İslam’ın sorumluluk sahibi halifesi Hz. Ömer Efendimiz’e son anlarında çevresindekiler tekliflerini şöyle yaparlar:
-Yerinize oğlunuz Abdullah‘ı tayin etseniz de sizden sonra o halifemiz olsa?
Bugünkü felsefeyle bakacak olursak tam bir fırsat, ‘hemen oğlumu yerime tayin ediyorum’ diyeceğini düşünüyor insan. Ama öyle demiyor sorumluluk sahibi halife. Bakın nasıl kısa bir cümleyle cevap veriyor:
-Bir evden bir kurban yeter!..
Yönetim sorumluluğunu yüklenmeyi kendini kurban etmek gibi riskli bir hizmet kabul ediyor, ‘ikinci kurbanı da bu evden vermeyelim, siz kendinize başka aileden bir kurban seçin’ demek istiyor.
İşte burada akla şöyle bir soru geliyor:
-Yönetim makamı kendini kurban etmek gibi ağır bir sorumluluk yüklüyorsa, neden bazı yöneticiler o makama çıkmak için her türlü yolu deniyor, çıktıktan sonra da halkın ayaklanması pahasına da olsa bir daha bırakmayı istemiyor, hatta ölmeyi, öldürmeyi bile göze alabiliyor o makamda devamlı kalabilmek için?
-Onlar bu makam ve mevkiin sadece dünyevi getirisine kilitleniyor, uhrevi hesap ve sorumluluğunu düşünmüyor da ondan. Onların tekrar ettikleri tekerleme malum:
– Bir baş ol da istersen soğan başı ol!
Demek ki böylelerinin hedeflerinde baş olmanın sadece dünyevi getirisi var, uhrevi götürüsü ve sorumluluğu söz konusu değil..
Bu durumda isterseniz bir göz atalım bazılarının akıllarına bile getirmedikleri baş olmanın uhrevi sorumluluk ve sonucuna.. Öyle basite alınıp küçümsenecek bir sonuç mu baş olmanın uhrevi sorumluluğu ve sonucu, bir görelim.
Mahşer halkı hesap yerine toplanacaklar. Orada yöneticiler yönettikleri halkla yüz yüze gelip hesaplaşma ve helallik dileme zorunda kalacaklar..
Yönettikleri insanlar haklarını helal etmezlerse, nasıl helalleşecekler bunca hak sahibi halkla yöneticiler? Bakın nasıl gerçekleşecek yönettikleri halkla helalleşme ve hesaplaşma hadisesi?
Önce kendi sevaplarını verecekler hak sahiplerine! Verdiği sevapları yetişmezse bu defa da hak sahiplerinin günahlarını yüklenecekler sırtlarına.. Hadisin ifadesiyle, ‘işte bu sonuç, adaletsiz yöneticinin tam bir iflası’ olacaktır. Çünkü sevabını tümüyle vermiş, verecek başka bir şeyi kalmayınca hakkını yediklerinin günahlarını yüklenmeye mecbur kalmış..
Ne dersiniz, yöneticiyi düşündürmesi gereken ağırlıkta bir sonuç değil mi bu?
İşte bundan dolayı Abbasi Halifesi Mansur, hacda büyük alim Abdullah bin Mübarek‘in şöyle bir sorusuna muhatap olur:
– Ey müminlerin emiri! der Abdullah bin Mübarek, görüyor musun şu gözyaşı döken hacıların halini? Bunların her biri sadece kendi nefislerinin hesabından korktuklarından dolayı gözyaşı döküyorlar; sen ise kendi nefsinden başka yönettiğin insanların da hesabını vererek helalleşmek zorunda kalacaksın, bu durumda senin ne kadar gözyaşı dökmen gerekecek acaba? Yönettiğin insanların içinde mazlumlar, mağdurlar, mahrumlar varsa.. bunların dertlerine deva olmamış, sıkıntılarını gidermemişsen .. hep karşına dikilecek, senden haklarını isteyecekler.. Nasıl ödeşeceksin bunca mazlum ve mahrumlarla? Sevabın yetecek mi, yoksa onların veballerini de yüklenmek zorunda mı kalacaksın mahşerde?
Artık gözyaşı dökme sırası, Halife Mansur’a gelmiştir bu ikazdan sonra.
Halkının isyan bayrağı açmasına rağmen, seçim yaparak emaneti ehline vermek istemeyen yöneticileri görünce insan şaşırıyor.. Bir yanda ‘bir evden bir kurban yeter’ diyecek kadar sorumluluk sahibi yöneticiler, bir yanda da 20-30 senedir halkına sormadan işgal ettiği makamını ölme, öldürme pahasına da olsa bırakmak istemeyen sorumsuz ve seçimsiz yöneticiler.. Ayetin ikazı kulaklarımızda çınlıyor bu seçimsizlik ve sorumsuzluk karşısında:
-Fatebiru ya ülil esbar!.. ibret alın ey basiret sahipleri!..
Ahmed ŞAHİN – Zaman