Etiket arşivi: Esra Özel

KAİNAT SENSİN {6}

KAİNAT SENSİN {6}

17 şifreli hakikat-ı insanîye haritasının 9 ve 10. Şifresi;

9.FİHRİSTE

“İnsan cismen küçük, zaîf ve âciz olmakla beraber, öyle acaib bir yaratılışı vardır ki, sanki bütün enva’ ve âlemlere fihriste olarak yaratılmıştır.” [60]

“İnsan, âleme bir enmuzec ve küçük bir fihristedir.” [61] 

“İnsan küçük bir âlem olduğu gibi, âlem dahi büyük bir insandır. Bu küçük insan, o büyük insanın bir fihristesi ve hülâsasıdır.” [62]

“Şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i maneviyesi hükmündedir.” [63]

“Senin içinde olan cihazat-ı acibe ve garib makinalar ve saire, âlemin küçücük nümune ve enmuzeclerinin fihristesinden ibarettir.” [64]

“Sen çeşitli vücud ni’metleriyle âdeta dizilmiş bir gerdanlık ve ni’metler habbeleriyle bezenmiş bir salkım veya baştan aşağıya kadar ni’metler envaıyla işlenmiş bir sünbül gibisin ki, Cenab-ı Hakk’ın ni’metlerinin tabakatına âdeta bir fihriste olmuşsun.” [65]

“Esma-i hüsna cilvelerinin garaib-i âsârına bir fihriste-i camia’sın.” [66]

“Gel, bu müteharrik antika san’atlarına bak! Herbirisi öyle bir tarzda yapılmış; âdeta bu koca sarayın bir küçük nüshasıdır. Bütün bu sarayda ne varsa, o küçücük müteharrik makinelerde  bulunuyor. Mahiyet-i insaniye, şu âlemin küçük bir fihristesi ve şu kâinatın bir misal-i musaggarı olduğundan; âdeta âlemde ne varsa, insanda nümunesi vardır.” [67]

“En kuvvetli ve hakkalyakîn derecesinde vicdanî ve hissî, bir derece şuhudî olan hakikat-i insaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalâa ile, imanın şüphesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki, sırr-ı akrebiyete ve veraset-i Nübüvvete bakar.” [68]

“Benim Sâni’im öyle bir zâttır ki; hiçbir şey ondan gizlenemez, hiçbir şey ona nazlanıp ağır gelemez. Yıldızlar, zerreler kadar ona kolay gelir. Bir baharı bir çiçek kadar sühuletle icad eder. Koca kâinatın fihristesini, kemal-i intizamla benim mahiyetimde derceden bir zâttır.” [69]

10.ENANİYET

“Mahiyet-i insaniyedeki enaniyetin, -mana-yı harfî cihetiyle- ne kadar hassas bir mizan ve doğru bir mikyas ve muhit bir fihriste ve mükemmel bir harita ve câmi’ bir âyine ve kâinata güzel bir takvim, bir ruzname olduğu gayet kat’î bir surette tafsil edilmiştir.” [70]

“Bütün sıfât ve şuunat-ı İlahiyeyi bir derece bildirecek, gösterecek binler esrarlı ahval ve sıfât ve hissiyat, ene’de münderiçtir.” [71]

“Cenab-ı Fâtır-ı Hakîm, insanın enaniyetine âlemler kadar, belki elvanları miktarınca latifeler lefaifiyle sarmıştır ki, insan, o latifelerle o âlemlerin halini anlasın, bilsin.” [72]

“Enaniyetin insana hikmet-i itası; ve her bir insanın umumî dünyadan bir hususi dünyası olduğunu; ve dünyanın lezzetlerinin dünyaya bakan vechesiyle çok ağır bir yük olduğunu; ve enenin başına sarılan icad ve fiil silsilelerinden anlaşılan odur ki; Onun saniî, onun bütün herşeyine alimdir.” [73]

“Cenab-ı Hakk’ın ilim ve kudret, Hakîm ve Rahîm gibi sıfât ve esması; muhit, hududsuz, şeriksiz olduğu için onlara hükmedilmez ve ne oldukları bilinmez ve hissolunmaz. Öyle ise hakikî nihayet ve hadleri olmadığından, farazî ve vehmî bir haddi çizmek lâzım geliyor. Onu da enaniyet yapar. Kendinde bir rububiyet-i mevhume, bir mâlikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur eder; bir had çizer. Onun ile muhit sıfatlara bir hadd-i mevhum vaz’eder. “Buraya kadar benim, ondan sonra onundur” diye bir taksimat yapar. Kendindeki ölçücükler ile, onların mahiyetini yavaş yavaş anlar.” [74]

“Cenab-ı Hak, emanet cihetiyle insana “ene” namında öyle bir miftah vermiş ki; âlemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallak-ı Kâinat’ın künuz-u mahfiyesini onun ile keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet muğlak bir muamma ve açılması müşkil bir tılsımdır. Eğer onun hakikî mahiyeti ve sırr-ı hilkati bilinse; kendisi açıldığı gibi, kâinat dahi açılır.” [75]

“Ne zaman ki sana senin enaniyetin fetholdu, kâinat kapıları da senin için açılmıştır demektir.” [76]

ESRA ÖZEL

KAYNAKÇA;

Risale-i Nur Külliyatından…

[60] İşaratül İcaz – 85

[61] Mesnevî Nuriye – 182

[62] Lemalar – 82

[63] Mektubat – 443

[64] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 398

[65] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 297

[66] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 637

[67] Asa-yı Musa 235

[68] Emirdağ Lahikası 1 – 146

[69] Asa-yı Musa – 147

[70] Sözler – 538

[71] Sözler – 537

[72] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 464

[73] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 721

[74] Sözler – 536

[75] Sözler – 535

[76] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 637

KAİNAT SENSİN {5}

KAİNAT SENSİN {5}

17 şifreli hakikat-ı insanîye haritasının 7 ve 8. Şifresi;

7.AHLAK

“Yüksek hissiyat ile güzel ahlâkın neşv-ü neması, ancak mücahede ve içtihadla olur.” [43]

“İnsana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umûruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarfetse, ahlâk-ı hamîdeye menşe’, hikmet ve hakikata muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.” [44]

“İnsan, Hâlık-ı Kâinat’ın esmasının nihayetsiz tecellilerine bir âyine olduğu için, kuvalarına nihayetsiz bir istidad verilmiş. Ahlâk-ı seyyiede hadsiz derecede inkişafları olduğu ve Nemrudlar ve Firavunlar derecesine kadar gittikleri ve sîga-i mübalağa ile zalûm olduğu gibi, ahlâk-ı hasenede dahi hadsiz bir terakkiyata mazhar olur, enbiya ve sıddıkîn derecesine terakki eder.” [45]

“Ahlâk-ı insaniyede en rahat, en faydalı, en kısa, en selâmetli yol ise sırat-ı müstakimde, istikamettedir. Hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin bütün yollarında, istikamet en faydalı ve kolay ve kısadır.Demek

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ 

 pek çok câmi’ ve geniş bir dua, bir ubudiyet olduğu gibi bir hüccet-i tevhide ve bir ders-i hikmete ve bir talim-i ahlâka işaret eder.” [46]

“Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihad-ı ekber ile mükelleftir. Ve ahlâk-ı Ahmediye ile tahalluk ve Sünnet-i Nebeviyeyi ihya ile muvazzaftır.” [47]

“Bir zâtta içtima eden ahlâk-ı âliyenin imtizacından izzet-i nefis, haysiyet, şeref, vakar gibi; hasis, alçak şeylere tenezzül etmeğe müsaade etmeyen yüksek haller husule gelir. Yaş kırka baliğ olduğunda iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlâk olursa olsun rüsuh peyda eder, meleke haline gelir, daha terki mümkün olmaz.” [48]

“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.” [49]

Kur’an, insanı iktisad ve itidale sevkeder, dalaletten korur, ahlâkî za’fların karanlığından çıkarır, teâlî-i ahlâk nuruna ulaştırır…

Kur’an akaid ve ahlâkın, insanlara hidayet ve hayatta muvaffakıyet temin eden esasatın mükemmel mecellesidir.” [50]

“Risale-i Nur nifak ve şikakı, tefrikayı, fitne ve fesadı kaldırıp; kardeşliği, uhuvvet-i diniyeyi, tesanüd ve teavünü yerleştirir. Risale-i Nur mesleğinin bir esası da budur. Risale-i Nur gurur ve kibir ve hodfüruşluk ve zillet gibi ahlâk-ı seyyieden kurtararak, tevazu’ ve mahviyet ve izzet ve vakar gibi güzel ahlâklara sahib kılar.” [51]

“Ahlâk, edeb ve terbiye gibi en yüksek meziyetlere sahib olabilmek için, kuvvetli bir imana sahib olmak lâzımdır. İman hakikatları, Risale-i Nur’da gayet kuvvetli deliller ve açık misaller ile anlatıldığı için, okudukça imanım kuvvetlenmiştir.” [52]

“Dünyaperestlik esasatı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et. Fâni ol! Daire-i mülkünde ve malındaki eşyayı, Mahbub-u Hakikî yolunda feda et. Mevcudatın ademnüma akibetlerini gör. Çünki şu dünyadan bekaya giden yol, fenadan gidiyor.” [53]

8.HİLAFET

“Cenab-ı Hak insanı bütün esmasına câmi’ bir âyine ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeharatını tartacak, tanıyacak cihazata mâlik bir mu’cize-i kudret ve bütün esmasının cilvelerinin ve san’atlarının inceliklerini mizana çekecek âletleri hâvi bir halife-i arz suretinde halk etmiştir.” [54]

“İnsan Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine ait şuunat ve ahvaline şâhiddir. Ve mahlukatın cemaatleri içinde Allah’ın birliğine dellâldır. Ve mevcudatın tesbihatına müşahid ve hilafet-i kübra ile tekrim ve teşrif edilmiştir.” [55]

“İnsan saltanat-ı rububiyetin mehasinine nâzır ve esma-i kudsiyenin cilvelerine dellâl ve kalem-i kudretle yazılan mektubat-ı İlahiyeyi mütalaa ile mütefekkir olduğu cihetle, eşref-i mahlukat ve halife-i arz olmuştur.” [56]

İnsanın bir ferdi, hilafet hususunda âlemin eczasıyla şuurca alâkadar olduğundan nebatî olsun hayvanî olsun pek çok nevilerde tasarruf sahibi bulunduğundan, nev’i gibidir.” [57]

“Gel şimdi insana bak; âciz, fakir, zelil bir hayvaniyet derekesinde iken, zaafının kuvvetiyle, aczinin kudretiyle, fakrının sevkiyle, ihtiyacının şevkiyle, ubudiyetinin şevketiyle, kalbinin şulesiyle, aklının haşmet-i imaniyesiyle nasıl evc-i hilafete terakki ediyor, gör.” [58]

“Bu dâr-ı imtihandaki vazife-i hayatlarını eda ederek ahsen-i takvim içinde bütün mahlukattan üstün sahib-i emanet-i kübra olarak yümn-ü iman ile emanette emin bir halife-i arz oldular.” [59]

ESRA ÖZEL

KAYNAKÇA;

Risale-i Nur Külliyatından…

[43] İşaratül İcaz – 164

[44] Mektubat – 33

[45] Mektubat – 331

[46] Şualar – 616

[47] Tarihçe-i Hayat – 58

[48] İşaratül İcaz – 107

[49] Asar-ı Bediîye – 374

[50] İşaratül İcaz – 218

[51] Sözler – 765

[52] Şualar – 546

[53] Sözler – 215

[54] Mektubat – 366

[55] Mesnevî Nuriye – 45

[56] Mesnevî Nuriye – 221

 [57] Mesnevî Nuriye – 139

[58] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 42

[59] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 554

KAİNAT SENSİN {4}

17 şifreli hakikat-ı insanîye haritasının 5 ve 6. Şifresi;

5.MİR’AT

“Mahlukatı yarattım ki, bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim.” [29]

“İnsanın hilkatinden maksad, mahfî hazine-i İlahiyeyi keşif ile göstermek ve Kadîr-i Ezelî’ye bir bürhan, bir delil, bir ma’kes-i nuranî olmakla cemal-i ezelînin tecellisi için şeffaf bir mir’at, bir âyine olmaktır.” [30]

“Senin hayatın ve ömrün, âyinedir. Senin dünyanın direği ve âyinesi ve merkezi, senin ömrün ve hayatındır.” [31]

“Evet herkes, kâinatı kendi âyinesiyle görür.” [32]

“İnsan maddî ve manevî herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarfetmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan o pencereden, o âleme bakar. Ve o âleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir âyine olur. O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur. Ve her iki âleme tecelli eden, insana da tecelli eder.” [33]

“Zîhayattaki meşhur havâss-ı zahire ve bâtına duygularından başka, gayr-ı meş’ur saika ve şaika hisleriyle beraber dünyanın ekser enva’ıyla ihtisas ve ünsiyet ve mübadele ve tasarrufa sahib o zîşuur ve zîhayat manen o âlemlere misafir gittiği gibi, o âlemler dahi o zîşuurun mir’at-ı ruhuna misafir olup, irtisam ve temessül ile geliyorlar.” [34]

“Hâlık-ı Mevcudatın, bu kâinatı halketmesindeki en zâhir maksadı, beşerdir. Ve şu hikmetten anlaşılıyor ki; beşerin kalbi o meyveye bir çekirdektir. Ve o çekirdek olan kalb ise, elbette Sani-i Mahlukat’ın tecelliyatına en münevver bir mir’at olacaktır.” [35]

“Evet kalb, mir’at-ı Samed’dir. Kendinde sanem taşını kabul edemez. Şayet ederse, o taş ile kırılıp münkesir olacaktır.” [36]

6.SIFAT

“Ey kardeş bil ki! Hayat-ı insaniyenin vezaifinden birisi de budur ki: İnsan kendi sıfat ve şuûnunun cüz’î ölçücükleri ile; hem ebna-i nev’inin veya cinsinin de şuûnlarıyla kendi Fâtırının sıfat ve şuûnatını fehmetmesidir.” [37]

“Görüyoruz ki; herşey, küllî ve cüz’î bulunsun, büyük ve küçük olsun arştan ferşe, zerrattan seyyarata kadar her mevcud; mahsus bir zât ve muayyen bir suret ve mümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve hikmetli keyfiyetler ve maslahatlı cihazlar ile dünyaya gönderiliyor.

Hem sıfatların nevileri ve mertebeleri sayısınca imkânlar ve ihtimaller içinde şekilsiz ve mütereddid bulunan o masnua, o has ve muvafık, maslahatlı sıfatları yerleştirmek…. tahsis edici, tercih edici, tayin edici, ihdas edici bir Vâcib-ül Vücud’un vücub-u vücuduna ve hadsiz kudretine ve nihayetsiz hikmetine şehadet eder.” [38]

“Sen kendi havass-ı aşerene bak ki; nasıl mesmuat, mübsarat, müzevvekat ve saire âlemlerin elvanını ihata ettikleri gibi; irade, ilim, sem’ gibi cüz’î sıfat ve ahvalin i’tası ile de Cenab-ı Fâtır-ı Hakîm’in muhit sıfatlarını ve geniş şuunatını fehmetmeye müheyya ve müstaid olmuş.” [39]

“Senin hayatına verilen cüz’î ilim ve kudret ve irade gibi sıfat ve hallerinden küçük nümunelerini vâhid-i kıyasî ittihaz ile, Hâlık-ı Zülcelal’in sıfât-ı mutlakasını ve şuun-u mukaddesesini o ölçüler ile bilmektir. Meselâ sen cüz’î iktidarın ve cüz’î ilmin ve cüz’î iraden ile bu haneyi muntazam yaptığından, şu kasr-ı âlemin senin hanenden büyüklüğü derecesinde, şu âlemin ustasını o nisbette Kadîr, Alîm, Hakîm, Müdebbir bilmek lâzımdır.” [40]

“Ben kendime malik değilim. Benim malikim, ancak kerem sahibi Malik-ül Mülk-i Zülcelal’dir. Fakat ben kendimi malik tevehhüm ettim ki, malikimin hududsuz sıfatlarını o vehmî mukayese ile bileyim. Evet ben, o vehmî mukayesem vasıtasıyla, kendi mütenahî, mevhûm sıfatlarımla malikimin gayr-ı mütenahi sıfatlarını (bir derece) fehmettim.” [41]

“Ey kardeş bil ki! Sani-i Hakîm, insanı öyle bir keyfiyette yaratmıştır ki, eğer insan kendini mütalaa edebilse; o zaman, misli ve benzeri olmayan; hem zıdları ve vâhid-i kıyasîleri de bulunmayan gayr-ı mütenahî sıfat-ı mutlaka-yı İlahiyeleri tasdik etmesi ona kolay gelir.” [42]

ESRA ÖZEL

KAYNAKÇA;

Risale-i Nur Külliyatından….

[29] İşaratül İcaz – 17

[30] Mesnevî Nuriye – 185

[31] Lemalar – 114

[32] Lemalar – 190

[33] İşaratül İcaz – 17

[34] Sözler – 506

[35] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 143

[36] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 265

[37] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 488

[38] Şualar – 142

[39] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 464

[40] Sözler – 128

[41] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 86

[42] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 181

KAİNAT SENSİN {3}

KAİNAT SENSİN {3}

17 şifreli hakikat-ı insanîye haritasının 3 ve 4. Şifresi;

3.SECİYELER 

“Fıtrat-ı insan bir mezraa hükmündedir ki, secayâ-yı hasene temayülat-ı şerriye ile beraber, taneler gibi dest-i kaderle içinde ekilmiştir. Bu taneler neşv-ü nema bulmak için bir suya muhtaçtır. Hevadan gelse, şer taneleri neşv-ü nema bulur. Şimdiki şu medeniyet-i habisenin heyet-i içtimaiyeye verdiği tesir gibi… Fıtraten -çendan- hayır ciheti galibdir, fakat sünbüllenmiş, semere vermiş on çekirdek, yüz değil bin kurumuş çekirdeğe galebe eder. İşte şunun çaresi: O bâb-ı fitneyi kapatmakla, suyu Hüda tarafından vermek lâzımdır.” [13]

“Nefsin cürsûmesinde şedid bir açlık, azîm bir ihtiyaç, acib bir zevk vardır. Eğer bu seciyelerinin mecraları hikmet-i hilkatına uygun tarzda tahavvül ederlerse, o zaman meselâ ondaki mezmum hırs, doymak bilmeyen bir iştiyaka inkılab eder.. ve onun meş’um gururu, bütün enva-i şirkten necatına bir vesile olur.. Ve ondaki kendi nefsine ve zatına olan şedid muhabbet; Rabbine karşı zatî ve fıtrî bir muhabbete tahavvül eder. Ve hakeza, tâ bütün seyyiatı hasenatlara inkılab edinceye kadar gider.” [14]

“Hem meselâ: İnsanın en latif ve şirin bir seciyesi olan şefkat; eğer sırr-ı tevhid onun yardımına yetişmezse, öyle müdhiş bir hırkat, bir firkat, bir rikkat, bir musibet olur ki, insanı en bedbaht bir dereceye indirir. Tek bir güzel yavrusunu ebedî kaybeden bir gafil vâlide, bu hırkatı tam hisseder.” [15]

“Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var.

Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i istimal edilir.” [16]

“Ecnebîlerin bir kısmı, nasıl kıymettar malımızı ve vatanlarımızı bizden aldılar. Onun bedeline çürük bir fiat verdiler.  

 Aynen öyle de: Yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan, hayat-ı içtimaiyeye temas eden seciyelerimizin bir kısmını da bizden aldılar. Terakkilerine medar ettiler. Ve onun fiatı olarak bize verdikleri sefihane ahlâk-ı seyyieleridir, sefihane seciyeleridir. Meselâ: Bizden aldıkları seciye-i milliye ile, bir adam onlarda der: “Eğer ben ölsem milletim sağ olsun. Çünki milletimin içinde bir hayat-ı bâkiyem var.” İşte bu kelimeyi bizden almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise, din-i haktan ve iman hakikatlarından çıkar. O bizim, ehl-i imanın malıdır. Halbuki ecnebîlerden içimize giren pis, fena seciye itibariyle bir hodgâm adam bizde diyor: “Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.” İşte bu ahmakane kelime dinsizlikten çıkıyor, âhireti bilmemekten geliyor. Hariçten içimize girmiş, zehirliyor. 

Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve ecnebilerin zararlı seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber herkes “nefsî! nefsî” demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle ve menfaat-ı şahsiyesini düşünmekle bin adam, bir adam hükmüne sukut eder.

Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünki insanın fıtratı medenîdir. Ebna-i cinsini mülahazaya mecburdur. Hayat-ı  içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir.” [17]

“Ulvî seciyelerinin rabıtası ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacı sıdktır. Öyle ise sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.” [18]

“Bu millette fıtrî bir kahramanlık seciyesi vardır. Bu seciye eğer Risale-i Nur’la inkişaf ederse, hiçbir millet karşılarında duramaz.” [19]

“Ey kardeş bil ki! İnsanın camiiyet-i fıtratının mezayasından ve onu sair hayvanattan ayıran seciyesi ise; zevi-l hayatın Vâhib-ül Hayat’a karşı olan tahiyyatlarını fehmetmesidir. 

Yani insan, kendi nefsinin kalbinin sözlerini anladığı gibi, iman kulağıyla dinlediği zaman, tesbih eden zevi-l hayatın, belki cemadatın dahi bütün kelimatını fehmedebilir.” [20]

“İnsanın sair zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise; yüksek seciyeleri ve cem’iyetli istidadları ve küllî ubudiyetleri ve geniş vücudî daireleri itibariyledir. Halbuki o insan, hem madum, hem ölü, hem karanlık olan geçmiş ve gelecek zamanların ortasında sıkışmış bir kısa zaman olan hazır vaktin mikyasıyla, ölçüsüyle; hamiyeti, muhabbeti, kardeşliği, insaniyeti gibi seciyeler alır.” [21]

4.MİKYAS

“Cenab-ı Hak insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır.” [22]

“Kâinattaki san’at-ı muntazamanın küçük bir mikyasta, nümunesi insanda vardır.” [23]

“İnsan, şu kâinatın hakaiklerine bir mikyastır ve bir mizandır.” [24]

“İnsan, küçük bir mikyasta, kâinattaki hakaik-i imaniyeyi şuhud derecesinde gösterebilir.” [25]

“Hayat-ı insaniyenin vezaifinden biri de kendi cüz’î sıfatlarını şuunatını, Hâlıkın küllî sıfatlarını, şuunatını fehmetmek için bir mikyas yapmaktır.” [26]

“Kendi cüz’î sıfat ve mevhum rububiyetinin ölçücükleriyle Rabb-ı Semavat ve-l Arz’ın muhit sıfatlarının marifetine bir mikyassın ki, mevhum bir rububiyetin hududunu tasavvur etmekle, o muhit sıfatları fehmedersin.” [27]

“Hakikat-ı insaniyeye baktığı vakit, o câmi’ mikyasta, o küçük haritacıkta, o doğru nümunecikte, o hassas mizancıkta, o enaniyet hassasiyetinde öyle kat’î ve şuhudî ve iz’anî bir vicdan, bir itminan, bir iman ile o sıfât ve esmayı tasdik eder. Hem çok kolay, hem hazır yanındaki âyinesinde, hiç uzun bir seyahat-ı fikriyeye muhtaç olmadan iman-ı tahkikîyi kazanır.” [28]

ESRA ÖZEL

KAYNAKÇA;

Risale-i Nur Külliyatından…

[13] Sunühat, Tuluat, İşarat – 95

[14] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 521

[15] Şualar – 16

[16] Lemalar – 199

[17] Hutbe-i Şamiye – 58

[18] Tarihçe-i Hayat – 95

[19] Son Şahitler Cilt no:4 – 178

[20] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 468

[21] Şualar – 223

[22] Lemalar – 190

[23] Mektubat – 232

[24] Lemalar – 354

[25] Lemalar – 354

[26] Mesnevî Nuriye – 218

[27] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 637

[28] Emirdağ Lahikası 1 – 146

KAİNAT SENSİN {2}

KAİNAT SENSİN {2}

17 şifreli hakikat-ı insanîye haritasının 1 ve 2. Şifresi;

1- HAYAT 

“Hayatım Rabbanî bir mektubdur; kardeşlerim olan zîşuur mahlukata kendini okutturur, yaratanı bildirir bir mütalaagâhtır. Hem Hâlıkımın kemalâtını teşhir eden bir ilânnameliktir.Hem hayatı yaratanın hayat ile ihsan ettiği kıymetdar hediyeler ve nişanlar ile bilerek süslenip her gün tekerrür eden resm-i küşadda mü’minane, şuurdarane, şâkirane, minnetdarane Padişah-ı Bîmisalinin nazarına arzetmektir. Hem hadsiz zîhayatların hâlıklarına vasıfane tahiyyatlarını ve şâkirane tesbihat hediyelerini anlamak, müşahede etmek ve şehadetle ilân etmektir.” [1]

“ ‘Mahiyet-i hayatım esma-i İlahiyenin definelerini açan anahtarların mahzeni ve nakışlarının bir küçük haritası ve cilvelerinin bir fihristesi ve kâinatın büyük hakikatlarına ince bir mikyas ve mizan ve Hayy-u Kayyum’un manidar ve kıymetdar isimlerini bilen, bildiren, fehmedip tefhim eden yazılmış bir kelime-i hikmettir’ anladım. Ve hayatın bu tarzdaki hakikatı bin derece kıymet kazanıyor ve bir saat devamı bir ömür kadar ehemmiyet alır.” [2]

“Mevcudat içinde en latif, en güzel, en câmi’ âyine-i Samediyet de hayattır. Güzelin âyinesi güzeldir. Güzelin mehasinlerini gösteren âyine güzelleşir. O âyinenin başına o güzelden ne gelse, güzel olduğu gibi; hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünki güzel olan o esma-ül hüsnanın güzel nakışlarını gösterir.” [3] 

“Hayat birşeye girdiği vakit, o cesedi bir âlem hükmüne getirir; cüz’ ise küll gibi, cüz’îye dahi küllî gibi bir câmiiyet verir. Evet hayatın öyle bir câmiiyeti var; âdeta umum kâinata tecelli eden ekser esma-i hüsnayı kendinde gösteren bir câmi’ âyine-i ehadiyettir. Bir cisme hayat girdiği vakit, küçük bir âlem hükmüne getirir; âdeta kâinat şeceresinin bir nevi fihristesini taşıyan bir nevi çekirdeği hükmüne geçiyor.” [4]

“Bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediye olduğu gibi bir meyvesi de, hayatı veren Zât-ı Hayy ve Muhyî’ye karşı şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki; bu şükür ve muhabbet ve hamd ve ibadet ise; hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir. Ve bundan anla ki; bu hayatın gayesini “rahatça yaşamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârane nimetlenmektir” diyenler, gayet çirkin bir cehaletle; münkirane, belki de kâfirane, bu pek çok kıymetdar olan hayat nimetini ve şuur hediyesini ve akıl ihsanını istihfaf ve tahkir edip, dehşetli bir küfran-ı nimet ederler.” [5] 

“Bu kâinatın en mühim neticesi ve mayesi ve hikmet-i hilkati hayattır; elbette o hakikat-ı âliye, bu fâni, kısacık, noksan, elemli hayat-ı dünyeviyeye münhasır değildir. Belki hayatın yirmidokuz hâssasıyla mahiyetinin azameti anlaşılan şecere-i hayatın gayesi, neticesi ve o şecerenin azametine lâyık meyvesi, hayat-ı ebediyedir ve hayat-ı uhreviyedir; taşıyla ve ağacıyla, toprağıyla hayatdar olan dâr-ı saadetteki hayattır.” [6]

“İnsanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû’-i istimal etmeyenler, dâr-ı bekada ve Cennet-i bâkiyede, hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır.” [7]

2.HİSSİYAT

“İnsanda binlerle hissiyat var. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı taleb ve hâkeza şedid hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir.” [8]

“Şu âlem-i ekberi, mülk şeklinde inşa etmekle beraber; şu insanı dahi öyle bir surette halketmiştir ve ona öyle cihazat ve âletler ve havâs ve hissiyatlar ve bilhâssa nefs, heva ve ihtiyaç ve iştiha ve hırs ve dava vermiştir ki; o geniş mülkünde, bütün mülke muhtaç bir memluk hükmüne getirmiştir.” [9]

“Hem kemal-i intizam ile bu kadar hassas duyguları ve hissiyatları ve gayet muntazam bu manevî latifeleri ve bâtınî hâsseleri bu cismimde dercetmekle beraber, gayet san’atlı bu cihazatı ve cevarihi ve hayat-ı insaniyece gayet lüzumlu ve mükemmel bu kadar a’zâ ve âletleri bu vücudumda kemal-i hikmetle yaratmış. Tâ ki, nimetlerinin bütün nevilerini ve umum çeşitlerini bana tattırsın ve ihsas etsin ve hadsiz tecelliyat-ı esmasının ayrı ayrı zuhurlarını o duygular ve hissiyatla ve hassasiyetle bana bildirsin, zevkettirsin.” [10]

“Hem insanın bütün cihazatları ve hissiyatları, sırr-ı vahdetle, gayet yüksek bir kıymet alırlar ve şirk ve küfür ile gayet derecede sukut ederler.” [11]

“Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman genişlenir. Başkalarına nisbeten mazi ve müstakbel olan vakitler, ona nisbeten hazır hükmündedir.” [12]

ESRA ÖZEL

KAYNAKÇA;

Risale-i Nur Külliyatından….

[1] Şualar – 71

[2] Şualar – 71

[3] Lemalar – 216

[4] Lemalar – 337

[5] Lemalar – 330

[6] Lemalar – 333

[7] Lemalar – 334

[8] Mektubat – 33

[9] Mektubat – 233

[10] Şualar – 67

[11] Şualar – 16

[12] Mektubat – 51