Hafız Ağabey, iki gün önce hafızalardan silinemeyecek müthiş bir olay yaşadık. Olayın şokunu hâlâ üzerimizden atabilmiş değiliz. Dün değil evvelki gece kurşun sesleriyle uyandık. Sanki imha edilmek üzere cephede basılmış şehit adayları gibiydik. İnanın İsmail Ağabey, “gibisi” bile fazla. Eğer kaderde yağlı kurşunlarla şehit olmak varsa, o, bu geceden başka zaman olamazdı her halde. Ölüm, kapıda değil, odanın içinde kol geziyordu. Duvarlara çarpan kurşunlar, yavaş yavaş yanımıza düşüyordu. Feleğimiz şaşmıştı, ne olduğunu bilememiştik. PKK militanları, bizi yok etmek için yapmışlar bu saldırıyı.
Bir ara kurşun sesleri kesilince onlar duyacak şekilde bağırdım: “Buraya kitap okumak için geldik, elimizde silah yok. Yakına gelmeniz, yüz yüze görüşmemiz daha uygun olacak.”
Silahlı üç kişi, elleri tetikte, namlular bize dönük olarak yavaş yavaş yanımıza geldiler. Her an tetikler çekilebilir, namlular patlayabilirdi. Ben onlara nur talebesi olduğumuzu, buraya kitap okumak için geldiğimizi, Bediüzzaman’ın da onların hemşehrisi olduğunu, dinden imandan kimseye zarar gelmeyeceğini, başkasına zarar vermeyeceğimizi anlattım. Bediüzzaman’ın da yaz aylarında gelip burada kitap okuduğunu, bunun için burayı tercih ettiğimizi söyledim. Biz anlatırken biraz uzakta pusuda olan arkadaşları, yanımızdakileri iki de bir çağırıyorlardı. Ben bir an etrafıma baktım, bir de ne göreyim, Üstad sağımda ayakta duruyor. Tekrar tekrar baktım, evet üstad sağımda ayakta duruyordu. Aldığım maddi ve manevi kuvvetle konuşmalarıma devam ettim.
Silahlı üç kişi, çağıran arkadaşlarının yanına gitmedikleri gibi, üstelik mevzideki arkadaşları çıkıp çıkıp bizim yanımıza geliyorlardı. Bu ara mumları yakarak çay suyu koyduk. Yaklaşık iki saat kadar konuştum. Onların hepsi de karşıma geçmiş dinliyorlardı. Ben konuşmalarımda, bütün insanlığın, Türkiye’nin ve Doğu’nun nasıl kurtulması gerektiğini, İslam’ın bizi kardeş yaptığını, imanın ne derece büyük bir kuvvet olduğunu anlattım. Çay içerken bile anlatıyordum. Onlar kalkıp gittiğinde vakit sabaha yakındı.
Dün tekrar gelip bizi yakın köye, yemeğe davet ettiler. İyi ki geldiniz Hafız Ağabey, bu akşam oraya birlikte gideriz. Hem o köyün imamı Ali Hoca, Risale-i Nur’a muhalifmiş, ona da eserleri ve Risale-i Nur davasını anlatırız.”
Bir gaza dönüşündeki an gibi, kendimizi mutlu ve rahat hissederken Ali Uçar’a bir daha, Üstadı sağ tarafında nasıl gördüğünü sordum. O da tekrar anlattı ve ekledi:
“Ben böyle çok defa Üstadı yanımda görüyorum.”