Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Latife-i Rabbaniyeni Tatmin Et Huzur Bul!

İnsanlık şu anda hemen herkes bir şeyden şikayet etmektedir. Kimisi huzurum yok kimisi her şeyim var ama mutlu değilim kimisi eskiden köyde bir şeyimiz yoktu 2 3 aile beraber yaşarken hiçbir şeye ihtiyacımız yoktu ve huzurluyduk. Ama şimdi arabam var evim var şunum bunum onum var dediği halde mutlu değilim. Demekte.

İnsan bunu düşündükten sonra sorduğu şey şu olmaktadır. Ben nerede neyi yanlış yapıyorum? Demektedir. Yanlış yaptığı şeyi aramaktadır.

Bu sadece Türkiyedekilerin değil, Müslümanların değil, Hrıstiyanların Yahudilerin, Başka şeye ibadet edenlerin değil Küre-i arzdaki insanlığın ortak sorunudur!

Demekki insanlığı ortak sıkıntısıdır bu mesele. Böyle geniş ve külli bir mevzu hakkında şudur budur bir çok kimse bir şeyler söylemiştir yazıp çizip konuşmuştur muhakkak.

İnsan sadece Akıldan kalbden ruhtan hayalden.. oluşan bir şey değildir. İnsan birbirine mezcedilmiş kanatılmış olan hassalarla madden ve manen çepeçevre sarılmıştır. Adeta birlikten hasıl olan bir kargir binadır.

Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârane ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider [1] bu kaideye ittiba ve iktidaen bizler de madden ve manen dinç, diri, pozitif olmamıza nisbeten maddi ve manevi birliğin ortak adı olan huzuru mutluluğu bulur ve elde ederiz. Bu mevzuda çapımızı genişleterek huzur ve mutluluk oranımızı arttırabiliriz.

Yani para ile saadet olmaz sözü bir hakikattır. Madde ile insan mutlu olacağını zannetmektedir. Mesele bir otomobil ile; otomobil fabrikası olan kimseler de bakıyoruz intihar ediyor. Lüks otomobiller içinde kafa hapı vs. şeyler kullanmaktalar. Demekki madde mutluluk huzur vermemektedir.

Bizler de madde ve manamızı tekemmüle tabi tutarsak her an kemalata müteveccih tutarsak huzur ve mutluluğa ereceğiz.

Halimizi tahlil edecek olursak:

Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var:

İradenin ibadetullahtır.

Zihnin marifetullahtır.

Hissin muhabbetullahtır.

Latifenin müşahedetullahtır.

Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayata sevkeder. [2]

Vicdan ve ruh insana yerleştirilmiş olan bir yazılımdır. İkisinin ortak noktası olan; irade, zihin, his, latife-i rabbaniyedir. Bu 4 yazılım parçası tatmin edilmez ise tatmin edilmeyen kısmı bozulmaya başlayacaktır. Düşünün ki insan bir buzdolabıdır. Dolapta bir çok gıda maddesi var. O gıda maddesini bozulmadan tutan o dolaba elektrik gelmesidir. Eğer o dolaba elektrik gelmezse içindeki şeyler taaffün edip kokuşup bozulacaktır. Zaten bozuklukluğun en bariz hassası kokuşmasıdır.

İnsan yazılımını güncellememesi, dolaba elektrik vermemesi ve içinde taaffün eden maddelerin kokusu da insanda huzursuzluk olarak, sıkıntı olarak muhtelif surette tezahür edip açığa çıkacaktır.

İradenin kuvvetlenmesi, günahları terketmesi için çare: ibadetullahtır.

Zihnin kuvvetlenip tekemmül etmesinin kapısı marifetullahtır.

Hissin kuvvetlenip kendisinden başkasına alaka kurmasının çaresi ise: muhabbetullahtır.

Latifenin inkişaf edip manevi koridordan geçmesi ise müşahedetullahtır.

Bu suretle tekemmül eden bir insanda Takva hasıl olup kuvvet meydana gelir. Bunların kemalatı nisbetinde takvaya sahip oluruz. Takva etimolojik olarak kuvvet kesbetmiş manasında gelmektedir.

Kalbe Nazar edecek olursak: “Kalb denilen avalim-i gayba karşı olan penceresinde kurulmuş olan latife-i Rabbaniyenin fotoğrafıyla alınan timsal-i nuranîyle Sultan-ı Ezel’i ilân eden harita-i nuraniyesidir ve tercüman-ı beligidir.[3]”

“Kalb dedikleri latife-i Rabbaniyenin pası ve zengârı hükmünde olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ı taraf-ı muhalif ve mazur tutulmak için kendi evhamına bir hak vermek ve bir asla irca’ etmek ve mecmuun neticesini her bir ferdden istemek ki, za’fiyeti sebebiyle neticenin reddine bir istidad-ı seyyie verilir. [4]”

“Sâni’in vücub-u vücuduna şehadetle avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniyeden ilân-ı Sâni’ eden itikadın misbahını ışıklandırıyorlar. [5]”

Bu mehazlardan anlaşılanmalara bakığımızda ise: Kalbin içerisinde var olan istidadlar ve hariçten sonradan kazanılan kabiliyetle beşer, insan seviyesine terakki ederek hata ve kusurlardan sıyrılıp arınarak gayb alemini temaşa edip oradan manalar ve Vehbi malumatlar getirmektedir. Bu hassa ile kalbmizi Gaybın Manevi Haritası ve o alemlerin bir dellalı bizlere izah eden müfessiri tercümanı olarak görebiliriz.

Latife-i rabbaniye olan kalbimiz ise Allahtan başka bir şeye razı olmaz bu kaideye göre bizler de kalbimizi kalbe layık şeyle tatmin etmeliyiz. Kalbimiz işlenen günahlar sebebiyle paslanır nihayetinde de mühürlenir. Bu pası gideren muhakkak kalbi layık olduğu şeyle Muhabbetullahla meşgul etmekledir. Bu meşguliyetle kalb nurlanır ziyalanır. Yani Kur’andan gelen nur Rasulü ekremin (asm) sünneti ile meşgul olmakla da ziyalanmaktadır.

 

  • Latife-i Rabbaniyenin Tatmini:

 

latife-i Rabbaniyem, اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُo cemaat namına diyor. Nasıl, evvelki iki cemaatte de lisanım, o iki cemaat-ı uzmayı niyet ederek demişti. [6]

  • ibadet Latife-i Rabbaniyeye Nefes Aldırır:

Hane-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayatı ve latife-i Rabbaniyemin hava-yı nesimini cezb ve celbeden namaz dahi, seni usandırmamak gerektir. [7]

Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve ezelî ve ebedî bir zâtın âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letafetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir latife-i Rabbaniye; şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümatlı ve boğucu olan ahval-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.[8]

Sâni’in vücub-u vücuduna şehadetle avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniye içinde ilân-ı Sâni’ eden misbah-ı imanı ışıklandırıyorlar. [9]

İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki: Bütün a’zasını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlahiye cilvesi olan evamir-i tekviniye ve o emirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve latife-i Rabbaniye olan ruh, onların idaresinde onların manevî seslerini hissetmesinde ve hacetlerini görmesinde birbirine mani olmaz, ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak-yakın bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. İsterse, çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ çok nuraniyet kesbetmiş ise, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir. [10]

  • Latife-i Rabbaniyenin inkişafıyla Gayb Açılır:

Rü’ya-yı sadıkadır. O doğrudan doğruya mahiyet-i insaniyedeki latife-i Rabbaniye, âlem-i şehadetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla, âlem-i gayba karşı bir münasebet bulur, bir menfez açar.

O menfez ile, vukua gelmeye hazırlanan hâdiselere bakar ve Levh-i Mahfuz’un cilveleri ve mektubat-ı kaderiyenin nümuneleri nev’inden birisine rastgelir, bazı vakıat-ı hakikiyeyi görür.

Ve o vakıatta, bazan hayal tasarruf eder, suret libasları giydirir. Bu kısmın çok enva’ı ve tabakatı var. Bazı aynen gördüğü gibi çıkar, bazan bir ince perde altında çıkıyor, bazan kalınca bir perde ile sarılıyor. [11]

Kurdun bahsini ettiğin zaman topuzu hazırla, vur; çünki kurt geliyor.” Demek bir hiss-i kabl-el vuku’ ile, latife-i Rabbaniye icmalen o adamın gelmesini hisseder. [12]

  • Kalb Vazifesini Terketmesi İle Sıkıntılarla Bunu İhsas Ettirir:

Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı gibi) bir et parçası değildir. Ancak bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır. Binaenaleyh o latife-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki; o latife-i Rabbaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir.

Evet ve maddî hayat onun işlemesi ile kaimdir. Sekteye uğradığı zaman cesed de sukuta uğrar. Kezalik o latife-i Rabbaniye, âmâl ve ahval ve maneviyatın heyet-i mecmuasını hakikî bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır. [13]

            O halde huzur isteyen kimse kalbinin içine mecazi mahbubları sanem misal putlaştırmasın. Mana-i Harfi için severse sıkıntıdan kurtulu mana-i ismi için severse sıkıntılar tezahür eder. Latife-i Rabbaniyenin Tatmini nisbetinde Huzur Hasıl olur Mutluluk olur.                              

         

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1]Barla Lahikası ( 124 )

[2]Hutbe-i Şamiye ( 136 )

[3]Muhakemat ( 116 )

[4]Muhakemat ( 136 )

[5]Muhakemat ( 118 )

[6]Mektubat ( 394 )

[7]Sözler ( 270 )

[8]Sözler ( 270 )

[9]Mesnevi-i Nuriye ( 247 )

[10]Sözler ( 687 )

[11]Mektubat ( 348 )

[12]Mektubat ( 348 )

[13]İşarat-ül İ’caz ( 78 )

Akılını Doğru Kullanırsan Huzur Bulursun!

Rabbin olan Rahmanurrahîm’in rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücud rengi verme. Bu saati düşün; sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. [1]

İnsanı mahlukat-ı saireden ayıran alamet-i farikası hiç şüphesiz akletmesidir.  Akıl bir âlettir. [2] Fakat bizler bu aleti kullanamıyor veya aleti yazılımın bir parçası zannedip karıştırıyoruz.

Evet akıl alettir bu nasıl diyecek olursak şayet: kim neye kullanırsa ona hizmet eder. Ben yaptığım işi daha mükemmel nasıl yaparım, davamı nasıl anlatırım, şu adamları nasıl kandırırım, şu işi nasıl yaparım vb gibi her şeyde devreye girmektedir. Şayet akıl bir yazılım parçası olsa hemen herkeste aynı hassaya malik olması gerekmektedir. Lakin kimi aklını inkişaf ettirmiş kimisi de fikrini. Bu ve benzeri hadisatın şehadetiyle sabittir ki Akıl ne kafirdir, ne Müslüman ve ne de münafıktır. Kim kullanırsa onundur.

intihabdaki ihtiyar sizdedir.[3] Neye nasıl kullanmak isterseniz seçim şansı size aittir.

  • Eğer Mâlik-i Hakikî’sine satılsa ve onun hesabına çalıştırsan; akıl, öyle tılsımlı bir anahtar olur ki: Şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. [4]
  • akıl ona yüksek maksadlar ve bâki meyveler gösteriyor. [5]

 

Eğer bize verilen bu aleti bizler sırat-ı müstakim çizgisinde kullanacak olursak bize istikametin yolunu gösterecektir. Her harekette her şeyde bize bir yol gösterip böyle hareket haktır maslahattır istikamettir deyip ona sevkedip bunlar batıl ve sana davana zarar verecektir der uzak tutar.

Eğer bu insanları nasıl dalalete atarım derse ona göre çalışır.

Suret-i haktan görünüp dese bunları nasıl ifsad eder a gösterip b veririm dese ona göre çare aldatır.

Aklımızı her hangi bir yere bağlamayıp kendi başına kullanmayı düşünsek o zamanda elinde ölçü olmaz ve ölçüsü olmayan kimsenin ölçüsü kendi kaideleri olur. O halde bu işime gelmiyor, şunu böyle anlıyorum.. gibi şeylerle istikameti bulması nadirdir. Eflatun ve sokrat gibi.. vehhabi, selefi, mutezile, zahiruyyun, kaderiye..gibi taifeler bunun neticesidir.

O halde en iyi yol bu aklı akıldan önce var olan birisine bir sisteme tabi etmeliyiz. Yani aklımızı vahye Kuran ve Sünnete bağlarsak ölçümüz elimizde olur. En müstakim ölçü de budur zaten. Aklı Allaha vermek Allahın istediği gibi kullanmak

Bir alet düşünün mesela bir bıçak ekmek kesilecek veya kurban kesilecek bu bıçağı bu maksatla kullanırsak maksadına muvafık kullanmış oluruz. Lakin aynı aleti kendine çevirirsen kendine zarar verir ve aza-yı vücuduna zarar veririsin. Bizler de bir alet olan aklı kendisiyle başbaşa bırakıp davasız, gayesiz, idealsiz bırakırsak kendi haine bırakırız.

Elde ettiğimiz malumatımızı amele döndermezsek fiiliyata dökmezsek; bu defa akıl kendisiyle uğraşıp evham üretmekte, panik atak, buhran, sıkıntı olarak kendisini ifade etmektedir. Nasılki bir tavayı ocağa koyup altını yaksak lakin tavanın içerisine bir şey koymasak ne su ne yağ hiçbir şey. Netice bellidir durup beklemenin gözetlemenin hiçbir şey yapmamanın manası olmaz. Yani ilmi amele döndürmeliyiz yoksa “Kendilerine Tevrat verildiği halde onun yükümlülüğünü yerine getirmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap yüklenmiş eşeğe benzer. Allah’ın âyetlerini yalanlayan topluluğun hali ne kötüdür! Allah o zalimlere elbette yol göstermez.”[6] Yani sade hamallık eder gene sıkıntıdan kurtulamayız bilakis sıkıntımız ziyadeleşir.

Yoksa akıl, dar ve küçük düsturlarıyla kendi başına kalsa âciz kalır, taklide mecbur olur.[7]

İnsanın cihazat cihetiyle zenginliği şu sırdandır ki: Akıl ve fikir sebebiyle insanın hasseleri, duyguları fazla inkişaf ve inbisat peyda etmiştir.[8]

Cenab-ı Hak tarafından bizlerdeki istidad ve kabiliyetlere bir hat nihai nokta tayin edilmemiştir. İman ile kab-ı kavseyne gidecek kadar ulvileştirir veya hiçbir sıkıntısı olmayan hayvandan aşağı indirecektir.

Bazen bir güvercin vs. hayvan gördüğümde diyorum ki; ey hayvan sen bir çok insandan bahtiyarsın. İmanı ve ameli olmayan insanlar cehenneme girecek ama sen ve emsalin olan mahlukat ise ortak bi cisimde Cennete gireceksin. Diye lemalar 370’ten anlıyorum. Bir çok insan suretinde namında olan akreb, maymun, yılan, ayı, hınzır siretine sahip kimseler ise saadet-i ebediyeyi tatmayacak ebedi olarak azab içinde kalacaktır.

Azab ebedi ise aklı vahye Kuran ve Sünnete tabi etmemekle o aleti kendine çevirerek daha dünyada iken Cehenneme girmeden haset, kin, öfke, gayz.. gibi hasletlerle azabın tadına bakmaya başlıyor.

Akıl asrın müceddidine ve imamına tabi kılınmadığı zaman susayan insanın deniz suyu içmesi gibi içtikçe içiyor lakin içi yanıyor azab azab içinde elem elem içinde kalarak perişan oluyor. Sadece kendisi perişan da neyse ama etrafındaki kimselere de sirayet ederek onları da ifsat etmektedir. Nasıl gülün yanına giden gülün kokusundna istifade eder ve o ervah-ı tayyibenin ve meleklerin gıdası olan o güzel koku  hem o insanı rahatlatır hemde üzerine siner yani sirayet eder. Yanına gittiği kimseleri de rahatlatır. Gübrenin yanına gidersen hem miden bulanır hemde ervah-ı gayr-i teyyibenin gıdası olan o koku üzerine sirayet etmesiyle başkasının da midesini bulandırırsın.

Demek ne iyilik ne kötülük tek bir kişide mahfuz kalıyor. Sirayet ediyor, difüzyon gerçekleşiyor. Birisi tv veya nete bir şey koysa ifsad namına ise her izleyeni ifsad eder. Tekamülat-ı ruha ve kemalata yönelik ise o da her izleyenin ruh ve kalbinde o manaya teyamül ettirmektedir.

O halde en iyi çare malumatımızı ilme dönüştürmeli yani amel ederek fiili tezahürat sahası açmalı yoksa hem gereksiz odun yığınları olur hem de sıkıntı olur. Bizler Risale-i Nur Külliyatın bizlere vermiş olduğu nurani gözlük olan iman ile bunları görmekte Lahikaları ile bunları fiile dönüştürmekteyiz.

Malumat ve hayat birbirisine muvafık giderse o nisbette rahat eder.

Akıl ve düşünce insanın fiillerine renk verir ve insanı o düşüncenin içine alır akılda gerçekle hayali ayırt edememesi sebebiyle hayal ve düşünceyi gerçek zanneder vücud ve insanın ahvalini ona göre şekillendirir. O halde doğru düşünmeliki rahat edelim. Ahvalimizi ona göre nurani yapalım.

Unutulmamalı ki gözlük derecesi tam olursa müşahedat dahi net olur. Allahım basiretimizi bağlamasın inkişaf ve inbisat ettirsin.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Lem’alar ( 11 )

[2] Sözler ( 27 )

[3] Sözler ( 34 )

[4] Sözler ( 27 )

[5] Sözler ( 43 )

[6] Cuma Suresi 5. Ayet Meali

[7] Sözler (93)

[8] Sözler (325)

Yazılımımız Güncel Mi?

Kardeşlerim! Sizde vuku’ bulan küçücük kusurları çok i’zam etmeyiniz.

Kastamonu Lahikası ( 243 )

İ’ZAM: Büyük görmek, büyük bilmek. Bir hâdiseyi büyük göstermek, büyütmek.

İnsan nisyandan alınması yani ham maddelerinden birisi unutmak unutkanlık olması veçhesiyle bir hata yapar zaman ilerler benzer hadiseler tekerrür eder.  Bunun karşısında insan ya hayal kırıklığına uğrar veya kendisini beğenmemeye başlar.

Bu hadiseler hızla gelişen değişen dünyanın bu değişim ve gelişime ayak uyduramayan insanı için elinden geleni yapması lakin bu tebeddülata yetmemesi sebebiyle de insan manevi ve psikolojik olarak yıpranmakta deforme olmaktadır.

İnsanın meşgul olduğu şeyler sadece insanın cismini değil her şeyini alakadar etmektedir. Çünkü insan sadece maddeden ibaret bir camid cansız değildir. Yani madde değildir. Belki akıl, kalb, ruh, sır, vicdan, latife-i Rabbaniye, ahfa… gibi manevi veçhesi dahi var. Sadece maddesinin tatmini için çabalayan insanlar manevi olan hâssâlarını susturmaktadır. Neticesinde ise maddesini tatmin için uğraşan biçare bir varlık tablosu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Madde Mânâ
Donanım Yazılım
Zâhir Bâtın
Kışır Lüb
Fenâya Meyyal Bekâya Meyyâl
Maddi Şeyler Peşindedir Mânevi Hazlar ister

Bu ve bu minvâl üzerine düşünüldüğünde elimizde bilgisayar veya telefon var lakin bataryası bitmiş şarjı boşalmış bir cihaz var. İnsan sadece maddesinin donanımının peşinde koşması kabortasını yenilemek peşinde olmasındandır. Ama bilmiyor, farketmiyor ki batarya bitmiş şarj boşalmıştır.

İnsanın şarjı bataryası maneviyattır. Bu mâneviyat ise insanın yazılımıdır. Yazılımın başında ise itikad ve amel gelmektedir. İnsanın itikad ve ameli düzgüz olduğu müddetçe elini attığı her işi hakıyla yapmaya gayret eder çünkü yazılımı sağlamdır. Lâkin muvaffak olamazsa bunu düşünür “nerede hata?” der. Bulduğunda ise bunu da izale ederek yapmış olduğu işin mükemmeline say u gayret eder.

Maddesinin tatmine çalışan ve hayatımın çalışmamın yegane gayesi zevk ve lezzettir düşüncesiyle hareket eden donanımına dikkat eden lâkin yazılımına ehemmiyet vermeyen kimse gibidir.

Arabanın göstergelerinde benzin/lpg işareti ikaz etmesine ehemmiyet verilmez ise yolda kalınacağı herkesin malumudur. Bizler de yazılımımız olan maneviyatımıza gerekli olan takviyeyi yapmazsak yolda kalacak ve uçan kuştan medet umar hale geleceğimiz muhakkak ve musaddaktır.

Risale-i Nur insanın yazılıma imanına olan yatırımdır. Nitekim iman bir arabanın benzin deposu veya bir telefonun bataryası veya güncellemesidir. İnsan olarak bizler imanımızın deposunu, şarjını, güncellemesini yapmazsak o iman bizim bir işimize yarayacağından söz edemeyiz. Zamana ve zemine göre hareket etmesini bilmeyen kimse hem madden hem manen çok aldanır ve aldatır. Nitekim istikameti tutturmazsa bir insan ifrat veya tefrite sapar. Bir şeyin hakikatını bulamazsa zahiriyle alakadar olur.

Bizler depomuzu yani imanımızı arttırmazsak azalan iman ve güncellenmeyen yazılımımızı kullanmaya çalışacak ve bir çok şeyden mahrum kalacağımız muhakkaktır biz farkına varmasak da.

İman bir depodur imanımızın her zaman müsbet ve terakkide tutmaya çalışmazsak neticesinde: evham, vesvese, psikolojik hastalıklar, panik atak, moral bozukluğu, şevksizlik, isteksizlik ve hatta yaşadığımızın bile farkında olmayacak bir hale geliriz.

İnsanın yazılımını imanını terakkiye temayül ettirmesiyle adeta kainat kendisine gül ü gülistan her şey kendisine dost ve arkadaş olup kainatın hadisatı kendisine bir zarar vermeyecektir eğer lüzumsuz yere karışmaz ve karıştırmazsa.

Kainatın ve mahlukatın Rabbi ve Halıkı olan Allahımın bize hitabında Hud/113’te: “Zulmedenlere de meyletmeyin! Yoksa ateş size dokunur! Hem sizin, Allah’dan başka hiçbir dostunuz yoktur; sonra size yardım edilmez.” Demektedir. Yani hafif meyil bile insana hem dünya hem ukbada ateşe sebep olur. Zaten evham, vesvese, psikolojik hastalıklar, panik atak, moral bozukluğu, şevksizlik, isteksizlik ve hatta yaşadığımızın bile farkında olmayacak bir hal bu dünyada manevi ateş değil midir?

O halde en iyi çare sürekli tekemmül etmeye meyletmek olmalı ve lüzumsuz yere karışmak ve karıştırmaktan uzak durarak kendi işimize bakıp Allahın vazifesini üzerimize almaktan kaçınmalıyız ki yazılımımız ve donanımımız yanmasın. Nurların verdiği gözlükle kainata bakıp nurani bir halde dareynde yaşamalıyız.

 

Selam ve Dua ile  /  Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

Maddisinden Beterdir Manevi Nefs-i Emmare

Hayli zaman sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve a’sab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren, bir manevî nefs-i emmareyi gördüm.

Kastamonu Lahikası ( 233 )

Tezkiye: Tamam etmek. * Boğazlamak. * İhtiyarlamak. * Ref’etmek. (Lügatta zebhetmek, yani boğazlamak mânasınadır. Bu maddenin aslı, lügatta bir tamamlanmak mânasıyla beyan olunuyor. Nitekim ateşin parlamasına “zeku-zekâ-zekâ'” denilir ki, tamam iştial etmektir. Kezâlik fehme “zekâ” denilir ki, tamam-ı fehim demektir. Sonra sinnin “yaşın” kemâline zekâ denilir ki, şebabın nihayetine gelip tamam olması demektir. İşte hayvanı boğazlamak da kanını akıtarak ve hararet-i gariziyesini teskin ederek olduğundan zekâ ve zekât tesmiye olunmuştur. İşte kelimenin lügat mânası ve esası budur.)

Nefs-i emmâre: İnsanın çirkin ve şeytanın teşviklerine itirazsız ve mücahedesiz tâbi olması hâli.(Nefs-i emmârenin istibdad-ı rezilesinden selâmetimiz İslâmiyete istinad iledir. O habl-ül metine temessük iledir. Ve haklı hürriyetten hakkıyla istifade etmek, imandan istimdat iledir.

Tahassüngah: Bir kaleye kapanmak. Korunmak. İstihkâma çekilmek. Tahkim edilmiş bir yere sığınmak.

Bu mektubda geçen manevi nefs-i emmare tabirini bilen duyan Risale-i Nur Talebeleridir ki tarikat şeyhleri, müntesipleri ve menkıbelerle mübtela olan kimseler evliya-i azimeden olan kimselerin şekvaları okuyup dinledikleri ve hemhal oldukları için maddi ve manevi nefs-i emmareyi farkedemezler.

Mektubu tahlil ettiğimizde tezahür eden mana ise: Ehl-i tarikatın nefsi (nefs-i emmare) öldürmesiyle “daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve hevesve damarve a’sab, tabiatve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı bulunan ve nefs-i emmare” devreye girmekte. Adeta beden ve ruh ilişkisi gibi. Nasılki ruh beden ile mukayyed ve hadlidir aynen onun gibi maddi nefis( nefs-i emmare) ölmesiyle serbest kalan ruh gibi manevi nefs-i emmare devreye girmesiyle mücadele daha şedit olmaktadır. Çünkü düşmana asker takviyesi olmuş ve muhkemleşmiştir.

Adeta çekirdek çürümüş onun ahir, zahir, batın mertebesi tecessüm edip manevi nefs-i emmare tecessüm etmiştir. Maddi nefs-i emmare dahi zaman ve zemin itibariyle öldürülmesi çürütülmesi yanlış olan bir uygulamadır. Adete hararet yapmış olan bir arabaya daha fazla yüklenmek gibi olmaktadır. Ya araba yanacak dumanlar çıkacaktır yada yolda kalacaktır. İşte insanın kabortasından çıkan ah u eninler dünyadan şekvalar, tatminsizlik, doyumsuzluk ve uhrevi şeylerde verimsizlik ve istikrarsızlık da arabanın duman vermesi gibidir. Nefs-i emareden sıyrılmaya çalışanlar manevisine yakalanıp pestili çıkmaktadır.

İnsan o halde ne yapacak?

En iyi çare ahirzamanın hizmet tarzı olan Risale-i Nur Külliyatına sadakatle sarılacak, okuyacak, düstur-u hayat edecek ki araba hararet yapmasın. Ah u eninler etmesin. Yoksa bu ah u eninler muhtelif olarak maddi ve manevi vesvese ve psikolojik hastalıklarla karşımıza çıkacaktır.

Okuyamıyor muyuz? Madem okuyamıyoruz okuyanlarla beraber olacağız.

Anlamıyor muyuz? O halde anlayanlarla beraber olacağız.

Ahirzaman hizmetinin olduğuna kanaat mı getiremiyoruz? Kanaat getirenlerle beraber olmalıyız.

Kim kimle olursa beraber olduğundan sirayet olacaktır.

Maddi nefs-i emmare ile mücadele basittir. Yöntemi var. lakin “daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve a’sab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı bulunan” manevi nefs-i emmare ise çok zordur mücadelesi. Çünkü Söz Dinlemez tabiri var demekki ilim irfan bunlar tesir etmemektedir.

Maddi Nefs-i Emmare ise ölümüyle silâhlarını ve cihazatını a’saba devreder. A’sab ve damarlar ise, o vazifeyi âhir ömre kadar görür. Nefs-i emmare çoktan öldüğü halde, onun âsârı yine görünür. Çok büyük asfiya ve evliya var ki, nüfusları mutmainne iken, nefs-i emmareden şekva etmişler. Kalbleri gayet selim ve münevver iken, emraz-ı kalbden vaveylâ etmişler. İşte bu zâtlardaki, nefs-i emmare değil, belki a’saba devredilen nefs-i emmarenin vazifesidir. Maraz ise kalbî değil, belki maraz-ı hayalîdir. Mektubat ( 329 )

O halde bizler Risale-i Nur Talebesi olarak nefs-i emarenin öldürülmesine değil dizginlenmesine çalışmalıyız. Eğer böyle olursa biz ona bineriz yularından istediğimiz yere çekeriz. Yok öldürürsek o maddi nefs-i emarenin hortlamışı manevi nefs-i emarenin mücadelesinde çok defa başımızı gözümüzü kırarız. Maddisiyle uğraşmak hortlakla uğraşmaktan kolaydır.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

Tahakküm ve Neticesi

TAHAKKÜM:(Hüküm. den) Tekebbür, zorbalık etmek. Zorla hükmetmek.

·         Yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor.” (İ: 45)

·         “Tahakküm ve tagallüb etmek, faziletsizliktir.” (L: 171)

·         “Yoksa yukarıdan avamın başına zulüm ve tahakküm iner, avamdan zenginlere karşı kin ve isyan çıkar.” (M: 274)

·         “Hem nasılki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz.” (L: 160)

·         “Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak.” (L: 161)

  • tahakküm ve tagallübü kaldırmak düsturu, (L: 170)

·         “Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.” (L: 170)

·         “Evet imanlı fazilet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdad da olamaz.” (L: 171)

·         “Ezcümle; şimdiki hükûmetin kanununda, vazife haricinde bir meziyeti, bir fazileti kendine takıp, onunla bir kısım millete tahakküm edip nüfuzunu icra etmek, müsavat esasına istinad eden cumhuriyetin bir düsturuna münafîdir.” (L: 172)

·         “Halbuki bu Cumhuriyetler devrinde tahakküm ve tegallübü kaldırmak düsturu var.” (L: 401)

·         “Tahakküm altındaki serbestiyetten dahi nefret ettim.” (Ş: 395)

 

Tahakkümün ibka edilebileceğine dair üstadım: “Üçüncü Nükte: Evet kahr u cebr ile zâhirî bir hâkimiyet, sathî bir tahakküm, kısa bir zamanda ibka edilebilir.” (İ: 109)

Allahın fiillerine karışmak da tahakküm ile olduğuna dair: “Kezalik insan-ı gafil, kendi şahsına ait edna, cüz’î bir tanzimden âciz olduğu halde gururuyla, hayaliyle Cenab-ı Hakk’ın ef’aline tahakküm ile el uzatıyor.” (Ms: 128)

Tahakküm Yanlıştır: “Evet bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tenezzül etmez.” (Mü: 23)

Bir Yerde Bir Makamda Bir Yerin Müdebbiri Olan Kimsenin Bilmesi Gereken: “hakikatıyla, memuriyet bir hizmetkârlıktır; bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm âleti değil.” (Em: 173)

  • tahakkümü altına girmek; elbette Nur talebesinin kârı değil.” (Em: 49)
  • tahakküm ve istibdad ile başkasını tezlil etmemek” (H: 61)

·         “Tahakküm etmemek şarttır.” (Mu: 28)

·         “Nefis, eğer muvakkat bir ayın gündüz zamanında ta’til-i eşgal etmezse; o fabrikanın hademelerinin ve o cihazatın hususî ibadetlerini onlara unutturur, kendiyle meşgul eder, tahakkümü altında bırakır.” (M: 403)

·         “Yine görüyoruz ki; masum, mütedeyyin, fakir mazlumlar zahmetler, zilletler, tahkirler, tahakkümler altında can veriyorlar.” (İ: 58)

·         “Tekebbür ve tahakküm değildir.” (Mü: 24)

·         “Dünyaca havas tanılan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu ve mahviyet iken, tahakküm ve tekebbüre sebeb olmuştur.” (STİ: 84)

·         “Bir bîçareye tahakküme dahi, o hizmetkâr tenezzül etmez.” (Mü: 23)

Hatalara Karşı Nasıl Davranılmalı:Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır.” (M: 263)

Tahakküm İle Hiçbir Şey Değiştirilemez: “Çünki İngiliz ikiyüz sene zarfında tahakküm ettiği iki yüz milyon İslâm’dan iki yüz adamı Purutluğa çevirememiş ve çeviremez.” (Em: 208)

·         biz onlara hakikî hâkim olamayız, tahakkümümüz altında tutamayız.” (Em: 223)

·         “Elhasıl: Sekiz-dokuz ayda gazetelerin heyecan verici neşriyatıyla ve fırkaların cem’iyetlere fedai yazmakla ve inkılabı vücuda getiren zevatın tahakkümatıyla ve itaat-ı askeriyeye münafî olan hürriyet-i mutlaka efrada sirayetle ve âdâb-ı diniyeye muhalif zannettikleri şeyleri bazı dikkatsizlerin efrada telkinatıyla ve itaat bozulduktan sonra müstebidler, cahil mutaassıblar, dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan olanlar iyilik zannı ile o bataklık zeminde tohum ekmeğe başlamasıyla ve devletin umum siyaseti cahil efradın elinde kalmakla ve bir milyona yakın fişenk havaya atılmakla ve dâhil ve hariç müddeîler parmak vurmakla ortalık anarşistlik haline girdiğinden bu hâdisenin” (D: 38)

 

Hürriyet Ve Tahakküm Birbirine Zıttır: “Ve illâ hürriyet var, tahakküm yoktur.” (Mu: 143)

·         “Ve bu hapis dahi, haricinde hürriyetsiz tahakkümler altındaki serbestiyetten yüz derece daha rahat, daha faidelidir.” (L: 260)

·         “Şimdi o kadar manasız, lüzumsuz tahakkümler içinde hayat bana gayet ağır gelmiş, yaşayamayacağım.” (Ş: 392)

Belki hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve tedibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin.” (Mü: 21)

·         Zira rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinat’a hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye, o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz.” (Mü: 23)

 

Tahakküm Cehalettendir: “Elhasıl: Şedid bir istibdad ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hükümfermadır.” (D: 43)

·         Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim.” (Em: 241)

Tahakkümün neticesi şirktir: “Hem şerikler “müstağniyetün anha” ve “mümteniatün bizzât” yani hiç onlara ihtiyaç olmadığı gibi, vücudları muhal oldukları halde onları dava etmek, sırf tahakkümîdir.” (S: 607)

·         “Hem kâinatın mevcudatında şerik-i uluhiyet için hiçbir delil, bir emare ve onlara dair aslâ ve kat’â bir işaret, bir alâmet olmadığından bunları tevehhüm etmek, sırf tahakkümîdir.” (BMs: 130)

Hakikatı Anlamayan Tahakküme Girer: “O eski hikmetin dâhî hükemasının şaşaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında tutmuşlar.” (L: 66)

Meşveret Tahakküme Karşıdır: “Hem de meşrutiyet-i meşrua denilen dünyada beşer saadetinin bir sebebi ve hâkimiyet-i milliyeyi temin ile makina-yı hayatın buharı olan hürriyetteki irade-i cüz’iyeyi, istibdad ve tahakkümün belasından kurtaran meşveret-i şer’iyenin mayesiyle mayalandıran meşrutiyet-i meşrua, sizi herkes gibi imtihana davet ediyor ki, sinn-i rüşde bülûğunuzu ve vâsîye adem-i ihtiyacınızı görmek” (D: 52)

Tahakküm Zulümdür: “Veya Türkleşmiş sair unsurdan olan ve bu vatanda mevcud ırkçılık ve unsurculuk damarıyla bir ecnebiye istinad ile masum Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar.” (Em: 207)

adamların tahakkümlerini çekmeğe iktidarım yok.” (Ş: 392)

garazkâr bir hafiyenin veya âdi bir polisin tahakkümü altında azab vermekten ise, idam edilmesini daha evlâ görür.” (Ş: 457)

 

Tahakküm olmamalı: “İkinci düstur: Rekabetsiz, tahakkümsüz, gıbtasız, ataletsiz, hakikî bir tesanüd ile, faaliyetlerini umumî maksada tevcih ederek çalışan bir fabrikanın çarkları gibi olmalısınız, der.” (L: 399)

Tahakküm Düşman Eder: “Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anasır ve kabail-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki etmek, öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez.” (M: 323)

Tahakküm Eden Başkasıyla Görüşmez: “Eskiden beri fıtratımda tahakkümü kaldıramadığım için dünyaya karşı alâkamı kesmiştim.” (Ş: 392)

Lahikalar Neden Yazıldı: şeriat âleme gelmiş, tâ istibdadı ve zalimane tahakkümü mahvetsin.” (D: 14)

Mahza Risale-i Nur’dan derleme olan bu yazı Statüko ve Fert Hakimiyetinin Zararı ve Ne olduğuna  dair izahat olup. Beyan üstadıma aittir.

Fert hakimiyetini Bediüzzaman Said Nursi kendisi cemaatin şahs-ı manevisini öne çıkartmakla kaldırmış olup bu tarzı asr-ı saadetten almıştır. Lakin o Bediüzzamanın; cahil, kaba ham sofi, bağnaz, geçimsiz, uyumsuz, tutucu, inat.. olan bazı tabeiyet iddia eden şahıslar tekrar fert hakimiyetini ortaya koymak isteyerek kendini ortaya koymak sözünün dinlenmesini istemektedir.

Fert hakimiyeti: benim dediğim olacak, benim dediğim doğrudur, ben bilirim edasında olan toy veya kaşarlanmış kimseler her meslek ve meşrebde var olan kimselerdir. İnat bunların temel karekteridir. Bir yerde müdür, sözü geçen, bir cemaatte vakıf, müdebbir, sözü geçen kimseler de dahildir.

Bu mütahakkim kimseler o işten çekilmesiyle o tahakküm altında olan kimselerin yaptıkları iş birden parlamaktadır. Bunu aynelyakin derecesinde bir ilmenyakinle bilmekyetiz görmekteyiz.

Allahım ya bunları bu hasletten vazgeçirsin

veya cemaati bu adımlardan kurtarsın!

Amin amin amin

 

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org