Etiket arşivi: Selva Sönmez

Beni Böyle Sev

İnsanoğlu hayatın akışı sürecinde hep birşeyleri ‘kendi dünyasınca’ yorumlama ve anlamlandırma çabası içerisinde yaşama gayreti içerisinde olagelmiştir.

Sanki herşeyin en güzelini , en iyisini o biliyormuş gibi nasihatleri, hayata dair beylik sözleri hep vardır zihninin heybesinde.

Her şey onun kontrolünde olmalı ve en önemlisi herşeyi o doğru biliyor zannınca hareket eder yıllar yılı…

Halbuki ne büyük bir yanlıştır içinde bocalandığı, bilemez…

Sanırım ‘ene’ nin o dipsiz kuyusunda kalmaya devam ettikçe de bilemeyecektir.

Mesela,

Bir anne, evladını ne zamanki ön yargılarından uzak, fıtratında dercedilenin gereğince bir yazgı ile hayatı kucakladığını idrak edemezse, daha ilk annelik dakikalarında başlar tüm zihninde yazageldiği ezberlerin bozulma serencamı…

Evladını olduğu gibi, ‘yaratıldığı gibi’ değil, kendi istediği gibi, kendi doğrularının çerçevesinde oturtma çabası ile her adım attığında, onun yaradılışınca mevcut iradesini, zedelemekte, hayata onu hazırlayacak gücünü yitirmesine sebebiyet vermektedir…

Peki bunu bilinçli yapabilir mi vicdan sahibi olan bir anne?

Pek tabii ki hayır..

Bunu yapan annenin ihtimal, geçmiş yaraları, geçmişte yaşadığı aynı acı tecrübeler, onu bu noktaya sürüklemiştir.

Peki nasıl bitecek bu zincirleme yalnışlar silsilesi?

Hayatı doğal akışınca nasıl kucaklayacak Hz.İnsan ?

Kendi kemalatından bihaber iken bir anne, nasıl olur da evladını iyi ve kamil terbiye edebilir?

Hiç birşey için geç değil… Yeter ki yaralarımızı görebilmeyi göze alalım.. Yeter ki niyet edelim…

Yeter ki aynaya yüzümüzü dönelim…

Hani denir ya, ‘çocuk büyütmek’…

Çocuğu büyüten biz miyiz? Çocuğu büyüten, herşeyin hakiki sahibi Allah!

Çocuğu emanet olarak verendir O…

Anne, mürebbisidir evladının… İlk öğretmenidir, sığınılacak yegane limandır… Anne şefkat güneşidir… ANNE, merhamet denizidir…

Anne, günümüz dünyasının çokça sanallaşan, kalabalıklaşan gürültüsü içerisinde, evladını ne olursa olsun sevgi ile bağrına basmalı…

Onun fıtratına özgü sergilediği, sergilemeye çalıştığı herbir duygusunu, sözünü dikkatle dinlemeli, onu tepeden değil, sözünün seviyesini, gözünün seviyesini dikkate alarak kucaklamalı…

İnanın bir yerlerde bir yanlış, bir aşırılık varsa, hep bizim ‘enemizin’ dayatması ile evlatlarımızın iradesini ezmememiz sonucu, bitmek bilmeyen dünya telaşımız arasında sıkışıp, yalnızlaşan o minik gönüllerin feryadları sonucu olmuştur.

Sözün burasında kısa bir hikaye paylaşalım,

OYUNCAK

Bütün gün dışarıda çalışan karı-koca, küçük kızlarına yaş günü için bir hediye almak üzere oyuncakçı dükkanına girmişlerdi.

Kadın, satıcı kıza:

“Bakın” dedi. “Kızım bütün gün evde bakıcısıyla yalnız kalıyor. Öyle bir oyuncak istiyorum ki ona benim yokluğumu hissettirmesin.”

Satıcı kız başını salladı.

“Sizi çok iyi anlıyorum hanımefendi” dedi.

“Dükkanımız, bu bölgenin en zengin oyuncak çeşitlerine sahiptir. Size istediğiniz hemen her türlü oyuncağı verebilirim. Oyuncak ayılar, oyuncak askerler, itfaiyeciler, her türlüsünden oyuncak bebekler… Ancak oyuncak annemiz yok! Hiçbir zaman da olmadı, üzgünüm.”

Alican TATLI

Oysa çocuk pahalı elbise değil, oysa çocuk çikolata değil, oysa çocuk oyuncak değil, annesini, merhamet güneşini istemektedir.

Annenin şefkat denizinde beslenen o yürek, hayatın zorluklarında dimdik durabilir.

Ama yargılamadan, fıtratını incitmeden, onu, olduğu gibi kabul ederek…

Olduğu gibi severek…

Anne Bak Üşüyorum

Anne bak üşüyorum
Isınmak istiyorum
Kucağın nerde anne
Şefkatin nerde
Kucağın nerde anne
Şefkatin nerde
Ellerin nerde anne
Yalnız gecelerimde
Sokulduğum göğsün
Ve içimde gülümseyen
Yüzün nerde
Nerde anne
Rüyalarımın en güzel yanı
Yalnızlığım anne
Sensizliğim nerde
Neden ellerin donmuş
Neden gözlerin ölmüş
Fakat sen kimsin
Anne sen kimsin
Anne neredesin
Soruyorum bak anne
Korkuyorum
Şeker karamela istemiyorum
Çizgi film oyuncak istemiyorum
Anne sana geliyorum
Fakat ellerin donmuş
Fakat gözlerin ölmüş
Anne sen kimsin
Anne nerdesin
Soruyorum bak anne
Korkuyorum
Korkuyorum
Anne bak üşüyorum
Isınmak istiyorum
Kucağın nerde anne
Şefkatin nerde
Bu yaldızlar
Bu yapma kuşlar
Bu yalancı memeler
Bu naylon bebekler
Düşümde bir dağ görüyorum
Üstünde çiçekler
Anne bak ölüyorum
Anne ölüyorum
Anne
Ölüyorum

Özlem Özbek

Ehlince malum, biz yine de bir hatırlatalım, bu güzel şiiri, Değerli Sanatçımız Sayın Aykut KUŞKAYA yorumu ile dinleyebilirsiniz.

Selva Sönmez

Çocuklar Hayatı Hayret Makamında Kucaklamak İster

Çocuklarına iyi bir anne olabilmek ve daha da ötesi onları ‘yaratılmış oldukları ahsen-i takvim’ kıvamınca iyi bir müslüman olma yolunda doğru bir rehber olabilmek için birçok kitap, makale, seminer v.b yol gösterici, klavuz diyebileceğimiz yardımcılarla yol almaya gayret gösteriyoruz.

 

Ancak bu yolculukta bizim birçok kez tökezlememize, sorularımıza yanıtlar bulmamıza yardımcı olacak dinamiklerin gönül hazinelerimizde, asli fıtratımızda saklı olduğunu birçok defa unutabiliyoruz.

 

Günümüz dünyasında birçok anne baba çocuklarını apartman dairlerinde ve çoğu zaman da yaşıtlarından uzak veya sınırlı zamanlarda yaşıtları ile vakit geçirebilecekleri mekanlar bulabiliyorlar…

 

Bunun için hangi yaş aralığı uygun olur? tartışmalarını bir kenara bırakacak olursak, çocuğun aslında neye, kime ve hangi zamanda ihtiyacı olduğu sorularını yanıtlamamız lazım.. Ama gönlümüzün iç sesini bastırmadan, ona kulak vererek…

 

Evet, çocuklarımıza apartman dairelerinde maalesef, çocukluklarının gereğince hareket ve yaşam alanları sunabilmekte zorlanıyoruz… Zira çocuk koşmak ister, çocuk gönlünce zıplamak ister, çocuk çığlık çığlığa bağırmak, çocuk toprakla temas etmek, kirlenmek, su birikintisine ayakkabısı ile defalarca basarak, o sesin ahengine ruhunu kaptırmak ister.

 

Çocuk, hayret makamında, fıtratına uygun bir hayat yaşamak ister.. Peki bu hayatın yoğun koşturmasında kendini kaybeden, gönlünün sesine uzak düşen ebeveyn, komşu ve büyüklerle nasıl mümkün olabilir ki?

 

Çocuk biraz koşayım dese,

 

-Aman koşma evladım, alt komşu rahatsız oluyor.

 

Az zıplasa,elinde sopası hazır bekleyen, alt komşu hemen başlar ‘tak tak’ ikazlarına… Çocuk ne yapsın, komşular, anne- babalar ve gönlünün iç sesi arasında sıkışır kalır….

 

Ruhunun akan o coşkun nehrine sürekli set çeker büyüklerin acımasız, anlayışsız ikazları.. Eline bir kalem geçer, kâğıda değil de duvara çizeceği tutar ama bu sefer de anne- baba çığlıkları yükselir. Yine susar çocuk… Kimi zaman bunun peşi sıra cezalar da gelir.. Çocuk susar.. Çocuk yüreği ağlar… Kimi zaman kendine kuytu köşe arar, oyun arar aslında çocuk, o esnada mutfak masasının altı uygundur, tam aradığı bir mekandır der. Giriverir, saklanır orada… Kalkayım derken, deviriverir masanın üstünde ne varsa… Yine titiz anne- baba durmaz çığlık sesleri yükselir, kimi zaman hakaretler ardı sıra eklenir…

 

Çocuk ne yapsın? Susar… Bu büyükler nasılda anlayış yoksunu olmuştur? Bir zamanlar çocuk olduklarını nasıl da unutmuş, nasıl bir gafletin girdabında boğulmuştu?

 

Onlara zaman ayırmadıkları yetmiyormuş gibi bir de onların hayatı tanımasına, anlamısına da hiç mi hiç yardım etmiyorlardı. Tek bildikleri kural koymak ve onlara uyulmadığında kızıp, bağırmak ve ceza vermekti.

 

Çocuk, ne büyük nimettir oysa.. En güzel emanetidir Rabbimiz’in.. Bu emanetten sorulacağız… Şükrü büyük emek isteyen bu güzel emanetlere nasıl bir anne-baba olduğumuzdan…

 

.Hz. Peygamber SallAllahu Aleyhi Vesellem “Çocuklarınızla çocuklaşındiye hadis-i şerifte buyuruyor.

 

Hz. Ali Efendimiz ise ‘Çocuklarınızla 7 yaşına kadar oynayın, onlarla çocuklaşın, 15 yaşna kadar onlarla arkadaşlk edin ve daha sonra onlarla istişare edin’ buyuruyor.

Çocuklar, şefkat ve merhamet ile kucaklanmak ister.. Çocuklar anlayış ister… Çocuklar tepeden onlarla konuşan, adeta birer dev gibi onlara tepeden hitap eden büyükler değil, tıpkı Güzeller Güzeli Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam gibi seviyelerine eğilip, muhatap alınmak ister…

Çocuklar, gönül dünyalarını incitmeyen, kırmayan, onları teknolojinin kucağına atmayan, onları merhametle, sabırla kucaklayan anne,baba ve büyükler ister..

Çocuklar hayret makamında, hayatı kucaklamak ister…

Hz. Enes,  Peygamberimiz’in 10 yıl hizmetinde bulunmuş ve bir kere olsun yaptığı bir iş için kendisine “Bunu niçin böyle yaptın?!” yapmadığı bir şey için de “Bunu niye böyle yapmadın?!” demediğini rivayet ediyor. (Müslim, Fezâil: 132. )

Yine Hz. Enes’ten rivayet edilir, “Resûlullah ( aleyhisselâm ) insanların en güzel huylusu idi. Beni bir gün bir yere gönderdi. Vallahi gitmem dedim. Fakat gidecektim. Emrini yapmak için dışarı çıktım. Çocuklar dışarda oynuyordu. Onların yanından geçerken arkama baktım Resûlullah ( aleyhisselâm ) arkamdan geliyordu. Mübârek yüzü gülüyordu. “Yâ Enes! Dediğim yere gittin mi?”buyurdu. Evet gidiyorum, Yâ Resûlallah dedim.

Selva Sönmez  – cocukaile.net

Hayata Çocuklarla Karışmak

Hayatın o nefesimizi kesen, bizi içine katan kalabalığına bir dur diyerek, ‘an’ da tefekkür hazinelerine bir seyyah misali yol alarak bulmaya niyet edebilmeli insan.Hani gökyüzünün mavisini, çimento yeşilini, çiçeklerin kokusunu, çocukların masumiyetlerine dikkat kesilebilmeli.

Hani hayatı kucaklamak isteyen evlatlarına, onlar her ‘Anne beraber oynayalım mı?’ diye sorarken, zamanı durdurabilme iradesine sahip olmak isteriz ya…

Ama bir türlü sonu gelmez ya ardısıra gelen dünya telaşımızın işleri yüzünden…

Ve zaman hep bu minvalde ilerlerken, artık o bize ‘anne, gel, birlikte oynayalım’ diye yalvaran evladımız büyümüş ve oyuna arkadaşlar bulmuşsa, en acısı da siz o günlerin nedametinde iken artık uçup giden zamanı geri getiremeyeceğimizi anlarsınız…

Çocuklarımız, artık oyunlarına iştirak edecek arkadaşlara sahiplerdir….

Ama maalesef gönüllerinde, hep işleri olan, bir türlü kendisine zaman ayıramayan annelerine dair olan kırgınlıkları bir ömür boyu onların yüreklerinde bir yük olarak kalacaktır.

Ve o anneler artık çocuklarından isterler ya, bize zaman ayırsın diye bekler dururlar ya…. Hani derler ya ‘Ne çabuk unuttun, sonra dediğin ve o sonraların sonu gelmediğini?”

Ve zamanı kovalama çabasının beyhude olduğunu ama insana verilen değer ölçüsünde değer görebildiğimizi…

Bizlere Rabbimiz’in en güzel hediyesi, en değerli misafiri olan bu cennet kokulu evlatlarımıza ayırdığımız zaman nisbetinde gelecekte onlar da bizlere zamanlarını ayırabilir.

Üstelik bunun için özel ayrılan zaman dilimlerine, yüksek fiyatlı oyuncaklara da hiç ihtiyaç yok.

Onların ihtiyacı, anlaşılabilir olmak. Misal, evde yaptığımız temizliğe onları da ortak edip, ellerine bir bez verip, birlikte sohbet ederek yapılan bir temizlik, hem onları keyiflendirir, hem annenin zamanını bereketlendirir.

Hayatı doğal akışında çocuklarımızla ailemizle değerlendirdiğimizde çocuklarımızın gönüllerinde ona zaman ayıramayan, teknolojinin ellerine emanet edip, kendi işlerine koşturan ebeveyn olmaktan kurtuluruz.

Zamanı kaliteli kılan aslında Rabbi’nin emaneti olan cennet kokulu evlatlarımıza ses verip, onlarla hayata karışmak.

Selva Sönmez – cocukaile.net