Etiket arşivi: mısır

Mısır ve Suriye Gecesinde Said Nursi’nin Hürriyete Hitab’ı Okundu

Misir.ve.Suriye.Gecesinde.Said.Nursi.nin.Hurriyete.Hitab.OkunduMısır’daki katliamın ardından Esed güçlerinin Şam’ın Doğu Guta banliyösüne düzenlediği ve 1300 çocuk, kadın ve erkeğin öldüğü kimyasal saldırı Türkiye’de STK’ları ayağa kaldırdı. Ülkenin dört bir yanında protesto gösterileri düzenlendi. Saraçhane Parkı’nda gıyabi cenaze namazı kılındı.

Dünya harekete geçmeli

Saraçhane Parkı’nda aralarında AK Parti İstanbul Milletvekili Harun Karaca’nın da bulunduğu binlerce kişi Mısır ve Suriye’deki kurbanlar için toplu dua etti. Yeni Şafak’taki habere göre vatandaşların yoğun ilgi gösterdiği gecede Bediuzzaman Said Nursi’nin Hürriyet Risalesi okundu. Karaca dünyanın harekete geçmesi gerektiğini belirterek, ‘Dünya sussa da biz susmayacağız.’ dedi. Suriye Şam Alimler Derneği Başkanı Şeyh Usame Rıfai ise ‘Çok şükür ki her yerde direniş var hak haykırılıyor, Irak, Mısır,Şam her yerde.’ dedi. Eyleme Dursun Ali Erzincanlı şiirleriyle, Grup Genç ezgileriyle, Ömer Döngeloğlu dualarıyla destek verdi. Suriye’de katledilenler için gıyabi cenaze namazı kılındı.

İŞTE BEDİÜZZAMAN’IN HÜRRİYETE HİTAB’I

Bismillahirrahmanirrahim

HÜRRİYETE HİTAB

Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sada ile çağırıyorsun ki, benim gibi bir bedevîyi tabakât-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve ûmum millet zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşîr ediyorum. Eğer aynelhayat Şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşv ü nema bulsan, bu millet-i mazlûmenin de eski zamana nisbeten bin derece terakkî edeceğini müjde veriyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse, ağraz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmezse…

Ya Rab! Ne saadetli bir kıyamet ve ne güzel bir haşir ki, (Ölümden sonra dirîliş haktır.) hakîkatinin küçük bir misalini bu zaman bize tasvir ediyor. Şöyle ki:

Asya’nın ve Rumeli’nin köşelerinde medfun olan medeniyet-i kadîme hayata başlamış ve menfaatini mazarrat-ı umûmiyede arayan ve istibdadı arzu edenler (Ne olaydı olaydı da, toprak olaydım. (Nebe’ Sûresi: 40.)) demeye başladılar. Yeni hükûmet-i meşrûtamız mu’cize gibi doğduğu için, inşaallah, bir seneye kadar (Çocukken beşikte konuşuruz. (Meryem Sûresi: 29.)) sırrına mazhar olacağız. Mütevekkilane, sabûrane tuttuğumuz otuz sene Ramazan-ı sükûtun sevabıdır ki; azapsız, cennet-i terakkî ve medeniyet kapılarını bize açmıştır. Hakimiyet-i milliyenin beraat-i istihlali olan kânun-u Şer’î, hazin-i Cennet gibi, bizi duhûle davet ediyor.

Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim dahil olalım. Birinci kapısı Şeriat dairesinde ittihad-ı kulub, ikincisi muhabbet-i milliye, üçüncüsü maarif, dördüncüsü sa’y-i insanî, beşincisi terk-i sefahettir; ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum…

Sakın ey ihvan-ı vatan! Sefahetlerle ve dinde laubaliliklerle tekrar öldürmeyiniz. Ve bütün efkar-ı fasideye ve ahlak-ı rezîleye ve desais-i şeytaniyeye ve tabasbusata karşı, Şeriat-ı Garra üzerine müesses olan kanun-u esasî Azrail hükmüne geçti; onları susturdu.

Sakın ey ihvan-ı vatan! İsrafat ve hilaf-ı Şeriat ve lezaiz-i nameşrua ile tekrar ihya etmeyiniz. Demek şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk. Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrûtiyet ile, rahm-ı madere geçtik; neşv ü nema bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkîden, inşaallah, mu’cize-i Peygamberî ile şimendifer-i kanun-u şer’iye-i esasiyeye amelen ve burak-ı meşveret-i şer’iyeye fikren bineceğiz; bu vahşetengiz sahra-i kebîri kısa zamanda tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. Zîra, onlar kah öküz arabasına binmişler, yola gitmişler. Biz, birdenbire şimendifer ve balon gibi mebadiye bineceğiz; geçeceğiz. Belki, camî-i ahlak-ı hasene olan hakîkat-i İslamiyenin ve istidad-ı fıtrînin ve feyz-i îmanın ve şiddet-i açlığın hazma verdiği teshîl yardımı ile fersah fersah geçeceğiz-nasıl ki vaktiyle geçmiştik.

Talebeliğin bana verdiği vazife ve hürriyetin ferman-ı mezuniyetiyle ihtar ediyorum ki:

Ey ebna-i vatan! Hürriyeti sû-i tefsir etmeyiniz; ta elimizden kaçmasın ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın.

Zira, hürriyet, müraat-ı ahkam ve adab-ı Şeriat ve ahlak-ı hasene ile tahakkuk eder ve neşv ü nema bulur. (Tarihçe-i Hayat 1. Kısım)

risale haber

Bediüzzaman İslam Dünyasına Müjde Veriyor

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Suriye, Mısır ve daha bir çok yerde Müslümanların başına gelen olaylardan herkesin üzüldüğünü ancak ümitsizliğe kapılmaması gerektiğini söyledi. Sıkıntıları İslam âleminin birliği gibi büyük bayramın doğum sancıları” olarak tanımlayan Akgündüz, Bediüzzaman Hazretlerinin İslam dünyası ile ilgili müjdelerini anlattı.

Bedîüzzaman, Arap Baharı ve Mısır

Son zamanlarda Mısır’daki acı olaylar sebebiyle, ehl-i iman matem tutmakta ve bazan da ümitsizliğe kapılmaktadır. Ben de üzülenlerden ve dua edenlerden olmam ile birlikte, asla ümitsiz olanlardan değilim. Bilakis bu acıların İslam âleminin birliği gibi büyük bayramın doğum sancıları ve mukaddimeleri olduğuna inanıyorum. Bu sebeple konuyla alakalı Bedîüzzaman Hazretleri’nin İslâm âleminin kaderini tesbit eden bir cümlesini aktaracak ve tahliller yapacağız.

Asya’da Âlem-i İslâmda üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım. (1)

Bizim tespitlerimize göre bu üç nuru İslâm âlemi açısından şöyle değerlendirmek gerekmektedir:

Birinci Nur: Bize göre, birinci nur ile iki mana kasdedilmektedir. Eski Sa’îd döneminde bu nur Osmanlı Devleti’nin ve hilâfetin yeniden ihyâsı olarak takdim edilmektedir. Ancak sonradan bakış açısının siyasî olduğunu ve dar bir vizyona sahip olduğunu ifade eden Bedîüzzaman, bunun gerçek manasının bir nevi Medreset’üz-Zehrâ’yı da temsil eden ve sadece İslâm âlemini değil bütün insanlığı kuşatan Risâle-i Nur olduğunu açıklamıştur.

Eski Sa’îd, Nurun parlak hâsiyetinden gelen kuvvetli bir ümid ve tam teselli ile, siyâset-i İslâmiyet’e âlet yaparak hararetle hürriyete çalışırken; diğer bir hiss-i kablelvuku’ ile dehşetli ve lâdinî bir istibdâd-ı mutlakın geleceğini bir Hadis-i Şerîf’in mânasından anlayıp, elli sene evvel haber vermiş. Sa’îd-in teselli haberlerini, o istibdâd-ı mutlak yirmi beş sene bil’fiil tekzîb edeceğini hissetmiş ve otuz seneden beri “Eûzü billahi mineş-şeytani ves-siyâse” deyip siyâseti bırakmış, Yeni Sa’îd olmuştur. (2)

Bir nur görüyorum, istikbâle büyük ümitlerle bakıyorum diye, ehemmiyetli bir Kur’an hizmetinin vuku bulacağını haber veriyordu. Bir hiss-i kablel-vuku’ ile Risâle-i Nur’un şimdiki mânevî hizmet-i Kur’aniye ve imâniyesini, o zamanlar siyâset âleminde olacak zannedip bütün kuvvetiyle İstanbul’da siyâseti; dine Kur’an’a âlet ederek çalışıyordu.

İkinci Nur: Bize göre ikinci nur, ‘İslâm uyandı ve uyanıyor. Fenalığı fena, iyiliği iyi olarak gördüler’’ ifadesini kullanan Eski Sa’îd’in hiss-i kablelvuku’ ile 1371’de başta Arab Devletleri, Âlem-i İslâm’ın ecnebi esâretinden ve istibdâdından kurtulup İslâmî Devletler teşkil edeceklerini, kırk beş sene evvel haber vermesidir. İki Harb-i Umûmî ve otuz-kırk sene devam eden istibdâd-ı mutlakı düşünmemiş, Üçyüz Yirmi Yedi’de (1327) olacak gibi müjde vermiş, te’hirinin sebebini nazara almamış.(3)

Bedîüzzaman 1910’lu yıllarda ve bugün İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı 56 Müslüman devlet yokken bunların doğacağını ve bu doğuşun asıl İslâm’ın bayramı olacak Birleşik İslâm Devletlerine mukaddime teşkil edeceğini söylemesi de çok manidardır. Ben bu kargaşalı olayların, İslâm’ın bayramı olacak büyük hâdisenin doğum sancıları olduğuna inanıyorum. Şu tespitleri tekrar tekrar okumak gerekiyor:

Çok zamandan beri esâret altında kalmış ve istiklâliyetini kaybetmiş Hindistan, Arabistan gibi âlem-i İslâm’ın büyük memleketleri birer devlet-i İslâmiye şeklinde; Hind’de yüz milyon bir devlet-i İslâmiye (Pakistan’ın kasd ediyor), Java’da elli milyondan ziyâde bir devlet-i İslâmiye (Endonezya’yı kasd ediyor) ve Arabistan’da dört-beş hükûmet (henüz o tarihte var olmayan Suudi Arabistan, Ürdün, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Mısır ve Körfez Ülkelerini kasd ediyor) bir Cemâhir-i Müttefika gibi, Arap birliği ile İslâm birliğini birleştirmesindeki âlem-i İslâm’ın bu büyük bayramının mukaddemesini. (4)

Bedîüzzaman’ın bu İslâm âleminin büyük bayramının tahakkuku için bütün Müslümanlardan isteği şudur: Hikmet ezel ufkundan kaderin parmağını kaldırmış, size emrediyor ki: Tefrika ile her tarafa dağılarak kuruyan ve buharlaşan su gibi, katre katre zayi’ olan hamiyet ve kuvvetinizi İslâmiyet milliyeti ile birleştiriniz İslâm’ın haşmet ve şevket güneşini Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye’nin (Birleşik İslâm Cumhuriyetleri) tarzında tahakkuk ettirip koruyunuz.

Şu cümleler, sanki bugün İslâm aleminde esâret ve tahakküm altında ezilen Müslüman milletlere açıkça seslenmektedir:

Hem de hürriyet-i şer’iye denilen ve sosyal hayatınız için zaruri olan, Sübhan ve Ağrı Dağları gibi istikbalin zirvelerinde ve tepelerinde ayağa kalkmış, nefsin esâreti altına girmeyi yasak etmiş ve gayre tecâvüzü tecviz etmeyerek İslâm’a dayanan hürriyet-i şer’iye, yüksek sadâ ile sizin gibi mazinin en derin derelerinde gafil ve dağınık insanlara fen ve san’at sİlâhıyla “cehâlet ve fakirliğe hücum ediniz” emrini veriyor. (5)

Üçüncü Nur: Bize göre üçüncü nur elli yıldır bağımsızlıklarını kazanmakla birlikte, kendi içinden diktatörlerin elinde mazlum durumuna düşen Müslüman Arap kardeşlerimizin gelecekte yani bana göre Arap Baharı ile Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye’yi kuracaklarını müjdelemesidir. İslâm âleminin şu andaki halini yüz sene önce öngören Bedîüzzaman, özellikle Araplara farklı bir şekilde seslenmektedir:

Hususan ey muazzam ve büyük ve tam intibâha gelmiş veya gelecek olan Arablar! En evvel bu sözler ile sizinle konuşuyorum. Çünki bizim ve bütün İslâm tâ’ifelerinin üstâdlarımız ve imâmlarımız ve İslâmiyet’in mücâhidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk Milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.

Onun için tenbellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir. Hususan kırk-elli sene sonra Arab tâ’ifeleri, Cemâhir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeğe, esârette kalan hâkimiyet-i İslâmiye’yi eski zaman gibi yeryüzünün yarısında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlahiye’den kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşâallah nesl-i âti görecek.

Üstâd’ın bu sözlerini yorumlayan Zübeyir Gündüzalp aynı manayı haykırmaktadır:

Ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklal ve İttihâd-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intac etmiştir. İnşâallahü Teâlâ, Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye (Birleşik İslâm Cumhuriyetleri) de meydana gelecek ve İslâmiyet, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır. Rahmet-i İlahîden kuvvetle ümid ve niyaz ediyoruz. (6)

Bu arada Üstâd’ın;

Eğer o felâketi gören zâlimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfa’ati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstahak ve tam adâlet-i Rabbaniyedir. (7)

sözlerini de İslâm alemindeki zâlimler açısından unutmayalım. Avrupa ve Amerika’nın korktuğu da budur. Ancak onların da korkmasına gerek yoktur; zira İslâm’ın bu büyük bayramında onların da payı olacaktır. Bu üçüncü nur Hazret-i Mehdî’nin ikinci ve üçüncü vazifesinin tahakkuku ile taçlanacaktır.

Üstâd’ın bu iki vazife ile alakalı tesbitlerini de hatırlatmak isterim:

İkinci Vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şe’âir-i İslâmiye’yi ihyâ etmektir. Âlem-i İslâm’ın Vahdetîni nokta-i istinâd edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinâdı ve hâdimleri, milyonlarla efrâdı bulunan ordular lâzımdır.

Üçüncü Vazifesi: Inkılâbat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin zedelenmesiyle ve Şerî‘at-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanûnları bir derece ta’tile uğramasıyla o zât, bütün ehl-i imânın manevî yardımlarıyla ve İttihâd-ı İslâm’ın muavenetiyle ve bütün ulemâ ve evliyânın ve bilhâssa Âl-i Beyt’in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmağa çalışır.(8)

Bedîüzzaman bir başka eserinde Arap Baharı’nı da kapsayacak şu müjdelerini veriyor:

Eger siz sahife-i efkârı okusaniz, tarik-i siyâseti görseniz, hutebâ-i umumi olan -doğru konuşan- cerâ’idi dinleseniz anlayacaksiniz ki: Arabistan, Hindistan, Cava, Misir, Kafkas, Afrika ve emsallerinde o derece fikr-i Hürriyet’in galeyânıyla, âlem-i İslâm’ın efkârında öyle bir tahavvül-ü azim ve inkilab-i acib ve terakki-i fikri ve teyakkuz-u tam intâc etmiştir ki, bahasına yüz sene verse idik yine ucuzdu.(9)

Bu aradaSizde birbiri üstünde üç zulmet inkışa’a başlayacakdır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım” sözünü de bir iki cümle ile açmak zaruridir. Burada birinci zulmet, Çarlık Rusya’sının 1917 yılında Bolşevik İhtilali ile yıkılışı olsa gerektir. İkinci zulmet, 1990 yıllarında komünizmim çatır çatır yıkılması ve Sovyetlerin dağılmasıdır. Üçüncü zulmet de, inşallah Rusya’nın dağılarak oradaki mazlum Müslümanların hürriyetlerine kavuşup Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye’nin bir parçası haline gelmeleridir.

risale haber

DİPNOTLAR:

1-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Tarihçe-i Hayat, sh. 78.

2-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Tarihçe-i Hayat, sh. 82.

3-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Tarihçe-i Hayat, sh. 89.

4-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Tarihçe-i Hayat, sh. 521.

5-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Dîvân-ı Harb-i Örfî, sh. 50-51.

6-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Sözler, sh. 771.

7-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Kastamonu Lahikası, sh. 112.

8-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Emirdağ Lahikası, c. I, sh. 266.

9-Münâzarât, sh. 27.

Abdullah Yeğin Ağabeyden İslam Alemi için Dua Çağrısı

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Abdullah Yeğin ağabey, Mısır ve Suriye ile birlikte İslam alemi üzerindeki musibetlerin giderilmesi için dua çağrısında bulundu. Şahsi ve toplumsal bazda yapılması gerekenlere dikkat çeken Yeğin ağabey, en başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere çeşitli eserlerin ve duaların okunmasını tavsiye etti.

Abdullah Yeğin ağabeyin açıklaması şöyle:

Bismillahirrahmanirrahim
Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu.

Sadakatli, fedakâr, ciddi, samimi, ihlâslı kardeşlerimiz! Çok ehemmiyetli, hayati bir mesele olan birlik ve beraberliğimiz için, Hz. Üstadımızın çok mühim vasiyetlerine ve tembihlerine dikkat ederek yazıyoruz.

Ecnebi düşmanların, yalancı münafıkların, menfaatleri uğruna, milletimize ve âlem-i islama verdikleri zararları düşünerek Cenab-ı Hakkın vaadlerine, şefkat ve merhametine sığınarak âlem-i islamın düşman şerrinden kurtulmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz.

1-İhlâs ile Cenab-ı Hakka yalvarmalıyız ve O’nun razı olmadığı her şeyden tövbe etmeliyiz. Milletimiz helâlı da bilir, haramı da bilir. Sapıklardan başkası haramlarla meşgul olmaz. Yalancı dinsizlerin ifsadlarına, bozgunculuk yapmalarına Rabbimiz isterse meydan vermez. Yeter ki bizler; birlik olalım, sadece Allah’a güvenelim, istikametten ayrılmayalım. Sadece Allah’tan medet bekleyelim. Mü’min, mü’minin derdiyle dertlenmelidir. Kardeş kardeşe yardımcıdır, muavindir, düsturuyla hareket edelim. İnsan canavarlarının şerrinden Allah’a sığınıyoruz.

2-Tarih şahittir ki: Daima yalancılar rezil olmuştur. Haktan ve dürüstlükten ayrılmayanlar zaferler kazanmıştır. Cenab-ı Hak doğruların yardımcısıdır; yalancıların düşmanıdır. Peygamberimiz bir, rabbimiz bir, dinimiz birdir. Bizi yaşatan ancak Bir’dir.

3- Biz dünyanın fani, yalancı ve şöhreti için değil; sırf Rabbimizin rızası için konuşacağız ve dualar edeceğiz. Aklımızı kullanalım. Madem dünya fanidir, bir daha bu âleme gelmeyeceğiz, fırsat bu fırsattır. Allah’ın rızası dairesinde iyiliklere taraftar olacağız. Evvela iyilikleri yapanlara dua edeceğiz. Anarşist, imansız bozgunculara taraftarlık, onlardan olmak demektir.

4-Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vahid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve ta’dil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruhu cemaatten çıkmış az mütehassis, sağırca, metin bir şahsı manevidir ki, şuralar o ruhu temsil eder. (Sünuhat -37)

5-Vehham olmamalıyız. Korkmakla din rüşvet verilmez. Dinin za’fiyeti bahanesine olan müzahref medeniyete lanet. Havf ve za’f, tesirat-ı hariciyeyi teşci’ eder. Muvakkat maslahat, mevhum mazarrata feda edilmez. (Ve minallahi Tevfik)( Sünuhat- 39)

6-Şark husumeti, İslam inkişafını boğuyor idi; zail oldu ve olmalı. Garb husumeti, İslam’ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına  en müessir sebeptir, baki kalmalı. Evet, ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, İslamın sadası olacaktır! ( Sünuhat)

7-Za’f gururun madenidir. Merak ilmin hocasıdır. Bize işkence edenler bilmeyerek, kader-i ilahinin sırlarına, kaderin tecellilerine akıl erdiremeyerek bizim davamıza, hakaik-ı imaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz, onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir. (İhlâs Risalesi)

8- Ey kardeşlerim! Kur’an-ı Hakim’in hizmetindeki mesleğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve uhuvvetin sırrı; şahsiyetini kardeşler içinde fani edip, onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek olduğundan, mabeynimizde bu nevi hubb-u cahtan gelen rekabet tesir etmemek gerektir. Çünkü mesleğimize bütün bütün münafidir. (İhlâs Risalesi)

9-Madem kardeşlerin şerefi umumiyetle her ferde ait olabilir; o büyük şeref-i maneviyi, şahsi, hodfuruşane, rekabetkarene, cüz’i bir şerefe ve şöhrete feda etmek; Risale-i Nur şakirdlerinden yüz derece uzak olduğu ümidindeyim. (İhlâs Risalesi)

10-Cenab-ı Hak cümlemizi, en büyük silahımız olan ihlâslı duada muvaffak eylesin! Herkes Kuran-ı Kerim’den istediği bir veya birkaç duayı seçebilir, Hz. Üstadımızın dualarından Hizbü’l Hakaık ve Cevşen-i Kebir gibi duaları muntazaman her gün okuyabilir. (Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim’inde: ‘Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var.’ diye buyuruyor.)

11-Bu duaları bilmeyenler: mesela Yasin-i Şerif’i, Ayete’l Kürsi’yi, Amenerrasülü ve Lev Enzelna gibi sureleri beş defadan az olmamak üzere herkes istediği kadar okuyabilir.  Mesela Sekine duası ve Tahmidiye de çok makbul bir duadır.(Hizbü’l Hakaık’ta vardır). Hizbü’l Hakaık’ta 4444 defa okunan Salât-ı Tefriciye de grup halinde veya şahsi okunabilir.

12-Zulüm görenlerin kurtulması, âlem-i İslamın sükûn ve selamete çıkması ve İlahi adaletin yerini bulması için istediğimiz tarzda duaya devam edelim. İsteyen her zaman şöyle bir dua yapabilir: “Ya Erhamerrahimin! Ferdün, hayyün, kayyumün, hâkemün, adlün, kuddusün! Ya bediü’s semavat-ı ve’lard ya ze’lcelal-i ve’likram! Sıkıntılarımızı, kederlerimizi, üzüntülerimizi, şikâyetlerimizi arz ediyoruz, âlem-i İslamın başındaki musibetleri sana şikâyet ediyoruz: İslam’ı ve Müslümanları bu zalimlerin şerrinden kurtar, Ya Rabbi!

Allahümme ya muhavvilel havli vel ahval havvil halena ila ahsenil hal! Bi Keremike.
Allhümme bi hakkı sûreti’l ihlâs ic’alna min ibadikel mühlisine muhlesin âmin âmin. Tekabbel bihürmeti ismike’l azam ve Kur’an-il Azim ve Rasûl-i kel Kerim (A.S.M) Amin.

Abdurrahman Iraz / Risale Haber

Zamanın Ashabı Uhdudları

Yüce kitabımız Kuran Kerim ehli Hakkın  ve küfür ehlinin  mücadelesini anlatan kıssalarla doludur.Bu kıssaların çoğu Peygamberlerin kıssaları olmakla birlikte insanlara ders vermek amacı ile aktarılan  başka kıssalarda vardır. Son zamanlarda Mısırda yaşanan olaylar ve Müslümanların Mısırda yaşadığı katliamlar bana Kuranda geçen Ashab-ı Uhdud kıssasını hatırlattı. Ashab-ı Uhdud, hendek veya çukur halkı anlamına gelmektedir.

Bu kıssa hangi tarihte ve ne zaman yaşandığı tam olarak bilinmemektedir.Fakat  Ashab-ı Uhdud kıssası ile ilgili Müslim, Suhayb İbn Sinan er-Rumi’den Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

Sizden  öncekiler arasında bir kral vardı,  onun da bir büyücüsü vardı. Büyücü yaşlanınca, krala şöyle dedi: Ben yaşlandım, kendisine büyü öğretmek için bana bir çocuk gönder. O da öğretmek için kendisine bir çocuk gönderdi. Çocuk yolda gelip giderken bir rahibe rastladı. Yanına oturarak konuşmasını dinledi ve söylediklerini beğendi. Artık ne zaman büyücünün yanına giderse rahibe uğrar, yanında otururdu. Büyücüye geldiğinde de, büyücü kendisini döverdi. Çocuk bunu rahibe şikâyet etti. Rahip şöyle dedi:“Büyücüden  korktuğun  vakit,  beni  ailem  salmadı, ailenden korktuğun vakit de beni büyücü salmadı, deyiver.”

Çocuk yolda giderken, büyük bir hayvana rastladı. Bu hayvan insanların yolunu kapatmıştı. Kendi kendine “Büyücü mü üstün, yoksa rahip mi bugün anlayacağım” dedi. Bir taş alarak “Allah’ım! Eğer rahibin işi senin yanında büyücünün işinden daha makbul ise, bu hayvanı öldür de insanlar işlerine gitsinler” dedi ve taşı attı. Hayvanı öldürdü. İnsanlar da işlerine gittiler. Arkasından rahibe gelerek olayı anlattı.

Rahip ona: Ey oğul, bugün sen benden daha üstünsün. Senin durumun gördüğüm aşamaya ulaşmıştır. Sen kesinlikle imtihan olunacaksın. Şayet imtihan olunursan, benim nerede olduğumu kimseye söyleme. Çocuk körleri ve cüzamlıları iyileştiriyor, diğer insanları tedavi ediyordu. Derken kralın yakınlarından kör olmuş birisi bunu işitti ve kendisine birçok hediyeler getirerek “Beni iyileştirirsen, şu şeylerin hepsi senin olsun “dedi.

Çocuk, “Ben hiç kimseyi iyileştiremem. Şifayı ancak Allah verir. Sen Allah’a inanırsan, ben ona dua ederim, o seni iyileştirir” dedi. Adam Allah’a iman etti. Allah da onu iyileştirdi. Daha sonra kralın yanına gelerek eskiden oturduğu gibi oturdu.

Hükümdar ona; senin gözünü kim geri getirdi diye sordu. Adam, Rabbim, diye cevap verdi. Kral; senin benden başka rabbin mi var dedi. Adam; Benim rabbim de, senin rabbin de Allah’tır, dedi. Bunun üzerine kral adamı hapsettirdi ve işkenceye başladı. Sonunda   adam, çocuğun yerini söyledi. Çocuğu da getirdiler. Kral ona “Ey oğulcuğum! Büyücülüğün, körleri ve cüzamlıları iyileştirecek ve şöyle şöyle yapacağın seviyeye gelmiştir” dedi.

Çocuk “Ben hiçbir kimseyi iyileştiremem. İyileştiren ancak Allah’tır” dedi. Bunun üzerine hükümdar onu da hapsetti ve işkenceye başladı. Sonunda çocuk rahibin yerini söyledi. Rahibi de getirdiler. Kendisine “Dininden dön!” dediler. O kabul etmedi. Derken kral bir testere istedi ve onu başının ortasından ikiye böldü, iki parçası yere düştü. Sonra kralın adamlarından olan adam getirildi ve kendisine; dininden dön denildi. O da kabul etmedi. Hemen testereyi başının ortasına koyarak yardı ve iki parçası yere düştü. Sonra çocuk getirildi. Ona da dininden dön denildi. Fakat o da kabul etmedi. Bunun üzerine çocuğu yanındakilerden bazı kişilere vererek; “Bunu filan dağa götürün. Dağın üzerine çıkarın, zirveye ulaştığınızda dininden dönerse ne ala, dönmezse aşağı atın” dedi. Çocuğu götürdüler ve dağa çıkardılar.

Çocuk “Allah’ım! Dilediğin şekilde benim adıma bunların hakkından gel!” dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve aşağı düştüler. Derken çocuk yürüyerek krala geldi. Kral ona “arkadaşların sana ne yaptılar?” dedi. Çocuk “Onlar hakkında Allah bana kâfi geldi” dedi. Kral onu yine yanındakilerden birkaç kişiye vererek; “Bunu götürün, bir gemiye bindirerek denizin ortasına varın. Eğer dininden dönerse, ne ala, dönmezse, denize atın” dedi.

Çocuğu götürdüler. O yine “Allah’ım! Benim adıma dilediğin şekilde sen bunların hakkından gel!” diye dua etti. Hemen gemileri alabora oldu ve boğuldular. Çocuk yine yürüyerek krala geldi. Hükümdar ona “arkadaşların sana ne yaptılar?” diye sordu. Çocuk “benim adıma Allah onların hakkından geldi!’ dedi ve şunu ekledi: “Sana emredeceğim şeyi yapmadıkça, sen beni öldüremezsin.” Hükümdar; nedir o dedi. Çocuk şöyle dedi: Halkı bir yere toplarsın ve beni bir ağaca asarsın. Sonra dağarcığımdan bir ok alırsın. Bu oku yayın ortasına yerleştirir ve “bu çocuğun rabbi olan Allah’ın adıyla” diyerek bana atarsın. Bunu yaparsan, beni öldürürsün, dedi.

Kral hemen halkı bir yere topladı ve çocuğu bir ağaca astı. Sonra dağarcığından bir ok aldı ve oku yayın ortasına koydu. Sonra; “Bu çocuğun rabbi adıyla” diyerek çocuğa attı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına, okun vurduğu yere koydu ve öldü. Bunun üzerine halk “Çocuğun rabbine iman ettik! Çocuğun rabbine iman ettik! Çocuğun rabbine iman ettik!” dediler. Hemen krala gidilerek “Ne buyurursun, vallahi korktuğun başına geldi. Halk iman etti” denildi. Bunun üzerine kral yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti ve kazıldı. Ateşler de yakıldı ve “Kim dininden dönmezse buraya atın” dedi yahut krala sen at, denildi. Bunu da yaptılar. Nihayet yanında bir çocuğu olan bir kadın geldi, kadın oraya düşmekten çekindi. Bunun üzerine çocuk ona “Anneciğim! Sabret! Çünkü sen hak üzeresin” dedi.” (Müslim, Kitabu’z-Zuhd ve’r-Rekaik,17)

Bu olayda sözü edilen “Ashabı-ı Uhdûd”, bazılarının sandığı gibi hendeğe atılıp yakılan müminler değil, müminleri ateşte yakan zalimlerdir. Günümüzde de Mısırda,Arakanda Müslümanları katledenler gibi Ashâb-ı Uhdûd’un yolunda giden bir çok zalim vardır. Fakat bu zalimlerin akıbeti de ehli hakka çukur kazıp;ateş yakıp içine atan zalimlerden farklı olmayacaktır.Bunların sonu da cehennem olacaktır.

HAMİT DERMAN

Tükürün (Şiir)

Tükürün, Müslüman’a yapılan darbelere

Tükürün, darbeleri alkışlayan ellere

 

Tükürün, masumların canına kıyanlara

Tükürün, merhametsiz, hissiz canavarlara

 

Tükürün, insanlıktan nasipsiz vampirlere

Tükürün, Müslüman’ın kanını emenlere

 

Zalimlerin yaptığı zulümlere tükürün

Masumları öldüren katillere tükürün

 

Tükürükle boğulsun o hayâsız insanlar

Yaşamasın, gebersin cana kan kusturanlar

 

Kurusun nesilleri o zalim insanların

Nefesleri kesilsin adi, vicdansızların

 

Sergilenen vahşetler sığmıyor yeryüzüne

Bu yüzdendir tükürün onların pis yüzüne

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

(15.08.2013 – Perşembe)

www.NurNet.org