MODERN ZAMANLAR yoksulluğun yerildiği, varsıllığın övüldüğü zamanlardır. İnsan için cesedini daha konforlu yaşatabilmek dışında bir gayeyi meşru görmez. Maddi veya kapital olarak kendi skalasında, kendi değer ölçeğinde anlamlandıramadığı çalışmaları hoş görmez, beyhude görür; mistik, metafizik gibi isimlendirmelerle değersizleştirdiğini, fantastik bir uğraş haline dönüştürdüğünü düşünür.
Modern zamanların lügatinde fakirlik ve acziyetin, içerisinde kaale alınır bir değere işaret ettiği bir anlam veya kavram yoktur. Başarmanın ölçüsü fakirlikten uzaklaşmanın derecesidir. “İhtiyaç hissetme” halinden ne kadar uzakta kalırsan ve “sahiplik, malikiyet” hisleriyle ne kadar hâllenirsen o kadar başarılı olursun.
Modern zamanların hayat ve dolayısıyla insan tasavvuru tek-tiptir. Hayatı tek bir formda okur. Yoksul bir hayat bu formun içerisinde ihmal edilmeye değerdir onun için.
Oysaki mü’min hayatı ve eşyayı tek bir formda okumaz. Zıtların kardeşliğinde ve tezatların buluşturduğu noktada Rabbinin şuunatına mazhar olma halini yaşar. Mü’min varsıl iken şükür ve şefkat vurgulu bir ubudiyet kurgusuyla, yoksul iken ise sabır ve izzet vurgulu bir ubudiyet kurgusuyla hayatı okuması ve muhatap olması gerektiğini bilir; bilmekle de yetinmez, o hali dünyasına taşır, aklındaki bilgiyi kalbindeki marifete ulaştırır ve dönüştürür. Her halükarda insan ister sabır, ister şükür yoğun ubudiyetle mükellef olsun, dünyasını acz ve fakr ile yoğurmak ve beslemek durumundadır.
Şükür halinde “Ben acizdim, fakirdim iktidarım kısıtlı idi, Sen (Muhsin olan Rabbim) bu nimetleri bana ihsan ettin, kudretinle (Kadir olan Rabbim) bana yardım ettin, benim fakirliğim Senin gınana (Ganiyy olan Rabbim) benim acziyetim Senin kudretine işaret eder” bilinci vardır. İnsanın şükür hali dünyasında bu anlamların varlığına işaret eder. Sabretmenin dili de dünyamızda “Ben acziyet ve fakr içindeyim, ancak Senin kudret ve ihsanınla aczimin ve fakrımın perişaniyetinden kurtulabilirim” manasının yerleştiğini gösterir.
Yani modern zamanlar veya zamanın ahiri bizi fakirliği yok sayan bir hayat tasavvuruna çağırır, başarı ve itibar ölçüsü olarak zenginliği koyar önümüze ve dünyamıza. Modern zamanlar için fakirliğin, başarısızlığın ve yenilginin tek formlu hayat tasavvuru içinde yerleri yoktur. Başarısızlık ve sonucu olarak fakirlik bu hayat içerisinde hiçbir anlamsal kalıba tekabül etmemektedir ve bu anlamda işaret ettiği bir değer kesinkes yoktur.
Oysa ubudiyet hali, adı üzerinde bir “hal”dir ve hayatın içerisinde yok saydığı, değersizleştirdiği, ihmal ettiği hiçbir durum söz konusu değildir. Allah Kâbıd ve Bâsıt’tır. Dilediğini genişlendirir, dilediğini daraltır, her halükarda rızkı veren Allah’tır. Hayat ve eşya Rabbinin yazar bozar bir tahtasıdır. Her yazmak ve bozmak bir esma talimine, en nihayetinde ise bir şuunata işaret eder. İnsan ise hem mülktür, hem memluktur, hem de mülkünde çalışmaktadır. Dolayısıyla insanın nefsine ve enesine hiçbir açık kapı kalmamaktadır.
Ubudiyet hali Rabbinin şuunatından nasiplenebilme halidir. Bu halde makbul olan başarmak değildir. Bilakis bazen makbul olan yenilmek de olabilir. Makbul olan “akıbet sahibi” olabilmektir. Ve akıbet muttakilerin olacaktır. Muttakiler ister başarısızlık, fakirlik ve yenilgi ile sabır vurgulu bir ubudiyet halinde olsunlar, ister başarı, zenginlik ve galibiyetle şükür vurgulu bir ubudiyet halinde olsunlar, her ne halde olurlarsa olsunlar, enfüsî âlemlerinin merkezinde fakirlik ve acziyet marifeti vardır. Bu marifetle Rabbinin ihsan etme, şefkat etme, rızıklandırma şuunatına muhatap olur. Varsıllığın veya yoksulluğun, başarının veya başarısızlığın, yenilginin veya zaferin her halin içerisinde bu şuunattan nasiplendirecek bir ubudiyet tavrı vardır. Aslolan hayatı bu ubudiyet tavrını merkeze alan bir duruşla okuyabilmektir. Bunun için modern zamanların zihnimize ve dünyamıza berkittiği, başarıyı her halükarda yücelten, zenginliği de başarının tek ve sarsılmaz ölçüsü olarak sunan duruşuna karşın, zenginliği ve fakirliği de “takva hali”nin farklı renkleri haline getiren “akıbet sahibi muttakilerin” duruşunu dünyamıza taşımalı ve hakim kılmalıyız.
Aslolan şu dünya hayatında modernizmin tamamen maddi ölçüleriyle “dünya hayatından bir zahir bilenler”den olmamak, bir müttaki olarak küfür ve dalalet dışında her halin kalbimize ve vicdanımıza ulaştırdığı şükür derslerinin muhatabı olabilmektir.
Ey talib-i hakikat, belki de bilsen Rabbinden, “yenilme”yi daha çok yenilmeyi, “fakirliği” daha çok fakirliği, “başaramama”yı daha çok başaramamayı talep edersin.
Kim bilir.. Alîm ve Hakîm olan Rabbin bilir.
© 2010 karakalem.net, Metin Ergöktaş