Etiket arşivi: murat başaran

Sonbahar Fakültesi

‘Ne işim var benim burada? Annem nerede? Şimdi ne olacak? Eve gitmek istiyorum. Oyuncaklarımı istiyorum. Ben çizgi çizmek istemiyorum… En güzel çizgiler benim çizdiklerim… Annem dışarıda bekliyor mu acaba?’ İlkokul; bir.

‘Bu matematikçi çok ters bir adama benziyor… Zil çalsa da teneffüse çıksak… Çok susadım. Hiçbir şey anlamadım ben bu ‘x’ten, ‘y’den… Evde bakarım. Boş ver… Son ders beden… Top oynarız. Ben büyüyünce avukat olacağım… Yok, yok bilgisayar mühendisi olmak daha iyi. Versene oğlum silgimi…’ Ortaokul; bir.

‘Çok güzel yaaa… Ama çok zenginler… Saçlarımızı da yapamadık sabah sabah. Kesin bana bakıyor işte oğlum… Zengin mengin… Çok güzel… Anlamadım hocam… Tamam hocam… Bi ehliyet alsam… Ulan araban yok. Ehliyetin olsa ne olacak… Babamınki de hurda… Yarın imtihan mı var? Hadi be… Ne zaman çalışacağız yaa…’ Lise; bir.

‘Girdik bu bölüme de… Biter mi acaba? Güya ekonomi okuyacaktık. Okula bak: Hititoloji… Neyse… Kapağı attık ya… Diploma diplomadır. Aslında bi yandan İngilizce kursuna gitmek lâzım… Şu yurt işi hallolsa… Enişte gıcık adam… Fazla kalınmaz orada… Offf. Dört sene ya… O da biterse… Askerlik… İş…’ Üniversite; bir.

Yine sonbahar… Ah şu serin ama üşütmeyen havalar… Tertemiz… Yeşil sararıyor… Yapraklar dökülecek… Hani renk cümbüşü. Erken sararanlar, dökülenler, o sırada hâlâ yeşil olanlar… Kızıl olanlar… Aman Yarabbi.

Sonbahar… Şu son lafı hiç yakışmıyor bu mevsime… Son mu? Başlangıç mı? Yine son bahar. Yinelenen son olur mu? Hazan… Daha güzel… Hazan; ölümü hatırlatan yaşamak arzusu.

Yaşamanın farkına varma duygusu.

Hazan… Hayat; otuz, kırk, elli…

Murat Başaran / Zafer Dergisi

Vaziyeti kurtarmak

Memleket ahvaline girmek, üzerinde herkesin hoyratça at koşturabileceği ve zaten öyle de yaptığı bir atış sahasına girmektir ki, “iyi hissettirir” en azından… “Fikir sahibi” gibi gözükmek bu açıdan kolay bir duruş şeklidir ve hiçbir sorumluluk gerektirmez. “Bence…” diye başlayın ve sallayın gitsin… “Olmalı”, “Yapılmalı”, “Doğrudur”, “Yanlıştır”, “Acilen” gibi hükümlerle atıp tutmak, klas ve etkili bir kroşe çıkarmak yerine, mevzunun karın boşluğuna çalışmaktan ibarettir aslında… Bu geniş alanda rahatça koşturmak, sorumluluktan uzak olduğu için ve dahi “üfürülen fikrin” hayata geçmesi açısından “gereğini yerine getirme” mecburiyeti bulunmaması sebebiyle kullanışlıdır. Ve kullanıyoruz…
— Sabah olduğunda… Veya akşam… Yani anlamadığımız ama en azından adını koyduğumuz zaman diliminin başlangıcında veya sonuna yaklaştığımızda… Yüzümüzü yıkarken ayna karşısında… Yahut akşam çöküverince alacakaranlığıyla… Herkesin derin bir köşesinde duran soru, kıpırdar şöyle bir yerinden… “Nereye gidiyorsun ?..” Bu sorunun cevabı zordur, geciktikçe daha da zorlaşır… Ve hemen ıslık çalmaya başlayıp, yok saymak gibi bir yalancı konfor da yanıbaşındadır. Cevap vermek, sorumluluk almak ve gereğini yerine getirmek mecburiyetiyle karşı karşıya bırakır insanı. Çünkü… İnsan, kendine atıp tutmakta zorlanır. İnsan !…
— “Erkek” olmak, derin bir kavramdır ve sadece cinsiyeti belirleyen bir “sıfat”tan ibaret değildir. “Erkek” olmak, inandığını söylemek ve söylediğini yapmak demektir. Herşeye rağmen… Sonucu, her sabah “inanmadığım ama mecbur olduğum işi yapmaya” veya “layık olmadığım yeri işgale gidiyorum” demeyi gerektirse bile… Herşeye rağmen… Gerçeği telkin, olması gerekene yol açmaktır. Halbuki… Aynanın karşısında vaziyeti idare etmek; bir dağın altında ezilmektir…
“Nereye gidiyorsun?” Yani, “neden gidiyorum?, “neden yazıyorum?”, “neden seviyorum?”, “neden küsüyorum?”, “neden istiyorum?”… “İşe yarar” cevap, “doğru cevap”tan sonra bulunur? “Gerçek cevap”tan sonra…
— Memleket ahvaline girmek… Kendi ahvalimiz dururken… O zor sorunun ağırlığına karşılık bir rehabilitasyon arayışıdır… Neye yarar?
Murat Başaran / Zafer Dergisi