Etiket arşivi: akıllı

En “AKILLI” İnsan Kim? Siz Ne Kadar Akıllısınız?

Bu konuda, herkes farklı görüşler söyleyebilir. Kimine göre kış gelmeden, yola çıkmadan, sınav gelip çatmadan, deprem, yangın veya sel olmadan tedbirini alan kimse akıllı insandır. Kimine göre de evlenmeden önce iyi araştırarak en doğru kararı veren, iş ortaklığından önce çok istişare eden veya gelecek on yılın bile plan-programını yapabilen insan, çok akıllıdır.

Bu kriterlerin hepsi, sadece akıllı olmanın belirtileri ve işaretleridir. Ancak, bir de birbirine zıt veya farklı görüşte olup farklı işler yapanlardan her birisi dahi, kendisinin en akıllı davrandığını zannediyor ve kendi konumunu savunuyorlar. Ötekilerini ise hâkir görebiliyorlar. Üstelik de böyle kimseler, toplumun çok büyük çoğunluğunu teşkil ediyor.

– Birkaç örnek arz edeyim: Hayatı, sadece dünya hayatından ibaret olduğunu sananlar, başkaları gibi boşu boşuna namaz kılmadıkları için, ramazanda boşu boşuna aç durmadıkları için ve bunlara benzer diğer sorumluluklara inanmadıkları için kendilerini daha akıllı sanıyorlar. Üstelik de diğerlerini hâkir görüp, sözde saflıklarını ileri sürüp, onları kınıyorlar.

Bir başka kesim de; “basit bir iğnenin veya bir çivinin bile kendi kendine olamayacağı” bilinciyle, her şeyin bir yaratıcısı olduğuna, şu koca kâinatın insan için donatıldığına, yüz binlerce bitkilerin, hayvanların, hattâ tabiat kanunlarının da bir sistem içinde insana hizmet ettirildiğine inanıyorlar. Küçük bir atölye veya laboratuarın bile bir gaye için kurulduğu bilindiği gibi, şu koca kâinatın da gayesiz ve başıboş olamayacağına tam inanıyorlar.

Bu doğru tespitlerinin ardından ise yine farklı kulvarlarda arayış içine girerek, çok farklı tanrı inançlarıyla, ona karşı şükrâne olarak bir şeyler yapılması gerektiğine de inanıyorlar.

Ancak, bunların da her biri, farklı kulvarlarda oldukları halde, kendisinin en doğrusunu bulduğuna inanıyor.

Bizzat Japonya’da gözlemlediğim Budist’ler ve Shinto’lar veya Hindistan’daki yüzlerce çeşit dini inançların mensupları dahi, her biri kendi inançlarının doğruluğuna inanıp, kendilerinin daha akıllı olduklarını zannediyorlar. Kendileriyle birebir görüşmelerimizde, bunları yakinen görebiliyoruz.

Hatta dağdaki teröristler bile, kendi yaptıklarının doğru olduklarına inanmasalar, o kadar zahmete katlanmazlar herhalde. Kendilerine anlatılanlara inandırıldığı gibi hareket ettikleri ve evham ürünü dahi olsa, bir gaye uğruna çalıştıkları için, onlar da kendilerini akıllı sanıyor. Hattâ kendileri gibi düşünmeyenlerle, ölesiye mücadele ediyorlar.

– Peki, görüşler bu kadar çok, birbirilerine zıd ve muhtelif olduğuna göre, en doğru hareket tarzımızı, yanılmadan nasıl bulacağız?

– Kendimizin de bir yanılgı içinde olup-olmadığımızı, yani akıllı davrandığımızı nasıl anlayacağız? İşte bütün mesele bu!…

Çok önemli bir soru ve sorun, fakat cevabı da çok basit ve kolay aslında.

Ancak, Şeytan-ı Aleyhillâ’ne, insanları bu doğruluktan saptırmak için, bütün âvaneleriyle birlikte seferber oldukları için, yanılanların yüzdesi, tahminlerden çok-çok yüksek oluyor. Çünkü şeytanî tuzaklar insanlara, gerçeklerden çok daha lezzetli ve câzip gösteriliyor.

– Bu çok önemli soru ve sorunun bir nevi cevabı şöyle:

Her şeyin; gerçek mi sahte mi olduğunu açığa çıkaran birim değerler var. Her hesabın doğru veya yanlış olduğunu gösteren bir “sağlama”sı var.

Meselâ: Altının, sahte veya gerçek olduğunu gösteren, hatta kaç ayar olduğunu bile ortaya çıkaran mihenk taşı, bu konuda hiçbir tereddüt bırakmıyor.

Paraların sahte veya gerçek olduğunu gösteren cihazlar var.

Bir inşaatın, binanın, köprünün veya herhangi bir tesisin çürük veya mükemmel olduğunu ortaya çıkaran teknikler, cihazlar ve hesaplar var.

Her şeyin sahte veya gerçek, doğru veya yanlış, çürük veya sağlam, hatalı veya mükemmel olduğuna dair cihazlar, hesaplar veya kriterler olur da, insanların görüşlerinin ve davranışlarının isabetli veya yanlış olduğunu gösteren kriterler olmaz mı hiç?…

***

İşte aynen bu örneklerde olduğu gibi, insanların da Hz. Adem (A.S.)’dan bu yana, şeytanın aldatıcı tuzaklarına düşmemeleri için, niçin yaratıldıklarını, bu dünyaya niçin gönderildiklerini en doğru biçimde bilmeleri için, Yüce Yaratıcı her dönemde, en ideal KRİTERLER göndermiş.

İnsanlık çoğalıp medenileşmeye başladıktan sonra da, kıyamete kadar yetecek donanımda, en mükemmel kanunlar, örnekler ve prensipler manzumesi, hattâ (navigasyon hükmünde) mukaddes bir yol haritası olan Kur’ân-ı Kerimi göndermiş.

Anlamakta zorlanmayalım, ihtilâfa düşmeyelim ve bocalamayalım diye, insanlığın en doğru sözlüsü olduğu, düşmanlarınca dahi itiraf edilen Hz. Muhammed’i (SAV) de rehber ve kılavuz olarak görevlendirilmiş. Medeniyetlerin, kıtaların ve Asırların başkalaşması nedeniyle, gelişen çağlarda da insanların bu mesajları doğru almalarını sağlayacak, ilmen de donanımlı olarak “Kutup İmamları, mezheb imamları, müctehidler ve Bediüzzamanlar” tayin etmiştir.

– İşte bizlere sağlıklı bir şekilde ulaştırılan bu KRİTERLERE, en güzel bir şekilde uyan ve “sırat-ı müstekıym” mihengine en yakın olan kişilerin, görüşleri en doğru olup ve yanılmayan akıllı kişiler olduğu, çok net bir şekilde ortadadır. Aksi halde, herkes kendi görüşünü doğru bilerek, yanılmaya devam edecektir.

Tâ ki, bu sınav bitip, kendisini sorgulanma âleminde buluncaya kadar!…

Tâ ki, ardında bıraktığı sadece 70-80 yıllık dünya sınavıyla, trilyonlarca yıllık (hattâ sınırsız, sonsuz, ebedî bir) cennet hayatını kaybettiğini anlayıncaya kadar!

Kim bilir, belki de ebedî bir Cehennemi hak ettiğini, görerek anlayıncaya kadar!…

Pek tabiidir ki o zaman, iş işten geçmiş olacak…

– İşte, ilgili Hadis-i Şerif: Kişiye sekerât halinde (yani ölüm sarhoşluğu ile can çekişirken), hak ettiği menziller (Cennet veya Cehennem) gösterilecektir.

İşte ilgili âyetler:

Mü’minûn Suresi, 99-100. Ayetler: Âhireti inkâr edenlerden birine ölüm gelip çatınca, işte o zaman: “Ya Rabbî!” der, “ne olur beni dünyaya geri gönderin, ta ki zayi ettiğim ömrümü telafi edip iyi işler yapayım.” Hayır, hayır! Bu onun söylediği artık mânasız bir sözdür… (Prof. Dr. Suat Yıldırım meali.)

– En’am Suresi, 27. Âyet: Onlar (Cehennem) ateşinin karşısında durdurulduğunda, “Ah n’olurdu, dünyaya bir daha geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini inkâr etmesek, müminlerden olsak!” dedikleri zaman bir görsen, neler olacak neler!…

Bakara S. 277. Âyet: İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler…

..İşte mutlaka karşılaşacağımız iki farklı âkıbet!…

– Bu gerçekler ışığında en akıllı insan, bu olacakları, şu sınav yerindeyken idrak ederek, lâyık-ı vechiyle âhiretini kazanmaya çok çalışan insandır.

Bir başka ifadeyle: İbadetlerini, dünya işlerinin arasına sıkıştırmaya çalışan değil, olmazsa-olmaz ibadetlerinden artan zamanda, dünya levazımatını kazanan kimse, en akıllı insandır. Çünkü insan; “Ancak ve ancak, Allaha kulluk ve İbadet için yaratıldı.” (Zâriyât Suresi, 56. Âyet.) .. Gerisi teferruât… Vesselâm.

A. Raif Öztürk

Kanaat Bitmez Tükenmez Bir Hazinedir

Osmanlıca Büyük Lügat tamaa kelimesinin karşısında şunları yazıyor: “Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme.” (s.944)

“Dünya talebiyle kimisi emekte

Kimi oturup zevk ile dünyayı yemekte”

Bağdatlı Rûhî

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Başınız oynadığı (hayatta olduğunuz) müddetçe Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Zira biriniz, kızıl ve çıplak olduğunuz halde doğarsınız da sonra Allahü Teâlâ sizi giydirir ve rızıklandırır.”

Yine Allah Resûlü buyuruyor.“Kanaat, bitmez tükenmez bir hazinedir.” (Deylemi, Müslim, Müsnet 4699)

“Kuvvetli mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allahü Teâlâ’ya daha sevimlidir. Sana menfaati olan her işe hâris ol ve Allah”a sığın; acziyet gösterme. Eğer iş seni aşarsa “Allah’ın taktiri oldu ve Allah dilediğini işledi.”de. Fakat “keşke” deme. Zira keşke, şeytan amelini açar.” buyurdu.

Nasihat isteyen birisine Allah Resulü şöyle buyurdu.”Sana insanların elinde olandan ümidini kesmeni tavsiye ederim.. Tama’dan (aç gözlülükten) çok sakın. Zira o hazır bir fakirliktir.”

Bu konuda Hz Ömer (r.a) şöyle buyrrdu. “İyi biliniz ki tama, fakirliktir. Ye’s , yani; başkalarını elindekinden ümidini kesmek ise zenginliktir. Bir kimse birşeyden ümidini kestiğinde artık ona muhtaç olmaz..”

Yine Hz. Hasan (r.a) buyurdular ki: “Dünyalık elde etmekte hırslı olan kimse ile kanaat eden zâhidin; ikisinin de yediği birdir. Her ikisi de kendileri için taktir olunanda ne noksan ne de ziyadesini yer. Rızkı aramakda çok aceleci olmayınız. Zira, kimse kendisi için taktir olunan rızkın sonuna ulaşmadan ölmez. Siz onu güzelce talep ediniz; helalolanı alınız, haram olanı terk ediniz.”

Bu konuya örnek teşkil edecek enterasan bir yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum.

“Zamanın akıllı geçinenlerinden güngörmüş bir zatın yolu her nasılsa bir gün bir tımarhaneye düşmüş. Garip hareketler yaparak oradan oraya dolaşan delilerden birine sormuş:

– Kaç yıldır buradasın?

– Senesini bende unuttum. Aslında deli falan da değilim. Nedense bir kez paçayı kaptırdım ve bir daha kurtulamıyorum.

Adam meraklanmış:

– Peki seni ne diye burada tutuyorlar.

– Buradaki tabiblerden mazarratlı (zararlı) harfleri saymalarını istiyorum, bana cevap vermiyorlar. Bu sefer ben onlara sayıyorum, beni urganla bağlıyorlar.

Tecrübeli zat, karşısındakinin deliliğine hükmederek biraz gülümsemiş. İçinden,”Hiç mazarratlı harf olur muymuş?” diye geçirirken deli sormuş:

– Peki efendi! Siz biliyor musunuz mazarratlı harfleri?

– Yoook! Söylesen de öğrensek!

Deli gayet ciddi bir tavır takınarak saymış

– Mazarratlı harfler üçtür Tı (t) mim (m) ve ayın (a).

– Ben bir şey anlamadım!

– Ben şimdi sana anlatayım da deli olup olmadığıma karar ver, “tı”,”mim” ve “ayın” harfleri “tama” (doymazlık, açgözlülük, hırs) kelimesinin harfleridir. Kim ömründe tamahkar ve haris olursa bunun cezasını çeker. Onun için bu üç harf mazarratlıdır. Benden size nasihat; sakın ola ki tamahkar olmayasınız.

Tecrübeli zat, deliye teşekkür etmiş ve yanından ayrılmış. Bir müddet sonra işlerini bitirip tımarhanenin kapısından çıkmak üzereyken aynı deli oturduğu yerden ona yine seslenmiş:

– Efendiii! Efendiii!… Birazcık gelir misin?

Adam dönüp delinin yanına varmış:

– Buyur, bir şey mi söyleyeceksin?

– Efendi! Sen iyi bir adama benziyorsun. Beni buraya getirdikleri zaman cebimde bir kese dolusu sarı liralar var idi. Elimden alırlar diye kimseye söyleyemedim. İçeri girdiğim sırada kimseye çaktırmadan şu kapının yanındaki direğin tepesine koymuştum. Zaten burada da para neme lazım? Bu para sana anamın ak sütü gibi helal olsun, al götür.

Bunu duyan tecrübeli zat birden tamaha kapılmış. Altın hırsı, sağlıklı düşünmesini ve delinin bu sözündeki mantıksızlığı anlamasını engellemiş.

Direğe bakmış bir hayli yüksek.

Deliye dönmüş yavaşça:

– Peki güzel de ben direğin tepesine nasıl yetişeceğim?

Deli, bunun üzerine adamın elinden tutmuş. Direğin yanına yaklaşmış ve omzunu direğe yaslayıp,

– Haydi, omzuma bas ve oraya uzan.

Adam delinin omzuna basıp direğin tepesine uzanmaya çalışırken deli birden altından çekilivermesin mi? Adam paldır küldür yuvarlandığı yerde debelenirken deli, şu akıllı sözleri söylemekteymiş.

– Be hey sersem! Sana tamahtan kendini koru demedim mi? Ne çabuk unuttun. Delide para ne gezer. Haydi var diyelim, direğin tepesine para saklanır mı? Var şimdi çek hırsının cezasını!…”

İbret alana ne mutlu……..

Erdoğan AKDEMİR

nurdergi.com