Etiket arşivi: Prof. Dr. Himmet Uç

Tasarımı Maverai Bir Aşkın Rüzgarından Nübüvvet..

Yusuf peygamberin as, hayatı  rüya, tarih, coğrafya, aşk, şehvet, şiddet, hapishane, zulüm, baskı, yalan, sevgi, psikanaliz,  baskılama, ruhsal yücelme, gerilim, sabır, metanet, sadakat, iffet, kıskançlık, Allah , Yusuf, Yakup Yusuf’un kardeşleri , mağara, kuyu, daha birçok unsuru armonikal bir terkiple bir metindebiraraya getiren ilahi bir anlatımın tanrısal sinema ve tiyatrosu , dünya romanının atası, bütün edebiyatların kendinden  istifade ettiği grandiozing beatiful bir metniilahi.

Roman sanatının bütün incelikleri bu metine yüklenmiş,  o da ayrı bir konu.  Bu ilahi  romanın opening açılışı  şöyle; “ Bir zaman Yusuf babasına “ Babacığım “ dedi. “ Ben rüyamda on bir yıldızın , güneş ve ayın  bana secde ettiklerini gördüm” Batı romanı romanı başlatan vakaya nucleos occurance  diyor, Bediüzzaman  da aynı isimle çekirdek vaka diyor. Yani nasıl çekirdekten bir ağaç çıkıyorsa, nasıl Adem ile Hava anamız, yasak meyveyi yiyince dünya başlıyorsa , bu rüyadan da bütün romanın safahatı çıkıyor, içinde kaç tane peygamberin hayatları gizleniyor. Vaka kurmak dünya kurmak gibi , kainatı da vaka ile yapmış insanları da bir su parçasından bütün çekirdekler, ilahi sırlar ile dolu. Hazreti Peygamberin anasına intikal eden  mukaddes ve mualla , azim ve kebir sıvıdan kainatın en büyük tanrısal olaylarını çıkaran, sidretil müntehadan, Mekke’nin fethine, Bedir’den Uhud’a uzanan sayısız büyük olayları koyan Allah’a bütün saniyelerin aşireleriadedince hamd ve şükür olsun.” Ümmetin olduğumuz devlet yeter” der Süleyman Celebi , Bursa’nın ikliminde geldi aklıma bu büyük peygamber aşıkının sözü.

            Gül karanfil ve lale ne güzel şey yaşamak

Babası Hazreti Yakup as, ona şöyle söyledi. “ Evladım dedi, sakın bu rüyayı kardeşlerine anlatma, sonra seni kıskandıklarından  sana tuzak kurarlar, çünkü şeytan insanın besbelli düşmanıdır”12/2 Rüyanın derinliğini gören  peygamber baba  ona dedi; “ Rabbin seni öylece seçecek , sanarüya tabirini öğretecek  ve daha önce büyük babaların  İbrahim ile İshak’a olan nimetini tamamına  erdirdiği  gibi , sana  ve Yakub ailesine de nimetini kemale erdirecektir. Çünkü Rabbin herşeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. “ 12/4-6

Kurgu roman ve anlatım sanatının beynidir, büyük romancılar kurguyu öyle kurgular ki sonuç kolay kolay hissedilmez.Dosto, Zola, Hugo ,Tolstoy gibi romancılar bu yüzden dehadırlar. Allah Yusuf’un vakasını öyle kurgular  ki siz bir rüyadan bu kadar büyük olaylar zincirini hissedemezsiniz, işte kurgu kesinlikle Kur’an’ın mahsülüdür. Bu büyük romancıların ondan haberleri yok gibi görünür, Dosto sürgünde Kur’an okumuş, Tolstoy zaten onun ile iç  içe Savaş ve Barış’ı kurgulayan Kur’an daki kurguların harikasını görmemesi imkansız.

Allah , peygamberi Yusuf’un hayatını çok yönlü mesajlar ile yüklü olarak anlatır. “Gerçekten Yusuf ile kardeşlerinin kıssalarında  sorup ilgilenenlerin alacakları nice ibretler vardır. “12/7 HzYakub’un  Yusuf’a daha fazla ilgi göstermesi kardeşlerin kıskançlığını tahrik eder, konuşmalarını Allah nakleder. “Hani onlar aralarında  şöyle konuşmuşlardı)Yusuf ile öz kardeşi , babamıza daha sevimli geliyor. Oysa bir daha güçlü bir grubuz. Pek belli ki babamız bu işte yanılıyor. Yusuf’u öldürün veyahut onu uzak bir yere atın ki babanızın sevgi ve teveccühü  yalnız size kalmasın. Ondan sonra da tevbe ederek salih kimseler olursunuz, babanızla münasebetleriniz düzelir,işiniz yoluna girer. “ 12/8-9 Kur’an da kıskançlık olay örgülerini belirleyen önemli bir duygudur. Hz Adem’in iki oğlundan biri de diğerini öldürür, neden yine kıskançlıktır.

Allah anlatımda bakış açısını kardeşler, Yusuf ve baba arasında dağıtır, buna anlatım sanatında multiple point of wiev denir, çoğul bakış açısı. Bakış açısını , anlatımı  şahıslar arasında paylaştırmak.

“içlerinden biri “Yusuf’u öldürmeyin de bir kuyu dibine bırakın. Yolcu kafilelerinden biri onu kaybolmuş olarak  alıp götürsün  . Ever yapacaksanız böyle yapın “ dedi.Şer bloku yapacaklarına karar laverdikten sonra  babalarına gittiler.

“ sevgili babamız , sen neden güvenip de Yusuf’u bize emanet etmiyorsun. Oysa biz onu çok seviyoruz, ona samimiyetle bağlıyız. Yarın onu bizimle gönder, gezsin oynasın, biz ona çok iyi sahip çıkarız. Baba” onu götürmeniz beni meraklandırır. Korkarım ki siz farkında olmadan , onu kurt yer”Onlar “Vallahi , bizböylesine güçlü bir topluluk iken onu kurt kapar da yerse , yazıklar olsun bize !Biz ne güne duruyoruz. Derken kardeşler onu alıp götürünce , onu kuyunun dibine bırakma konusunda görüş birliğine varınca .Allah olayların neticesi itibariyle güzel olacağını Yusuf’a vahyeder. “Biz de Yusuf’a şöyle vahyettik” Zamanı gelince onların hiç hatırlarına  gelmediği ve seni hiç tanımadıkları  bir sırada , kendilerine yaptıkları bu işi hatırlatacaksın” Allah için bizim zaman kurgumuzun dışında bir zaman olduğu bu sahnede görülür, Yusuf  kuyuya atılacaktır, o zaman diliminden Allah’ın ezeli ebedi biriminden geleceği Yusuf’a söyler. Dünya , güneş veayın üçlüsünü aşan bir zaman dilimine geçiş vardır, rejisörün zaman dilimi ile oyuncuların zaman dilimi gibi.

Rollerini iyi oynayan kardeşler takipdedir. “ Yatsı vakti ağlayarak babalarının yanına dönüp  dediler ki “ sevgili babamız , biz yarışmak üzere bulunduğumuz yerden ayrılırken Yusuf’u da eşyalarımızın yanına bıraktık. Bir de döndük ki onu kurt yemiş , şimdi biz doğru da söylesek bize inanmayaycaksın .” Onlar Yusuf’un gömleğini sahte kan bulaştırarak getirmişlerdi. Babaları Yakup “Hayır , nefisleriniz sizi aldatmış  bu işe sevketmiş. Artık bana  düşen ümitvar olarak güzelce sabretmektir. Ne diyeyim sizin bu anlattıklarınız karşısında  Allah’dan başka yardım edebilecek  hiç kimse olamaz.

Anlatı da farklı mekanlar var, Yusuf’un baba evi , kardeşleri. Evin bulunduğu tabiat muhiti, kuyunun bulunduğu muhit, oradan geçen kervan. Allah bu içe mekanları  dağılımlı şekilde anlatır. Hakim gözü mekanlara ve zamanın muhtelif birimlerine  mafevkinden bakar.

“ Gelelim Yusuf’a , öteden bir kafile gelmiş , sucularını kuyuya göndermişlerdi. Saka vardı kovasını sarkıttı” Aa müjde müjde , işte bir civan “ dedi . (canlı fizikler tepkileri ne kadar güncel , müşahit anlatımla verir.) Sucu ile yanındakiler , onu ticaret malı olarak satmak niyetiyle kafilede olanlara onu bildirmeyi gizlediler. Ama Allah onların ne yapacaklarını pek iyi biliyordu. Nihayet Mısır’a varınca  onu düşük bir fiyatla  birkaç paraya sattılar. Zaten ona pek kıymet biçmiyorlardı.

Şimdi mekan vezirin sarayıdır. “ Mısır’da Yusuf’u satın alan vezir, hanımına “ Ona güzel bak , belki bize faydası dokunur, yahut onu evlat ediniriz “ Allah sürekli olayları kendi zaviyesinden yorumlar. “ Böylece Yusuf’un o ülkede yerini sağlamlaştırdık, ona imkan verdik ve bu cümleden olarak , ona rüyaların yorumunu öğrettik. Allah u taala  iradesini yerine getirmekte  her zaman mutlak galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

O kemal çağına geldiğinde kendisine hüküm ve ilim verdik . İşte güzel iş yapanlara biz böyle karşılık veririz.

Olay yeni bir boyut kazanır. Sahneye  Vezir’in karısı  girer. “Derken bulunduğu evin  hanımı , Yusuf’a sahip olmak istedi ve kapıları kapatarak  “ haydi yaklaş bana “ dedi. O “ Allah’a sığınırım “ dedi “ Doğrusu senin kocan olan benim  efendimin çok iyiliğini gördüm , hıyanet  ederek  zalim olanlar  iflah olmazlar” Doğrusu hanım ona sahipolmayı iyice aklına koymuş  ve buna yeltenmişti de , eğer Rabbinin delilini görmeseydi , o da kadına meyledecekti.işte biz fenalığı ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için bürhanımızı gösterdik . Çünkü o Bizim tam ihlasa erdirdiğimiz kullarımızdandı. Derken ikisi de kapıya doğru koşuştular. Kadın Yusuf’un gömleğini arkadan  yırttı. Tam bu sırada  kapıda kadının kocası ile karşılaştılar. Kadın hemen “ senin ailene kötü maksatla yaklaşmanın  cezası  zindana atılmaktan veya gayet acı bir azaptan  başka ne olabilir?” dedi. Yusuf ise “ Asıl o bana  sahip olmak istedi. “ Hanım’ın akrabalarından biri de şöyle şahitlik etti” Eğer gömleği arkadan yırtılmış ise  o yalan söylemiştir, delikanlı ise yalancının tekidir. Yok eğer gömleği arkadan yırtılmışsa  o yalan söylemiştir, delikanlı doğru söylemektedir. Gömleğin arkadan yırtıldığını gören  kocası  eşine , “Anlaşıldı “ dedi , bu siz kadınların oyunlarınızdan biri , gerçekten sizin fendiniz  pek müthiştir.

Yusuf sakın bunu kimseye söyleme ! kadın sen de günahından dolayı  af dile çünkü sen günaha girenlerden biri  oldun.

Yeni bir mekan şehirdeki dedikodulardır. Bir olayı nasıl farklı muhitlerden görü, mekan gittikçe büyür, söylem büyür, mesaj büyür, entirika büyür. Bu  bu anlatı romanın atasıdır, biz romanı batıda almışız, Don Kişot ve Telemak gibi , halbuki onlar bizden almış geliştirmişler. Kur’an dan ne kadar farklı romanlar çıkar, bizimkiler mesnevi yazmış , ama batılılar Thomas Mann  üç  ciltlik roman yazmış Josef and birime , Yusuf ve kardeşleri , Hece yayınları bu romanı tercüme ettirmiş.

Şehirde bir takım kadınlar  “ duydunuz mu ? “dediler. “ Vezirin hanımı uşağına gönlünü  kaptırmış , ondan kam almak istemiş ! Sevda ateşi bağrını yakmış . Kadın besbelli çıldırmış!”

Hanım o kadınların kendisi aleyhindeki bu dedikoduları işitince onları konağına  davet etmek üzere davetçi gönderdi. Onlar için mükellef bir sofra hazırlattı, Sofrada ikram edilen meyveleri soysunlar diye , her misafir için bir bıçak koydurmuştu. Onlar meyvelerini soyup kesmekle meşgul oldukları sırada , beriden de Yusuf’a “ çık şimdi onların karşısına “ dedi. Kadınlar onu görünce hayran kaldılar. Onun güzelliğine dalıp  gittiklerinden  farkında olmadan kendi ellerini kestiler. “Ve haşa Allah için bu insan olamaz , bu sadece yüce bir melek, başkabir şey olamaz “ dediler. Vezirin hanımı “işte beni kınamanıza neden olan genç! Yemin ederim ki ben ondan kam almak istedim ama o iffetli davrandı. Yine yemin ederim ki kendisine emredeceğim işi yapmaması halinde  o  mutlaka zindana atılacak , zelil ve perişan olacaktır!”

Yusuf “ Ya Rabbi  “ dedi . Zindan bu kadınların beni davet ettikleri o işten daha iyidir, eğer sen onların fendini  benden uzaklaştırmazsan , onlara meyledip cahilce davranacaklardan olabilirim . “ Rabbi onun duasını kabul buyurdu  ve onu kadınların fendinden korudu. Çünkü o dua edenlerin dualarını işitir,durumlarına uygun olan şeyi bilir.Sonra vezir ve arkadaşları bunca kesin delilleri görmelerine rağmen  dedikoduları kesmek gayesiyle , bir müddet için onu hapse atmayı uygun buldular. Hapishaneye onunla beraber iki genç de girmişti. Onlardan biri “ Ben rüyamda kendimi şarap yapmak üzüm sıkarken gördüm “ Öbürü de “Ben de başımın üstünde  ekmek taşıdığımı  ve bu ekmeği kuşların gagaladığını gördüm . Ne olur , bu rüyamızın  tabirini bildir , doğrusu biz seni iyi biri olarak görüyoruz” dediler.

Yusuf, “yiyeceğiniz yemek  size henüz gelmeden , her birinizin  rüyasının tabirini size bildirmiş olurum ,bu Rabbimin bana  öğrettiği ilimlerdendir. Ama önce biraz beni dinleyin , ben Allah’a iman etmeyen ahireti de inkar eden bir halkın dinini bir tarafa atıp atalarının İbrahim , İshak ve Yakub’un  dinine tabi oldum . Allah’a herhangi bir şeyi şerik saymak bizim için asla doğru olmaz . Bu tevhid inancı , Allah’ın hem bize hem de  insanlara olan ihsanıdır.  Ama ne yazık ki insanların çoğu bu nimete şükretmezler. Ey hapishane arkadaşlarım  bir düşünün sizin için müteaddid rablere ibadet etmek mi , yoksa tek mutlak hakim olan Allah’a ibadet etmek mi iyidir? Sizin Allah’tan başka ibadet  ettiğiniz  tanrılar  sizin ve atalarınızın uydurduğu  boş isimlerden ibarettir. Allah onların  tanrı olduklarına dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm yetkisi yalnız Allah’ındır, o ise başkasına değil ,yalnız Kendisine ibaret etmenizi emir buyurmuştur. İşte dosdoğru din , fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Ey hapis arkadaşlarım  gelelim rüyanızın tabirine . Sizden biriniz efendisine yine şarap sunacak  , öbürüde asılacak , kuşlar da başını gagalayacak  . işte yorumunu istediğin iş  böylece halledilip sonuçlandırılmıştır.

Onlardan kurtulacağını sandığı arkadaşına “ Efendine benden bahset , suçsuz olduğumu hatırlat “ dedi. Fakat şeytan onu efendisine söylemeyi unutturdu , böylece Yusuf birkaç yıl daha hapishanede kaldı.

                                                                        Xx

Günün birinde hükümdar gördüğü bir rüyayı anlatıp dedi ki “ Ben yedi semiz inek gördüm , bunları yedi zayıf inek yiyordu . Bir de yedi başak ile yedi kuru başak gördüm . Ey Efendiler , siz rüya tabir ediyorsanız , benim bu rüyamı da halledin. “ O kahinler “ bu gördükleriniz karışık düşlerdir. Biz böyle karışık düşlerin yorumunu  bilemeyiz “ dediler.

O iki arkadaştan kurtulanı , aradan geçen bunca zamandan sonra işte ancak o sırada Yusuf’u hatırlayıp dedi ki “Rüyanın tabirini ben size bildireceğim , hele siz beni bir hapishaneye gönderiverin!” Hapishaneye gidip “ Yusuf sözü doğru ve isabetli olan aziz dostum . Şu müşkül rüya hakkında  bize bir çözüm bildir lütfen . “ Yedi semiz ineği yiyen  yedi zayıf inek ile yedi başak  ile yedi kuru başağın anlamı ne olabilir? Ümid ederim ki isabetli yorumunu öğrenip ilgili insanlara aktarırım , böylece onlar da doğruyu öğrenir  ve senin kıymetini bilirler “ Yusuf “ Yedi sene  bildiğiniz şekilde ekin ekersiniz , ama biçtiğinizi yiyeceğiniz  az miktar dışında önce biriktirdiklerinizi  yiyip tüketirsiniz. Sonra bunun peşinden  yedi kurak yıl gelecek , tohumluk olarak saklayacağınız  az bir miktar dışında önce biriktirdiklerinizi yiyip tüketirsiniz. Sonra onun arkasından  bir yıl geçecek ki halk bol yağmura kavuşacak , sıkıntıdan  kurtulacak bol meyve sıkıp  hayvanları sağacaklar. “ Bunu duyan hükümdar , “ Onu bana getirin “ dedi.

Hz Yusuf’un macerası çok grift , kompleks bir vaka örgüsüne sahip, hem coğrafya, hem mekan, hem insanlar, hem dialogları itibariyle . Tek hatlı anlatımlar kasaba istasyonu gibidir, bir giden bir gelen,büyük anlatımlar merkezi şehirlerin başkentlerin tren istasyonlarına benzer iç içe, onun için Thomas Mann bin sayfayı aşkın Yusuf ve Kardeşleri diye roman yazmış. Türk edebiyatı ise binden başlayıp beşbin yedi bin beyte kadar varan büyük mesneviler yani romanlar yazmışlar. Yusuf ile kardeşininin mücadelesini.Ama hiçbiri Thomas Mann’ın eserine benzemez o çok uzmanlıkla yazılmış, ve Nobel almış bir roman. Onu yazmak için Mann Farsça öğrenmiş ve ana kitap olan Molla Cami’nin Yusuf ile Züleyha’sını  Farsca’sından okumuş.

Kur’an-ı Azimüşşan bu kelimeyi şimdi daha iyi hissediyorum.Bütün peygamber olaylarını Allah vaka bütünlüğü içinde birbiri ile bağlantılı anlatmış, vakalar çok ama hepsi bir vaka , tevhid ve insanlık mücadelesi , kainat mektebi , öğretmenler, dersler, trajediler. Mesajlar, hem ne kadar.Allah Hz Adem ‘den başlayıp ona da nübüvvet verdik, ona da risalet verdik, ona ona ona  ve sana da ya Muhammed.Onun ailesini aziz kıldık, senin de , senin de hepsini bütün insanlara saygın insanlar olarak sunduk,  evlerini   ilim hücresi yaptık, insanlığa ders verdiler, o da  o da .

 Kur’an maturing plot yani olgunlaştıran yapı, kemale ermeyi öğretiyor bütün insanlığa, Ebu cehil’in zulmü kemal için gerekli, Firavun olmasa Musa olur muydu acaba, Nemrut , Şaytan , Haman kötü adamlar opozite men ler , bed menler. Daha neler neler. Kuyuya atılmak , on yılı aşkın hapiste kalmak, Allah’a bu kadar olumsuzluk içinde  kırılmamak , darılmamak, işte peygamber sabrı bu. Hz Yakub ağlayıp durunca Cebrail Allah adına gider ve ona bu kadar ağlama bu nübüvvete yakışmaz, hem sen oğlunu kardeşlerine emanet ettin, bize emanet etmedin ki .Hz Nuh eşi ve çocuğunu gemiye ister, Allah “ leyse min ehlik “ der.Senin ehlin değil onlar, Ya Nuh benden böyle yakışıksız şeyler isteme. Hz Nuh tevbe eder, yanlış yaptım Ya Rabbi der.Kur’an –ı Celil üş Şan,muini cümle ezhan, mafevkinde bütün ezman,  edebiyatın sanatın anası , babası ne dersen de . Onun bir roman bütünlüğü içinde okunmasıgerekir, yoksa işte bizim gibi olur, çocuklarımız Kur’an da olanlardan habersiz, olaylar, insanlar yok.

Hükümdarın elçisi gelince  Yusuf “ Sen önce  dönüp efendine de ki , o ellerini kesen kadınların meselesi neydi, kendisine soruver. “Zaten benim efendim , o kadınların fendini pek iyi bilir” Hükümdar o kadınları toplayıp “ Ne ki sizin Yusuf’la davanız. ? Siz Yusuf’u elde etmeye  çalıştığınızda  durum  ne idi . Yusuf nasıl davrandı , diye sordu. Onlar da “ Haşa Allah için söylemek lazım  gerekirse , onun yaptığı hiçbir kötülük  bilmiş, görmüş değiliz” dediler. İşte o sırada  vezirin eşi “Şimdi gerçek meydana çıktı , ondan kam almak isteyen bendim , o ise tam sadık ve dürüst insanlardandır” diye itiraf etti.  Ve devamla şöyle dedi “ Bunu böylece söylüyorum ki eşim vezir de  Yusuf’a olmaya yeltenmemle beraber  kendisinden gizli olarak  ona fiilen hıyanet etmediğimi  ve Allah’ın hainlerin  hilesini  iflah etmeyeceğini bilsin . Doğrusu ben nefsimi  temize çıkarmam . Çünkü Rabbimin merhamet  edip korudukları hariç nefis daima fenalığı ister, kötülüğe sevkeder. Doğrusu Rabbim Gafurdur, Rahimdir, affı ve merhameti boldur.

Hükümdar,” Onu yanıma getirin , özel danışman edeyim “ dedi . Onunla konuştuktan sonra da “ Sen artık bundan böyle nezdimde yüksek  bir makam sahibi, tam itimad edilen  bir müsteşarsın “  dedi. Yusuf, “Beni ülkenin hazine işlerinden  sorumlu bakan olarak görevlendir, dedi. Çünkü ben malları iyi korur , işletme ve yönetimi iyi bilirim” dedi. Böylece Biz Yusuf’a Mısır’da iktidar verdik . Dilediği yerde konaklayabilir , orayı dilediği şekilde yönetirdi. Biz  lütfumuzu dilediğimiz kimselere eriştirir ve güzel hareket edenlerin  ücretlerini asla zayi etmeyiz.Ahiretteki ücret ve ödül , iman edip haramdan sakınanlar için elbette daha hayırlıdır. Gün geldi Yusuf’un kardeşleri Mısır’a gelip  Onun huzuruna çıktılar, o onları tanıdı ama öbürleri onu tanıyamadılar. Yusuf onların zahire yüklerini hazırlatınca dedi ki “ Siz baba bir kardeşinizi de yanıma getirin , gördüğünüz gibi ben size tam ölçek veriyorum  ve ben dışardan gelen misafirleri ağırlamaya  , başka herkesten  fazla özen gösteriyorum. Eğer onu getirmezseniz  o zaman ne bir ölçek olsun  zahire bekleyin , ne de yanıma yaklaşın” Onlar “ Bakalım babasından ona izin almanın bir yolunu bulup  bu işi ayarlamaya  çalışacağız “ dediler.

Yusuf , zahire tartan görevlilerine de dedi ki “Onların zahire karşılığında  verdikleri malları da yüklerin içine koyun . Böylece belki ailelerine  döndüklerinde bunun farkına varıp da yine gelirler.

Babalarının yanına dönünce “ sevgili babamız  “ ölçeğimiz tahsisatımız kaldırıldı . Gelecek sefer öbür kardeşimizi de bizimle beraber gönder ki onu vesile ederek  daha çok tahsisat alalım. Onu gözümüz gibi koruyacağımıza kesin söz veriyoruz. “ Yakup dedi ki “ Daha önce onun kardeşini size emanet ettiğim gibi  bunu da size inanıp emanet edeyim , öyle mi ?Ben size değil sadece Allah’a ısmarlarım, çünkü en iyi koruyan Allah’tır.Ve o merhametlilerin en merhametlisidir.”

Yüklerini  açınca da zahire bedellerinin yükleri içine geri konulduğunu  gördüler 

Ve  “ Baba baba , daha ne istiyoruz , işte verdiğimiz zahire bedellerimiz de bize geri verilmiş. Gidelim yine evimize erzak getiririz , kardeşimizi de koruruz, hem de bir deve yükü  de fazla alırız. Çünkü bu sefer  aldığımız az bir ölçektir.

Yakup şöyle cevap verdi” Siz kendiniz helak olmadıkça , onu bana getireceğinize dair  Allah’ın huzurunda  sağlam bir söz vermeden , ben asla onu sizinle göndermem” Onlar kendisine söz verince de dedi ki “Allah u Taala bu söylediklerimize şahittir, gözeticidir. Gerçi ben ne yapsam , Allah’tan gelecek takdiri önleyemem , zira hüküm yetkisi  yalnız  Allah’ındır. Onun içindir ki ben ancak  O ‘na dayanır , O ‘na güvenirim . Tevekkül edenler de yalnız O’na dayanıp  güvenmelidirler. “Babalarının kendilerine  emrettiği şekilde ayrı ayrı kapılardan girerek onun emrini yerine getirdiler. Ama bu tedbir, Allah’ın kendileri hakkındaki  takdiri karşısında hiçbir fayda sağlamadı. Sadece Yakub’un içindeki bir dileği açığa çıkarmış oldu. O kendisine  Biz öğrettiğimizden  ötürü ilim sahibi idi . Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.

Onlar Yusuf’un huzuruna girince , öz kardeşini yanına çekti  ve “ iyi bilesin ki ben senin kardeşinim , onların yaptıklarına üzülme “ dedi.

Onların yüklerini hazırlatırken  su kabını kardeşinin  yükünün içine koydurdu. Kervan hareket edince de  Yusuf’un görevlilerinden biri “ Ey kafile , durun siz hırsızlık yapmışsınız “ diye nida etti.  Onlar geri dönüp geldiler   ve “ Mesele nedir, ne kaybettiniz ki bizi suçluyorsunuz?” dediler. Görevlilerden biri “ Hükümdarın  su kabını kaybettik .  Onu getirene bir deve yükü ödül var, buna ben kefilim “ dedi.Allah’a yemin olsun ki biz ülkede fesat çıkarmak nizamı bozmak için gelmedik , siz de bunu biliyorsunuz .  Hele hırsız , hiç değiliz “ dediler. Görevliler “ Peki yalancı çıkarsanız cezası ne ? “ dediler.Cezası dediler , kimin yükünde çıkarsa işte onun cezasıdır,kendisi rehin ve mahkum olur. Biz zalimleri böyle cezalandırırız. Yusuf öz kardeşinin yükünden önce öbürlerinin yüklerini aratmaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin  yükünden çıkarttı. İşte biz Yusuf’a kardeşini alı koyması için böyle bir plan öğrettik . Yoksa Allah dilemedikçe  hükümdarın kanununa göre  kardeşini alması uygun olmazdı. Biz dilediğimiz kimselere pek üstün derecelere yükseltiriz.  Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen biri bulunur. Onlar “ eğer o çalmışsa  zaten onun kardeşi de daha önce hırsızlık etmişti” dediler. Yusuf bu sözlerden duyduğu üzüntüyü içine attı  ve onlara belli etmedi. İçinden dedi ki “ Asıl kötü durumda olan sizsiniz , ileri sürdüğünüz iddiaların  geçer yönünü Allah iyi biliyor ya , o yeter!”Yusuf’un kardeşini alıkoyması  karşısında onlar şöyle dediler. “ Aziz vezir  , Onun piri fani bir babası var, bu küçük evladını kaybetmeye dayanamaz , onun yerine bizden istediğini alıkoy. Gerçekten  seni anlayış gösteren iyilik  sever insanlardan  olarak görüyoruz. “

Yusuf  “ Biz malımızı kimin yanında bulmuşsak ancak onu alıkoyarız . Başkasını tutmaktan Allah’a sığınırım , çünkü biz öyle yaparsak  zalimlerin arasına girmiş oluruz !

Vakta ki Yusuf’un onu vermesinden  ümitlerini kestiler . Bir yana çekilip aralarında  fısıldaşarak  şöyle konuşmaya başladılar . Ağabeyileri dedi ki “ Allah’ı şahit tutarak babanıza kesin söz verdiğiniz  ve daha önce  Yusuf hakkında da işlediğiniz kusuru  nasıl olur da bilmezlikten gelebilirsiniz ? Ne yüzle döneceksiniz ? Ben burdan bir adım bile atmam , ayrılmam , ancak babam bana izin verirse  yahut hüküm verenlerin  en hayırlısı olan Allah hükmünü bildirirse o başka ! Siz dönün babanıza deyin ki “ Sevgili babamız , bizler farkına varmadan  oğlun inan ki hırsızlık etmiş.  Biz ancak bildiğimize şahitlik ediyoruz. Gayb bize emanet edilmiş değil ki , inanmazsan gittiğimiz şehrin ahalisine  ve yine içinde geldiğimiz  kafilede bulunanlara sor. Bütün samimiyetimizle  ifade ediyoruz ki söylediğimiz doğrunun ta kendisidir.

Ama babaları Yakup “hayır hayır korkarım sizi yine  nefisleriniz sizi olumsuz  bir işe sürükleyip  ayağınızı kaydırmıştır. Ne yapayım ? Bu hale karşı sükunet ve ümit içinde  sabretmekten başka yapacak şey yok ! Ümidim var ki Allah bütün kaybettiklerimi  bana lütfedecektir. Çünkü o alimdir, hakimdir, benim de onların da hallerini bilir ve beni elbette  hikmetini ortaya koymak için bu imtihana tabi tutmuştur.

Onlardan  yüzünü çevirip  öte tarafa dönerek ufuklara seslendi. “ Ye Esefa  ala Yusuf ! Nerdesin  Yusuf , nerdesin Yusuf . Yusuf diye diye üzüntüsünden gözlerine ak düştü . Yaptıklarından dolayı oğullarına  duyduğu kızgınlığı da belirtmiyor, öfkesini yenmeye çalışıyordu.

Oğulları şöyle dediler “ Ömrün geçti gitti , hala Yusuf’u dilinden düşürmüyorsun . Vallahi Yusuf diye diye kederden ölüp gideceksin “ Ben dedi “sıkıntımı  keder ve hüznümü sadece  Allah’a arzediyorum. Hem sizin bilmediğiniz pek çok şeyi  Allah tarafından vahiy yoluyla biliyorum.Evlatlarım haydi gidiniz, bütün duyularınızı hislerinizi kullanarak  vargücünüzle  Yusuf ve kardeşi hakkında bilgi edinmeye çalışınız. Allah’ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü kafirler güruhu  dışında hiç kimse Allah’ın rahmetinden  ümidini kesmez. “

 Onlar Mısır’a varıp  Yusuf’un huzuruna girerek “ Aziz vezir “ dediler , biz de ailemiz de darlık ve sıkıntıya düştük, biz bu sefer pek az bir meblağ getirebildik .  Lütfen bize tahsisatımızı  tam ölçek olarak ver de , parasını veremediğimiz  kısmı da sadakanız olsun.Şüphesiz ki Allah tasadduk edenleri fazlasıyla ödüllendirir.

                                                                                       xx

Artık zamanı geldiğini  düşünerek  Yusuf “ Siz dedi cahilliğiniz  döneminde  Yusuf ile  kardeşine yaptığınız  muameleyi  elbette biliyorsunuzdur değil mi ? “ Aaa Sen yoksa Yusuf musun ? dediler. Evet ben Yusuf ‘um bu da kardeşim . Gerçekten Allah bizi lütfuna mazhar etti. Şu kesindir ki kim Allah’ı sayıp haramlarından  sakınır, itaatlara devam ve imtihanlara sabrederse , Allah da böyle güzel hareket edenlerin  mükafatını asla zayi etmez. “Kardeşleri de şöyle dediler “ Vallahi de Tallahi de  Allah seni bize üstün kılmıştır. Doğrusu bizler suçlu idik “ Yusuf şöyle cevap verdi “ Bugün sizi kınayacak  serzenişte bulunacak değilim ! Ben hakkımı helal ettim , Allah da sizi  affetsin . Çünkü merhamet edenlerin en merhametlisi O’dur .Şu gömleğimi alın babamın yanına varıp  onun  yüzüne sürüverin , o  zaman gözü açılacaktır. Sonra da bütün çoluk çocuğunuzla buyurun yanıma gelin.”

 Kafile daha Mısır’dan ayrılır ayrılmaz öteden babaları “ Şayet bunaldı demezseniz , doğrusu ben Yusuf  ‘un kokusunu alıyorum ! “dedi. Oradakiler “ Vallahi  dediler sen hala o eski saflığınla devam etmektesin”

                                                                Xx

Müjdeci gelip de gömleği Yakub’un yüzüne sürünce gözleri açıldı ve “ Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından  vahiy yolu ile bilirim dememiş miydim ?” dedi.  Evlatları ise şöyle dediler “ Ey bizim şefkatli babamız , bizim günahlarımız için Allah’tan mağfiret dile , doğrusu biz günahkarız. “ O şöyle cevap verdi. “ Sizin için Rabbimden af dileyeceğim . Gerçekten O  Gafurdur , Rahimdir.

                                                               Xx

Yakup ailesi Mısır’a gelip  Yusuf’un yanına girdiklerinde , Yusuf annesi ile babasını kucakladı ve “Allah’ın izniyle  Mısır’a güven ve huzur içinde girin “ dedi. Annesi ile babasını tahtına oturttu. Hepsi onun önünde saygı ile eğildiler. Yusuf “ Babacığım  “dedi  işte küçükken gördüğüm rüyanın tabiri , Rabbim o rüyayı gerçekleştirdi. O bana nice ihsanlarda bulundu . Beni zindandan kurtardı nihayet , şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra  sizi çölden getirip bana kavuşturmakla da beni ihsanına mazhar etti. Gerçekten Rabbim dilediği kimse hakkında  latiftir. Şüphesiz o alimdir , hakimdir , her şeyi hakkıyla bilen tam hikmet sahibidir. Ya Rabbi   Sen bana iktidar  ve hakimiyet verdin . Kutsal metinleri ve rüyaları yorumlama ilmini öğrettin.Ey gökleri ve yeri yaratan , dünya da ahirette de Mevlam  yardımcım sensin. Sana tam itaat içinde  bir kul olarak  canımı al ve beni hayırlı ve dürüst insanlar  arasına dahil eyle. “

Allah peygamberimize döner  ve der. “işte bunlar ey Resulüm  sana vahiy yoluyla bildirdiğimiz  gaybi hadiselerdendir. Yoksa onlar tuzak kurmak  ve planlarını  kararlaştırmak için toplandıklarında elbette sen onların yanında bulunmuyordun. Şunu unutma ki  sen büyük büyük bir kuvvetle arzu etsen bile , insanların çoğu iman etmezler. Halbuki sen bu tebliğ karşılığında  onlardan herhangi  bir ücret de istemiyorsun . Ku’ran sadece bütün insanlar için  bir derstir , evrensel bir mesajdır. Göklerde ve yerde Allah’ın varlığını,  birliğini , kudretini gösteren nice deliller vardır ki  insanlar yanından geçip gittikleri halde  yüzlerini çevirdiklerinden  farkına varmazlar. Onların ekserisi şirk koşmaksızın  Allah’a iman etmezler. Acaba onlar farkında olmadıkları bir sırada Allah’ın cezasına uğrayıp  azabın kendilerini kaplamasından  yahut  ansızın kıyametin kopmasından emin midirler? 12/1-107

   Allah kıssaların mesajlarını verir. “Peygamberlerin kıssalarında elbette tam akıl sahipleri için  alacak dersler vardır. İyi bilin ki Kur’an uydurulmuş bir söz değildir, sadece daha önceki kitapları tasdik eden , dine ait herşeyi açıklayan  iman edecek kimseler için hidayet,  rehber ve rahmettir. “12/111

Prof. Dr. Himmet Uç

Kırkıncı Hoca ve Yahya Kemal’in Selimnamesi

Erzurum’a haziran ayı  içinde bir sempozyum için gitmiştim, orada Kırkıncı hoca ile elli yıldır hizmette devam ettiği kümbet mekanında konuştuk, bugünlere nasıl gelindiğini anlattı. Daha sonra Yavuz Sultan Selim hakkında bir de kitap yazmış olan Kırkıncı Hoca ile Yahya Kemal’in Selimname’sini okuduk. Kırkıncı Hoca kitabında ırkçılığın zararlarından bahseder.” Şunu hem en ifade edelim ki  insanlarda  istismara en müsait en zayıf damar kavmiyetçilik damarıdır. Bugün birtakım iç ve dış güçler  insanımızın bu damarını  kendi menfur emellerine alet etmek istemektedirler.Bu vatanda yaşayan  vatandaşlarımız  özellikle de Türkler ile Kürtler islam kardeşliği sayesinde  böyle bir hataya düşmeyeceklerdir inşallah. Çünkü onlar  biliyorlar ki bütün bunlar  Türkiye’nin gelişmesini istemeyen  ve onları bölmeye  çalışan zındıkların planı ve sinsi oyunlarıdır.  (M Kırkıncı , Y S Selim 15)

Selimname’yi  Yahya Kemal Yavuz Sultan Selim için yazmış. Şöyle başlar;

Devr-i Sultan Selim’i  yazmak izin

Seyf-i meslül kıldı hamesini

Sultan  Selim dönemini yazmak için kalemini bir kılıç gibi kınından sıyırdı çıkardı;

Halk Yahya Kemal’e rahmet okur

Guş ederken Selimnanesini

İnsanlar Yahya Kemal’in Selimnamesini okudukları zaman onu rahmetle anarlar. Yahya Kemal bu şiiri okuyucular tarafından rahmetle anılmak için yani dini bir endişe ile yazmıştır. Ne güzel bir niyeti varmış Yahya Kemal’in himmet Efendi değil mi ? evet hocam.

Başlayış

– 1514 –
eflâkden o dem ki peyâm-ı kader gelür
gûş-î cihâne velvele-î bâl ü per gelür

Gökyüzünden kader fermanı , haberi geldiği zaman  cihanda var olan herkesin kulağına kanat sesleri gelir, yani haberi getiren meleğin veya melekler grubunun sesleri cihana yayılır, meleklerin kanat çırpışları. Büyük bir haber gelmektedir yer yüzüne. Haber arşta düşünülmüş ve yeryüzüne gönderilmiştir. Nasıl hayal etmiş himmet Efendi değil mi ? Ne kadar derin bir hayal.

devr-î fütûhu sûr-ı sirâfil* müjdeler
hak’dan nizâm-ı âlemi te’mîne er gelür

Fetihler döneminin başladığını İsrafil aleyhisselamın düdüğü müjdeler. Çünkü Allah alemin düzenini  sağlamak için dünyaya bir er göndermektedir. Anadolu yanlış propagandalarla  karışmış, milletin itikadı alevi yaygarası ile kötüdür. Yavuz Bunları görmektedir Trabzon valililiği  sırasında , işte alemi düzeltmek için bir er yani Yavuz Sultan selim görevlendirilmiştir semada arşta

ebvâb-ı ravza-î nebevî’den firiştegân
cibrîl’i gördüler nice demdir gider gelür

Elbetteki Anadolu’da ki bu şerli olaylar üzerine Peygamberimiz rahatsızdır, bu yüzden Cebrail   Ravza-yı nebiye gidip gelmektedir, ne demdir birçok keredir. Durum Habibullaha arzedilmiştir. Peygamber ve Cebrail bu olumsuzlukları düzeltmek için konuşmuşlardır. Hele bak himmet efendi neler neler söylemiş, bidaha oku.

derk ettiler ki merkad-i pâk-î muhammed’e
rûhü’l-kudüs’le arş-ı hudâ’dan haber gelür

Bu gidiş geliş manzarasını gören melekler anladılar ki  Peygamberimizin temiz kabrine Allah’ın arşından  Cebrail aracılığıyla  bir mesaj gönderiliyor.

rûy-î zemîni tâbi-i fermânı kılmağa
sultan selîm han gibi şîr-i ner gelür

Yeryüzündeki karışıklıkları düzeltmek için bir ferman ortaya konmuştur, o fermanı uygulamak için Sultan Selim gibi bir yiğit aslan dünyaya adım atıyor. Git ve düzelt diye bir emir  veriliyor ve Yavuz seçiliyor.  Ne mutlu adam değil mi himmet Efendi evet hocam, büyüklerin görevlendirmesi de büyük ve azametli  evet.

râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür

Sancağının alemi üzerinde uçmak için fetih kuşu seher vakti esen  nesim gibi süzülerek geliyor. Yani haberle birlikte fetihin sancakları  seher rüzgarı gibi geliyor. Burada fethin asaleti ve yumuşaklığı ve insaniliği anlatılmak için seher vakti rüzgarı kullanılmış. Hallbuki çok fetihler zulüm ve fırtınadır.

hâkan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene
pîş ü pesinde mahşer-i tîg ü teber gelür

Sultan  Selim öyle bir hükümdardır ki düşman üzerine atını mahmuzlayınca  arkasından ellerinde kılıç  ve balta taşıyan  bir mahşeri kalabalık yani ordusu yürüyor.

ey gaasıb-ı diyâr-ı arab bekle vaktini
evvel cezâ-yı saltanat-ı sürh-ser gelür
 Tebrizsonra sıra sana gelecektir.

kaç fâtih-î zaman gören iran-zemin bugün
görsün kiminle hangi cüyûş-î zafer gelür

Şimdiye kadar nice sayısız  fetih hükümdarlarını gören iran ülkesi  zafer ordularının  hangi hükümdarla  birlikte geldiğini  görsün  bakalım.

tekbîrlerle halka ıyân oldu tûğlar
sahrâ-yı üsküdâr’e revân oldu tuğlar

Tekbir sesleri ile yükselen tuğlar  herkese göründü ve tuğlar öncülüğündeki ordu Üsküdar  sahrasına doğru yola koyuldu.  

S e f er

– 1514 –

tebrîz’e doğru çıktı sefer şâhrâhına
ervâh peyrev oldu cihan pâdişâhına

Tebriz’e doğru sefer yoluna çıkınca  ruhlar manevi muhafızlar padişahın ardında onunla birlikte yola koyuldular

at üzre geçtiğin göricek leşker-î guzât
râmoldu şîrler gibi yâvuz nigâhına

gazi askerler onun at üzerinde iken geçip gittiğini görünce onun arkasından itaatkarane tıpkı aslanlar gibi, onun heybetli ve haşmetli bakışının arkasından gittiler.

yekser gazâ kılıncı kuşanmış bir ümmetin
câlis budur erîke-i âlem-penâhına

Topluca savaş için kılıç kuşanmış bir ümmetin alemi himayesine alan tahtına oturan padişah ancak böyle bir insan olabilir.

münkaad edip serîrine maşrıkla mağribi
bir devlet ermegaan edecektir ilâhına

Doğu ile batıyı  kendi tahtına ram edecek  Allah’ına bir böyle devlet armağan  ve Allah’ına böyle bir devlet armağan edecektir.

âhır ağardı tan yeri re’s-î cibâlden
serhad’de yol göründü acem tahtgâhına

Sonunda dağların üzerinden  tan yerinin ağardığı görüldü  ve Acem tahtının  bulunduğu yere doğru sınır boyları  r fermân-ı bî-eman kalkan hümâ gibi

tuğrâlu nâme gitti kızılbâş şâhına

Aman vermeyen bir emir ile padişahın  tuğrasının  bulunduğu ferman kızılbaş şahına doğru  hüma kuşu gibi gitti.

hâkan-ı rûm leşkeri yaklaştığın görüp
iran gerektir ağlasa baht-ı siyâhına

Anadolu askerlerinin yaklaştığını gören İranlılar  kara bahtlarına ağlasalar gerek

hengâm-ı remzi bildiren âvâz-ı hâtifî
aksetti her tarafta cibâlin cibâhına

Savaş zamanını bildiren hatifler, kendi görünmeyen sesler, her tarafa dağların cephelerine yankılandı.

sahrâ-yı çaldıran’da gazâ vardır erteye
ey berk müjde ver feleğin mihr-ü mâhına

Yarın Çaldıran ovasında  büyük bir savaş vardır, ey şimşek bu müjdeyi gökyüzünün güneşine ve ayına ulaştır

meydân-ı cenge sâye-resân oldu tûğlar
rehyâb-ı milk-i nûşirevân oldu tuğlar

Tuğlar /askerler savaş meydanına  gölgelerini saldılar ve Nuşirevan’ın ülkesi olan İran’a doğru yola koyuldular.

çaldıran

– 1514-
her tûğ-ı pür-fürûğ verirken hücûma şan
her tîg-i bî-dirîg parıldardı hun-feşan

Her tuğ  çok ışık saçar  hücuma  şan verirken her kılıç parıldardı, esirgemez kan saçardı.

meydân-ı haşr ü neşri karıştırdın ey kader
nin Ey kader haşir ve neşir meydanını karıştırdın, kimi ölüp kimi diriliyor, imtihan anı mahşer gününü andırdı.
saldırdı fart-ı gayz ile ifrît-i râfızî
tâli’ göründü bizlere sol kolda pek yaman
Alevi ifritleri, aşırı  hiddet ile sol kolda bize göründüler.
garkoldu hûna rûmeli beğlerbeği’yle ceyş
üç malkoçoğlu eyledi bir bir fedâ-yı can
Rumeli beylerbeyi  ve askerleri kana boğuldu, üç Malkoçoğlu  canlarını feda ettiler.

uğrunda her gazâya atılmış mücâhidîn
lâyık mıdır felâkete ey rabb-ı müste’an

Uğrunda senin için her gazaya atılmış olan mücahidlere  felaket layık, mıdır ey sesleri işiten Rab.

her yanda hûn içinde bu hengâmeden beri
hiç esmiyen nesîm-i fütûh esdi nâgehan
Her yan kan içinde  hengamede iken , hiç esmeyen fetih rüzgarı ansızın esti
sağl kolda bozdu bozguna uğrattı düşmeni
şirâne bir taarruzu sevk eyliyen sinan*

Sinan paşa aslangibi bir  taarruzu  idare ederek  sağ koldaki düşman askerini  bozguna uğrattı

şâh-ı adûya karşı kopan sarsar-ı zafer
indirdi yıldırım gibi bir darbe-î giran
 tâ arşa astı tîgıni sultan selîm han

Acemin taht ve tacını atlarının ayakları ile çiğnedi, kılıcını arşa astı.
sermest-i câm-ı vuslat-ı şân oldu tûğlar
tebrîz’e reh-nümâ-yı ‘inân oldu tuğlar

Tuğlar  zafere kavuşmanın kadehini içerek kendilerinden geçtiler, tuğlar tebrizi gösteren rehberler oldular, o tarafa yürüdüler.

···

toplayış

– 1515 –

tebrîz’e uçtu feth-i celîlin hümâları
bir böyle hâli görmedi iran semâları
Fethin yüksek mevkili  devlet kuşları Tebriz ‘e uçtu, İran semaları böyle   hal görmedi

tevhîd içün bu halkı döğüşmüş yiğitlerin 
yüz şehre rekzedildi muzaffer livâları
Bu halkın  yiğitleri Allah yolunda , birlik olmayı Tevhid’ için  döğüşmüş ,başarılarını yüz şehre diktikleri bayrak ile kutladılar.
bir kutba bağlı cümle gönüller bir olmalı
mâdâm kâinâtta bir hudâları

her kişverinde kırmağa zencir-i şîa’yı
azmetti askerin ulu kîşver-küşâları

şia zincirini kırdı , Aleviliği  bozdu, askeri ile büyük ülkeler açmaya azmetti

mer’aşla kayserriye’yi fethetti bir dilîr
yükseldi rabb-ı izzet’e şükran duaları
Bir cesaretle Maraş ve Kayseri’yi fethetti, izzetli Rabbine şükran dağları yükseltti, ona bu zaferleri verdiği için
zülkadr’i sildi tîg-i selîmî harîtadan
engin göründü mısr ü hicâz’ın fezaları

Selim’in kılıcı  Zülkadir oğullarını  haritadan sildi , Mısır ve Hicaz  çölü ilerdeydi.

···Serdar-ı namdara ki ram etti Amid’i

  Azdır seramedan-ı kelamın senaları

Diyarbakır şöhretli kumandana boyun eğdi , onun methedecek sözler , söz söyleme ustalarının sözleri onu ifade edemez,

Tevhide koşmuş ehli cihadın birer birer

Zer-i hatla tak-ı arşa yazılsın gazaları

Savaşın ustaları  birer birer Tevhide koşmuş , arşın tepesine altın hatlla  yazılsın gazaları.

Her yerde remz i emn ü eman oldu tuğlar

Hem  Hakk’a hem hayata zaman oldu tuğlar

Herkes onlara emniyet etti ve sığındılar, hem Hakkın hem  da hayatın görüntüsü zamanı odular

mercidâbık

-1516-
seyreylesün felek kaderin şehsüvârını
fethetti bir seferde nebîler diyârı’nı

Gökyüzündeki yıldızlar ve içindeki melekler bu kaderin büyük şehsuvarını kumandanını, büyük süvarisini seyrettin ve hayret etsinler, çünkü onlar alemi ve olaylarını seyrederler.insan ve melekler kainat sinemasının seyircileridir. Çünkü o bir seferde peygamberlerin geldiği diyarları fethetti
sahrâ-yı mercidâbık’a nakş eylemiş kader
islâm fikr-i vahdetinin kârzârını
Kader Mercidabık sahrasına nakşetti, islamın birlik fikrini
memlûk pâdişâhı bu dâvâyı fasl içün
sarfetti azm ü cezm ile bilcümle vârını

Memluk hükümdarı bu davayı çözmek için bütün varını ve gayretini  sarfetti

bir kaahirâne hırs ile memlûk leşkeri
gavgaaya saldı esliha-î bî-şümârını
Kahredici  bir hırs ile Memluk askerini , kavgaya saldı
bâran misâli gülle yağıp kıldı hâksâr
hem gaasıbâne tâcını hem tâcdârını

Ona yağmur misal top gülleleri yağdırdı, yerle bir etti, tahtını ve tacını elinden aldı
eyne’l-meferr diyen çöle can attı sû-be-sû
bâkîsinin de tîg tamâm etini kârını
 Huzur nerede diye kaçtı , kılıcını silahını tesirsiz hale getirdi
sahrâ-yı lâ’lgûne bakan şâhid-î zafer
görsün bahârının bu yaman lâlezârını

Zafer şahidleri onu meydana getirenler sahranın kanrengini görsünler, bahardaki bu lale bahçesini görsün.Kanlarla oluşan bu bahçeleri .

tevhîd-i milk ü millet içün cenk edenlere
sûriyye açtı cümle husûn ü hisârını
Millet ve mülk memleket için savaşanlara Suriye bütün güzellik ve hisarlarını açtı, onları kabul etti.

itmâm-ı gaalibiyyet içiün şanlı pâdişah
mısr içre kurmak istedi dârü’l-karârını
Galibiyetini tamamlamak için şanlı padişah, Mısır’ın içinde karar kılmak istedi.

şevk-i seferle pür-heyecân oldu tûğlar
bâd-ı zaferle mısr’a vezân oldu tûğlar·

ridâniyye
-1517-

memlûkler bakıyyesi pür gayz edüp kıyâm
mısr içre kalmasun dedi bir tîg der-niyâm
Memluklerden  geriye kalan  öfke ve isyanlar  bir kılıç ve kılıç kını içinde  Mısır’da kalmasın.

vadî-i nîl-i tuttu anûdâne ser-te-ser
ordû-yı fethe karşı sürülmüş nefîr-i âm

Baştan başa inatçılar  nil vadisini tuttu, fetih ordusuna karşı tamamı karşı sürülmüş oldu.

pür-zûr saldıran kölemen fârisanını
saf saf guzât kıldı dilîrâne iktihâm

 Çok kuvvetli saldıran Kölemen  askerlerini saf dışı ederek askerlerini gazi kıldı
kat’î hücûma geçti nihâyet mücâhidîn
mutlak bu harbe vermek içün şanlı bir hitâm

Mücahid askerler  mutlak bir harbe şanlı bir son vermek için hücumu geçtiler.
birden serildi hâke ridâniyye cephesi
bed’etti feth-i kaahire’den izhizâm-ı tâm
Ridaniye cephesi düşman tarafı birden  yere serildi , dağılma Kahire’den başladı
gazî vezîr-i âzamı a’dâ şehîd edüp
gûyâ büyük zaferden o gün aldı intikam
on mısr’a bir sinan* bedel olmazdı ey kazâ
şevketlü pâdişâhı bu hâl etti telhkâm
On Mısır’a bedel olmazdı bir sinan, şevketli padişah kederini böyle ifade etti
fevkindedir zaferden alınmış ganâimin
mü’minler etti vahdet-i islâm-ı iğtinâm
Zaferden alınmış  ganimetlerin ötesindedir, islamın birliğini temin etmek

hem şark’ı hem cenûb’u açan bir cihâddan
aksetti dehre nâ-mütenâhî bir ihtişâm
Hem doğuyu hem güneyi  açan bu cihaddan  dehre sonsuz bir ihtişam aksetti

hakka ki ser-firâz-ı cihân oldu tûğlar
ferman-dih-î zamân ü mekan oldu tûğlar

Hakikatki tuğlar başlar üstünde yükseldiler, mekan ve zamanı tesirleri altına aldılar

rıhlet

-1520-

bir gün çalındı nevbet-i takdir rıhlete
ukbâda yol göründü hudâ’dan bu dâvete
Takdirin öteye götürme nöbeti hükümdara gelmişti , ahirete yol göründü Hüda’dan gelen bu davete
doldukça doldu gözleri eşk-î firâk ile
kudretlü pâdişâh veda etti millete
Kudretli padişahın gözleri ayrılık gözyaşları ile doldu , millete veda vakti geldi

tevhîd maksadıyle geçirmişti ömrünü
ref’etti ermegaanını dergâh-ı vahdete
Ömrünü Müslümanları birleştirmek tevhid maksadı ile  geçirmişti,  vahdet dergahına yükseltti armağanını . Akif de Yahya Kemal’de şiirlerinde bu ülkede birliği tevhidi savundular Kırkıncı Hoca Akif’ten nakleder kitabında. “Bütün hayatı  vatan ve millete hizmetle geçen  ve islamiyeti tavizsiz yaşayan Mehmet Akif milletin birlik ve beraberliğini  anlatan ve kavmiyetçiliği  telin eden şiirinde konuşur.

Ayrılık hissi nasıl girdi  sizin beyninize

Fikr-i kavmiyeti  şeytan mı sokan zihninize

Birbirinden  müteferrik bu kadar akvamı

Aynı milliyetin altında tutan islamı

Temelinden yıkacak zelzele kavmiyettir

Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir

Hani milliyetin islam idi.. kavmiyet ne

Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine (M Kırkıncı Y S Selim 21)
râyâtı gölgesinde fedâ-yı hayat hayât eyleyen
ervâha pîşdâr olarak girdi cennete
Bayrakların gölgesinde  hayatını feda eden ruhlara öncü olarak cennete girdi
yekser riyâz-ı huld-i berîn oldu cilvegâh
her cenkten getirdiği binlerce râyete
Ansızın yüce ebedi bahçeler  göründü, her savaştan getirdiği binlerce bayraktarla
dîdâr-ı fahr-ı âlem-i görmekti gayesi
gark-ı huşû çıktı huzûr-ı risâlete

Fahri Alemi peygamberimizi görmekti gayesi , huşu utanç içinde risaletin huzuruna çıktı.

Kırkıncı Hoca Peygamberimizden  de nakiller yapar. “Kavmiyet davasını çağıra n bizden değildir, kavmiyet uğruna savaşan da bizden değildir, keza kavmiyet davası üzerine ölen de bizden değildir. Kavmiyet davası güdenler cehennemde iki dizleri üzerine çökecek olanlardır. Dediler ki , Ey Allah’ın Resulü oruç tutsa namaz kılsa da mı , – Evet oruç tutsa namaz kılsa da , diye buyurdular. “(M Kırkıncı Y S Selim 26)

alnından öptü fahrederek fahr-ı kâinât
şabâş sundu sarfedilen bunca himmete

Fahri kainat onunlla övünerek anlından öptü, ona hediyeler sundu bunca yapmış olduğu ulvi gayretlere

divân-ı hak’da mağfiret-î kirdigâr’dan
şâyeste gördü cürm ü günâhın şefâate
Allah’ın hak meclisinde kusurlarının affına layık görüldü , ona şefaat edildi,

dûr olmasıyle böyle büyük pâdişâhdan
garkoldu nâs mâtem-i bî-hadd ü gayete
Ondan uzak olduklarından böyle bir büyük padişahtan  nihayetsiz mateme boğuldular inszanlar
yer yer misâl-i bîd-i hazân oldu tûğlar
sultan selîm’e girye-künân oldu tûğlar

···Tuğların artık hazanı gelmişti, Sultan Selime  gözyaşı döktüler

 Şiiri Kırkıcı Hoca hazretleri dinledi birlikte mülahaza ettik, o hayret ettiğinde “ ola ola hele söze bak” der. Şiir bitince “ işte bele himmet efendi işte bele , cennetden bir gün yaşadık” dedi. Onun kadar metinden sözden cümleden etkilenen bir başka adam görmedim. Yahya Kemal’in Ezan-ı Muhammedi şiiri de odasında asılı idi, onun altında okuduk.  Bediüzzaman Yavuz’un  mezarına ziyarete gidermiş istanbul’da bir varisinden dinlemiştim. Ziyaretten sonra ona “ Biz farklı düşünüyorduk o bizi ikna etti” demiş , bu da gösteriyor ki onlar ölmemişler mukadderat-ı islam için yine görüşüyorlar.Ne mutlu görevini yapma cennetini dünyada yaşayanlara . Namık Kemal, Yahya Kemal, Bediüzzaman hepsi Yavuz Sultan selim hayranı, çünkü hedefleri birde ondan. Yine Yavuz’lara ihtiyaç var, Allah’ım bu Anadolu insanını zelil etme..

Hocamın şu ifadelerini alalım.

Kırkıncı Hoca Yavuz ile ilgili kitabında devlet konusunda konuşur. “ Devlet bir şahsı manevidir. En kötü devlet  devletsizlikten binler kat daha iyidir. Dinimizde devlete karşı ayaklanmak  kuvvet kullanarak  iktidarı ele geçirmeye çalışmak  ve fitne çıkarmak  kesinlikle yasaktır. Bir ayette mealen şöyle buyurulmaktadır. “Fitne katilden daha şiddetlidir” (Bakara ) Elbette ki devletin  fitneyi defetmek için bazı caydırıcı müeyyideler uygulaması en birinci vazifesi ve hikmetin gereğidir. Başka bir ayette şöyle buyurur” eğer müminlerden  iki grup birbiriyle vuruşurlarsa  aralarını düzeltin , şayet onlardan biri  hala ötekine saldırırsa Allah’ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın .Eğer Allah’ın emrine dönerse artık aralarını adaletle düzeltin  ve her işte adaletle davranın. Şüphesiz ki Allah adil davrananları sever. “(M Kırkıncı, Y S Selim s 220)

Elini öptüm ayrıldım hocamdan, Allah daha nice yıllara …

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Aklın Tarihi

Hegel’in eserinin adı Aklın Tarihi, filozof tarih boyunca aklın geçirdiği evreleri, dönemleri anlatarak aklın geliştiğini ve emeklediği dönemleri anlatır. Ortaçağ’da skolastiğin hüküm sürdüğü dönemlerde aklı göz ardı etmek bir marifet telakki edilmiş. Aklı hesaba katmadan düşünme klise öğretisine aykırı telakki edilmiş. Bir din adamı incil’i anlaşılır hale getirmek için  bir şeyler yapar, aforoz edilir, onun geçtiği tarladan geçmek bile lanetlenmek anlamına gelir.Onun geçtiği tarladan geçen tavşanın eti yenilmez. Bu papazların dinde tekelcilik yapmalarından ileri gelmektedir.  Lutler’in İncili çevirmesi önemli bir  olaydır, ne zaman ki skolastiğin pençesinden kurtulmuştur  batı toplumu o zaman gelişmiştir. Luther’den  kendisinden yazmış olduğu kitaplardaki heretik fikirlerinden vazgeçmesi istendi.

Luther şöyle bir ifade verdi: “Kutsal Metinler ve akıl yoluyla ikna edilmediğim sürece papalar ve konsillerin otoritesini kabul edemem. Zira bunlar kendi aralarında çelişmekte ve benim vicdanım da sadece Tanrı’nın sözüne bağlıdır. Bu sebeple hiçbir görüşümden dönmüyorum çünkü kişinin vicdanına rağmen yazdıklarını inkar etmesi doğru ve güvenilir olmaz. Tanrı yardımcım olsun”.Luther cesur bir adam çok büyük mücadelelerden geçmiş adeta idam sehpasının ipine baka baka düşünmüş ve yazmış.

Kur’an da aklın bir tarihi var, pagan dönemlerdeki insanların akıl anlayışı bugünkü akıl anlayışına göre zırva. Totemizmden kurtulamamış, hatta Hz Musa’nın ümmeti o sina dağına gidip döndükten sonra bir buzağı yapıp ona tapmışlar, büyük peygamber onları bu halinde görünce elindeki Tevrat metinleri ile çok huzursuz olmuş.ilahi bir din ve peygambere taparken birden bire yine totemizme ve putçuluğa dönmeleri onu çok rahatsız etmiş.HZ peygamberin ümmeti içinde o dönemde akıl farklılıklar gösterir, ama önceki dönemlere göre gelişmiştir. Mucizeler aklın yolunu kapar, insanı klasik vakaların örgüsünden çıkarır. Hz Ebubekir hemen kabul eder, aklı hiçbir deneysel ve mucizevi şey istemez. Hz Ömer ise kızkardeşine duyduğu  Mülk  suresinden  dolayı “şimdi herşey sizin Rabbinizin mi bütün bu varlık, “ kızkardeşi evet der. Hz Ömer “Bizim Kabe’de çokça putlarımız var hiçbirinin bir karış toprağı yok”der. Burda akıl gelişmiş bir akıldır.

Kureyş bir mekan zincirinin altın olmasını ister, Peygamberimiz ona evrendeki değişimi anlatan akli yönü ağır basan bir ayetler gurubunu gösterir, ve bu ayetin o mekanların altın olmasından daha etkili olduğunu söyler. Peygamberimiz insanları akılla düşünmeye davet eder.

Bediüzzaman  Münazarat’da  leitmotif tekrar olarak aklı öne sürer, o bölgenin ahalisine aklı akılla düşünmeyi öngörür. ”İşte, zaman-ı istibdâdın hâkim-i mânevîsi kuvvet idi; kimin kılıncı keskin, kalbi kâsî olsa idi, yükselirdi. Fakat, zaman-ı meşrûtiyetin zenbereği, rûhu, kuvveti, hâkimi, ağası hak’tır, akıl’dır, mârifet’tir, kânun’dur, efkâr-ı âmme’dir; kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir. İlim yaşını aldıkça tezâyüd, kuvvet ihtiyarlandıkça tenâkus ettiklerinden, kuvvete istinad eden kurûn-u vustâ hükûmetleri inkırâza mahkûm olup, asr-ı hâzır hükûmetleri ilme istinad ettiklerinden, Hızırvârî bir ömre mazhardırlar. 

İşte ey Kürtler! Sizin bey ve ağa, hattâ şeyhleriniz dahi, eğer kuvvete istinad ile kılınçları keskin ise, bizzarûre düşeceklerdir; hem de müstehaktırlar. Eğer akla istinad ile, cebr yerine muhabbeti istimâl ve hissiyâtı, efkâra tâbî ise, o düşmeyecek, belki yükselecektir. “(Münazarat 33)

Buradaki tarih felsefesinde Kürtlere neler telkin eder Bediüzzaman. Kuvvetin yerine aklı ve muhabbeti koymak gerektiğini söyler. Ortaçağ devletlerinin kuvvete dayandıkları için inkıraza mahkum olduklarını söyler “kuvvete istinad eden kurûn-u vustâ hükûmetleri inkırâza mahkûm olup,”

Türklerin devlet geleneğinde akıl ilk Türk devletlerinde güce dayandığından aynı ırktan olanlar birbirlerini yemişler ömürleri kısa olmuş, islamla tanışınca Selçuklu da aklın geliştiğini görüyoruz, Osmanlı da ise akıl iyice gelişmiş ve altı yüz yüz onlarca milleti bir arada idare başarısını göstermiştir. Münazarattaki akıl kuvvet mukayeseleri islam tarihinden örneklerle anlatılır.Bu kitapların tarih felsefesi kitaplar tutar.

Bediüzzaman “ Türkler sizin aklınız, kürtler siz ise onların  kuvvetisiniz, ikiniz iyi bir adem olursunuz”Burada iki milletin kaderindeki uzlaşma noktasını gösterir.Bin yıl bu topraklarda sayısız  milletler topluluğunu idare eden bir aklı kabul eder,o akıl kırktan fazla milleti bir arada idare etmiş ve herkes o aklı kabul etmiştir,  şimdi o akıldan kopmak vücudu parçalamaktır. İslam dünyası Osmanlılın aklından kopunca bugün iyimi oldular, hayır. O zaman herşeyde olduğu gibi akıl ve kalb ittifakında iki millet bir arada olmalıdır, saadet bununla sağlanır, vücut bir bedendir veya bir ülkedir değişmez.

 

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Kur’an-ı Kerim’deki “Hz. Meryem”

Peygamberler bütün insanlardan süzülmüş insanlardır.” Gerçek şu ki Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini birbirinden gelen tek zürriyet halinde bütün insanlardan süzüp onlara üstün kılmıştır. Allah her şeyi hakkiyle işitir, mükemmel tarzda bilir. (3-33-34)

İmran’ın hanımı karnındaki çocuğu Allah’ a adar, doğan çocuğun adını Allah koyar ve Zekeriya onun eğitimini üstlenir. “ Hani bir vakit İmran’ın hanımı şöyle demişti” Ya Rabbi karnımda taşıdığım çocuğumu sana adadım, her türlü bağdan azade olarak senin yoluna hizmet edecektir. Adağımı lütfen kabul buyur. Şüphesiz duaları işiten niyetleri bilen yalnız sensin. Derken onu doğurunca da “ ya Rabbi dedi ben bir kız doğurdum” Zaten Allah ne doğurduğunu pek iyi biliyordu, erkek evladı elbette kız gibi değildir. Ben onun adını Meryem koydum. Onu da onun neslinden gelecekleri de o melun şeytanın şerrinden korumanı niyaz ediyorum”(3,33-34)

Meryem seçilmişti” Hani melekler demişlerdi, ey Meryem Allah seni seçti ve tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti. 3/42-43)

Rabbi onu güzelce kabul buyurdu ve pek güzel bir tarzda yetiştirdi. O’nu Zekeriyya’nın eğitim ve himayesine verdi. Zekeriyya onun yanına Mabede ne zaman girse beraberinde yiyecekler bulurdu. “ Meryem bu yiyecekleri nereden buluyorsun” deyince de “ O “ bunlar Allah tarafından gönderiliyor. Muhakkak ki Allah dilediğine sayısız rızıklar verir” derdi.(3-35-37)

Meryem kitapta anılmayı hak etmiştir; Kitapta Meryem’i de an. Hani o ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekiliverdi. (19-16)

Ey Meryem, Rabbine ibadet et, secdeye kapan O’nun huzurunda eğilenlerle beraber sen de eğil (3/43)Melekler Meryem’e hitaben İsa(a.s) hakkında sözlerine devam ettiler. Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek. (3-48)

Allah Meryem’in olayını anlatır Hz Peygamber’e; Resulüm bunlar bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi  Meryem’i himayesine alacak diye  kura çekmek üzere  kalemlerini atarlarken  sen onların yanında değildin, onlar bu yüzden çekişirken de yanlarında değildin (3/44)

O başka şeylere de layık olmuştur. ;Bir de İmran’ın kızı Meryem’i misal getirir. Meryem iffet ve namusunu korudu. Biz ona Ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti ve gönülden itaat edenlerden oldu. “(66-12)

Allah ona olan farklı muamelesinin anlatır; Onlarla kendisi arasına bir perde gerdi. Bir de ona ruhumuzu gönderdik de ona kusursuz, mükemmel bir insan şeklinde görünüverdi. (16-17)

Cebrail Meryem’e gelip ona çocuk müjdeler. ; Ruh (Cebrail) ben dedi Rabbinden sana gelen bir elçiyim. Meryem “ Nasıl oğlum olabilir ki bana eli değen bir erkek bile olmamıştır. İffetsiz bir kadın da değilim !. Ruh, öyledir ama Rabbin “ Bu iş bana pek kolaydır. Çünkü biz onu insanlara kudretimizin bir alameti ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız ve arık bu hükme bağlanmış, olup bitmiş bir iştir.” Sonra çocuğuna hamile kaldı ve bu haliyle uzakça bir yere çekildi.

Derken doğum sancısı onu bir hurma ağacına dayanmaya zorladı. “ Ay dedi, n’olaydım, keşke bu iş başıma gelmeden öleydim, adı sanı unutulup gitmiş biri olaydım.

Derken Ruh(Cebrail) ona ait taraftan şöyle seslendi. “ Sakın üzülme “ dedi. Rabbin senin alt yanında bir su arkı meydana getirdi. Haydi hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine taze hurmalar dökülsün. Artık ye iç gözün aydın olsun eğer herhangi bir insana rastlarsan “ Ben Rahman’a oruç adamıştım, de o sebeple bugün hiç kimseyle konuşmayacağım. Onu kucağına alıp akrabalarına getirdi. “ Kız Meryem dediler sen ne tuhaf bir şey yapmışsın öyle “(16-22-27)

 O Meryem İsa’yı babasız doğurdu. Gün geldi melekler ona “ Meryem Allah kendisi tarafından  bir kelime vereceğini  sana müjdeliyor. Adı İsa, lakabı Mesih, sıfatı Meryem oğludur. Dünyada da ahirette de itibarlı, Allah’a en yakın kullardan olacaktır. Meryem, “ Yarabbi bana hiçbir erkek eli değmediği halde nasıl olur da çocuğum olabilir?” deyince Allah şöyle buyurdu” Öyle de olsa Allah dilediğini yaratır, zira o bir şeyin var olmasına hüküm verince sadece ol der, o da derhal oluverir. “

Allah yanında İsa’nın durumu, aynen Âdem’in ki gibidir. Allah Adem‘i topraktan yaratıp ol dedi, o da derhal oluverdi. (3-45-47-59)

Biz ona ruhumuzdan üfledik, hem onu, hem oğlunu cümle âlem için ibret yaptık. (21/91)Meryem ırzını korudu biz de on(rahmine )un ruhumuzdan üfledik (66-12)

Meryem’in oğlunu ve annesini birer ibret vesilesi kıldık ve onları suyu akan ve yerleşmeye elverişli bir tepeye yerleştirdik.(23/50)

 Yahudiler Meryem’e iftira attılar. Yine inkârları ve Meryem deyince müthiş bir iftira atmaları… Onu kucağına alıp akrabalarına getirdi” Kız Meryem dediler sen ne tuhaf bir şey yapmışsın öyle! Ey Harun’un kardeşi baban kötü bir insan değildi. Annen de iffetsiz bir kadın değildi. Meryem bana değil çocuğa sorun dercesine çocuğu gösterdi” Nasıl olur da derler beşikteki bebekle konuşuruz? Derken bebek “ Ben Allah’ın kuluyum. Dedi o bana kitap verdi, beni peygamber olarak görevlendirdi. Nerede olursam olayım beni kutlu mübarek kıldı, yaşadığım müddet bana namazı ve zekâtı farz kıldı. Anneme saygılı hayırlı evlat kılıp, asla zorba bedbaht ve hayırsız biri eylemedi. Doğduğum gün öleceğim gün de kabirden kalkıp dirileceğim gün de selam üzerine olsun. İşte hakkında şüphe ve tartışmalara girdikleri Meryem oğlu İsa konusunda gerçeğin ta kendisi olan Allah sözü budur.( 19/27-34)

Peygamberler zincirinin önemli bir karakteridir Hazreti Meryem, Kur’an’da bütün canlılığı ile anlatılmıştır, Bediüzzaman Kur’an‘daki olaylara sinema levhaları der gerçekten anlatım tam bir sinema netliğinde ve canlılığındadır. Ve Müşahit anlatımdır, sanki olay şimdi oluyormuş gibi anlatır Allah (C.C). Bediüzzaman bu canlılıktan dolayı Kur’an‘ın anlatımına müşahit anlatım der.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Estetik ve Güzel..

Estetiği güzelin bilimi güzeli de estetiğin konusu olarak anlamak doğru olur. Güzel sorunu her insanın sorunudur, sabahtan akşama kadar farkında olmadan her şeyin güzelini ararız aldığımız ekmekte, manavdan aldığımız meyvede hep bir güzelin peşindeyizdir.  Demek öyle güzel fildişi kulede bir kavram değil. Bediüzzaman güncelleştirir güzeli” insan gözü asgari düzeyde güzeli hissedecek bir şekilde yaratılmıştır” yollu söz söyler. Demek insan beyninde insanın baktığı şeyin güzel olup olmadığını güzellik ve simetrisini, orantısını anlayan bir merkez var, göz birçok şeyle alakadar olduğu gibi onunla da alakadardır. Her insan estetiğin konusu olan güzel konusunda uzmanlaşamaz onun için estetik eğitimi alması gerekir. Güzeli meydana getiren başta Allah’tır. O ne güzel beyan eder” ben evreni güzel yarattım ta ki siz de güzel şeyler yapasınız diye” bunu bir uluslar arası kongrede beyan ettim, kadınlar geldiler güzel giyimli dekolte bayanlar bunu Allah nerede söylüyor diye merakla yaklaştılar. Bu kuran da bir leitmotif tekrar eyyühüm ahsenü amela daha güzel şeyler yapasınız diye, Kur’an ‘ı sadece emir ve yasaklar kitabı gibi gösterdiler, öyle de gidecek. O güzelim bütün kitapların anası olan Kur’an ‘ı  “ümmülkitaptır” bu tabiri Hristiyanlar incil Yahudiler de Tevrat için der. Freud’a babası bir kitap hediye eder; Tevrat, üstüne yazar “ oğlum bu kitabı oku bu kitap ümmülkitaptır” Bu diğer dinlerin saliklerinin kitap ve peygamberlerine bağlılığı hep hayret etmişimdir. Sinekli Bakkal da Peregrini Hristiyan’dır sonradan Müslüman olur, Rabia ya annesini anlatır, der ki “ Rabia benim annem İsa Efendimiz derken hep ağlardı, çünkü o çarmıhta bir peygamberi hayal eder ve dayanamazdı, ama sizin peygamberiniz asalet içinde ölmüş, Cebrail rica etmiş Azrail ile gelmiş, “ Allah buyurdu ki Ya Muhammed Ya Nebiyallah , istersen ömrünü  hitama erdirelim istersen istediğin kadar yaşa, o da gel görevini yap der, Azrail’e. HzAişeyi gör o zaman . Ya hülasai kainat, zübde-i âlem, anlatmakta acizdir seni kalem, mütehayyir alem ve kalem, böyle gider. İşte Rabia benim annem  İsa Efendimiz diye diye o nünün hüznüne ortak olarak yaşadı ve öldü. Sen ne dersin Himmet uç bu insanlara isa Efendimiz ve Allah nasıl muamele eder, orda kal himmet ileri gitme.. İsa, Musa , Muhammed, bir de neydi adı ta ötelerde  asırlar sonra dünyaya gelmiş, bir himmeti azurde. Onlar insanlığın semasında sen ise zirde, inşallah yapmadık  yanlış.. Gü ne düşünür h aaaaal uuuu kkkkk

Bütün güzellikler naysi değil beatiful olan Allah’ın yansımaları. Güzelleştirme nasıl bir şey ressam fırçası ile yapıyor da, Allah bir şeyi nasıl güzelleştiriyor. Şu meyvelerin renkleri nasıl meydana getirilir, pazarda dolaşırken bir kavun gördüm sapsarı öyle sarıki ayva onu görse kıskanır. Manava dedim bu kavunu gece sen mi boyadın böyle, adam durdu yok abi onu Allah boyamış ben ne bileyim nasıl. Bana böyle bir soru kimse sormadı sen nerden geldin abi dedi. Eyüboğlu bir yeşilin tonlarını ayırmaya bir insan ömrü yetmez der, Hz Ali de Fatihayı anlatmaya ömür yetmez diyor, bak farka sen. Kara toprağın üstünde altında sonsuz resim atölyeleri başka izahı var mı? Gökyüzünden renkler kardan daha hızlı yağar, sabahleyin her şeyi farklı renklerle boyanmış görürüz. Allah sıbgatullah diyor, Allah’ın boyası bu kelime içinden çıkılmaz, girmeyelim… Evrenin atölye çalışmalarını görmüyoruz, ayakkabıcının atölyesi, ressamın ötelyesi, dişçinin atölyesi, ya kainatın atölyesi, o kadar atölye ile sergi bir aradaki hiç farkı yok, ustanın büyüklüğünden, tasarım, atölye, biçimlendirme, teşhir bütün safhalar iç içe ne kadar harika.

Güzeli yapan sanatçı, seyreden seyirci, yorumlayan estetikçi… Bediüzzaman’ı estetik telakkileri de bu üç şey üzerine kuruludur, sanatçı Allah, seyirci temaşager insan, ve estetikçi estet yargılayan hem insan hem de eleştirmen. Kant nesneleri güzel  diye yargılamak için beğeni gerekir diyor, Bediüzzaman ona istihsan, istihsan edene de müstahsin diyor. Veya muhsin, Kur’an daki Muhsin herşeyi  en güzel şekilde yapan demek, yani herşeyi en iyi şekilde gören demek. Yuhibbülmuhsinin Allah işini güzel şekilde yapanı sever demek, demek kendi güzel yapıyor güzel yapanı da seviyor. Leonardo  “ Tanrım ölüyorum, sana daha güzel şeyler yapıp gösteremediğim için üzgünüm, mahcub olacağım” Demek yaptığını önce Allah nasıl görür diye yapıyor. Amabak  nerede , ben boğuldum derede. Kant gerçekten güzel şeyler yapmak için deha gerekir, diyor. Bütün büyük sanatçılar deha , deha en olumsuz şartlarda güzeli bulan, Bak Bediüzzaman’a yüz yıl dikenli dağların arasında yürümüş bugüne gelmiş, eceli ile ölmüş. Onun için “ dikenli yolda tayran ederim sen gibi basmam” diyor hayret ne hayret.

Bediüzzaman eserlerini güzel göstermek isteyen Allah’ı tarif eder. Tıpkı eserini güzel göstermek için ona itina gösteren ressam veya diğerleri gibi. “ Celal sahibi sanatçı  tam bir ehemmiyetle  sanatını güzel göstermek istiyor ve müstekreh kötü şeyleri  perdeler altına alıyor ve nimetlerine  o nimetleri  süslendirmek ciheti ile dikkat nazarlarını celbediyor. Öyle de Mahlukatını  ve ibadını  sair zişuurlara güzel göstermek istiyor . Çirkin vaziyetlerde görünmeleri  Cemil ve Müzeyyin ve Latif ve Hakim gibi isimlerine karşı bir nevi isyan ve edebe aykırı oluyor. “

Platon bütün güzelliklerin aşkın güzelin Allah’ın yansımaları olduğunu söylerken modern çağ güzeli Allahtan koparmış, zaten modern çağ asıl ortaçağ, çünkü herşeyi Allah’tan koparmak ile insanı evrenin orta  yerinde yalnız bırakmış. Necip Fazıl insanı anlatır, modern şehir çocuğun şehrin büyük caddesi ve kaldırımlar, ne semanın dilinden anlar, ne kitabın

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;

Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;

Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!

Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;

Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.

Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;

Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;

Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!

Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;

Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;

Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.

Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,

Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…

Bir asırdır Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;

Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;

Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!

Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;

Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.

Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;

Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;

Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!

Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;

Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;

Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.

Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,

Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…

Bir asırdır aydınımız insanımız, sokaktadır, semadan anlamaz, her tarafı devler işgal etmiştir, ne tabiata bakabilir ne semaya , zevkleri ile perişan…Onu anlatır kaldırımlar Şairi .Rahmetli bu şiiri ile meşhur olur,ozaman gökyüzünden habersiz uçurtma uçurur. Bediüzzaman bizimuçurtmalarımızı elimizden alıp çocuklar gelin kainatı okuyalım dedi, “ Beni anlamadınız Sungur “ demiş, Sungur abi “ öldükten sonra anladık ama iş işten geçti “ demiş. Zaten büyük adamlar anlaşılmaz.Kalemim elimden çıkıp o kadar farklı yerlere gidiyorum ki  ben de hayrete düşüyorum, nereden nereye .Daha sonra Necip Fazıl kainatı okuyamamaktan muzdaripken otuz yıl ömrünün kamil demledinde

Beni kimsecikler anlamaz zaten

Sen öp seccadem

der.

Tam otuz yıl bir idealist gibi dağını taşını dolaştım güneydoğunun , gece yarıları eve döndüm, mutlu , akşama kadar edebiyat sanat, geceleri Bediüzzaman anlattım, otuz yıl sonra oraları öyle görünce ağlıyorum, ne çare .Kimse benim hissettiğimi hissetmez.  

Bayer, güzelliliği farklı anlatır. “güzel gerçekte sürekli bir arayıştır” işte bütün hakikat arayıcıları gerçeği bulmuşlardır” ballar balını buldum kovanım yağma olsun” der. Yunus Emre

Ama insanların neredeyse çok az kısmı hakikatı arar, diğerleri aramanın bile farkında değil. Arayan insanlarda bir canlılık bir heyecan var.

Aristoya göre sanat güzelliği bir arınmadır, din de öyle demiyor mu güzellikler sizi dahagüzele çağırır diyor din. “inna caalne maalel ardi zineten leha leneblüvehüm eyyühüm alsenü amela “ Ben arzı güzel ziynetli yarattım siz daha güzel  şeyler yapasının diye, ona bakarak. Kainatın yaratılış gayesi güzel değil mi bu ayete göre. Aristo doğru diyor siz güzele bakıyor niye ben çirkinim diyor arınıyorsunuz. Peygamberi göre  alim, “bu simada yalan yok yalan olamaz “deyip imana geliyor. Aişe hazretleri “ Yusuf ‘u görenler ellerini kestiler, Muhammedi görseydilerkalplerini parçalardılar” diyor. Peygamber in bütün davranışları bir estetik durumlar ve vaziyetler galerisi herkes ona bakıyor ona göre davranıyor. Dini sanatlı barışmamış bir toplum.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org