Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Arif Nihat Asya’nın naklettikleri

Halim-selim, melekler gibi temiz bir şahsiyet. Senirkent’te kendisine “Kara Melek” diyorlar. Türkiye’de demokrasi mücadelesinde, vatan, millet ve İslâmiyete hizmetleri büyük olmuştur. Halk Partisi istibdadına karşı büyük mücadele vermiş, Senirkent faciasında ve Milliyetçiler Derneği çalışmalarında da yine ön saflarda yer almıştır.

Nihayet masum ve mazlum Nur Talebelerinin yardımına koşarken görüyoruz onu. Dr. Tahsin Tola’dan bahsetmek istiyorum. Nureddin Topçu, Yarınki Türkiye isimli eserinde “Zafer” isimli yazısında ondan bahseder: “Zaferimiz ebedi olmalıdır ve iyi araştırılırsa her zaferin gayesi ebediliği kazanmak, ebedîlik âleminde bir ülkeyi ele geçirmektir. “Siz çok istiyorsunuz ve sanki iradenizle bir şey istemiyorsunuz. Sizin elinizden bir ekmeğiniz alınmış. Onun yerine iki ekmek istiyorsunuz. Çok bir şey isteyebilmiş değilsiniz.

“Ve iradenin sonsuzluğa giden hareketini bu noktada durdurup bitiriyorsunuz. Halbuki bir ekmeğinizi elinizden alana siz bir ekmek daha verseniz, hem ruh inceliğiyle, hem de güleryüzle verseniz, iradeniz sonsuzluğa doğru gidişinde yol alacaktır. “Senirkent köylüleri gibi olunuz. Size zulmeden jandarmaları doyurunuz. Muvaffak olursunuz. Böyle yaparsanız kaynağı aynı olan iradelerimiz çatışmaz. Aynı âhenkte birleşir ve kendinden geldiği Allah’a doğru ilerler.

“Gandi dünyaya, Dr. Tola Anadolu insanın ruhunu tanıtmak istedi.” Büyük bir fedakârlıkla, Senirkent köylülerinin yardımına koştuğu gibi, aynı fedakârlıkla Bediüzzaman’ın ve Nur Talebelerinin de yardımına koşmuştu.

Üstadı ilk ziyaretim

Bediüzzaman ile tanışmasını, ziyaretini o tatlı diliyle sakin sakin şöyle anlatıyor: “Hz. Üstad ilk görüşüm ve ziyaret edişim şöyle olmuştu: “Senirkent’ten Isparta’ya gitmiştim. Milletvekili olduğum için, içimde bir endişe vardı. Gazeteciler görmesin diye düşünüyordum. Onların görüp de yaygara yapmalarından çekiniyordum. “Isparta’da Bey Mahallesindeki evine gittim. Her zaman kullanmadığım halde, o gün hilaf-ı âdet olarak, başımda bir şapka vardı. Evine gidince şapkayı salona asarak abdest aldım. “Üstad Bediüzzaman’ın huzuruna abdestli olarak, hürmet ve edep içinde çıktım. “Elini öperek gösterdiği yere oturdum. Hatırımda kalan Üstadın bana ilk sözleri şöyle olmuştu: “Şapkaya fetva verdim”

“Kardeşim size şunu söyleyeyim; şapka için ben fetva verdim: Şapkayı giyen kâfir olmaz. Eğer ben o fetvayı vermeseydim, yirmi Şeyh Said daha çıkardı, isyan ederdi. Binlerce masumun kanı dökülürdü. Otuz sene eziyet ve sıkıntı çektim, helâl olsun… Şeyhülislâm Zenbilli Ali Cemâli Efendinin şapka hakkındaki fetvasını bildiğim halde, mukabil fetva verdim. Bu şapka için sevap kazanayım diye, yirmi Şeyh Said çıkar isyan ederdi. Bu yüzden yüz bin insan öldürüldü. Benim çektiğim eziyetler helâl olsun. Pişman değilim.”

Menderes’e söyle: Risale-i Nurları neşretsin

Tahsin Tola, daha sonraki hatıraların şöyle anlatıyor: “Afyon mahkemesi neticelenmesi ve temyizin beraet kararını tasdiki üzerine, Üstad beni Adnan Menderes’e gönderdi. Selâmlarını mektep ve medrese ehlini birleştiren şarkta uhuvvet-i İslâmiyeyi temin eden aklen ve kalben İslamiyeti ders veren Risale-i Nur’un neşrini söylememizi istedi. “Isparta milletvekili İrfan Aksu ile birlikte rahmetli Adnan Menderes’e gittik. Üstadın selâmını tebliğ ettik. Adnan Bey bu selâmı hürmetle aldı. Daha sonra Risale-i Nur’un mahiyetini anlattım.

“Ayrıca Nur’ların neşredilmesi, hariçte, İslâm âleminin bu vatan ahalisine kardeşlik ve alâkasını celbedecek, dahilde ise umumî bir hoşnutluk meydana getirecek. Adnan Menderes’e bütün bunları söyleyince, merhum Menderes hiç itiraz etmedi. Daha bir iki cümle söylemeden , ‘Tamam’ dedi. “Sizi vazifelendiriyorum. Hemen faaliyete geçin. Diyanet İşlerine gidin… Eyüb Sabri Efendi (Hayırlıoğlu) ile görüşün… Risale-i Nur’ları neşretsin!’ dedi.

Mebus maaşlarına zam

“Millevekili maaşlarına zam yapılmıştı. Bu duruma Üstad üzülmüştü. “Kırk kişi çıkmayacak mı? Bu parayı kabul etmeyecek, çıkmayacak mı? Kırk kişi fedakârlık edin, bu parayı kabul etmeyin’ dedi.
“Bediüzzaman’ın bu sözlerini bir işaret olarak kabul ettim. Millevekili olan arkadaşlarım Gazi Yiğitbaşı’na söyledim. O da cevaben, ‘Nerede kardeşim o fedakâr insanlar? Bizim dindarlar bu parayı istiyorlar. Maaşlarının artmasını talep ediyorlar’ diye cevap verdi. “Ben Gazi Yiğitbaşı ile konuştuktan sonra, belki kırk kişi bulabilirim ümidiyle çalışmaya başladım. Maalesef muvaffak olamadım.

Ben Tahsin’i alıyorum

“1957 seçimlerinde Senirkent ile Eğirdir arasında ihtilâf vardı. Ben ihtilâflar büyümesin diye, adaylığımı koymadım. Sonra benim haberim olmadan merkezden, beni Bingöl adayı olarak koymuşlardı. “Bingöl’e giderken Isparta’da Üstadı ziyaret ettim. Üstad Hazretleri: “Bingöl’de çok şehit var. Mübarek bir beldedir’ diye konuştu. Ayrıca Hulusi Beye, Mehmed Kayalar’a selâm gönderdi, bizi desteklemelerini söyledi. “Ben Bingöl’e gittikten sonra Üstad Hazretleri bizim çocuklara: “Ben Tahsin’i alıyorum içlerinden demiş.

Kazanamadığınızı tebrik ederim

“Eğirdir’de Nur Risalelerine dost olan Ali Çetin isminde maliyede memur bir arkadaş vardı. “1957 seçimlerinde aday olamamıştı. Üstadı ziyaret ederek dert yanmıştı. “Efendim nasıl olur. Tevfik Tığlı kazandı. Ben kazanamadım?’ “Üstad ise, ‘Tebrik ederim, tebrik ederim… ‘ diyordu. “Ali Çetin, Üstad herhalde anlamadı diye, yine kazanamadığından bahsediyor, Üstad yine, “Tebrik ederim, tebrik ederim…’ diyor. Bu şekilde tam üç sefer Ali Çetin söyleyince, nihayet Üstad, “Tebrik ederim, kazanamadığınızı tebrik ederim’ diye kazanmadığını açıkça tebrik ediyordu.

“Biz 1957’de kazanamadık. Böylece ileride gelen ihtilâl hapishanelerinden, Yassıada’dan da, Üstadın himmet ve duasıyla kurtulmuştuk.

Adnan Bey kardeşime selâm söyle

“Ankara’ya gideceğim zaman Isparta’da Üstada uğradım. Üstad daima, “Adnan Bey kardeşime selâm söyle… O bizim himayemizdedir. Eğer biz onu himaye etmezsek (eliyle işaret ederek) bir anda altı üstüne gelir. Bizi âlem-i İslâmdan, Pakistan’dan çağırıyorlar. Eğer burayı bırakıp gitsek, bir anda altı üstüne gelir. Burayı biz muhafaza ediyoruz’ diye dersler verirdi. 

“Adnan Menderes’in Londra seyahati sırasında, Üstad çok telaşlanmıştı. Ali İhsan Tola ile Atıf Ural’ı Menderes’e göndermişti. Seyahatini tehir etmesini istiyordu. Arkadaşlar Menderes İstanbul’a gittiği için görüşemediler. Üstadın çok mühim bir arzusunu Menderes’e ulaştıramadık. Daha sonra Üstadın bu derece telaş sebebi ortaya çıktı. Menderes uçak kazası geçirdi, fakat inayet-i İlâhî ile kurtuldu.

Üstadın son Ankara seyahati

“Üstad son Ankara seyahatinde, beni Ankara Valisine gönderdi, görüşmek istedi. “Ben kendisinin makamına gitmek isterdim, fakat çok hastayım. Çok mühim bir meseleyi görüşeceğim kendisiyle, selâmımı söyle, buraya gelsin’ diye haber gönderdi. “Valiye gittiğimde yerinde yoktu. Tekrar dönerek Üstada bulamadığımı söyledim. Bu sefer de Üstad beni savcıya gönderdi. Mutlaka bir devlet adamıyla görüşmek istiyordu. “Savcıyı yerinde bularak durumu arzettim. Savcı gelmek istemedi: “Biz onun kitaplarını iade ettik’ dedi. O günlerde Sikke-i Tasdik-i Gaybi’nın davası vardı.

“Üstad: “Yok… Yok… Ben onun için, kitaplar için çağırmadım. Başka çok mühim bir mesele için çağırdım’ diyerek tekrar savcıyı çağırmamı istedi. Hattâ hiç unutmam aynen şöyle dedi: “Git çağır gelsin… Yoksa o demokrat değil mi?’ “Tekrar acele ile savcıya gittim. Bu sefer savcı daha da evhamlandı. Korktu ve telaşlandı. Gelmek istemedi. “Üstad çok telaşlı idi. Gelen bir musibeti, bir felâketi önlemek istiyordu. Daha sonra şu haberi gönderdi:

“Ayasofya’yı tekrar camiye çeviriniz. Risale-i Nur’un serbestiyetini resmen ilân ediniz. ‘Eğer bunları yaparsanız, biz de sizlere resmen dua etmeye karar vereceğiz.’ “Bizi başka yerlerden, âlem-i İslâmdan, Pakistandan çağırıyorlar. Ben gitmiyorum. Eğer ben gitsem böyle böyle olur burası.’ (Eliyle Türkiye’nin karışacağını, hükümetin yuvarlanacağını, tepe taklak olacağını işaret ediyordu.)

“Yine Ankara’da Üstad bana bir Gençlik Rehberi verdi, arkasına bir dua yazdı. Bu kitabı Demokrat Partinin Adliye Bakanlığını yapan, daha sonra da Millî Emniyet Başkanı olan Prof. Hüseyin Avni Göktürk’e vermemi söyledi. “Kitabı alarak Ali İhsan Tola ile birlikte, Hüseyin Avni Beye gittik. Kitabı kendisine Üstad Hazretlerinin gönderdiğini ifade ettik. Hüseyin Avni Bey çok memnun oldu. “Kendisinin dindar bir Müslüman olduğunu söyleyerek, cebinden bir Kur’ân-ı Kerim çıkarıp gösterdi.

Üstadın son günleri

“Üstadın son günleriydi. Yine yanına ziyarete gittim. O zaman içimden, emr-i Hak vuku bulduğu zaman ‘Üstada Isparta’da bir türbe yaptırırız’ diye düşünüyordum. “Üstadın elini öpüp oturunca, Hazret-i Üstad, “Gel kardeşim… ‘ diye yanına çağırdı, yer gösterdi. Bana şunları ifade etti: “Ben şimdi vasiyetnamemi yazdırdım. Ben sağlığımda olduğu gibi, vefatımda da kimsenin ziyaret etmesini, türbe vesaire gibi şeyler istemiyorum… “

Dr. Tahsin Tola, Isparta gülistanının, mübarek bir meleğidir. Üstad Bediüzzaman’a ve onun kudsî dâvasına yaptığı hizmetler genç nesillerin şükranını celbetmiştir. Isparta’nın bu “Kara Meleği” bir tevazu burcudur. Arif Nihat Asya’nın şu mısralarını, Dr. Tola’nın Anadolu insanının ruhunu kurtarmak dâvasındaki erenlerden birisi olarak takdim ediyorum:

ISPARTA
Koru koru, bahçe bahçe
Kuşlar ses verir, ses alır…
Parkında çiçek tarhları,
Halılarından ders alır;
Isparta’nın erenleri
Gülsuyuyla abdest alır…
Çiçekten, yemişten, aşktan
Muradını herkes alır…
Isparta’da göğüsler, gül
Kokusundan nefes alır…
Isparta’nın erenleri,
Gülsuyuyla abdest alır…

Arif Nihat ASYA

Gerçek baba

Babadır, evin ana direği,
O bilir ve yapar gereği,
Alır baltayı, bazan küreği,
Onla rahatlar, aile yüreği.

Ailede baba, durmaz koşar,
Başka şeyi, hiç sevemez, boşar,
İhtiyaçları temin için, coşar,
O eşsiz bir sevgi ile, yaşar.

Durmadan evlat der, onu arar,
Baba gibi evlada, yoktur ki yar,
Babasız ev, herkese gelir dar,
O yoksa evde durmaz yağar kar.

Babalı bir evi kaplar bahar,
Misafir gelir, ev sahibini arar,
Borç, faturaya ancak o yarar,
Onsuz kalan evde herkes ağlar.

Dört eş ona, Allah izin vermiş,
Haklarını verene, sen al demiş,
Evde her şeye, onla perde germiş,
Erkeksiz bir ev, naneyi yemiş.

Baba ailede, baş Reisdir,
Onun yüklerini, Allah bilir,
Ona cennette, Huriler verir,
İmanlıya, her iyilik gelir,

Ne mutlu, o imanlı babaya,,
Her iki hayatta, kalmaz yaya,
Burda başını secdeye koya,
Orda mutlu olur, doya doya.

Ey imanlı baba, ne mutlu sana,
Madem ki kaldın, ahir zamana,
Dindarlık olsun, hedefin ana,
Cennette mutlu ol, iç kana kana.

Abdülkadir Haktanır

Hadis-i Şerifte “Kafirlere Benzemeyin” Diyor

Hadisin orijinali: “Men teşebbehe bi kavmin fehüve minhüm.” (Kim başka bir kavme benzerse o onlardandır.) buyuruyor.
Şimdi, biz ki, dünyanın üç kıt’asına hakim şehid dedelerin torunlarıyız. Madem öyle, ne yapıp edip, gabilikten çok uzak durmaya gayret etmeliyiz. Bunu da bilmeliyiz ki, her şeye hassas nazarla bakan Müslümanlık, kabalığı taşır bir din değildir. Şimdi İslam dinini yaşamanın ulviyeti tarif edilmez bir değerdedir ki, Allah insana ebedi bir hayatta sonsuz bir mutluluğu vaad etmiştir. Tabii ki hak eden Müslümanlara… Onu hak etmeğe gayret lazım. Yoksa, Allah’ın Kanununa ters hareket edenin yeri Cehennemdir. O zaman biz Müslümanların, cehennemden kurtulup cenneti hak etmekte daha büyük bir derdimiz yok.
Bunu da bilmeliyiz ki Allah’ın emirlerine uymaya gayret eden kimseye, dünya rahatlığını da Allah temin eder. Bunu çoğu bilmediği için, şimdi çok kimse “işim çok, o sebepten namazımı kılamıyorum” diyebiliyor. Halbuki eğer sen namazını terk etmemeye kararlı isen hiç şüphe etme ki, işinde sana Allah kolaylık verecektir.
Adamın birini bir patron işe almış. İşe giren adam, öğle ve ikindi namazını işteyken kılmak icap ettiğine göre öğle namazını kılmak için namaza durmuşken o esnada patron geliyor. Kardeşi namazda görünce, patron “burada namaz kılmaya izin yok. Anladın mı?” diyor. O kardeş de patrona “ben namazımı kılamadığım yerde çalışmam. Kes hesabımı.” Patron hesabi kesiyor. Kardeş iş aramaya çıkıyor ve hemen iş buluyor. Kardeş yeni girdiği işin patronuna; “Size bildireyim ki ben namazlarımı kılarım. Bunu size bildireyim.” diyor. Patron “Zaten namazını kılanları biz çok severiz” der. Bu kardeş patrona “Maaşım kaç para olur?”der. O da “3.000 olur.” der. “Peki” diyor ve işe başlayıp devam ediyor. Hal bu namaz için işten atılan kardeş orada 2.000 lira maaş alıyormuş.
İşte gördünüz mü? Ekmek parasıdır demeden, namazın hatırı için işi terk ediyor. Fakat Allah öyle Kudret sahibi ki, dini için işini feda eden kardeşe hem daha kolay bir iş buluyor, hem de namaz kılmak serbest olan bir iş yeri bulmasına sebep oluyor.
Beni çok üzüyor! Vatanımızda yaşayan şehit torunları genç kız ve erkeklerin namaz kılanlar çok az.
Hele İslam’ın emirleri ile hiç bağdaşmayan kızlarımızın tesettürsüzlüğü beni daha çok üzüyor. Bu kardeşler, önlerinde onları bekleyen ölümü hiç düşünmüyorlar. Karşımızda ateş kaplayan bir evin içindekilerin hali, nasıl bize üzerse, ondan çok daha çok Müslüman geçinen kızların da büründükleri İslam dışı kıyafet bizi üzüyor ve üzmeli. Bu zavallı kızlar okulda dini eğitim alamadılar. Tek Partili devirde yozlaştırılmış anne babalar da evlatlarına lazım olan din terbiyesi vermeden yaşamaları, onlar için çok kötü bir vaziyet ama, ne yazık ki evlatlarını dinsiz yetiştiren anne baba çekinmeden onları cehenneme birer odun parçası olacaklar. Zavallı anne baba o durumdan hiç dertlenmiyorlar.
Kardeşlerim siz söyleyin. İslam’ın herhangi bir adetine sahip çıkan bir ecnebiyi gördünüz mü? Göremezsiniz, imkânı yok. Onlar bizim adetlerimize öyle ters davranırken, biz ve bilhassa bizim hanımlar, niye onların kılık kıyafetine bürünüyorlar? Hatta bunu da size bildireyim ki, onların hanımları dışarıda bizim hanımlar kadar açık saçık gezmezler. Beş altı asır çok devlet Osmanlının terbiyesi altında yaşadı. Oralarda ki Müslümanlar yaşadıkları hayat tarzını Osmanlılardan almıştırlar. 
Ben 33 üç sene Balkanlarda yaşadığım için onu bilirim. Ama çok üzücüdür. Türkiye’miz, son asırda Laik sistemin kanunlarını yaşamasıyla, dini adetleri terk ettiği için, ahlak bakımından oraların Müslümanları, Türkiye’yi taklit ettiklerinden ötürü, şimdi oradaki Müslümanların hanımları da Hıristiyanlardan daha fazla açılabiliyorlar. Buna bir delil gösterebilirim:
Ben Risale-i Nurları tercüme edip, onlara parasız dağıtmak için, her sen ikişer defa bir aylığına oralara gidiyordum. Bir ara otobüs ile, Makedonya’nın Gostivar şehrinden oranın başkent olan Üsküb’e giderken otobüste herhangi birine kitap vermeye çalışıyordum. Baktim 2-3 tane Müslüman kızı önümde. Ama onlar çok açık saçık oldukları için onlar dini kitap okumazlar diye, kararımı verdim. Karşımda bir kız gürdüm başı açık ama vücudunun her tarafı kapalı. Ona Arnavutça “Sana bir kitap hediye edeyim okursan faydalanırsın” dedim. Oda bana Makedonca demesin mi? “Ben Arnavutça anlamam” deyince. Hayret ettim. Müslümanların kızları Makedon kızlarından daha açık.    
Bunu da size bildireyim ki; Ecnebiler Müslümanlara benzememeleri için kendilerine farklı kıyafet uydurmuşlar. Balkanlarda ben yaşadığım yerde Hıristiyanların hanımları başlarının yarısı açık başörtüsü bağlarlardı. Belden aşağı etek giyerlerdi ama bizim hanımların ki gibi değil. Çok kalın etek giyerlerdi. Erkekler de Müslümalara benzememek için, başlarına kasket giymeye karar vermişler. Onunla göstersin ki, onların başları Müslümanların ki gibi secdeye gitmez.  Zaten kasketin saçağı öne doğru ise baş secde edemez. Fötr‘ü de onlar icad etmişler. Fötr onların taptıkları haça benzediği için, haçın üst kısmı kısa alt kısmı uzundur. Fötr başa takılınca insanın vücudunun alt kısmının uzunluğu onu tamamlar. Belleri de rukû’a Müslümanların ki gibi eğilmemek için 20-25  santim genişliğinde Zünnar isminde sert bir kuşak icad etmişler ve onu kullanırlarmış. 
Evet burada ki ifadelerden anladınız ki, Kasket ve Fotor kâfirlerin kıyafetlerindendir. Bu sebepten, şapka Müslüman için nasıl bir tehlike olduğunu anlatmak için, Bosna’da Seyfullah Efendi kitap yazmış. Arnavutluk’ta İbrahim Kaduku Efendi kitap yazmış. Türkiye’de İskilipli Atıf Efendi de şapka kanunu çıkmadan, kitap yazmış. Ama “Sen mi kanunumuza ters kitap yazarsın” diye, bizimkiler onu idam etmişler. Risale-i Nurların Şualar kitabının sahife 385 te Şeyhül İslam Zembilli Ali Efendi’nin şapka hakkındaki ifadesini yazıyor. O zat demiş ki, “Şapkayı şaka ile de başına koyan Kâfir olur.”
 
Fakat bir asra yakın halkımız onları taşımaya mecbur olduğu için, (ki bazısı hala taşıyor) çoğu şapkadan kurtulduğu için başı açık geziyor ki, Peygamber Efendimizi (a.s.m) hiç kimse başı açık görmemiştir. Hatta oralar sıcak memleket olduğu için, Peygamberimiz (a.s.m) yürüyerek bir yere giderken bir ağaç altına oturmuş. Serinlenmek için takkesini çekip dizi üstüne koymuş. Allah tarafından ağaçtan hemen başına bir yaprak düşmüş ve Efendimiz a.s.m daha iyi anlamış takkenin ehemmiyetini. Hanımın peçesini, çarşafını çekmek ve erkeğin takkesini çekip onlara şapka takmak… Bütün bunların vebali, İnönü Beyefendi’ye ve arkadaşlarına aittir. Lozan’da halkımızı ecnebilere benzeteceğine onlara söz vermiş. Ve dine karşı devrimlerin bir tanesi de hanımlardan tesettürü kaldırıp erkeklere şapka takmaktır. Bugün Allah’ımıza ne kadar şükretsek azdır. Tayyip Erdoğan’ın gelmesi ile O baskılar Türkiyemiz’den kalktı şükür.
Abdülkadir Haktanır

İki hayatı cennet yapan hasletler

Unutmayalım ki iki kutup arasında yaşıyoruz.
1- Peygamberimiz a.s.m. Buyurmuş “Men temesseke bi Sünneti inde fesadi ümmeti felehu ecru miete şehid.” Yani: Kim ümmetimin bozguna uğradığı zaman, benim sünnetime sım sıkı sarılırsa, ahirette ona yüz şehid derecesi verilir. Bu hadis yaşadığımız devre işaret ediyor.

2- Üstad Bediüzzaman hazretleri buyuruyor; bir keşfelkuburun müşahedesi ile, kırk vefiyattan bir yerde birkaç, bir yerde iki, bir yerde yalınız bir kişi imanla ölebilmiş diyor. Üstada sormuşlar oranın insanları namaz kılmazlar mıydı? Üstad onlar namazlı insanlar idiler buyurmuş. Yani imanında en ufak bir şüphesi olanın namazları ve diğer ibadetleri, boşa gider.

Şimdi yüz şehid derecesini kazanmayı muvaffak olmak için başta imanımıza her taraftan gelen saldıranların şerlerinden kurtarmamız için dalgınlığı bırakıp uyanık olmak icap eder. Sonra Allahın emirlerine yerine getirmek için samimi bir gayret ile her zaman hazır durmak lazım. Bizi yoktan var eden Allah’ımıza karşı vazifemizi terk etmemek için, ihlasla Allahın her emrini yerine getirmeyi tavizsiz yerine getirmek; yasaklarından da çekinme gayretini kendimizde yerleştirmek için deruni kalp ile gayret sarf etmek icab eder.

Çok kötü bir devirde yaşadığımızı bilip, fazla eş dost edinmemek lazım. Laubalilikten kendimizi kurtarmak için her zaman ciddi çalışmak. Bunlara muvaffak olmak için kendimize güvenmekten kurtulmak icap eder. Yaptığımız kusur ve günahlı işlerimizi bir daha yapmamakla, onları küçük görmemeye çalışmalıyız.

Kötü devirdeyiz dedim. Düşünün en şerefli mahluk olan insanların çoğu, onu yoktan var eden Allah’ına karşı lazım olan ibadetleri terk ettiren nefis ve şeytanın emirlerine uyup, aklın Allahın emirlerini yerine getirme emrinin aleyhinde hareketlere devam ediyorlar. Lazım olan ibadetleri yapmayıp, çoğu terk ediyorlar. Bununla kırk vefiyattan tek biri imanlı gidenler sınıfına körü körüne katılıyorlar. Akıllı insan bu düşündürmez mi. Yüz şehid derecesine çıkabilme fırsatı elindeyken nefis ve şeytanın emirlerine uyarak kendilerini cehenneme birer odun yapma yolunda çoğu ilerliyor.

Kardeşler yapıp ne yapıp bir an önce yaptığımız günahlara pişman olup bir daha yapmayacağımıza Allahımıza söz verdikten sonra tahkiki imanı elde etmek için, imanımızı delillerle pekiştirip; kalbimizdeki imanımızı ispat etmek için delillerle pekiştirmek için Risale-i Nurları okuyup, okunan yerlere gidip ders alalım. Çünkü bugün taklidi imanı korumamız lazım ancak onunla, yalnız nakillere dayanan imanla karşımıza çıkanlara ve ateistlere lazım olan cevabı verebiliriz. Risale-i Nur eserlerini gayret edip okuduktan sonra. Onlardan aldığımız delillere dayanarak Allahın emirlerini harfiyyen yerine getirmeye gayret edelim ve o delillere dayanarak dini vecibeleri yaparız inşaallah. O eserlerden alınan tahkiki imanla, namazımızı aksatmadan kılarız, orucumuzu tutarız, zekâtımızı veririz ve haccımızı da eda ederiz inşaallah.

Bunlarla kalmaz, müslümana lazım olan tüm haramlardan kaçar, içki gibi haram olanı içmek şöyle dursun. sigarayı da içmeye tenezzül etmeyiz. Yani yalnız haramlardan değil, şüpheli şeyleri de yapmaktan kaçarız. Yani başta günahlı şeylerden kaçar. Sonra bütün sevaplı işleri yapmaya gayret ederiz.

Evet tahkiki iman sahibi olan kimse; anne babasını huzursuz huzur evine götürmez ki, iki ayaklı canavar seviyesine düşsün. O bilir ki anne babaya hürmet etmek müslümana farzdır. Rızkının bereketli olmasına mühim bir kaynak ve sebeptir. Aile de evlat ve torunları da dinini yaşamaları için ciddi gayret eder. Çok acıdır bugün çok babalar kendi namazını kılar ama zavallı; evlat ve torunlarını cehennemde birer odun parçası olmaları yolda onlar ilerlerken zavallı babanın gözleri asla yaşlanmıyor. Bu da tek parti devrinde müslümanların dine karşı cahil bırakılmalarından, başka değildir.

Bunu unutmayalım ki tahkiki iman sahibi olan biri eş dost ve akrabalara ve çevreye her iki hayat için örnek olma mesabesindedir. Müslüman dünya işleri de Allahın yardımıyla düzgün gider. Müslüman tek kanatlı değil iki kanatlı kuş olmaya benzemeye çalışır. Onun oğlu da namazlı doktor, namazlı mühendis olma yolundadır. Çünkü o bilir ki herkes ama herkes ölecektir ve öldükten sonra, hayatının hesabını vermeye gidecektir. Onun neticesi ya cennette sonsuz mutluluğu kazanma var veya Allah korusun imansızlara cehennemde sonsuz azap var. İmanında şüphe olmayıp, günaha girenler de günahları kadar cehennem ateşinde yandıktan sonra onlarda cennete giderler.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Dünyadaki vefat ayrılık değil, kavuşmaktır

DÜNYADA Kİ VEFAT, FİRAK DEĞİL, VİSALDİR

“Aynen öyle de; senin küçüklüğünden bu yaşına kadar, sevdiklerinden yüzde doksandokuzu sana dehşet veren kabristana göçmüşler. Bu dünyada kalan bir iki dostun var, onlar da oraya gidecekler. Dünyada vefatın firak değil, visaldir; o ahbablara kavuşmaktır. Onlar, yani o ervah-ı bâkiye, eskimiş yuvalarını toprak altında bırakıp bir kısmı yıldızlarda, bir kısmı âlem-i berzah tabakatında geziyorlar diye ihtar edildi.” (26.Lem’a:237)

NÛRANÎ ÂLEMDE EHL-İ İMANI BEKLEYENLER

“Evet her insanın, her zaman düşündüğü en ehemmiyetli endişesi, mezaristana giren kendi dostları ve akrabaları gibi o idamhaneye girmek keyfiyetidir. Bir tek dostu için, ruhunu feda eden o bîçare insanın; binler, belki milyonlar, milyarlar dostları ebedî bir müfarakat içinde idam olmalarını tevehhüm edip Cehennem azabından beter bir elem -o düşünmek ucundan- göründüğü vakit, âhirete iman geldi, gözünü açtırdı ve perdeyi kaldırdı. “Bak” dedi. O imanla baktı. Cennet lezzetinden haber veren bir lezzet-i ruhaniyeyi o dostları ebedî ölümlerden ve çürümelerden kurtulup mesrurane bir nuranî âlemde onu da bekliyorlar vaziyetinde müşahedesiyle aldı.” (11.Şua:223)

KABRİN ARKASINDA, DÜNYEVÎ LEZZETLİ SAADETTEN DAHA CÂZİBEDAR BİR SAADET VARDIR

“En güzel bir kıssanın güzel bir nüktesidir. Ahsen-ül kasas olan Kıssa-i Yusuf Aleyhisselâm hâtimesini haber veren * TEVEFFENÎ MÜSLİMEN VE EL HIKNÎ Bİ-SSALİHÎN * (“Allahım” beni Müslüman olarak öldür âyetinin, ulvî ve ve Salih kullarına kavuştur) latif ve müjdeli ve i’cazkârane bir nüktesi şudur ki: Sair ferahlı ve saadetli kıssaların âhirindeki zeval ve firak haberlerinin acıları ve elemi, kıssadan alınan hayalî lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bahusus kemal-i ferah ve saadet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda, mevtini ve firakını haber vermek daha elîmdir; dinleyenlere “Eyvah!” dedirtir.

Halbuki şu âyet, Kıssa-i Yusuf’un (A.S.) en parlak kısmı ki; Aziz-i Mısır olması, peder ve validesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf’un mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki: Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf kendisi Cenab-ı Hak’tan vefatını istedi ve vefat etti; o saadete mazhar oldu. Demek o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadet ve ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır ki; Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi hakikat-bîn bir zât, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde gayet acı olan mevti istedi, tâ öteki saadete mazhar olsun.

İşte Kur’an-ı Hakîm’in şu belâgatına bak ki, Kıssa-i Yusuf’un hâtimesini ne suretle haber verdi. O haberde dinleyenlere elem ve teessüf değil, belki bir müjde ve bir sürur ilâve ediyor. Hem irşad ediyor ki: Kabrin arkası için çalışınız, hakikî saadet ve lezzet ondadır. Hem Hazret-i Yusuf’un âlî sıddıkıyetini gösteriyor ve diyor: Dünyanın en parlak ve en sürurlu haleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor, yine âhireti istiyor.” (23.Mektub:283)

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır