalkacağım” diyerek yatarsa saat kurmadan kalkar. “Uçağa yetişeceğim” diye kalkarsa kalkar. Ama “Kalksam ne olur kalkmasam ne olur?” diye yatarsan kaçırır. Yani bir insan böyle inanarak bir şey yaptığı zaman beynini programlıyor. Bunun gibi insanın inanışlarının hastalıkları artırıcı veya azaltıcı etkileri var.

Hastalar Risalesi, hastalıkla barışmaya sebep oluyor

Hastalar Risalesi’nde insanın hastalıkla ilgili yanlış inanışlarını, düşünce hatalarını düzelten bir özellik var ve en önemlisi de insanın gafletini ortadan kaldırıyor ve hastalıkla barışmasına sebep oluyor. Ve bunun en önemlisi 2. Deva’da geçen “müspet ibadet-menfi ibadet” tarifi var. Yani müspet ibadet işte insanın gece kalkıp ibadet etmesi, namaz kılması, Allah’a yaklaşmaya çalışması, bir manevi ticaret olarak ifade ediliyor. Burada menfi ibadet insanın hiçbir şey yapamadığı gibi düşündüğü hastalık. Yatıyor, acı çekiyor, ızdırab çekiyor. Burada iki tane sihirli kelime var; sabır ve şükür. Bunu kullandığı zaman o hastalık ibadet hükmüne geçiyor ve meyvedar oluyor tarzında insandaki ümidi ayakta tutan bir özellik var.

Hastalar Risalesi bağışıklık sistemini dolaylı güçlendiriyor

Şimdi yapılan araştırmalar var; bağışıklık sistemiyle ümidin ayakta tutulması ve iyileşme beklentisi ve ümit duygusunun hastalığı iyileştirmesiyle ilgili. Bir insanda iyileşme beklentisi ve ümit duygusu varsa, hastadaki iyileşme oranı çok daha yüksek oluyor. Yani Hastalar Risalesi insanda ümit duygusunu ve iyileşme beklentisini yüksek tutuyor ve bağışıklık sistemini dolaylıca güçlendiren bir durum ortaya çıkıyor. Birçok insan var; “Filanca geldi. Bir dua okudu. Hastalık bitti.” diyor. Aslında bu tamamen o iyileşme beklentisiyle ümit duygusunun kişinin beynindeki o iç eczaneyi harekete geçirip bağışıklık sistemini güçlendirip hastalığı yenmesini sağlamak ki, buna tıpta şimdi “dokulara saygılı hekimlik” veya psikiyatride “pozitif psikoloji” olarak geçiyor. Yani daha önceleri hastayı tedavi ederken hastayı ameliyat edersin, yaralar açarsın, uğraşırsın, klasik tedavi öyle anlaşılıyor. Ama şimdiki hekimlik dokulara saygılı hekimlik, bağışıklık sistemini güçlendirip kişinin hastalığı kendi kendine yenmesini sağlamak.

Hastadan çok, hekimin eğitilmesinin gerektiğini düşünüyorum

Bunlardan en önemlisi kişinin stres yönetimini öğrenmesiyle ilgili. Kriz yönetimi, yaşadığı hastalık krizini yönetmesiyle ilgili. Hastalıkla alakalı bilgilendirme çok önemli hatta kanser hastalarında hep böyle “bir psikolog gelsin, psikiyatrist gelsin, yardım etsin” denir. Bu çok yanlış. Yani orada kanser hastasının psikoloğu hekimidir. Kanser hastasının psikiyatristi hekimidir, onkoloğudur. Onkoloğun yüzünün gülmesi, mimik ve jesti. Hastaya ümitsiz bir ifade kullanması hastanın depresyona girmesine yetiyor. Yani hastaya iyileşme beklentisini ve ümit duygusunu veren, hayata tutmasını tavsiye eden hekim, en güzel psikolog etkisi yapıyor. Ben o nedenle hastadan çok, hekimin eğitilmesinin gerektiğini düşünüyorum. Yani hastaya yaklaşan hekimlerin önce beden dili buna etki ediyor.
Hastalar Risalesinin en sonunda Üstad Hazretleri “Ey kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimi ve aziz dost!” diyor. Onun için önce hekimler kendilerini tedavi etmeli, kendi hastalığını teşhis etmeli, hastalıkla ilgili algılarını düzeltmeli. Hastalığın düzelmediğine inanıyorsan, o hasta onun kokusunu alıyor, anlıyor ve sana ya gelmiyor ya da hasta ümidini bırakıveriyor. Hastanın ümidini çalmak gibi bir görevi yok hekimin. Hekimin görevi bir hasta geldiği zaman onun iyileşmesi için tıpta ne varsa onun yolunu bir şekilde bulması lazım. Hekimin görevi bu. Yani bizde çok meslektaşlarımız bilir. “Senin bu hastalık iyileşmez” diyor. Hekimin bunu bilimsel olarak söylemeye hakkı yok. Çünkü yüzde 1 ihtimalle iyileşme varsa hasta iyileşiyor, hastanın yanında bekleyen refakatçisi ölüyor. Böyle örnekler var.

İyileşme duygusu ve ümid vermeye çalışıyoruz

Hipokratın bir sözü var. “Önce zarar verme” diye. Çok güzel, doğru bir söz ama benim askeriyeden aldığım ödünç bir söz var, onu da hastalarıma kullanmaya çalışıyorum. Mesela “hastaya zarar verme” türlerinden birisi de hastayı tedavisiz bırakmaktır. Burada komutan sadece yapılan işlerden değil, yüksek sorumluluk duygusundan dolayı yapılmayan hizmetlerden de sorumludur. Bu yüzden hekim sadece yapılan tedavilerden değil, yapılmayan tedavilerden de sorumludur. Yani “bu hasta için yapılması gereken ne tedavi varsa bunu yapmam gerekli” diye hastanın sağlık vekâletini almıştır. O kişi adına araştırması lazım. Bunu anladığı zaman hasta, “bu beni anlamaya çalışıyor, bana yardım etmeye çalışıyor, benim için literatür araştırıyor, yeni şeyler araştırıyor” diyor. Hasta bunu anlıyor. Ve tedavi uyumu oluşuyor. Terapatik ittifak diyoruz buna. Ve hastanın hekime olan güveni artıyor ve iyileşmeyi artırıyor. Bu psikiyatride motivasyonel görüşme, hastayı motive eden görüşme tekniği olarak geçiyor. Bunu şunun için anlatıyorum. Hastalar Risalesindeki hastaya iyileşme duygusu ve ümidi vermeyi psikoeğitim olarak bizim hastalarımıza yapmaya çalışıyoruz, hastaya ilk geldiği zaman daha sonra çıkarken de tedavi sözleşmesi olarak yazılı olarak veriyoruz.
Bizim için çok önemsiz olan bir şey, hasta için çok önemli olabiliyor. Onu bilgilendirirsek krizin çıkmasını engellemiş oluyoruz. Burada Risale-i Nur ve Hastalar Risalesi, gafletten uyarma yani kişiye farkındalık çalışması yapıyor ve bunun meyvelerini gösteriyor. Yani menfi-müsbet ibadet vurgusu yaparak bu hastalıklarla ilgili sabredip şükretmenin menfi ibadet olduğunu, o kişiye ileriki hayatta kazanç olarak dönüşeceğini söyleyerek ümidi ayakta tutmaya çalışıyor. “Zamanın boşa gidiyor” diye uzun vadeli manevi yatırım olarak düşündürüyor.
Hastalar Risalesi Beşinci Deva’da hastalığı hafifletme özelliği var: “Bu sekiz dokuz senedir, liyakatsiz olduğum halde, bazı genç zatlar hastalık münasebetiyle dua için benimle görüştüler. Dikkat ettim ki: Hangi hastalıklı genci gördüm; sair gençlere nisbeten âhiretini düşünmeye başlıyor. Gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvânî hevesattan bir derece kendini kurtarıyor. Ben de bakıyordum, onların tahammül dâhilindeki hastalıklarını bir ihsan-ı ilâhî olduğunu ihtar ederdim. Derdim ki: “Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim. Hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki, dua edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış. Ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra, Hâlık-ı Rahîm inşaallah sana şifa verir.”

“Bu asır enaniyet asrı” diyor Bediüzzaman Hazretleri

Burada “hastalık seni uyandırıncaya kadar sabra çalış” demekle kişiye hem farkındalık çalışması var, hem de hastalığı eğitim olarak, bir psikoeğitim olarak kullanması yani kişinin kalbini dünyadan Allah’a yöneltmesine vesile olması hususu var. İşte bunu yaptığı zaman hastalık Allah katında vazifesini bitirdi. Çünkü bir yaprak bile Allah’ın izni olmadan hareket etmediğine göre hastalığın iyileşmesi için Allah’ın izni ve iradesi lazım. Hastalık tevekkül ve teslimiyet dersi veriyor. Çünkü insanda var. Özellikle “bu asır enaniyet asrı” diyor Bediüzzaman Hazretleri. Gerçekten egoizmin çok yükseldiği bir asırdayız. Dindar insanlarda bile narsizm var hatta rahmetli Zübeyir Ağabeyin bir sözü var: “Enaniyet-i Nuriye. Yani enaniyeti olanlar var. Risale-i Nuru muaalimvari okumayın.” Yani en dindar insanda bile enaniyet varsa, bu asır enaniyet asrıdır.

Hastalar Risalesini muhakkak insanlara daha ulaşılabilir bir hale getirmemiz lazım

Eskiden hastalıklı insanlar inzivaya, mağaraya çekilirler Allah’a yaklaşmaya çalışırlarmış. Bu zamanda o tasavvufun semavi öğretisini sekülarizm kaldırdı. O zaman da Cenab-ı Hak hastalıkları verdi. Hastalıklarla insanların Allah’ı bulmalarına sebep oluyor. Tasavvufun asırlardır yaptığı hizmeti Hastalar Risalesi yapabilir. Hastalar Risalesi dünyaya değil, ahirete yönelmeyi öğreten bir eserdir. Bunu yaptığımız zaman hastalık sonucu Allah’a yaklaşmaya vesile olabilecek bir hizmet yapılabilir. Yani biz bunu alıp da dini anlatarak yaptığımız zaman insanlar algılarını kapatıyor ama bunu Hastalar Risalesinin metoduyla yaparsak birçok musibet-zedenin musibetin gerçek yüzünü görmesine ve Allah’a yaklaşmasına vesile olunabilir. Hastalar Risalesini bu açıdan muhakkak insanlara daha ulaşılabilir bir hale getirmemiz lazım. Şu anda sadece Risale-i Nuru bilenlere okuyor.

Hastalar Risalesi insanlığa mal olmalı

Cevşen ilk ne zaman yaygınlaştı? 90’lı yıllarda terör zamanında yaygınlaştı. Ben Diyarbakır Askeri Hastanesinde çalışan bir arkadaş biliyorum. “Bize gelen her yaralı askerin göğsünden Cevşen çıkıyor” diyordu. 90’lı yıllarda ve ondan sonra Cevşen toplumun malı oldu. Yani muska tarihe karıştı. Onun yerine de Cevşen çıkıyor. Herkeste bir Cevşen var. Cevşen insanlığa mal oldu. Aynı bunun gibi de Hastalar Risalesi insanlığa mal olmalı. Sadece Risale-i Nur talebelerine mal olmamalı. Ve bunu o hale getirebilirsek eğer yani tasavvufun asırlardır çile çektirerek insanları Allah’a yaklaştırmaya çalıştığını biz musibete uğramış insanların Allah’a yaklaşmalarına sebep olabilecek bir hizmete vesile olabiliriz diye düşünüyorum inşallah.
Bediüzzaman, “Hem derdim: Senin bir kısım emsalin sıhhat belâsıyla gaflete düşüp, namazı terk edip, kabri düşünmeyip, Allah’ı unutup, bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zâhirî keyfiyle hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler, belki de harap eder. Sen hastalık gözüyle, herhalde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevî menzilleri görürsün ve onlara göre davranıyorsun. Demek senin için hastalık bir sıhhattir; bir kısım emsalindeki sıhhat bir hastalıktır.” diyor.

İnsana teslim ve tevekkülü öğretebilen eser

Hastalar Risalesinin öğrettiği değer, insandaki kendi sınırını bilme özelliği önemli. Kendi haddini bilme yani “Kendini bilen Rabbini bilir” manasını öğretiyor. Burada bunu öğretmesi nasıl oluyor? Mesela bir insan gemiye hani 23. Söz’de bindiği zaman, yükünü gemiye bırakmazsa kaptana güvenmiyor gibi anlaşılır. Kaptan bu durumda onu gemiden tard eder. Mesela otobüse binmişsin, uçağa binmişsin. Eğer sen kaptana güvenmiyorsan uyuyamazsın, çatlarsın. Hastalar Risalesi şunu öğretiyor insana; bu vücut senin değil, bir emanet yani sen bu geminin kaptanı değilsin sadece yolcusun. Yani insana otobüsteki tek yolcu olmadığını ve otobüsün kendine ait olmadığını öğretiyor. Vücut sana ait değil, bunun kaptanı da sen değilsin, çünkü tansiyonuna bile hâkim olamıyorsun. Bunu öğrettiğinde öyle durumlarda “kaptana o zaman güvenmem lazım rahat uyuyabilmem için” deyip her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, her şeyin kontrolü elinde olan, dizginleri elinde olan büyük bir güce karşı teslim olduğun zaman bu bir dua kapısı, teslimiyet kapısı açıyor ve kişinin üzerinden büyük bir yük kalkıyor. Yük kalktığı için de artık “beni benden çok gören, beni benden çok düşünen bir güç var, o güce güveniyorum” diye rahatlıyor. Çünkü bağlanma, güvenme ve ayrışma duygusu insanın yaratılışında var.
Çocuk doğar doğmaz annesine güvenli bağlanmayı, büyüdükçe güvenli ayrışmayı öğreniyor. Bunu yapamayan kimseler hayata tutunmayı yapamıyorlar. Bu bağlanmayı en son insan Allah’a güvenli bağlanma haline getirirse Allah’la bağlantı kurmayı öğrenebilirse, ruh sağlığını koruyabiliyor. Bunun için sevgi yatırımını doğru yapabilmesi önemli. İnsandaki bu teslim ve tevekkülü öğretebilen Hastalar Risalesinde böyle bir özellik var.

Öldükten sonra ben ne olacağım?

Hastalar Risalesi’nin diğer bir özelliği de ölümle ilgili algıları değiştiriyor. Yani insanın canlılar içerisinde ölümü algılamakla ilgili metakonkyisyon geni olarak tanımlanan genler var. Bu insanda olduğu söylenen, işte kendi varoluşunun farkında olması, zamanı algılaması, ölümü algılaması gibi anlamlılık arayışı, yeniliği arama arayışıyla ilgili genler var. Mesela insanda yeniliği aramayla ilgili metakonkyisyon geni olduğundan insan hep kendini geliştiriyor bu kodlama nedeniyle aynı şekilde ölümün farkındalığıyla ilgili ölümü sorgulayan tek varlık insan. Ölüme açıklama getirmek insanın yaşam felsefesini değiştiriyor. Yani insan, ölüme açıklama getirirse hayata bakışı değişiyor, açıklama getiremezse hayata bakışı bir başka yönde değişiyor. Düşün kanser hastası birdenbire hiç düşünmediği ölümü aklına getiriyor. Daha önce hiç düşünmediği ölümü algılamamış. “Niye varım? Öldükten sonra ne olacağım?” Gibi sorular soruyor. Hatta Miterand prostat kanseri olduğu zaman, o zaman kadar hiç ölümü düşünmemiş adam. “Öldükten sonra ben ne olacağım? Bir araştırın.” Demiş. Kitap yazmışlar. O kitap da en çok satan kitap olmuş. Ölüm insanda hayatı sorgulamaya sebep oluyor. İşte insan hastalık, musibet gelmeden önce varoluşu, hayatı sorgulamayı yapmıyor. Aslında en insanın en büyük özelliği stratejik düşüncedir, stratejik düşüncenin özelliği de uzun vadeli düşünmedir. Şimdi sen ölüme kadar düşünüyorsun. Ölümden sonrasını düşünmüyorsun. Bu akla uygun değil. Ölümden sonrasıyla ilgili bir açıklama getirmesi en stratejik düşüncedir. Yani ölümden sonrasını düşünmeyen insan, aklını kullanamayan insandır. Kendine yaptığı en büyük haksızlıktır. Bu nedenle ölüme açıklama getiren bir yaklaşım, hastalık içerisindeki insanın egosu sarsılıyor, birdenbire gururu kibri yere düşüyor, aczini, fakrını, zaafını anlıyor. Onun için Risale-i Nurun meslek olarak acz, fakr, şefkat ve tefekkür demesi önemlidir.
Aczini fakrını anlayan bir insan, böyle durumlarda telkine açık hale geliyor. Diyelim ki bir insana su içirmek istiyorsanız “su iç” diye 1000 defa söyleseniz içmez. Ama onu susattığınız zaman kendiliğinden içer. İşte hastalık insanın Allah’ı bulması için susadığı bir dönemdir. Ve ona o suyu biz ulaştırmak durumundayız. Aczini, fakrını anladığı bir dönemde olduğu için güzel bir manevi bakım fırsatıdır insana. Bunun için tasavvufun mağaralara çekilip öğretmeye çalıştığını bu asırda Hastalar Risalesi yapabilir diye düşünüyorum.

Hastalar Risalesinin metoduna ve o gözle bakmaya şiddetle ihtiyaç var

Travmada 4 dönem vardır. Hastalık dramatik bir yaşantı oluyor insan için kanser olduğunu düşündüğü zaman. Bazı insanlar vardır öyle ki küçük bir şey bile travma etkisi yapabiliyor. Ben panikle gelen bir hasta biliyorum, dişinin ucu kırılmıştı böyle. “Dişinin kırılması seni niye bu kadar heyecanlandırdı?” dediğimde bana, “Dişimin bütünlüğü bozuldu.” dedi. Obsesif biriydi. Yani böyle bir şey bile onda travma etkisi, şok etkisi yapıyor. Kişiye göre değişiyor bu. Kimisi kanser olur, ölüme gider, hiç umursamaz. Kimisi de ufacık bir şey yolunda gitmediği zaman tepki verebilir. Travma olduğu zaman insanda ilk şok ve protesto dönemi vardır. Reddeder, inkâr eder, “teşhis yanlıştır, öyle şey olmaz” der inanmaz. Ama teşhisin doğruluğunu anladığı dönemde suçlar, kusurlu arar, kendi dışında başka bir sebebe bağlar. Gerçeği anladığı dönemde çökgünlük başlıyor, depresif oluyor, acı çekiyor, üzülüyor. O dönemden sonra işte aczini, fakrını anladığı dönemdir. İlk tepkisi protesto, şok olsa bile, ikinci aşamada depresyon, acz, fakr ve zaafını anladığı dönemdir. Ondan sonra pazarlık dönemi başlıyor. İşte “Çocuğum büyüsün de ondan sonra öleyim” diyor. “Ben işte şu iyiliği yapıyım da hastalığım iyileşsin” diye Allah’la pazarlık yapmaya başlıyor. Hepimizde var bu. Hiç gülmeyelim. Hakikaten başımıza geldiği zaman hepimiz bu dönemleri aşıyoruz. Pazarlık dönemi var. Hastalar Risalesine bu dönemde çok ihtiyacımız var. Bu nedenle Hastalar Risalesinin metoduna ve o gözle bakmaya şiddetle ihtiyaç var.

Kaynak: Risalehaber.com

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Z kuşağı kayıp kuşak olmasın”

Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji bölümü ile İletişim Fakültesi tarafından gerçekleştirilen araştırma, gençlerin aile ve evlilik kurumuna ilişkin güncel tutumlarını ortaya koydu. Türkiye’nin 7 bölgesindeki devlet ve vakıf üniversitelerinde öğrenim gören 3 bin 266 öğrencinin katılımıyla gerçekleşen çalışma ilginç sonuçlarıyla dikkat çekti. Gençlerin %58.4’ü evlilik kurumunu “Mutlu bir beraberlik” olarak tanımladı. Araştırmada “Evlilik niçin önemlidir?” şeklindeki soruya  %89,2 oranında “Hayatı sevdiğimle paylaşmak için” yanıtı verildi. Katılımcılar “Eş seçerken nelere dikkat edersiniz?” sorusunda da %80,5 oranla “İyi huylu olması” yanıtını verdi. Tahsilli olması, iyi bir meslek ve iş sahibi olması ise daha az tercih edildi. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan ise araştırma sonuçlarının iyi okunması ve anlaşılması gerektiğini belirterek “Z kuşağının kayıp kuşak yani sıfır kuşağı olması istenmiyorsa karakter inşaa eden bir eğitim sistemine gidilmesi gerekiyor” uyarısında bulundu.
 
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı ve Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Aylin Tutgun Ünal sorumluluğunda gerçekleştirilen araştırma, üniversite gençliğinin aile ve evlilik kurumuna bakışını ortaya koymayı hedefledi.

“Türkiye Gençlik ve Aile Araştırması” Sonuçları, Covid-19 salgını nedeniyle alınan önlemler kapsamında çevrimiçi düzenlenen basın toplantısında açıklandı. Basın toplantısına Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı, Gazetecilik Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Aylin Tutgun Ünal katıldı.

Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı: “Küresel boyutta olumsuz gelişmeler, Türk aile yapısı için de risk oluşturuyor”

Günümüz toplumlarında toplumsal değişmenin etkisiyle aileye ve evliliğe yüklenilen anlamların farklılaştığını kaydeden Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı, “Son zamanlarda eşler arası yaşanan geçimsizlik, çatışma ve boşanma oranlarının yükselmesi gerek çiftler üzerinde gerekse evlenmemiş bireyler üzerinde aile ve evlilik kurumuna ilişkin farklı toplumsal, ekonomik ve psikolojik sonuçlar doğurmaktadır. Öte yandan evliliğin özellikle gençler arasında sorgulanmaya başlanması, yeni yaşam biçimlerinin doğmasına yol açmaktadır. Tek ebeveynli aileler, nikahsız birliktelikler, solo (tekil) yaşamlar aileye alternatif türler olarak ortaya çıkan yaşam biçimleri arasındadır. Bu bağlamda özellikle gençlerin aile ve evlilik kurumuna ilişkin güncel tutumlarının bilimsel alan araştırmalarıyla belirlenerek sonuçlarının kamuoyunun gündemine taşınması önem arz etmektedir. Bu araştırmayla gençlerin aile ve evlilik kurumuna ilişkin tutumlarının geniş bir çerçevede araştırıp analiz ederek, gerek sosyal bilimler literatürüne gerekse uygulayıcılara (devlet kurumları, sivil toplum kuruluşları) katkı sağlanması amaçlanmıştır” dedi.

Dr. Öğretim Üyesi Aylin Tutgun Ünal: “Kültürel değerler ve hayata bakış farklılaştı”

Gazetecilik Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Aylin Tutgun Ünal ise yeni medya teknolojileri ile birlikte gelen ve dünya genelinde yaygın kullanım oranına kavuşan çevrimiçi etkileşimli ortamların iletişim biçimleri ve ilişkileri dönüştürdüğü bir çağda yaşadığımızı belirterek “Özellikle sosyal ağların sağladığı kolay iletişim ve topluluk oluşturma imkanının küresel boyutta olmasıyla, kültürel değerler ve hayata bakış açıları farklılaştı. Önceleri kuşaktan kuşağa değer aktarımı, yakın çevre ile sınırlıyken şimdilerde özellikle daha erken yaşta teknolojiyle tanışan gençler, dünyanın diğer bir ucundaki değeri benimseyip hayata geçirebiliyor. Böylece yaşanılan toplumda farklı yaş gruplarının farklı değerler sistemini hayata geçirmesiyle, iş yaşamı, sosyal yaşam, aile yaşamı ve evliliğe bakış açıları ve davranışları farklılık gösteriyor” dedi.

Dr. Öğretim Üyesi Aylin Tutgun Ünal, “Dijitalleşme ile ortaya çıkan “kendi değerler sistemini oluşturma” anlayışı, birlik halinde bulunulan ortamlarda elbette iletişim farklılıklarından doğan anlaşmazlıkları beraberinde getirecektir. Farklı değerler sistemi doğrultusunda, evlilik kararı alsalar bile eşler arası iletişimsel farklılıklar aile birliğini etkileyecektir. Anne, baba, çocuk ilişkilerinin önemini bir kere daha gündeme getiren bu araştırmada anne ve babanın birlikte olup olmaması ve aralarındaki iletişime göre gençlerin evliliğe yükledikleri anlamın farklı olması ve aileye “güven” anlamını yüklemeleri, aile iletişimi ve güven ortamının çocuklar üzerindeki etkisini bir kere daha ortaya koymuştur” dedi.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Ailedeki sorunların tespiti ve çözümü için çalışıyoruz”

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan ise toplumun temel taşı olan ailenin öneminin son yıllarda daha da anlaşıldığını belirterek üniversite olarak aile kurumundaki sorunların ortaya çıkarılması ve bu sorunların çözümüne yönelik önerilerde bulunmayı hedeflediklerini kaydetti.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Aileler Üniversitede Projesi ile güçlü toplum hedefleniyor”

Bu kapsamda Üsküdar Üniversitesi ve uygulama ortağı NPİSTANBUL Beyin Hastanesi ile Aileler Üniversitede Projesini hayata geçirdiklerini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Üsküdar Üniversitesi’nin sosyal inovasyon projesi olan bu proje ile bireyin bilinçlenmesini, dolayısıyla sağlıklı aile ve güçlü toplumu hedefliyoruz” dedi.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Sağlıklı ve mutlu bir aile için 5S + 1M kuralını öneriyoruz”

Bugün sonuçları açıklanan araştırmanın gençlerin aile ve evlilik kurumuna bakışlarını ortaya koyduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çıkan sonuçlardan yola çıkarak aile içi iletişimin güçlendirilmesi, 5S +1M Güven Modeli ve toplumsal değerlerin öne çıkarılması gerektiğini kaydetti. Tarhan, “Sağlıklı ve mutlu bir aile için odağında manevi birikimler bulunan, sevgi, saygı, sadakat, samimiyet ve sabırı bir arada barındıran bir model öneriyoruz” dedi.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Z kuşağı, sıfır kuşağı olmasın”

Ailenin bir sığınak olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sağlıklı çocuklar yetiştirmek için sağlıklı ve güven dolu bir aile ortamına ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Z kuşağından sonra önlem alınmazsa kayıp bir sıfır kuşağının gelme tehlikesine dikkat çeken Tarhan, çocuklara bilgelik değerlerinin öğretilmesi gerektiğini söyledi. Kayıp bir nesil istenmiyorsa mutlaka önlem alınması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Türk gençliği arafta. Bu araştırma, gençlerin evlilik ve aileye bakışı konusunda alarm verdiğini söylemek mümkün. Eğer önlem alınmazsa 20 yıl sonra İngiltere ya da Hollanda olabiliriz” uyarısında bulundu.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Karakter inşa eden bir eğitim sistemine gidilmeli”

Küresel bağlamda kuralsız, gevşek disiplinli, bilinçsiz, sorumluluk almaktan kaçan, bir anomik nesilden bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, 0-6 yaş politakalarının doğru şekilde inşaa edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Tarhan, “Gençlerde de karakter inşaa eden bir eğitim sistemine gidilmesi gerekiyor. İnançlı ve bilge bir nesil yetişmesi lazım. Değerlerin öğretilmesi lazım. Bilgeliği eğitim olarak çocuklarımıza öğretmezsek teknolojiyle rekabet edemeyeceğiz. Çocuklara birlikte yaşama bilincini öğretmek gerekiyor. Bu bilinci öğetmezsek benmerkezci kendi çıkarına odaklı bir nesil gelme ihtimali var. O nedenle eğitim sistemimizin yeniden inşaası, ailelerin bu konuda bilinçlendirilmesi ve sosyal projeler yapılması gerekiyor” İfadelerini kullandı. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, yerel değerleri korumanın önemine de işaret ederek “Yerel olmayan evrensel olamaz” dedi.

3 bin 266 öğrenci katıldı

Çevrimiçi anketle gerçekleştirilen çalışmaya, Türkiye’nin 7 bölgesindeki devlet ve vakıf üniversitelerinde 2019-2020 Akademik Yılında öğrenim gören 18-35 yaş arasında 3 bin 266 ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencisi katıldı. %54,3’ü kadın (1770 kişi), %45,7’i erkek (1491) olan katılımcıların %74,1’i lisans, ,6’sı ön lisans, %7,9’u yüksek lisans ve %1,3’ü ise doktora öğrencisiydi. Katılımcılardan %64,3’ü (2.100) devlet üniversitesi,  %35,7’si ise (1.166) vakıf üniversitesi öğrencisi oldu.

Evlilik, mutlu bir beraberliktir

“Evlilik sizce nedir?” sorusuna ülke genelinde; yarıdan fazla katılımcı (%58,4) “Mutlu bir beraberlik” cevabını verdi. İkinci sırada ise ,5 ile “sorumluluk” yanıtı verildi.  “Aşk ve tensel uyum” diyenler %9,8 oldu. Katılımcıların evlilikle ilgili farklı ifadeler kullandıkları dikkat çekti:
imtihan (%2); esaret (%1,3); mecburiyet (%0,8); alışkanlık (%0,7); “çocuk sahibi olmak” (%2); “kurtuluş” (%0,4).

Yarısından çoğu aşk evliliği istiyor

“Aşk evliliği mi, mantık evliliği mi tercih edersiniz?” şeklindeki soruya %64,3 oranında genç, aşk evliliği yanıtını verirken; mantık evliliği istediğini belirtenlerin oranı ,7 oldu. Hiç evlenmek istemediğini bildirenlerin oranı ise ,9 olarak belirlendi. Hem aşk hem mantığın bir arada olabileceğini belirten gençlerin oranı ise %7 oldu. Cinsiyete göre aşk evliliği/mantık evliliği karşılaştırıldığında, kadınların aşk evliliğine yönelik görüşlerinin baskın olduğu görüldü. Ayrıca hem aşk hem de mantık evliliğini tercih etmede kadınlar lehine önemli bir farkın olduğu ortaya çıktı.

“Evlenmeyi düşünmüyorum” diyenlerin oranında artış gözleniyor

“Evlenmeyi düşünmüyorum” diyen gençler, ,6 ile en yüksek Güneydoğu Anadolu bölgesinden çıktı. Bu soruya en az yanıt ise ,2 oranı ile Marmara bölgesinden geldi. Bu soruya tüm bölgelerden yüzde 10’un üzerinde yanıt verildi.
Aşk evliliğini tercih edenler, yüksek oranda Ege (%66,5) ve Marmara (%66,5) bölgesinde iken; bu bölgeleri Doğu Anadolu ve İç Anadolu bölgeleri takip etti. Bu bölgelerde oran yüzde 60’ın üzerinde oldu. Mantık evliliği oranları en yüksek Karadeniz (%22,3) ve Güneydoğu Anadolu (%22,1) bölgesinde görüldü.

İdeal evlilik yaşı nedir?

Öğrencilerin görüşlerinden hareketle erkekler için ideal evlenme yaşı olarak 27-28 civarında çıkarken, kadınlarda bu yaşın 25-26 bandında olduğu saptandı. Genellikle tercih edilen evlenme yaşında kadınların erkeklere göre daha küçük yaşta evlenmesi gerektiği belirlendi.
Çalışmada katılanlara “En uzun ilişkisinin süresi” de soruldu. Gençlerin yarısı (%50) 6 ay ile 5 yıl arasında olduğunu belirtirken; “İlişkim olmadı” diyen gençlerin oranı oldu. İlişkisi olmadığını belirtenlerde en yüksek oran İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da bulundu. (). Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde bu oran yüzde 15 civarında oldu. “İlişkim olmadı” diyenlerin oranı en az olan bölge Marmara (%9,9) ve Ege () oldu.

Büyük çoğunluk evlilik kararını tek başına alıyor

Evlilikle ilgili karar aşamasında uygun durum sorulduğunda; ülke genelinde %67 oranında gençler “Kararı ben veririm, daha sonra ailemden onay alırım” dedi. oranında katılımcı ise “Kararı ben veririm, aileme danışmam” dedi. Bu durumda neredeyse %80 oranında genç kararı kendi vermek istediğini belirtti. “Kararı ailem verir, sonra benim onayımı alır” diyenlerin oranı ise %0.8 gibi oldukça düşük bir oranda kaldı. Aileyle görüş birliği yaparak evlilik kararı almayı bulan gençlerin oranı %20 oldu.
Ailesinin karşı çıktığı biriyle evlenip evlenmeyecekleri sorulduğunda “Hayır evlenmem” diyenlerin oranı %65,2 oldu. Evlilik kararı alırken kadınların erkeklere göre ailesinin görüşlerine büyük önem verdiği görüldü. Erkekler bu noktada kadınlara göre kendi kararlarını verebileceğini ve başkasına danışma ihtiyacının olmadığı yönünde görüş belirtti.

Ailenin kesin olarak karşı çıktığı biriyle evlenmek istenmesine yönelik öğrencilerin görüşleri incelendiğinde, erkeklerin bu durumda ailesine karşı çıkıp evlenmeyi istediği, kadınların ise evlenmeyi istemediği ortaya çıktı. Bölgelere bakıldığında; Doğu Anadolu bölgesinde %82,2 oranında genç ailesine karşı gelmeyeceğini bildirirken bu oran Güneydoğu Anadolu’da ise %71,4 oldu. Ailem karşı çıksa da evlenirim diyenlerin en yüksek olduğu bölgeler ise %37,6 ile Akdeniz; %36,7 ile Marmara; %35,6 ile Ege; %33,3 ile İç Anadolu Bölgesi oldu.

Evlilik aşkı nasıl etkiliyor?

“Sizce evlilik aşkı nasıl etkiler?” diye sorulduğunda; %42,1 oranında “aşkı güçlendirir” yanıtı alınırken; %34,9 ile ikinci sırada ise “Tam olarak öldürmese de zaman aşımına uğratır” cevabı verildi. “Sadece evlilik değil uzun süreli ilişkiler de aşkı öldürür” diyenler ,2’dir. Böylece, %48 oranında aşkın zaman aşımına uğrayacağı veya öleceğinin düşünüldüğü ortaya çıktı.

Ayrıca %2’lerde seyreden bir grup, aşkın evlilikle birlikte yerini sevgi ve saygıya bırakacağını belirtti.

Nikaha ilişkin görüşler sorulduğunda hem resmi hem dini nikah olması gerektiğini belirten gençlerin oranı %76,8 oldu. oranında genç sadece resmi nikah olması gerektiğini, dini nikaha gerek olmadığını düşündüğünü ifade etti.

Katılımcıların yarısı iki çocuk istiyor

Evlendikten sonra kaç çocuk sahibi olmak istedikleri sorulduğunda; katılımcıların yarısı 2 çocuk (%52) derken, %20,4’ü 3 çocuk, %6,7’si 4 çocuk istediğini belirtti. 5 çocuk isteyen %2 oranında genç bulunmuş, 1 çocuk yeterli diyenler ise ,8 oldu. “Çocuk istemiyorum” diyen gençlerin oranı ise %6,8 oldu. Evlendikten sonra istenilen çocuk sayıları incelendiğinde, erkeklerin kadınlara oranla daha fazla çocuk sahibi olmak istedikleri belirlendi.

Tek çocuk olursa kız olsun

“Sadece 1 çocuk olsa kız mı erkek mi isterdiniz?” şeklindeki soruya ise katılımcıların %33,1’i kız, %21,5’i erkek çocuk istediklerini belirtti. Fark etmez diyenlerin oranı %45,4 oldu.

Sadece tek çocuğa sahip olunması durumunda cinsiyet tercihlerinde erkekler ile kadınlarda da benzer sonuçlar olduğu belirlenmiştir. Böyle bir durumda erkekler genellikle erkek çocuğuna sahip olmayı isterken kadınların ise kız çocuğuna sahip olmak istediği görüldü. Bölgeler açısından bakıldığında; kız çocuk isteyenlerin Doğu Anadolu (%34,9), Marmara (%34,3), Ege (%34) bölgesinde daha çok olmakla birlikte, İç Anadolu (%32,6) ve Akdeniz Bölgesinde (%31,8), Karadeniz Bölgesinde (%27,9) de birinci sırada geldiği söylenebilir.
Diğer yandan Güneydoğu Anadolu Bölgesinde erkek çocuk isteyenler daha fazla oldu. (erkek: %20,8; kız: ,5).

Kadınlar yaşça büyük eş istiyor

“Eş olarak seçeceğiniz kişinin yaşı size göre ne düzeyde olmalı?” sorusuna verilen yanıtlar incelendiğinde “Yaşı benden büyük veya benim kadar olmalı diyenler” ilk sırada yer aldı. (%27,7). Yaş farkı önemli diyenler %21,2, yaşı benden büyük olsun diyenler ,7, yaşı benden küçük veya benim kadar diyenler ,2 oldu. Eş olarak seçilen kişinin yaşının kendisine göre nasıl olması gerektiği ile ilgili görüşler incelendiğinde, kadınların daha çok kendinden büyük ve aynı yaştaki erkeklerle evlenmek istediği, erkeklerin de kendilerinden küçük ya da aynı yaştaki kadınlarla evlenmek istedikleri görüldü.

“Eş olarak seçeceğiniz kişinin eğitim durumu size göre ne düzeyde olmalı?” sorusuna; yüksek oranda “Benimle aynı düzeyde ya da benden yüksek olmalı” yanıtı verildi. %43. “Eğitim farkı önemli değil” diyenlerin oranı %33,1, “Benimle aynı eğitim düzeyinde olsun” diyenlerin oranı ise oldu.

Maddi durum farkı önemsenmiyor

“Eş olarak seçeceğiniz kişinin maddi durumu size göre ne düzeyde olmalı?” sorusuna; birinci sırada “Maddi durum farkı önemli değil” yanıtı verildi. (%45,8). İkinci sırada “Maddi durumu benden iyi ya da benimle aynı düzeyde olmalı” diyenler yer aldı. (%31,5). Maddi durumu benimle aynı olsun diyenler ,1 oldu.

“Eş seçerken nelere dikkat edersiniz?” sorusuna verilen cevaplar ise şöyle oldu:

%80,5 – İyi huylu olması
%68,4 – Aynı değerlere sahip olması
%57,9 – İyi bir aileden olması
%54,2 – Benimle aynı dünya görüşünü paylaşıyor olması
%41,2 – Güzel/Yakışıklı olması
%26,2 – Tahsilli olması
%22,6 – İyi bir meslek sahibi olması
%20,5 – İş sahibi olması
En az seçilen seçenekler ise %3,6 ile “Aynı takımı tutuyor olması”, %4,3 ile “Askerliğini yapmış olması”, %6,5 ile “Zengin olması” oldu.

Eş adayının aynı dinden olması önemli

Çalışmada katılanlara evlenecekleri kişiyle ilgili düşünceleri de soruldu. Katılımcıların yarısı evleneceği kişinin kendisiyle aynı dinden olmasının önemli olduğunu söyledi. Elde edilen sonuçlar şöyle oldu:
 
Genel olarak bilinen tanışma usulleri dışında sosyal medyada tanıştığım biriyle evlenirim. %36,7
Evleneceğim kişinin benimle aynı dinden olması önemli. %56,2
Evleneceğim kişinin benimle aynı memleketten olması önemli. %6,9
Evleneceğim kişinin benimle aynı etnik kökenden olması önemli. %23
Evleneceğim kişinin benimle aynı siyasi görüşten olması önemli. %29,4
Evleneceğim kişinin benimle aynı sosyo-ekonomik statüde olması önemli. %36,5
Evleneceğim kişinin herhangi fiziksel engelinin olmaması önemli. %30,5
Evleneceğim kişinin sağlıklı olması ve herhangi bulaşıcı hastalığının olmaması önemli %60
Evleneceğim kişinin aileme saygı duyması önemli %83,2
Evleneceğim kişinin dürüst olması önemli. %86,4
Evleneceğim kişinin bana ekonomik güvence sağlaması önemli. %39,5
Evleneceğim kişinin bana sadık olması önemli. %85,6
 
Görücü usulü evlilik çoğunlukla doğru bulunmuyor

“Görücü usulü evliliği doğru buluyor musunuz?” sorusuna %42,5 oranında “Hayır” cevabı verildi. Doğru bulan gençlerin oranı ise %25,6; “Bu konuda kesin fikrim yok” diyenlerin oranı ise %31,9 oldu. Bölgelere göre; görücü usulünü doğru bulan %40,5 oranında gencin Doğu Anadolu bölgesinde olduğu bulunmuştur. Bu bölgede doğru bulmayanlar daha azdır (%25).

Güneydoğu Anadolu Bölgesinde görücü usulünü doğru bulan ve bulmayanlar eşit orandadır (%34,2). Diğer bölgelerde doğru bulmayanlar çoğunluktadır. Sırasıyla; Marmara Bölgesi (%45,5), Ege (%43,1), Akdeniz (%41,9), Karadeniz (%40,1), İç Anadolu (%37,4).

Akraba evliliği sağlıksız bulunuyor

“Akraba evliliğinin doğacak çocukların sağlığı açısından olumsuz sonuçlarına inanıyor musunuz?” sorusuna %80 genç “Evet” derken; “Hayır” diyenlerin oranı %9,4 oldu.  Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ,5 oranındaki genç bu görüşe katılmadığını bildirdi.

Evlenmeden birlikte yaşamak kabul görmüyor

“Evlenmeden birlikte yaşamayı onaylıyor musunuz?” sorusuna “Evet” diyenlerin oranı %33,1; “Hayır” diyenlerin oranı ise %51,8 oldu. “Fikrim yok” diyerek kararsız kalanlar ,1 oldu.
Birlikte yaşamayı onaylayanlar incelendiğinde en yüksek oranlar sırasıyla; Ege Bölgesi (%38,7), Marmara Bölgesi (%35,5), Akdeniz Bölgesi (%32,9) olurken; onaylayanların azınlıkta olduğu bölgeler; Doğu Anadolu Bölgesi (,7), Güneydoğu Anadolu Bölgesi (,5) oldu.
Katılımcılar evlilik şartları olarak şu faktörleri sıraladı:
%88,1 – Uygun eş adayı bulmak
%82 – İş bulmak
%62,6 – Mesleğimde ilerlemek
%70,2 – Mezun olmak
En düşük orana sahip şartlar ise; Çeyiz tamamlamak (%8,9), Araba almak (,8), Ev almak (%27,8) oldu.

Önceki duygusal ilişkiler engel olarak görülmüyor

“Daha önce başkasıyla duygusal birlikteliği olmuş biriyle evlenir misin?” sorusuna; %62,6 oranında genç “Evlenirim” cevabı verirken;  %9,2 “Evlenemem” cevabını verdi. “Düşünmedim” diyenler %28,2. Bölgeler incelendiğinde; “Hayır evlenmem” diyenler en çok Güneydoğu Anadolu Bölgesinde görüldü. (%26). İkinci sırada onaylamayanlar ise Doğu Anadolu Bölgesinde oranında görüldü.

“Daha önce başkasıyla cinsel ilişkisi olmuş birisiyle evlenir misiniz?” sorusunda; evet ve hayır diyenler yakın oranda bulundu. Buna göre “Evet evlenirim” diyenler %37,5; “Hayır evlenmem”  diyenlerin oranı ise %38,8 oldu. “Düşünmedim” diyenlerin oranı ise %23,7 oldu.
Bölgelere göre bakıldığında “Evet” diyenlerin açık ara farkla “Hayır” diyenlere göre daha yüksek orana sahip olduğu bölgeler Ege (%44,3) ve Marmara (%41,1) oldu. “Hayır evlenmem” diyenler ise en yüksek Doğu Anadolu Bölgesi (Hayır: %68,5; Evet: ,7) ile Güneydoğu Anadolu Bölgesinde (Hayır: %63,6; Evet: ,6) bulundu.

Kadınlar birlikte yaşamayı reddediyor

Evlenmeden birlikte yaşamayı nasıl gördükleriyle ilgili öğrencilerin görüşleri incelendiğinde, öğrencilerin büyük çoğunluğunun bu durumu onaylamadıkları görüldü. Fakat kadınların erkeklere göre bu durumu şiddetle reddettikleri de ayrıca belirlendi. Ayrıca katılımcıların yaşları ilerledikçe bu durumu onaylayanların sayılarında belirgin bir artış olduğu görüldü.

Evlenmeden çocuk sahibi olmayı onaylayıp onaylamadıkları sorulduğunda; %82,6 genç hayır derken, %7,5 evet dedi. “Fikrim yok” diyenlerin oranı %9,9 oldu. Evlenmeden çocuk sahibi olunabileceğini onaylayan gençlerin ,3 oranında Ege Bölgesinde, %9,3 oranla Marmara Bölgesinde bulunduğu görüldü. Akdeniz ve İç Anadolu %5’lerde seyretti.Onaylamayanlar en çok Doğu Anadolu (%1,8) Bölgesi ile eşit oranda düşük iki bölge olan Güneydoğu Anadolu ile Karadeniz Bölgesinde görüldü. (%2,6).

Eşlerin aileleri ile yaşamak 

“Evlendikten sonra ayrı bir ev açmak yerine eşimin ailesiyle yaşayabilirim” ifadesine katılım düzeyleri incelendiğinde; kesinlikle katılmayan ve katılmayanların toplamı %77,8 oldu. Kararsız olanlar ,4 olup bu duruma katılanlar %5,8’dir. Katılanların çoğu Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ikamet etmektedir.

Krizler evlilik kararını etkiliyor

“Krizler (ekonomik, siyasal, salgın) aile kurma kararınızı etkiler mi?” sorusu incelendiğinde; “Evet etkiler” diyenlerin oranı %59,4 oldu. “Hayır, etkilemez” diyenlerin oranı %23,1 olurken; düşünmediğini belirtenlerin oranı ,5 oldu.
“Eşinizin çalışma durumuna bakış açınız nasıl olurdu?” sorusuna; %93,5 genç “evet çalışabilir” cevabını verirken; “Hayır” diyenler %2,6, “Hiç düşünmedim” diyenlerin oranı %3,9 oldu.
“Evleneceğiniz kişiyle evlilik sözleşmesi imzalar mısınız?” sorusuna; %61,8 oranında katılımcı “Hayır” derken; “Evet” diyenlerin oranı ,8 oldu. “Düşünmedim” diyenlerin oranı %26,5 oldu.
“Evlilik sizin için önemli midir?” sorusuna; %82,3 oranındaki genç “Evet” derken; ,7 oranında gencin yanıtı “Hayır” oldu. Evliliğin önemli olmadığını belirtenler bölge bazında incelendiğinde Ege Bölgesi yüksek oranda (%22,1) yer alırken; ikinci sırada; Marmara (,3) sonra Akdeniz (,5) geldi. “Evet” diyenler en yüksek oranda Doğu Anadolu Bölgesinde görüldü. (%91,6).

Evlilik hayatı sevdiğiyle paylaşmak için önemli

“Evlilik niçin önemlidir?” sorusuna katılımcıların verdiği yanıtlar ve oranları da şöyle oldu:
%89,2 – Hayatı sevdiğimle paylaşmak için
%73,8 – Daha düzenli bir hayat için
%50,8 – Neslin, soyun devamı için
%37,5 – Dinimiz emrettiği için
%31,1 – Rahat yaşamak için
%30,4 – Güvenli yaşamak için
%9,7 – Gelenek olduğu için

Evlenmekten korkanların oranı %37,5

“Evlenmek sizi korkutuyor mu?” sorusuna; gençlerin yarısı (%51,3) hayır derken, %37,5’i “evet” demiştir. Bunu hiç düşünmedim diyenler ,2’dir.
Evlenmekten neden korktukları sorulduğunda verilen cevaplar ise şöyle oldu:
%29,1 – Sorumluluk almaktan korktuğum için (Doğu Anadolu)
%25,4 – Gelecek hakkında iyimser olmadığım için (Daha çok Ege Bölgesi)
%22,8 – Geçim sıkıntısına düşmekten korktuğum için (Daha çok Güneydoğu Anadolu)
%21,6 – Evlenmeden önce yaptıklarımı yapamamaktan korktuğum için (Güneydoğu Anadolu)
%6,9 – Cinsellik hakkında yeterli bilgiye sahip olmamak (Daha çok Karadeniz Bölgesi)
“Anlaşamayan eşlerin boşanması uygun mu?” sorusuna; %87,4 genç uygun olduğunu belirtirken;  %2,9 uygun bulmadı. Fikri olmayanların oranı %9,7 oldu.
“Çocuğu olanların boşanması uygun mu?” sorusuna; %72,5 uygunluk belirtirken; ,1 uygun bulmadı. Fikri olmayanların oranı ,4 oldu.
“Şiddet” boşanma sebebi olabilir düşüncesine katılım düzeyleri sorgulandığında; %83,5 oranında genç “Kesinlikle katılıyorum” derken; ,8’i “katılıyorum” yanıtı verdi.
Daha önce başından evlilik geçmiş biriyle evlenir misiniz sorusuna; “evet” diyenlerin oranı %27,5; “hayır” diyenlerin oranı ise %30,7 oldu.  %41,8 oranında “fikrim yok” denildi.
“Bir imkân doğsa, sırf kendinize daha rahat gelecek sağlamak için yurt dışına yerleşmenize yardımcı olacak bir evlilik yapar mıydınız?” sorusuna “evet” diyenlerin oranı %43 olurken;  “Hayır” diyenlerin oranı ise %34,1; “Fikrim yok” diyenlerin oranı %22,9 oldu.
“Ailenizle ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusunda sunulan düzeylere göre; %41,1 katılımcı “iyi” olduğunu belirtti. Çok iyi olduğunu belirtenler %35,9; “orta” diyenlerin oranı , “kötü” diyenlerin oranı %2,8; “çok kötü” diyenlerin oranı %1,2 olarak belirlendi.
Katılımcılar, “Kendi kuracağınız ailede, kendi ailenizden farklı olacağını düşündüğünüz konular” konusunda da şu görüşleri verdi:
%53,9 – Eşler arası iletişim
%45,6 – Ebeveyn ile çocuk ilişkisi
%51,4 – Aile için rol ve görev dağılımı
%27,8 – Çocuk eğitimi ve terbiyesi
%21,1 – yakın akraba ve tanıdıklar ile ilişkiler

Aile “güven” ifade ediyor

“Aile sizin için ne ifade ediyor?” sorusunun karşılığı da tek kelime ile istendi. Bu kelimeler de şöyle oldu:
Güven ,9
Huzur ,8
Herşey %8,2
Mutluluk %7,2
Sevgi %6,1
Hayat %5,7
Birlik %5,1
Sorumluluk %2,8

Aile sizin açınızdan ne ifade ediyor?

Ailenin öğrenciler açısından ne ifade ettiği anne/baba birlikteliği açısından incelendiğinde, anne/babası birlikte yaşayan öğrenciler için “mutluluk” olarak, anne/babasından ikisi ya da herhangi biri vefat edenler için “bağlılık” ve anne ve babası ayrı yaşayan/boşanan öğrenciler için ise “güven” olarak görüldü.

Evdeki her türlü iş ortak yapılmalı

Katılımcılara evde sorumluluk paylaşımı da soruldu. “Genel olarak eşler arasındaki sorumluluk paylaşımı konusunda ne düşünüyorsunuz?” sorusuna; çoğunlukla %67,8 oranında “Evdeki her türlü iş ortak yapılmalı” ifadesine katılım oldu. Neredeyse eşit oranda katılım gösterdikleri iki seçenek ise “Erkek ve kadının yapacağı işler farklıdır” ile “Kadın işlerle baş edemeyecek duruma geldiğinde erkek yardım eder” ifadeleri oldu. Bu durumda %30 oranındaki gencin, kadın ve erkek görev ve rollerinin farklı olduğunu düşündüğü sonucunu ortaya koydu.

Sosyal medya kullanım alışkanlıkları da belirlendi

Çalışmada katılımcıların sosyal medya alışkanlıklarına ilişkin de soru yöneltildi.
 
“Sosyal medyaya günde kaç saat bağlanırsınız?” şeklindeki soruya verilen yanıtlar şöyle oldu:
%46,6’sı günde 1-3 saat,
%28,7’si günde 4-6 saat,
%6,9’u günde 7 saat ve üzeri bağlanmaktadır. Yani günde 4 saat ve üzeri bağlananlar %35,6’dır.
Devamlı bağlı olduğunu bildirenler %6,5
1 saatten az kullananlar ,4
Sosyal medyayı daha çok günün hangi vaktinde kullandıkları sorulduğunda; %43,2’si gün içinde, %28’i hem gün içinde hem de kalkar kalkmaz ve yatmadan önce kullandığını bildirdi. Gece uyumadan önce bağlananlar ,9, sabah uyanır uyanmaz ve gece yatmadan önce bağlananların oranı ,1 oldu.
“Sosyal medyada fotoğraf paylaşmadan önce filtre/makyaj uygular mısınız?” sorusuna katılımcıların %38,2’si uyguladığını, %61,8’i uygulamadığını belirtti. En çok yani birinci sırada kullandıkları sosyal medya uygulaması sorulduğunda; %64,5 oranında Instagram; ,4 Twitter; ,9 Youtube kullandıkları bulunmuştur. Facebook %1,6 bulundu.

“Daha önce sosyal medyada tanıştığınız biriyle ilişkiniz oldu mu?” sorusuna %42,2’si oldu, %57,8’i olmadı olarak cevap verdi. Hayır diyenler en yüksek oranda Doğu Anadolu (%71,4) ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde (%70,7) olduğu belirlendi.

Yalnızlık algısı da ölçüldü

“Kendinizi ne sıklıkla yalnız hissedersiniz?” sorusuna; orta seviyede olan düzey olarak “bazen” diyenler %40,8 bulundu. Nadiren olduğunu %30’u belirtirken; sık sık yalnız hissettiğini bildirenler ; her zaman yalnız hissedenler %5,8 oldu.

Öğrencilerin kendilerini ne düzeyde yalnız hissettikleri anne/baba birlikteliği açısından incelendiğinde, anne ve babası bir arada yaşayan öğrencilerin büyük çoğunluğunun bazen kendilerini yalnız hissettikleri belirlendi. Anne ve babası ayrı yaşayan/boşanmış öğrencilerin ise anne ve babası beraber yaşayan öğrencilere göre kendilerini daha çok yalnız hissettikleri tespit edildi.

nevzattarhan.com