Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Muş, Tanköy’de birbirini seven iki gencin acı sonu

Rivayete göre Âdem ve Havva’ya Cennetten yasak edilen ağaçtan yemesi ile cennetten çıkarılmıştır. Şeytan Adem’i kandıramamıştı, kandıramayacağını da bildiği için bu sefer Havva annemize yedirmeye çalışmış ve Havva annemiz de yasak olan elmayı yeğince cennetten atılması gerekti.

Âdem aleyhisselam Havva’yı seviyordu onun yalnız dünyaya girmesine izin vermedi, ona olan sevgi ve aşkın uğruna sonuna kadar Havva ile beraber olmayı istedi ve o da yasaklı meyveden yedi. İşte Âdemoğulları da bu dünya da hep Havva’larının yanında oldu.

Cenab-ı Allah kâinatı sevgi ve aşk üzere yaratmıştır. Âdem babamız bile aşk ve sevgi uğruna dünya hayatı; cennet hayatına tercih etti, Havva annemizin peşine düştü. Tabii bunda da vardır, İlahı bir hikmet, tasarruf tamamen O’nundur….

Tarih boyunca Âdem ve Havva insanlara sevgi ve aşk yönüyle birer model oldular. Mesela, bunlardan öne çıkan Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Mem ile Zin’i sayabiliriz.

Hulasa olarak, Mecnun, Leyla’ya âşık olur, Mecnun içindeki bu ilahi aşk ile kendini çöllere atar. Leyla ise bu duruma çok üzülür ve o da Mecnun’un aşkı ile yanıp tutuşur. Leyla, kısa bir süre sonra hayata veda eder. Leyla’nın ölüm haberini alan Mecnun, hemen gidip Leyla’nın mezarını bulur. Mezarı başında ağlayan ve adeta yıkılan Mecnun, Allah’a yalvarır ve “Canansız cihan gerekmez” der ve Leyla’nın mezarı başında o da ölür.

Keza, Kerem ile aslı, birbirlerine âşık olurlar, Aslı’nın babası kızını Kerem’e vermek istemez, fakat çevrenin etkisi altında kalan Keşiş olan baba düğünde Aslı’ya tılsımlı bir giysi giydirir. Bu elbisede düğmeleri açılır sona geldiğinde tekrar kapanırmış. Kerem Aslının düğmelerini bir türlü çözemez. Derinden bir Ah çeker ve yanıp kül olur. Aslı dağılan külleri toplarken bir kıvılcım da onu tutuşturur. Aslı’da orada ölür.

Ferhat ile Şirin efsanesi de benzer bir hadisedir. Ferhat, Şirin’e aşık olur. Şirin’in ölüm haberi ona duyurur. Oysa Şirin yaşıyormuş. Bu haber üzerine elindeki kazmayı bir kenara fırlatır. Ancak kazma bir şekilde döner ve Ferhat’ın başına saplanır. Ferhat orada ölür. Şirin de sevdiğinin cansız bedenini görünce o da kendini atar kayalıklara, ölür.

Mem ile Zin’ın efsanesi ile özdeşleştireceğim benzer bir hadise ile yazımı kapatmak istiyorum. Mem, Zin’e aşık olur, abisi tarafından Mem zindana atılır, bir müddet sonra Mem ölür. Gömülmenin ardından Mem’in mezarı başından hiç ayrılmadan ağlayan Zin, o da ayni yerde ölür.

Dünya var oldukça, Âdemoğulları bu sevgi ve aşk bağlarını da sürdürecekler. Bunlardan birisi de Muş’un Tan köyünde Dilan Tuna ile Yakup Sönmez adlı gençlerin köyde anlatıklarına göre üç- dört sene süren aşk serencamları akraba olan iki aile arasında ikna çalışmaları netice vermeyince 10.8.2023 günü Dilan Tuna intihar eder, Dilan Tuna’nın ölümünü kabullenemeyen Yakup Sönmez de dört gün sonra 13.8.2023 günü intihar eder.

Bu iki genç evlatlarımızın cenazeleri köy mezarlığında yan yana defin edildi. Acılı ailelerin taziyelerinde bulunmak üzere Kurtalan’dan Muş’a bağlı Tanköyü’ne kardeşlerimle birlikte gittik, iki ailenin de üzüntülü olmalarına karşı Allah’ın takdiri deyip sabır ve sükûnet içinde olduklarını müşahede ettik.

Bu acıyı duyan çevre il ve ilçelerde, uzak yerlerde dost ve akrabaların iştiraki ile köyde büyük bir yoğunluk vardı. İki tarafın huzur ve sükûneti için bir müddet köyde asker kalacağını söylediler.

Bu arada akraba olan iki ailenin birbirlerinin taziyelerinde bulunmaları için bölge askeri komutan ve kanaat önderleri de girişimlerde bulundular. Zaten iki taraf ta azimli, metanetli ve kadere inanan insanlar oldukları için köyde bir’an evvel sükûnetin temin edileceğine inanıyorum.

Benzer üzücü hadiseler tarihte hep tekerrür etmiş, umarım bu son olur. Bu vesileyle dostlarımız olan bu iki aileye başsağlığı diler, vefat eden kardeşlerimize de Allah’tan rahmet diliyoruz.

Yazar : Rüstem Garzanlı
15.08. 2023

Hazreti Eyyûb (as)’ın kıssasından günümüze mesaj (10)

Beşinci Nüktede geçen Hikmet ve İlleti şöyle özetleyebiliriz. Mesela bir şeyin hikmeti ayrıdır, illeti ayrıdır. Hükmü geçerli kılan hikmet değil, illetidir. Hükmün illeti yani varlık sebebi ise Allah ve Resulünün emridir. Hikmet olmasa da hüküm bakidir.  Hikmet, sadece o emrin süsü ya da dünyevî meyveleri hükmündedir. İşte bütün farz ve sünnetlerin illeti yani hakiki sebebi  emr-i ilahidir.

Bir Müslüman namazı bedene faydalı olduğu için kılsa, o namaz batıl olur. Hem yağmur yağdırılsın diye dua edilmez. Yağmursuzluk duanın vaktidir ama dua ve niyaz neticesinde Allah lütfünden rahmet yağdırırsa bu da şükür ister.

Hastalık ve musibetlere maruz kalan kişi acizliğini anlar, Rabbine iltica eder, daha ziyade dua ve niyazda bulunur. Zaten hastalık ve musibetlerin hikmeti de budur. Hastalık ve musibet devam ettiği sürede daima dua etmek lazımdır. Allah ne zaman şifa verirse, musibeti ne zaman kaldırırsa, vakit bitmiş demektir.

Burada asıl olan insanın hastalık vesilesi ile aczini anlayıp O’nun şifa dergâhına müracat etmesidir.  Allah’ın razı olduğu mana bu olduğu gibi, ibadetin özü ve kulluğun esası da budur.

Bediüzzaman Hazretleri, insanın aczi ve fakrı için “acz-i mutlak” ve “fakr-ı mutlak” tabirlerini kullanır. Mutlak, yâni kendisine bir sınır çizilemeyen acz ve fakr.

İnsan, göze de muhtaçtır, ele de ayağa da. Ve bunların hiçbirini de yapacak güce sahip değildir. Muhtaç olduğumuz şeyler fakrımızı, onları yapmaya güç yetiremeyişimiz ise aczimizi ilan eder.

Netice olarak, Allah, insanın fıtratına her bir isim ve sıfatı anlayıp tartacak manevî cihazlar ve duygular koymuştur. Bu duygular da hastalık, bela, musibet, eza ve cefalarla harekete geçer ve insanı kemale erdirir. Vesselam….

30.06.2023

Rüstem Garzanlı

Hazreti Eyyûb (a.s.)’mın kıssasından günümüze mesaj (9)

Bediüzzaman Hazretleri “Asıl musibet dine gelen musibettir.” diyor. Bundan da anlaşılıyor ki, dünyaya ve şahsa ait musibet ve hastalıklar, hakikat noktasında musibet değildir; bazen de ilahi bir ihsan ve ikram hükmünde olur.

Çünkü musibetler insana günahlarını temizlemek ve sevap kazandırmak için bir nimet hükmündedir.

Dini musibet, ahiretimizi tamir değil, tahrip eder. Çünkü, akıl ve kalplerdeki şüpheler insanın imanını tehdit etmektedir. Ama maddi hastalıklara sabır gösterenler için, o ibadet büyük bir manevi kazanç kaynağı olur.

Başta Peygamber Efendimiz (a.s.m) olmak üzere, müceddit ve müçtehitlerin çektiği sıkıntıların tümü, zâhiren şahıslarına gelmiş gibi görünse bile, hakikatta İslam’a, imana gelen musibetlerdir.

İslâmi ve imani hakikatlerin doğru anlaşılmasına ve yayılmasına engel teşkil eden her türlü fikir, eylem ve saldırı birer musibettir.

Radyo, televizyon veya gazete gibi iletişim araçlarıyla, İslam’ın özünü zedeleyen her fikir, musibet olduğu gibi, insanları İslam’dan uzaklaştıran her film, görüntü ve fâaliyet de birer musibettir. 

Her bir günah içinde, küfre giden bir yol vardır. Günaha giden yolların çoğalması bir musibettir.

Müslümanların İslam’ı tam temsil edememesi hakiki bir musibettir. Efendimiz (asm)’in yeterince insanlık tarafından anlaşılmaması, gerçek bir musibettir. Kısacası, insanları Allah ve ahiret inancından alıkoyan her şey asıl musibettir. Ve hâkeza…

Musibet ve belaların bir kısmının vazifesi, günahkârları ikaz ve gafil insanları ihtar etmekle uyandırmaktır. Bir kısmı ise günahkâr ve hatalı insanların günahlarının silinmesine ve affına sebeptir. Bir kısmı da takva sahibi ama gaflete dalmış insanların aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektedir. Yani Allah’ın huzurunda olduğunu hatırlatmaktadır.

İnsanın nisyana (unutmaya) ve gaflete yatkınlığı malumdur. Bela ve musibetler, zaman zaman insana ölüm, ahiret, hesap ve Allah gerçeğini ikaz ve ihtar ediyor. Dünyevi musibetler ve sıkıntılar duanın vaktidirler. Bizim dua etmemizi ihtar eden saikler hükmündedirler. Tıpkı akşam vaktinin akşam namazına âlem ve sembol olması gibi. 

İnsan her işinde daima Allah rızasını gözetmelidir. Bu niyete başka şeyler sızarsa, ibadetin ruhunu kaçırır ve bozar. Diğer dünyevi hikmet ve faydalar ise ibadete şevki ve gayreti artırmak için vasıta olarak kullanılabilir. Devamı var……

27.06.2023

Rüstem Garzanlı

Bu vesileyle tüm âlem-ı İslâm’ın, memleketimizin ve siz değerli okuyucularımın  Kurban Bayramını tebrik ve tes’id ederim.

Hazreti Eyyub (a.s.)’ın kıssasından günümüze mesajlar (8)

Hazreti Eyyup (a.s.)’ın kıssasından insanlığa verilen mesajın başında musibetlere karşı sabırla tahammül etmek gerektiğini,  “Hazreti Eyyub Aleyhisselâmın zahirî yara hastalıklarının mükabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız…”  olduğunu Bediüzzaman hazretleri İkinci lem’a’da Beş Nükte ile nazara vermiştir. Beş nükteden Dördünü yazdık  bugün kısmet olursa son Beşinci Nükte ile konuyu bağlayacağız, inşallah.

Beşinci Nüktede geçen “Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler.”

Dini musibetleri şöyle sıralayabiliriz. İnkâr, günah, gaflet, gıybet gibi manevi hastalıklardır. 

Dini olmayan musibet ise, isyan etmemek şartı ile her çeşit dünyevi ve maddi sıkıntılardır. Bu sıkıntılar çok muhteliftir. Bunlar  hastalık olur, deprem olur, sel ve yangın olur, kaza olur, işlerin kesat gitmesi veya iflas etmek olur, akraba ve dost birisinin vefatı olur, ekonomik kriz olur vs. 

Allah, dini olamayan maddi musibetleri, hem imtihan hem de gaflet ve dalalete gitmekte olan insanları ikaz ve ihtar için verir. Şayet insan bu musibetleri iyi değerlendirir ve dersler çıkarabilir ise maddi zarara ve sıkıntıya bedel, çok manevi fayda ve kazançlar elde edebilir.

Musibetler, insanı hem ebedi tehlike olan küfür ve inkâr bataklığından kurtarıyor hem de cennette çok büyük servet ve mülkler edinmesine vasıta oluyor. Bu yüzden görünüşte çirkin ve sıkıntılı da olsa hakikatte güzel ve ferahlatıcıdır.

Devamı var……

25.06.2023

Rüstem Garzanlı

Hazreti Eyyûb (a.s.’dan günümüze mesaj (7)

İkinci Lem’â, Dördüncü Nüktede “Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva etmek” diye bir cümle geçiyor. Allah’ı, insanlara şikayet etmek iki tarz ile oluyor. Birisi, Allah’ın icraat ve fiillerine karşı açık bir şekilde isyan etmek ve rıza göstermemektir. “Allah neden bunu bana reva gördü? Ben ne yaptım da başıma bu geldi? Ben bunu hak etmemiştim. Allah neden ona verdi de bana vermedi…” gibi birçok şikâyetler vardır ki, bunların bazısı -maazallah- insanı küfre ve şirke bile düşürür.

Allah’ın icraat ve fiillerine alenen şekva ve şikâyet bu manadadır. Üstelik bu sızlanışları başka insanların yanında söylemek de Allah’ı kullara şikâyet etmektir.
Bu tarz şekva, imanı zayıf olanların ya da imanı tehlike içinde olan avamın şekvasıdır. “Musibetin darbesine karşı şekvâ suretiyle elbette âciz ve zayıf insan ağlar. Fakat şekvâ O’na olmalı; O’ndan olmamalı.” 23.Mektup, 4.sual, s.281

Allah tarafından verilen ve çok hikmetlerle bezenen musibetlere karşı, insanın sabırlı olması gerekir. Allah insana yüklenemeyeceği bir musibet vermez. Şâyet insan acizliğinden dolayı, musibeti kaldıramayacak durumda ise, Allah’a sığınmalı, inayet ve rahmetini beklemelidir.

İkincisi ise, alenen ve açıktan değil ama tahkiki iman ve tevekküle yakışmayan ince serzenişlerdir. Bu ekseri ehli imanda görünür. Tahkiki iman ve tevekkülü vardır, ama hâdisatın tazyikinden, bela ve musibetlerin ağırlığından dolayı bazen inceden inceye serzeniş eder. Bu haller imanın kemaline ve mahz-ı ubudiyete yakışmaz, ama çabuk hatasını anlar ve tövbe eder. Meselâ bazen hastalık ve sıkıntısını başka insanlara tasvir eder. Gerçi bunlar insanın zaaf ve aczinden gelen şeylerdir, ama kâmil imana münasip düşmez. Kâmil iman sahiplerinde her iki şikâyet tarzı da görünmez. Belki bu mübarek zatlar şikâyet etmek istese, şikâyetini Allah’a yaparak sıkıntısının izalesini taleb eder; yoksa Allah’ı insanlara şikâyet etmez. İnsan aciz ve tahammülsüz bir fıtrata sahip olduğu için ağlamak, sızlamak ve şikâyet etmek ister. Bu yüzden insana “Ağlama, sızlama, şikâyet etme!.” denilemez.

Ama ağlama, sızlama ve şikâyetin yüzü ve yönü ayarlanabilir. Bunun en güzel misali Hz. Yakub (as)’ın tavrıdır:”… Ben derdimi de üzüntümü de ancak Allah ‘a şikâyet ederim.” (Yusuf Suresi, 12/86) Şâyet bir insan musibetin sıkıntısını ve elemini çekemiyor ve takat getiremiyorsa o zaman;

“Ya Rabbi! Ben bu musibeti kaldıramıyorum, onun elemine dayanamıyorum. Bu musibeti ya kaldır ya da hafiflettir” demeli, O’na sığınıp, niyazda bulunmalıdır. Yani musibeti Allah’a şikâyet etmelidir. Devamı var……

23.06.2023

Rüstem Garzanlı